Suriye’deki beklentileri ötelenen iktidara, ne olursa olsun seçim öncesi bir zafer gerek! Mevcut koşullarla bu sağlanamayınca, geçici çözüm olarak kamuoyu yoğun bir operasyon gündemiyle kuşatılıyor...
“Bizim Suriye’de işgal diye bir derdimiz yok. Bize 780 bin kilometrekarelik vatan topraklarımız yeter. Ama biz buraya nereden geldik? Biz buraya 20 milyon kilometrekarelik topraklardan kaybede kaybede kaybede 780 bin kilometrekareye geldik.”
İstediği kadar Suriye’nin toprak bütünlüğünden dem vursun, Rusya ve/veya İran’la her görüşme sonrası bildiride Şam’ın egemenlik haklarına saygı gösterdiğini teyit etsin boş. Çünkü dervişin fikri ne ise zikri de o…
Tayyip Erdoğan’ın hem iktidarını hem de İslamcı-milliyetçi tabanını konsolide ettiği fetihçi operasyon çıkışlarının arkasındaki ideolojik motivasyon kaynağı bu: Yayılma ihtirası.
Varsın Şam’da “rejimi devirme” hedefi tutmasın; idari ve güvenlik birimleri, PTT şubeleri, Sağlık Bakanlığı’na bağlı hastaneleri, MEB’e bağlı okullarıyla “arka bahçe”ye dönen Afrin-Cerablus hattı, cihatçı emirliğiyle işbirliğinin tıkırında olduğu bir İdlip var.
“Rejime nihai askeri zafer kazandırmama” ise tali hedef olarak mahfuz… Suriye’de Fırat’ın doğusundan Irak’ta Dicle’nin doğusuna 750 kilometrelik hat boyunca da atış serbest!
***
Suriye’de Münbiç’ti, Fırat’ın doğusuydu, güvenli bölgeydi derken süreç pazarlıklara, karşılıklı restlere evrildi. Washington’dakiler Ankara’ya geldi, Ankara’dakiler Moskova’ya gitti. Rojava’da bulunanlar ise bir yanda Şam-Moskova’da diğer yanda Washington’da soluğu aldı.
Rusya ve ABD’nin planları ayrı ama hedefleri benzer: Hem Türkiye’yi hem de Suriyeli Kürtleri kaybetmemek, her iki tarafı da gözeterek orta bir yol bulmak.
Washington; tarafları karşılıklı taviz vermeye zorluyor. Ankara’ya gelen, Erdoğan ve ekibiyle görüşen ABD’li senatör Lindsey Graham ayrılmadan önce iki tarafa da seslendi. AKP’ye “güvenli bölge” verme koşulunun YPG-QSD’ye dokunmama ve İran’a karşı mücadele olduğunu hatırlattı, “Cenevre’ye giderken elinizde koza ihtiyacınız var. Kuzey Suriye’yi İranlılara bırakmak bu amacınıza katkı sağlamaz” dedi. Kürtlere ise önce Münbiç’ten çıkmalarını ardından Fırat’ın doğusunda oluşturulacak “güvenli bölge”de Türkiye’nin bulunmasına ses çıkartmamalarını istedi. Böylece “herkes için kazan-kazan durumu” ortaya çıkacakmış!
Moskova; “güvenli bölge” planına karşı ve AKP’ye de Kürtlere de Şam’ı adres gösteriyor. Türkiye’ye, ABD sonrası Fırat’ın doğusunda sınır hattı boyunca Suriye ordusunun konuşlanmasıyla güvenlik kaygılarının giderileceğini, Kürtlere ise Şam’la orta yol bulmayı vaat ediyor. Erdoğan’ın büyük umut bağladığı 23 Ocak’taki Moskova turu sonrası Putin açık konuştu: “Şam’ın Kürtlerle diyalog içerisinde olmasını destekliyoruz. Bu komşu ülkelerin de hayrına.”
Putin aynı konuşmada, Türkiye’yle Suriye arasında “terör ve terör örgütlerine karşı ortak mücadele” ve “sınır güvenliği” konularını kapsayan ve 2011’den bu yana fiilen uygulanmayan 1998 tarihli Adana Mutabakatı’nı hatırlattı. Suriye’nin eski Ankara Büyükelçisi Nidal Kablan’ın da belirttiği gibi, Putin, “tutamayacağı büyüklükte” vaatlerde bulunan Erdoğan’a “mahcup olmama şansı” vermiş oldu.
Saray- AKP iktidarı bunu “operasyon izni” olarak algıladı ama kısa süre içinde yanıt Şam’dan geldi: “Türkiye rejimi teröristleri destekleyerek ve Suriye topraklarını işgal ederek Adana Mutabakatı’nı 2011’den beri ihlal ediyor. Mutabakatın yeniden etkinleştirilmesi için Türkiye rejimi teröre her türlü desteğini kesmeli ve Suriye topraklarında bulunan askeri güçlerinin tamamını geri çekmeli.”
Şam-Rojava hattında ise, taraflar arasında müzakerelerin başlayacağına yönelik güçlü sinyaller var. Hatta Kürtler, Suriye’nin bütünlüğü ve demokratik entegrasyon çerçevesinde mevcut kazanımlarını korumayı içeren 10 maddelik bir listeyi Şam’a sundu.
***
Suriye’deki beklentileri ötelenen iktidara, ne olursa olsun seçim öncesi bir zafer gerek! Mevcut koşullarla bu sağlanamayınca, geçici çözüm olarak kamuoyu yoğun bir operasyon gündemiyle kuşatılıyor. Hemen her gün Erdoğan (ve ekibinin) açıklamaları, Milli Savunma Bakanlığı’nın sosyal medya duyuruları, yazılı ve görsel medyanın haberleri…
Ancak Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi topraklarına (Dicle’nin doğusu) yönelik 20-23 Ocak tarihlerindeki hava saldırıları, bölge halkının sabrını taşırdı. 23’ündeki saldırıda 4 sivilin hayatını kaybetmesini protesto eden Şeladizê halkı, bölgedeki TSK üssünü bastı, zırhlı araçları ve çadırları ateşe verdi. Bunun üzerine TSK jetleri alçak uçuş yaptı, kitlenin üzerine açılan ateş sonucu bir kişi hayatını kaybetti.
Sivillerin hedef alındığı bir saldırıyı protesto eden sivillere “PKK provokasyonu” denilerek saldırılması, üstüne Erdoğan’ın “Huzurumuza, refahımıza kastedenlere hayat hakkı tanımayacağız. İçeride ve dışarıda” şeklindeki sözleri infial yarattı. Irak Dışişleri Bakanlığı, Bağdat Büyükelçisi Fatih Yıldız’ı çağırarak, yaşanan olaylar nedeniyle Türkiye’yi kınadı ve protesto notası verdi. Şeladizê olayları nedeniyle Başika Kampı başta olmak üzere bölgedeki TSK varlığına yönelik tepkilerin önümüzdeki süreçte daha da artması muhtemel.
***
Erdoğan’ın, Kürtlere tek taraflı müdahale etme çıkışları büyük oranda iç politikaya, kısmen de Trump ve Putin’den izin koparmayı artırmaya yönelik. Suriye’de ABD ile Rusya’nın yeşil ışık yaktığı, Şam-Tahran hattının ses çıkarmayacağı ve Kürtlerin yalnız bırakılacağı bir operasyon için şansını zorluyor. Çünkü tek başına olmuyor, olduramıyor… Karşılığını vermeden hiçbir şey alamıyor. “Fırat Kalkanı”na girişirken Halep’ten cihatçıları tahliye ederek Rusya’nın, YPG-QSD’nin Rakka operasyonuna ses çıkarmayarak ABD’nin olurunu aldı. Kürtler Rakka’dan sonra Deyrizor’a da yönelince Ruslar “Zeytin Dalı”na da yol verdi, ama karşılığında Şam’ın çevresindeki cihatçıları da tahliye ettirdi AKP’ye. ABD ise “Benim işim Fırat’ın doğusunda” diyerek izlemekle yetindi. İdlip’i de koz olarak görüyor ama en son MGK bildirisinde bile “mevcut statükonun korunması”nı isteyerek aslında HTŞ için koruma istemiş oldu.
Sonuç olarak mevcut koşullarda hem ABD’yi hem de Rusya’yı aynı anda memnun etme şansı zor. Üstelik olası bir Rojava-Şam uzlaşmasıyla hareket alanı iyice daralacak.
(VECİH CUZDAN-SENDİKA.ORG)
“Bizim Suriye’de işgal diye bir derdimiz yok. Bize 780 bin kilometrekarelik vatan topraklarımız yeter. Ama biz buraya nereden geldik? Biz buraya 20 milyon kilometrekarelik topraklardan kaybede kaybede kaybede 780 bin kilometrekareye geldik.”
İstediği kadar Suriye’nin toprak bütünlüğünden dem vursun, Rusya ve/veya İran’la her görüşme sonrası bildiride Şam’ın egemenlik haklarına saygı gösterdiğini teyit etsin boş. Çünkü dervişin fikri ne ise zikri de o…
Tayyip Erdoğan’ın hem iktidarını hem de İslamcı-milliyetçi tabanını konsolide ettiği fetihçi operasyon çıkışlarının arkasındaki ideolojik motivasyon kaynağı bu: Yayılma ihtirası.
Varsın Şam’da “rejimi devirme” hedefi tutmasın; idari ve güvenlik birimleri, PTT şubeleri, Sağlık Bakanlığı’na bağlı hastaneleri, MEB’e bağlı okullarıyla “arka bahçe”ye dönen Afrin-Cerablus hattı, cihatçı emirliğiyle işbirliğinin tıkırında olduğu bir İdlip var.
“Rejime nihai askeri zafer kazandırmama” ise tali hedef olarak mahfuz… Suriye’de Fırat’ın doğusundan Irak’ta Dicle’nin doğusuna 750 kilometrelik hat boyunca da atış serbest!
***
Suriye’de Münbiç’ti, Fırat’ın doğusuydu, güvenli bölgeydi derken süreç pazarlıklara, karşılıklı restlere evrildi. Washington’dakiler Ankara’ya geldi, Ankara’dakiler Moskova’ya gitti. Rojava’da bulunanlar ise bir yanda Şam-Moskova’da diğer yanda Washington’da soluğu aldı.
Rusya ve ABD’nin planları ayrı ama hedefleri benzer: Hem Türkiye’yi hem de Suriyeli Kürtleri kaybetmemek, her iki tarafı da gözeterek orta bir yol bulmak.
Washington; tarafları karşılıklı taviz vermeye zorluyor. Ankara’ya gelen, Erdoğan ve ekibiyle görüşen ABD’li senatör Lindsey Graham ayrılmadan önce iki tarafa da seslendi. AKP’ye “güvenli bölge” verme koşulunun YPG-QSD’ye dokunmama ve İran’a karşı mücadele olduğunu hatırlattı, “Cenevre’ye giderken elinizde koza ihtiyacınız var. Kuzey Suriye’yi İranlılara bırakmak bu amacınıza katkı sağlamaz” dedi. Kürtlere ise önce Münbiç’ten çıkmalarını ardından Fırat’ın doğusunda oluşturulacak “güvenli bölge”de Türkiye’nin bulunmasına ses çıkartmamalarını istedi. Böylece “herkes için kazan-kazan durumu” ortaya çıkacakmış!
Moskova; “güvenli bölge” planına karşı ve AKP’ye de Kürtlere de Şam’ı adres gösteriyor. Türkiye’ye, ABD sonrası Fırat’ın doğusunda sınır hattı boyunca Suriye ordusunun konuşlanmasıyla güvenlik kaygılarının giderileceğini, Kürtlere ise Şam’la orta yol bulmayı vaat ediyor. Erdoğan’ın büyük umut bağladığı 23 Ocak’taki Moskova turu sonrası Putin açık konuştu: “Şam’ın Kürtlerle diyalog içerisinde olmasını destekliyoruz. Bu komşu ülkelerin de hayrına.”
Putin aynı konuşmada, Türkiye’yle Suriye arasında “terör ve terör örgütlerine karşı ortak mücadele” ve “sınır güvenliği” konularını kapsayan ve 2011’den bu yana fiilen uygulanmayan 1998 tarihli Adana Mutabakatı’nı hatırlattı. Suriye’nin eski Ankara Büyükelçisi Nidal Kablan’ın da belirttiği gibi, Putin, “tutamayacağı büyüklükte” vaatlerde bulunan Erdoğan’a “mahcup olmama şansı” vermiş oldu.
Saray- AKP iktidarı bunu “operasyon izni” olarak algıladı ama kısa süre içinde yanıt Şam’dan geldi: “Türkiye rejimi teröristleri destekleyerek ve Suriye topraklarını işgal ederek Adana Mutabakatı’nı 2011’den beri ihlal ediyor. Mutabakatın yeniden etkinleştirilmesi için Türkiye rejimi teröre her türlü desteğini kesmeli ve Suriye topraklarında bulunan askeri güçlerinin tamamını geri çekmeli.”
Şam-Rojava hattında ise, taraflar arasında müzakerelerin başlayacağına yönelik güçlü sinyaller var. Hatta Kürtler, Suriye’nin bütünlüğü ve demokratik entegrasyon çerçevesinde mevcut kazanımlarını korumayı içeren 10 maddelik bir listeyi Şam’a sundu.
***
Suriye’deki beklentileri ötelenen iktidara, ne olursa olsun seçim öncesi bir zafer gerek! Mevcut koşullarla bu sağlanamayınca, geçici çözüm olarak kamuoyu yoğun bir operasyon gündemiyle kuşatılıyor. Hemen her gün Erdoğan (ve ekibinin) açıklamaları, Milli Savunma Bakanlığı’nın sosyal medya duyuruları, yazılı ve görsel medyanın haberleri…
Ancak Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi topraklarına (Dicle’nin doğusu) yönelik 20-23 Ocak tarihlerindeki hava saldırıları, bölge halkının sabrını taşırdı. 23’ündeki saldırıda 4 sivilin hayatını kaybetmesini protesto eden Şeladizê halkı, bölgedeki TSK üssünü bastı, zırhlı araçları ve çadırları ateşe verdi. Bunun üzerine TSK jetleri alçak uçuş yaptı, kitlenin üzerine açılan ateş sonucu bir kişi hayatını kaybetti.
Sivillerin hedef alındığı bir saldırıyı protesto eden sivillere “PKK provokasyonu” denilerek saldırılması, üstüne Erdoğan’ın “Huzurumuza, refahımıza kastedenlere hayat hakkı tanımayacağız. İçeride ve dışarıda” şeklindeki sözleri infial yarattı. Irak Dışişleri Bakanlığı, Bağdat Büyükelçisi Fatih Yıldız’ı çağırarak, yaşanan olaylar nedeniyle Türkiye’yi kınadı ve protesto notası verdi. Şeladizê olayları nedeniyle Başika Kampı başta olmak üzere bölgedeki TSK varlığına yönelik tepkilerin önümüzdeki süreçte daha da artması muhtemel.
***
Erdoğan’ın, Kürtlere tek taraflı müdahale etme çıkışları büyük oranda iç politikaya, kısmen de Trump ve Putin’den izin koparmayı artırmaya yönelik. Suriye’de ABD ile Rusya’nın yeşil ışık yaktığı, Şam-Tahran hattının ses çıkarmayacağı ve Kürtlerin yalnız bırakılacağı bir operasyon için şansını zorluyor. Çünkü tek başına olmuyor, olduramıyor… Karşılığını vermeden hiçbir şey alamıyor. “Fırat Kalkanı”na girişirken Halep’ten cihatçıları tahliye ederek Rusya’nın, YPG-QSD’nin Rakka operasyonuna ses çıkarmayarak ABD’nin olurunu aldı. Kürtler Rakka’dan sonra Deyrizor’a da yönelince Ruslar “Zeytin Dalı”na da yol verdi, ama karşılığında Şam’ın çevresindeki cihatçıları da tahliye ettirdi AKP’ye. ABD ise “Benim işim Fırat’ın doğusunda” diyerek izlemekle yetindi. İdlip’i de koz olarak görüyor ama en son MGK bildirisinde bile “mevcut statükonun korunması”nı isteyerek aslında HTŞ için koruma istemiş oldu.
Sonuç olarak mevcut koşullarda hem ABD’yi hem de Rusya’yı aynı anda memnun etme şansı zor. Üstelik olası bir Rojava-Şam uzlaşmasıyla hareket alanı iyice daralacak.
(VECİH CUZDAN-SENDİKA.ORG)