Etrafında kopartılan fırtınadan sonra filmi epeyce merak etmiştim ve “ellerine geçirdikleri” bir televizyon kanalından birkaç gün önce nihayet izleme şansını buldum. Vizyona girme anlamında, aynı sürelere denk gelen ve filmin rakibi olan “Veda”’nın ardından “Eşrefpaşalılar”’ın içine yuvarlandığı fiyasko çukurunun tıpkı bir dışkı çukurunu andırdığına tanıklık etmek ne yalan söyleyeyim çok hoşuma gitti.
Elbette bir sinema eleştirmeni değilim. Ama buna rağmen film hakkında ve filmden kalkarak asıl hedeflenenler hakkında söyleyeceklerim var doğal olarak. Hele bir de “kafa kağıdımız”da doğum yeri olarak “Eşrefpaşa” yazıyorsa…
Filme egemen olan kurgusal hataları ve benzeri kıvamdaki bütün anlamsızlıkları eleştirmenlerin “namusuna” havale edip bir kenara bırakarak söylemeyi becerebileceğime inandığım alana geçmek istiyorum…
Sözü çok dolandırmaya hiç gerek yok.
En başta şunu vurgulamam gerekiyor;, bu filmi yapanların Eşrefpaşa’dan ve Eşrefpaşalıdan bihaber oldukları çok net bellidir. Bir İzmir’liden çok doğu ve güneydoğu kökenli yurttaşlarımıza benzeyen kimi tipler, hani nasıl söyleyeyim, sözgelimi bir Yapıcıoğlu’ndan, bir Çimentepe’den, bir Keresteciler Sokağı’ndan değil de, daha çok Diyarbakır’dan, Erzurum’dan, Van’dan fırlayıp filmin ortasına nasıl oluyorsa artık, birer Eşrefpaşalı (!) olarak düşmüş gibiler…öyle eğreti, öyle yapay, öyle iliştirilmiş…Doğma büyüme Eşrefpaşalı olarak ben elli yıllık ömrümde hiç böyle “Eşrefpaşalılar” görmedim. Bu söylediklerim sakın ola ırkçılık ya da şovenizm olarak anlaşılmasın Tecrübeyle sabit bir tespit sadece…
Hal böyle olunca, yani yönetmen Eşrefpaşa’dan ve Eşrefpaşalı'dan bihaberse, onların kimi belirgin ve hatta bütün İzmir’de sadece Eşrefpaşalılar ile özdeşleşmiş özelliklerini yansıtmak anlamında da çuvallaması kaçınılmaz olmuş. Sözgelimi ben hiç sopa gibi yürüyen Eşrefpaşalı tanımıyorum. Yok çünkü. Eşrefpaşalıların deyim yerindeyse mezara kadar taşıdıkları özelliklerinden biri de yürüyüşleridir. Sol omuz daima sağ omuza göre daha düşük tutularak ve sağ kol bu düşüklüğü abartısız ama çok güzel tamamlayacak biçimde vücuttan hafifçe ileride tutularak ve her adımda kavis çizerek harmanlanan oldukça erkeksi ve de karşı tarafı her şeyden önce adım atarak ürkütmek amacını taşıyan bu yürüyüş biçimini filmde hiçbir Eşrefpaşalı (!) da göremedim.
Öte yandan bu kadar çok Eşrefpaşalının neden İstanbul’da olduklarına ve yine neden aynı mahallede toplandıklarına dair herhangi bir iz, emare ya da görüntüye rastlayamıyorsunuz film boyunca. Nasıl olmuşsa olmuşi bir sürü Eşrefpaşalı, Eşrefpaşa’yı ve “İzmir Çukuru”’nu arkalarında bırakıp İstanbul’a gelmişler ve aynı mahallede ikamet etmeye başlamışlar. (Evet aynen öyle…”hay Allah”) Nedenini niçinini asla merak etmeyin, çünkü bir cevap bulmak mümkün değil. Hoş, çok büyük zorunluluklar dışında hangi Eşrefpaşalı Eşrefpaşa’yı bırakıp gider, bunu tartışmak bile gereksizdir ama olsun, işin bu tarafını filmi izlerken kesinlikle merak etmeyin. Dedik ya, Eşrefpaşa’dan ve Eşrefpaşalıdan bihaber olan bir yönetmenin, Eşrefpaşa ile Eşrefpaşalı arasındaki o tutku dolu aşk dolu bağdan da bihaber olması kaçınılmazdır.
Ama bütün bunlardan daha önemli olan bir şey var filmde.
Biraz garip ama, Eşrefpaşa sadece filmin adında var. Onun dışında Eşrefpaşa’dan bir esinti bile görmek mümkün olamıyor. Beni filmin karşısında tutan bir neden de buydu aslında. Hani film boyunca, yüreğimi kısacık da olsa, oraya, doğduğum ve oralı olmakla her fırsatta övündüğüm Eşrefpaşa’ya götürüp getirecek mi diye çok bekledim. Ama hayır, böyle bir yolculuğa çıkamadım. Bunun adını ne koyarsanız koyun, hak etmişler çünkü.
Sahi bir de, kavga ederken bu kadar çok dönüp dolaşan ve kavgadan ziyade ne idüğü belirsiz bir takım uyduruk hareketlerle sözüm ona kavgaya –niyeyse artık- folklorik birtakım anlamlar yükleme kaygısı gütmeyi ihmal etmeyen (!) ve de kavga esnasında bu kadar çok konuşan Eşrefpaşalı da yoktur, hatırlatayım dedim. Eşrefpaşalı kavgaya girerken konuşmaz, biraz kaba bulabilirsiniz ama “doğrudan dalar”. Herhalde anlatabildim.
Şimdi de zurnanın asıl zartladığı noktaya geliyorum.
Filmi izleyenler bilir. Mahalleye gelen bir cami hocası var.
Hoca kısa zamanda, bu dinden imandan uzak Eşrefpaşalıları (!) etkiliyor ve onları dine geri kazanıyor(!). Filmin ana hattı bu. Öyle ya, nerede bir “kirli iş”, bir “pis mevzuu” varsa, altından, dinden imandan uzak “Gavur bir Eşrefpaşalı” çıkıyor. Hırsız da Eşrefpaşalı, uğursuz da Eşrefpaşalı, mafya da Eşrefpaşalı, falan filan…
Şimdi neresinden başlayayım bilmiyorum. Ama galiba şöyle söylemek mümkün, sağ olsalardı eğer ve bu filmi izleselerdi, benim çocukluğumun ve ilk gençliğimin en önemli objelerinden olan bir “Cancan Ferit”, bir Acı Mehmet”, bir “Şoför Necati”, “nerde ulen o zibidi” diye höykürerek ve dahi “biz, ne zaman haraç peşinde koştuk da vermeyenin kulağını kestik dangoz” diyerek, filmin yönetmenini oracıkta “hacamatlarlardı” emin olun. Sanırım, az çok bir fikir vermiştir bu açıklamam size.
Ama yönetmenin hedef kitlesi ben ve diğer bütün Eşrefpaşalılar değil de, filmin gösterimine cemaat tarafından her türlü ulaşım aracı kullanılarak akın akın, oluk oluk taşınan zavallı “dini bütün” ve ömrü hayatında hiç Eşrefpaşa ve Eşrefpaşalı görmemiş olan çarşaflı, türbanlı, sarıklı, cübbeli, poturlu ve çember sakallı Anadolu insanı olunca, işte tam da bu noktada zurna, gaz kaçıran bir insan gibi zartlamaya başlıyor.
O insanlar ki, Recep Tayyip’in Kazlıçeşme’deki referandum mitingine de İstanbul Büyükşehir Belediyesinin bütün olanakları seferber edilerek bedava taşınmışlardı.
Ve yine o insanlar ki, o filme gelinceye kadar hiç Eşrefpaşa ve Eşrefpaşalı görmemiş olsalar da bu hiç önemli değildi. Çünkü o film zaten Eşrefpaşa’yı ve Eşrefpaşalıları anlatmıyordu.
O film, özgürlük ve demokrasi düşmanı bir “hoca”nın, haydi gelin kıvırmadan adını koyalım, Fethullah Gülen’in, hayatının bir bölümünde Eşrefpaşa’da ikamet etmiş olması tevatüründen yola çıkılarak kotarılmaya çalışılmış ve sadece adında bile olsa, Eşrefpaşa’yı ve Eşrefpaşalıları iğrenç ve dahi aşağılık bir biçimde “kullanmaktan çekinmemiş “dışkı”dan bir propaganda filmiydi.
Film bitince aklıma, sıcacık bir yaz gecesi, bütün sıcak yaz gecelerinde her İzmirlinin yaptığı gibi, Yapıcıoğlu’ndaki o mahallede bütün mahallelinin kendisini kapı önlerine attığı bir anda, bir mahalle arkadaki bağırtı çağırtılarla tok ve gür bir “nara” ve naranın arkasından damdan dama atlayarak bizim evin önüne kendini bırakan “Cancan Ferit” geliverdi nedense. Elindeki kanlı bıçağı, büyükbabam Candarma Cemal’i görünce arkasına saklayarak, “Affedersin Cemal Abi, dışarıdan gelmişler, kadına kıza sarkmışlar, şişledim” diyen ve sonra üst caddeye doğru seyirten “Cancan Ferit”…Gündüzleri taksisiyle işinde gücünde “Cancan Ferit”…
Sonra… peşinden koşan polisleri yanlış sokağa yönlendiren anneannem…Hani “Denizler” idam edildi diye güneşli bir Mayıs öğleni, gözyaşlarını sessizce ama her birini bir tokat şekline sokarak azat eden anneannem…Her Eşrefpaşalı gibi aslında bir Girit göçmeni olan anneannem, Muharremiko’m…Yanımıza “cankuş”um Hüseyin’i de katarak, Arap Hayriye’nin okuduğu bütün komşu mevlütlerini kahkahalarımızla sabote ettiğimiz anneannem…
“Cancan”, anneannem, büyükbabam, “Acı Mehmet”, “Şoför Necati”… sonra ne bileyim işte “naçizane ben”…biz Eşrefpaşalı’yız…”Harbiden” hem de…Çakma değil yani…Ve daha da önemlisi İzmir’liyiz…
Şimdi yine bir şey söyleyeceğim ve siz yayınlamak yerine bana yine bir mail göndereceksiniz…
Gelin şöyle yapalım en iyisi…
Hani nasıl derler; “Maksat dincilik, gericilik olsun, “Eşrefpaşalılar” bahane “…
Unutmayın; “Sarı Paşa”, hikayesinin çok önemli bir bölümünü bizim oralarda noktalamıştı bilirsiniz…
Ve yine bilirsiniz ki, hikaye, her şeye rağmen, kaldığı yerden devam ediyor aslında…
Yani bir başka deyimle….sizi bilmem ama…biz İzmirliler…varolmakta inat ettiğimiz sürece –ki edeceğiz elbette-…bu “puşt zulalarını patlatmaya” da devam edeceğiz…
Şovenizm değil bu dediğim…bir aşk…bir tutku…hem de “sapına kadar delikanlı” bir tutku…
Yani biz “Eşrefpaşalı”yız…Filmdekiler değil ama ya siz?…
Bu Yazı İçin Gerekli Bir Dipnot:
Filmin sloganı da garip. “Eskiden kulak keserlerdi, şimdi kulak kesildiler”…
Kulak kesildikleri bir “Hoca”. Kastedilen bu…İşte o yüzden diyorum ki, slogan baştan sona yalan.
Biz İzmirliler, öyle çok “dangoz kıvamındaki derin mevzulara” pek kulak kesilmeyiz. Hem nereye, neye ve kime kulak kesileceğimizi bildiğimizdendir bu, hem de biraz “rahat” oluşumuzdan. Tersi olsaydı eğer, “geliyom” “gidiyom” değil, geliyorum, gidiyorum derdik. Ama "demiyoz" işte.
Kulak kesme meselesine gelince…Evet kestik…hem de çok. Ama haraç ödemeyenin değil, haraca çıkmadık hiç çünkü…
Sadece “hainleri” nkini kestik…hepsi bu!
Amerikan ninnisiyle prostatını tedavi etmeye çalışan bir faniyi öveceğiz diye bu kadar “maval” okunur mu yahu? Yazık size…! O faninin parası bu kadar çok mu? (HAYRİ GÜNEL - 21.11.2010)