Birileri, bakmaya kıyamadığınız, geceleri uyanmasın diye üstünü bile örtmeye çekindiğiniz çocuğunuzun el ve ayaklarını satırla kesse ne yap...
Birileri, bakmaya kıyamadığınız, geceleri uyanmasın diye üstünü bile örtmeye çekindiğiniz çocuğunuzun el ve ayaklarını satırla kesse ne yapardınız? Hayır! ‘Nsala’ isimli baba bu düşündüklerinizin binde birini bile yapmaz!
Sadece kızından koparılıp alınan o parçaları bir kutuya yerleştirip misyoner olarak görev yapan din adamı John Hobbis Harris’in kapısını çalar. Acıdan boğazı düğümlenen din adamının karısı Alice Harris gizlice deklanşöre basar.
O günden sonra Kongo’da, benzer temada üç yüzden fazla fotoğraf çekilir. Ama ille de o ilk fotoğraf!
Fotoğrafta, ‘yerli’ bir babanın, hüzünle, öfkeyle, incinen insanlık onuruyla, yeterince kauçuk toplayamadığı için ‘uygar toplum’ temsilcileri tarafından kesilip önüne koyulan beş yaşındaki kızının sol eli ve sağ ayağına baktığı görülür.
İmparator II. Leopold, Belçika’nın sömürgelerinden biri olan Kongo’da, tarihte sıkça başvurulan bir yol izleyip ‘bir taşla iki kuş vurur’.
Kongolular çalınan toprakları ve kauçuk tarlalarında aynı zamanda ‘canları beş para etmeyen’ köleler olarak çalıştırılırlar. Fotoğraf siyah beyaz, acının rengi derindir…
Amerika’yı keşfettiğinden habersiz olan Kristof Kolomb, 1493’te ikinci yolculuğuna çıkar. Amacı, zenginliklerine vurulup atmosferine hayran olduğu yerlerde daha fazla kalmaktır. Her limanda ‘büyük bir servet’ ve ‘egzotik bir cennet’ olduğunu anlamıştır!
Kolomb, Haiti’yi uzaktan gördüğünde de bir an önce kıyıya ulaşabilmek için, gemisindeki forsaların küreklere daha hızlı asılmaları için emir verir.
Zihnimize takılı 15. yüzyıla ait bir resimdir…
Başında meşhur üçgen şapkası olan ünlü denizcinin dudağında da sinsi bir gülümseme bulunur. Kumsala, asaletini simgeleyen deri çizmeleriyle basar.
FUTBOL OYNAYAN YERLİLER
Kolomb’un kocaman gemisi gibi bu ‘soylu asaleti’ de kıyıdan biraz ileride bulunan ve kendilerini tuhaf bir oyuna kaptırmış olan yerliler tarafından fark edilmemiştir.
Ortalarında zıplayıp duran şeye var güçleriyle vurabilmek için mücadele eden Haitililer, Kolomb ve adamları kendilerine yaklaştıklarında da oyunlarına ara vermezler.
Yerlilerin arasında, oradan oraya zıplayıp duran şey lastik bir toptur! Kolomb’un asil duruşunun ‘alık bir şaşkınlığa’ dönüştüğüne şüphe yoktur.
Bununla birlikte, 1493’te Haiti’de ‘futbol oynanması’ dünya tarihi açısından da son derece şaşırtıcıdır. Kâşif, not defterine bundan fazlasını da yazacaktır:
“Ayaklarında bizim giydiklerimize hiç benzemeyen, ‘tabanlarının şeklini almış’ ayakkabılar var!”
Tarih tuhaf cilvelerle doludur. 1493 yılı, kıyıya vuran dalgaların köpüğünde gülümser. Haiti’nin büyülü atmosferi, futbol topu ve yerlilerin ayaklarındaki spor ayakkabılar…
BU NASIL OLUR?
MÖ 7. yüzyılda yaşadığı varsayılan Homeros, ‘Odysseia’ adlı meşhur eserinde, top oyunlarını anlatır. ‘Ayak topunun’, Sümerlilerle birlikte Asya Hunları tarafından da oynandığı belgelenmiştir.
Kısaca futbolu İngilizler sahiplenmiş olsalar da tarihi sanıldığından çok daha eskidir!
Ayak topuyla ilgili tarihi bilgiler birbirine eklendiğinde, 1493 yılında Haiti’de yapılan heyecanlı karşılaşma da anlaşılır hale gelebilir!
Ne var ki ortada hâlâ mantıklı cevaplar arayan soru işaretleri dolaşmakta, ‘lastik top’ ve ‘spor ayakkabıların’ sırrı keşfedilmeyi beklemektedir.
Aslında gizem son derece basittir!
Kutucukların içini soldan sağa, ‘kauçuk’ yazarak doldurduğumuzda bulmaca da çözülecektir!
Yerliler, kauçuk ağacından akıp donmaya başlayan sütü hamur gibi yoğurarak top yapmışlardır.
Dahası ayaklarını da ağacın sütüne sokarak, kendi tabanlarıyla bütünleşen ergonomik ayakkabılar ortaya çıkarırlar!
KAUÇUĞUN TARİHİ
Kauçuğun, Latin Amerika ve çevresindeki coğrafyada yetişen bir ağaç olduğu bilinir.
Tüm gezginlerde şaşkınlık yaratsa da uzun süre boyunca yeteri kadar ilgi çekmeyecektir!
Ondan ilk kez yararlanmayı, Fransızlar akıllarına getirirler. Charles de la Condomine adlı araştırmacı, 1735 yılında Amazon’a yaptığı bir seyahat sırasından kauçuğa ilgi duyar. Onun tarafından Avrupa’ya getirilen parçalar uzun yıllar incelenir. Mucitlerin kauçuk için Amazon ve Latin Amerika’ya yaptığı seyahatler de artar.
‘Bu cevherden’ ilk kez ciddi bir gelir elde eden kişi, İskoçyalı Charles Machintosh olur. Kauçuğu işlemek üzere büyük bir fabrika kuran İskoçyalı girişimci, günümüze kadar gelen Machintosh pardösülerini üretir. Ne var ki kauçuk bir türlü istenilen patlamayı yapamamaktadır!
Kışın soğuktan katılaşıp çatlayan, yazın ise eriyen madde, hem üreticileri hem de kullanıcıları canından bezdirmiştir. Böylece kauçuğa duyulan heyecan yavaş yavaş azalırken, ondan yeterince yaralanamayan üreticiler de fabrika ve atölyelerinin kapılarına talihsiz bir şekilde kilit vururlar.
‘GOODYEAR YUVANA ULAŞTIRIR!’
1800’lü yılların ilk yarısında ise sadece bir kişi ürünün peşinden gitmeyi göze alabilir. Charles Goodyear adlı Amerikalı, tuhaf deneyler ve bir dizi tesadüfler sonucunda kauçuğu daha kullanışlı hale getirir. Hikâyenin burasında, Goodyear’ın bir fabrika kurarak, dönemin en zengin adamlarından birine dönüştüğünü düşünmek doğaldır. Ne var ki sanıldığı gibi değildir!
Ürünle ilgili önceki tatsız deneyimler, Amerikalı girişimcinin derdini anlatabilmesine mani olmuş, yıllarca kauçuğun peşinden umutla koşan Goodyear, arkasında büyük bir borç bırakarak ölmüştür.
Ancak onun bu hazin macerasını, ölümünden yıllar sonra anımsayanlar da çıkacaktır.
Otomobilin icadıyla, kauçuğun ‘yeniden anlamlandırılması’ arasında büyük bir bağlantı olduğuna şüphe yoktur. Ürün, vazgeçilmez bir pazara oturmak üzeredir.
Dönemin koşullarını değerlendirip otomobil lastiği üretmeye karar veren Frank Seiberling de, şirketini, kauçuğun daha kullanışlı hale gelmesini sağlayan mucidin ismiyle taçlandırır.
“Goodyear yuvana ulaştırır!”
Sloganın pek çok kişiye tanıdık geldiği açıktır!
SONUNDA… İNGİLİZLER YİNE DEVREDE
Kauçuğa duyulan heyecan, iyi niyetli icatlar ve ürünün geliştirilmesi…
Tüm bu dönemde uykuda olan İngilizler, tıpkı futbol gibi kauçuğa da bir anda uyanıp ayaklanarak pazarda büyük bir paya sahip olmak için akıl almaz planlar yaparlar.
Transferi son derece masraflı olan kauçuğu taşımak yerine, onu sahip oldukları sömürgelerde yetiştirmeyi denerler.
Bu noktada, Kongo halkına acı götüren Belçika İmparatoru II. Leopold’un Britanya adetlerinden referans aldığını vurgulamak yerinde olacaktır.
İngilizlerin kauçuk taşımak için seçtikleri bölge ise, bugün de tüm dünyada, ürünün en çok yetiştiği yer olan Brezilya’dır.
Hükümetin görevlendirdiği bir maceracı, kauçuk ağaçlarının tekelini bırakmak istemeyen Brezilya gümrüğünü atlatarak, binlerce kauçuk tohumunu kendi ülkesine kaçırır. Ne var ki Büyük Britanya’nın sömürgelerinden biri olan Kalküta’ya götürülen bu tohumlar tutmaz. Yetişen birkaç cılız ağaç da kuruyup gider.
Ancak ‘asalet timsali’ İngilizler hırsızlıktan vazgeçmezler. Bir başka serüvenciyi, Brezilya’dan yeni tohumlar çalması için görevlendirirler.
Bugün, İngiltere’nin kauçuk pazarında önemli bir yere sahip olmasındaki ‘başarı’ da Brezilya’dan araklanıp Seylan’da ekilen ikinci parti çalıntı tohumlarda gizlidir.
İngiliz Hükümeti, Seylan’da yetiştirilen ağaçların tohumlarını da kısa sürede Malaya’ya aktarır. Bu ‘üstün’ ve gizli çalışmalar meyvelerini verecek, kısa sürede İngilizler tarafından yılda altı bin tonluk kauçuk dünya pazarına sunulacaktır.
İşte bu, Brezilyalı kauçuk tüccarlarının sonudur!
Günümüz dünyasında, her şeye rağmen en fazla kauçuk üretiminin Brezilya topraklarında yapıldığı bilinir. Fakat bu Brezilyalıların, en önemli kaynaklarından biri olan kauçuğun pazar payını ‘yok yere’ İngilizlerle paylaşmakta oldukları gerçeğini değiştirmez.
İŞTE İLAHİ ADALET!
1493’te Haiti yerlilerinin kauçuk ağaçlarından yaptıkları topla futbol oynadığı tespit edilir. Çağdaş futbol ise Büyük Britanya’da geliştirip standartlara bağlanır. İngilizlerin aynı zamanda Brezilya’dan çaldıkları tohumlarla, sömürgelerinde kauçuk tarlaları kurdukları da bilinir. Bugün dünyadaki pek çok ürün kauçuktan yapılır. Bunlar arasında futbol topu da vardır!
Futbol istatistikleri ise, tuhaf bir gerçeği ortaya koyar. Brezilyalılar futbola İngilizlerden geç adapte olsalar da nereyse her maçta onlara… Ne denebilir? İlahi adaletin kauçuğa benzeyen yüzü! Peki ya kauçuk tarlaları kurarken İngilizlerin yöntemini izleyenler… Kongo’da kesilen o küçük kızın el ve ayakları… İntikam yemeğini soğuk yiyen tarih, şüphesiz bir gün bunun da hesabını kesip defteri kapatacaktır! (ERK ACARER - erkacarer@birgun.net– BİRGÜN)
Hiç yorum yok