Sistemin tüm savunucuları farkındadır ki emek düşmanlığının, kent ve doğa yağmasının, cinsiyet ayrımcılığının karşısında sosyalistler vardır. Emperyalist yayılmacılığa karşı halkların ortak direnişini örgütleyecek, faşizm karşısında özgürlüğü, gericilik karşısında eşitliği var edecek sadece sosyalistler olacaktır. Onlar var oldukça kendi istedikleri “gül bahçesi” bir düzeni asla kuramayacaklar, beka arayışları daim olacak...
“31 Mart şimdiden salt bir mahalli idareler seçimleri olmaktan çıkmıştır. Bu seçimler, ülkemiz açısından bir beka meselesine, bir beka seçimine dönüşmüştür.”
“Ya beka ya bela seçiminde sonuna kadar beka diyeceğiz.”
Biri Tayyip Erdoğan’dan, diğeri Devlet Bahçeli’den iki cümle. Dilde aynılaşmaya doğru giden iki şahsiyet. Bu ifadeler, basitçe kendi topluluklarını motive etme, harekete geçirme babından edilmiş olabileceği gibi gerçek hissiyatlarını, gerçek kaygılarını da içeriyor.
Nedeni çok anlaşılabilir! Birincisi; belediyeler olmadan Erdoğan’ın başkanlık modeli işlemez. Çünkü Erdoğan iktidarını kayırma, yağmalama, peşkeş çekme olmadan sürdüremez. Belediyeden gelme biri olarak belediyelerin nimetlerini, iktidar kurmak için sağladığı olanakları en iyi o biliyor. Bununla birlikte başkanlık modelinin yerleşmesi için belediyelere de çok ihtiyacı var. Devletin tek kişinin ağzına baktığı bir işleyişte herkesin kafasına göre at oynattığı bir “yereli yönetme modeli” olmaz. Bu modeli değiştirecek hukuk ilk önce fiiliyatta gerçekleşmeli, fiiliyatta gerçekleşmesi için de kendisinin “adamları” o koltuklarda oturuyor olmalı. Fiili durum yaratılırsa hukuk “bir şekilde” uydurulur (Başkanlık için de öyle olmadı mı!). Olası bir başarısızlık hem başkanlık modelinin zedelenmesine hem de hortumların kesilmesine -üstelik kapıda bekleyen kriz koşullarında- yol açar.
İkinci olarak; yerel seçimlerde kendi kitlelerini hoşnut edecek bir başarının sağlanamaması Bahçeli’nin doğrudan, Erdoğan’ın ise dolaylı olarak siyasal pozisyonlarının sorgulanmasını doğuracaktır. Akşener, her ne kadar merkez sağdaki boşluğu doldurmayı tercih etmiş gözükse de hızla “eski faşist” günlerine dönüp MHP kitlesini kucaklamaya hazır bekliyor. Erdoğan karşısında pusuya yatanlar ise eski yol arkadaşlarından başkası değil. Abdullah Gül isminin sürekli canlı tutulması, Ahmet Davutoğlu’nun siyasal hırsından hiçbir azalma olmaması hep gündemde. Orta vadede yeni bir siyasi partinin hazırlandığı, Erdoğan’ın tökezlediği durumda hemen devreye sokulacağı AKP medyasının bile sayfalarını işgal ediyor.
Bu kaygılar “doğal olarak” Erdoğan’ı birtakım önlemler almaya itmekte. Gizlemeye, saklamaya gerek duymuyor. YSK üyelerinin görev süresini uzatıyor, Binali Yıldırım’ı Meclis Başkanlığı’ndan istifa ettirtmiyor ve AKP teşkilatı “ince operasyonlara” girişiyor.
YSK üyelerinin görev süresi neden uzatılır? Yaptıkları iş bu kadar kişiye özel mi ve başka birileri tarafından yapılamaz mı? Görev sürelerinin uzatılması hasıl olmuşsa demek ki onlara çok ihtiyacı var Erdoğan’ın.
Pekiyi Yıldırım’ın Meclis Başkanlığı’na niye ihtiyacı var? Aslında yok, zaten söz konusu olan iki aylık bir dönem, seçilmezse de geri döner. Ancak burada sorun, Meclis’in yeni başkanının kim olacağı. Erdoğan ile Bahçeli bu konuda anlaşamadığı için Yıldırım o koltuğu işgal ediyor. MHP ile belediye pazarlığı bağlanmadan çıkabilecek bir krizi, Erdoğan böylece ötelemiş oluyor. Çünkü MHP koltuk değneği olmadan seçime gitmek AKP için intihar olur. Şimdi konuşulan Yıldırım’ın 19 Şubat’ta istifa edeceği. Bu tarihten sonra MHP ittifaktan çekilecek değil ya.
Gelelim AKP teşkilatının “ince operasyonlarına”! Bir süredir neredeyse her haber sitesinde yer değiştiren seçmenlerle ilgili bir habere rastlamak mümkün. İstanbul’da Adalar, Üsküdar ve Avcılar, Ankara/Çamlıdere, Niğde, Çankırı, Şırnak/Uludere, Siirt, Hakkari, Urfa/Halfeti, vs.[1] Anlaşılmaktadır ki AKP merkezine ya da Saray’a bağlı bir operasyonel ekip kurulmuş (aynı AK troller gibi) ve bu ekip az farkla kaybedilen illerin, ilçelerin haritasını çıkarıp çoktan aza doğru bir “geçiş” organize etmektedir. Bu organizasyon sadece bilgisayar başında yapılamayacağından AKP teşkilatları görevlendirilerek sürdürülmektedir. Kürt illerinde asker, polis, devlet kadrosu -ne de olsa orada görev yapanların hepsi ya AKP’ye ya MHP’ye vermektedir-, diğer yerlerde AKP belediyelerinden nemalanan yoksul “seçmenler”.
Bu akıl, Erdoğan’ın toplumu bölme, böldüğünü patronaj ilişkileri yoluyla suç ortaklığı ile örgütleme taktiğinden türemektedir. Sadece CHP ya da HDP’ye (ideolojik olarak) düşman olmanız yetmez, aynı zamanda AKP adına “örgütlü suç” işlemeniz de gerekir. Böylece çay üreticileri kendi içinde, sanayi işçileri kendi içinde, sağlık emekçileri kendi içinde, üniversite öğrencileri, kadınlar, esnaflar, yani bütün toplumsal kesimler kendi içinde ayrıştırılarak ortak çıkarlarından ve dolayısıyla ortak mücadelelerinden koparılır. Nasıl olsa iktidar olmak, iktidarda kalmak için %50+1 oy yeter. Ancak bu denklemde devletin %100’ü AKP’nin olmalı.
Bu aklın geldiği ve gideceği yeri görmek önemli. Erdoğan gerek üslubu gerekse de kurduğu çıkar ağları sayesinde AKP’li olanlar ve olmayanlar ayrımında önemli bir mesafe kaydetti. Devlet kadrolarında yukarıdan aşağıya doğru AKP’lileşme sürecini örgütledi. 15 Temmuz’u kendi darbesine dönüştürerek süreci fırsata çevirdi. KHK silahını, devlet içinde AKP’li olmayanları kamudan tasfiye etmek için kullandı, kullanıyor. Bu yöntemden çok “memnun kalmış” olmalı ki, şimdi “güvenlik soruşturması” adı altında AKP’den yana olmayanların çalışma hakkı dahil olmak üzere tüm toplumsal haklarının gasp edileceği[2] yeni bir dönem örgütleniyor (Önemli bir denemeyi doktorlar için yaptı, sırada mühendisler var). Erdoğan’ın hayalini kurduğu, yaratmak istediği toplum şudur; “güvenlik soruşturmasından geçti” belgesi elinde olmayanlar değil herhangi bir işe girmek, simit bile satamaz!
Böylesi bir saldırının kimleri hedef alacağı ortada. Öncelik sıralaması olmaksızın Kürtler, kadınlar, Aleviler ve elbette müzmin düşman sosyalistler ilk torbada yer alacak[3] (hepsini birden olanların vay haline). Bunlardan sonrakiler sıraya sokulup hedef haline getirilecekler.[4]
Üstelik bu durumun seçimlerden çok daha ağırlaşacak bir ekonomik kriz ortamında gerçekleştirileceği düşünülürse AKP’ye yanaşanlar ve AKP’den uzaklaşanlar arasındaki açının genişleyeceği öngörmek gerekiyor. Böylesi bir toplumsal düzlemde muhalefetin, hangi konuya, hangi kesime ve hangi örgütlenme modeline “öncelik” vereceği şimdiden asli gündemlerden biri olmak zorunda.
Cumhur İttifakı’nda bunlar tezgahlanırken başını CHP’nin çektiği Millet İttifakı’nda neler oluyor? 18 saat süren Parti Meclisi toplantısından sonra nihayet CHP, 842 belediye başkan adayını da açıklamış oldu da toplum “huzura” kavuştu (Geriye 100 tane daha açıklamak kaldı).
Görülen şudur; ne olursa olsun, kimle olursa olsun kazanmak gibi bir hedef CHP yönetim kadrosunda yoktur. Ayırt edici bir yerel yönetim programlarının olduğu, bu programı uygulayacak adayların seçildiği de asla iddia edilemez. CHP yönetim kadrosunun tüm önceliği parti içindeki gücünü korumak, hatta seçim sonrası oluşabilecek muhalefeti öngörerek muhalefet öbeklerini zayıflatmaktır. Bu sağlandıktan sonra seçim nasıl kazanılır derdine düşeceklerdir.
Ortada güçlü ve ulaşılabilir bir başarı hedefi konmadan, tutarlı ve kapsayıcı bir program oluşturulmadan girilen bu sürecin yarattığı ilk sonuç, parti kadrolarında parçalanma ve dağılmadır[5]. Geniş kitlede ise CHP, her zaman ki gibi beklentileri karşılayamayan, keçi abdurrahman çelebidir. Ve kalan iki ayda CHP adayları bu havayı değiştiremezlerse -ki mümkün görülmemektedir- şu anki yöneticilerin önlemleri bir işe yaramayabilir ve CHP içinde büyük dalgalanmalar yaşanabilir. Buradan CHP bütünlüğünü ne kadar korur, ayrı bir tartışmadır ama bütünlüğünü korumaması artık çok da kötü bir şey olmayacaktır.
Tüm bu gelgitler arasında HDP’nin belirlenen stratejik hedefinden sapmadığını belirtmek gerek; Kürt illerinde ulusal birlik taktiği geliştirerek, başta kayyumla atananları geri almak üzere tekrar eski başarıyı yinelemek[6] ve kazanılamayacak her yerde AKP karşısında olanlara yol vermek/açmak. Bu hedeften CHP’ye rağmen bile uzaklaşılmamıştır. CHP, HDP’yle yan yana gözükmemek için (Akşener korkusundan değil, Erdoğan korkusundan) İstanbul ve Ankara’da HDP’ye aday çıkarması yönünde baskı yapmasına rağmen.
Kabul etmek gerekir ki sosyalistler bu sürecin sandık özneleri değiller. Hatta umutsuzluğun, karamsarlığın “kendiliğinden” örgütlendiği bir atmosfer içindeler. Ancak tarihin öğrettiği bir şey var; sosyalistler kendilerini yeniden var etmenin, toplumsal mücadelenin önderi olmanın bir yolunu her zaman buldular. Bu tarihsel kesit de farklı olmayacak.
Sistemin tüm savunucuları farkındadır ki emek düşmanlığının, kent ve doğa yağmasının, cinsiyet ayrımcılığının karşısında sosyalistler vardır. Emperyalist yayılmacılığa karşı halkaların ortak direnişini örgütleyecek, faşizm karşısında özgürlüğü, gericilik karşısında eşitliği var edecek sadece sosyalistler olacaktır. Onlar var oldukça kendi istedikleri “gül bahçesi” bir düzeni asla kuramayacaklar, beka arayışları daim olacak.
Bizim de öfkemiz onlaradır! Öfkemizi koruduğumuz, sosyalizm mücadelesini sürdürdüğümüz sürece emekten yana, kenti ve doğayı koruyan, kadın özgürlüğünden yana bu bayrak ülkenin her ilinde, her ilçesinde, her mahallesinde faşizm karşısında kendisini var eder.
Dipnotlar:
[1] 2014 yılında 800 küsur oy farkıyla CHP’nin kazandığı İstanbul’un Adalar ilçesinde aralık ayı ortası gelmeden bin 200 civarında seçmen kaydırması yapıldı. Çankırı’nın Orta ilçesinde seçmen sayısı %95’lik artışla 16 bin 401’e çıktı. Niğde’nin 5 bin 800 nüfuslu Ulukışla ilçesinde 5 bin 900 seçmenin kaydedildiği ortaya çıktı. Ankara’nın Çamlıdere ilçesinde seçmen sayısı %90’lık artışla 12 bin 493 oldu. Hani şu geçenlerde araçları, tankları yakılan Başika Kampı’nda ikamet eden askerlerin dahi Siirt’e kayıtları yapıldı.
[2] Gasp yöntemi sadece yasa çıkarmak ya da kolluk kuvveti kullanmak olarak işlemiyor. Vergi oranlarını fahiş miktarda yükselterek de insanların içki içme hakkı gasp edilebilir!
[3] Sola düşmanlık baki; Erdoğan, Topçu Kışlası konusunu bir kez daha açtı. Orijinaline uygun mimari tasarımlarını yaptırdığını, orayı ihya edeceklerini söyledi.
[4] Bu noktada ne Erdoğan’a piyano resitali vermek ne de onun hoşuna gidecek senaryo döşenmeye çalışmak işe yaramaz. Tweet silmek de tabii. Kullanım süresi geciktirilmiş olur sadece.
[5] Böylesi atmosferlerde Mustafa Sarıgül gibiler kendine meşruluk gerekçesi bulur, DSP gibi ölüler tekrar mezardan çıkartılıp siyasal kimliklere dönüşür.
[6] Ulusal birliği sağlamanın yollarından biri olarak değerlendirilebilecek olan Leyla Güven’in Abdullah Öcalan’a tecridin kaldırılması için sürdürdüğü açlık grevi kısmi başarıyı sağlamış olsa da Murat Karayılan, “Ancak HDP’nin yaklaşımını da yeterli görmüyorum. Bugün çok kritik bir evreye girmiş olan bir eylem süreci var. Bu eylem en öncelikli ve başta gelen gündem olmalıdır. Ancak sergilenen yaklaşım ve destek yetersizdir” demekte. (SENDİKA.ORG)
“31 Mart şimdiden salt bir mahalli idareler seçimleri olmaktan çıkmıştır. Bu seçimler, ülkemiz açısından bir beka meselesine, bir beka seçimine dönüşmüştür.”
“Ya beka ya bela seçiminde sonuna kadar beka diyeceğiz.”
Biri Tayyip Erdoğan’dan, diğeri Devlet Bahçeli’den iki cümle. Dilde aynılaşmaya doğru giden iki şahsiyet. Bu ifadeler, basitçe kendi topluluklarını motive etme, harekete geçirme babından edilmiş olabileceği gibi gerçek hissiyatlarını, gerçek kaygılarını da içeriyor.
Nedeni çok anlaşılabilir! Birincisi; belediyeler olmadan Erdoğan’ın başkanlık modeli işlemez. Çünkü Erdoğan iktidarını kayırma, yağmalama, peşkeş çekme olmadan sürdüremez. Belediyeden gelme biri olarak belediyelerin nimetlerini, iktidar kurmak için sağladığı olanakları en iyi o biliyor. Bununla birlikte başkanlık modelinin yerleşmesi için belediyelere de çok ihtiyacı var. Devletin tek kişinin ağzına baktığı bir işleyişte herkesin kafasına göre at oynattığı bir “yereli yönetme modeli” olmaz. Bu modeli değiştirecek hukuk ilk önce fiiliyatta gerçekleşmeli, fiiliyatta gerçekleşmesi için de kendisinin “adamları” o koltuklarda oturuyor olmalı. Fiili durum yaratılırsa hukuk “bir şekilde” uydurulur (Başkanlık için de öyle olmadı mı!). Olası bir başarısızlık hem başkanlık modelinin zedelenmesine hem de hortumların kesilmesine -üstelik kapıda bekleyen kriz koşullarında- yol açar.
İkinci olarak; yerel seçimlerde kendi kitlelerini hoşnut edecek bir başarının sağlanamaması Bahçeli’nin doğrudan, Erdoğan’ın ise dolaylı olarak siyasal pozisyonlarının sorgulanmasını doğuracaktır. Akşener, her ne kadar merkez sağdaki boşluğu doldurmayı tercih etmiş gözükse de hızla “eski faşist” günlerine dönüp MHP kitlesini kucaklamaya hazır bekliyor. Erdoğan karşısında pusuya yatanlar ise eski yol arkadaşlarından başkası değil. Abdullah Gül isminin sürekli canlı tutulması, Ahmet Davutoğlu’nun siyasal hırsından hiçbir azalma olmaması hep gündemde. Orta vadede yeni bir siyasi partinin hazırlandığı, Erdoğan’ın tökezlediği durumda hemen devreye sokulacağı AKP medyasının bile sayfalarını işgal ediyor.
Bu kaygılar “doğal olarak” Erdoğan’ı birtakım önlemler almaya itmekte. Gizlemeye, saklamaya gerek duymuyor. YSK üyelerinin görev süresini uzatıyor, Binali Yıldırım’ı Meclis Başkanlığı’ndan istifa ettirtmiyor ve AKP teşkilatı “ince operasyonlara” girişiyor.
YSK üyelerinin görev süresi neden uzatılır? Yaptıkları iş bu kadar kişiye özel mi ve başka birileri tarafından yapılamaz mı? Görev sürelerinin uzatılması hasıl olmuşsa demek ki onlara çok ihtiyacı var Erdoğan’ın.
Pekiyi Yıldırım’ın Meclis Başkanlığı’na niye ihtiyacı var? Aslında yok, zaten söz konusu olan iki aylık bir dönem, seçilmezse de geri döner. Ancak burada sorun, Meclis’in yeni başkanının kim olacağı. Erdoğan ile Bahçeli bu konuda anlaşamadığı için Yıldırım o koltuğu işgal ediyor. MHP ile belediye pazarlığı bağlanmadan çıkabilecek bir krizi, Erdoğan böylece ötelemiş oluyor. Çünkü MHP koltuk değneği olmadan seçime gitmek AKP için intihar olur. Şimdi konuşulan Yıldırım’ın 19 Şubat’ta istifa edeceği. Bu tarihten sonra MHP ittifaktan çekilecek değil ya.
Gelelim AKP teşkilatının “ince operasyonlarına”! Bir süredir neredeyse her haber sitesinde yer değiştiren seçmenlerle ilgili bir habere rastlamak mümkün. İstanbul’da Adalar, Üsküdar ve Avcılar, Ankara/Çamlıdere, Niğde, Çankırı, Şırnak/Uludere, Siirt, Hakkari, Urfa/Halfeti, vs.[1] Anlaşılmaktadır ki AKP merkezine ya da Saray’a bağlı bir operasyonel ekip kurulmuş (aynı AK troller gibi) ve bu ekip az farkla kaybedilen illerin, ilçelerin haritasını çıkarıp çoktan aza doğru bir “geçiş” organize etmektedir. Bu organizasyon sadece bilgisayar başında yapılamayacağından AKP teşkilatları görevlendirilerek sürdürülmektedir. Kürt illerinde asker, polis, devlet kadrosu -ne de olsa orada görev yapanların hepsi ya AKP’ye ya MHP’ye vermektedir-, diğer yerlerde AKP belediyelerinden nemalanan yoksul “seçmenler”.
Bu akıl, Erdoğan’ın toplumu bölme, böldüğünü patronaj ilişkileri yoluyla suç ortaklığı ile örgütleme taktiğinden türemektedir. Sadece CHP ya da HDP’ye (ideolojik olarak) düşman olmanız yetmez, aynı zamanda AKP adına “örgütlü suç” işlemeniz de gerekir. Böylece çay üreticileri kendi içinde, sanayi işçileri kendi içinde, sağlık emekçileri kendi içinde, üniversite öğrencileri, kadınlar, esnaflar, yani bütün toplumsal kesimler kendi içinde ayrıştırılarak ortak çıkarlarından ve dolayısıyla ortak mücadelelerinden koparılır. Nasıl olsa iktidar olmak, iktidarda kalmak için %50+1 oy yeter. Ancak bu denklemde devletin %100’ü AKP’nin olmalı.
Bu aklın geldiği ve gideceği yeri görmek önemli. Erdoğan gerek üslubu gerekse de kurduğu çıkar ağları sayesinde AKP’li olanlar ve olmayanlar ayrımında önemli bir mesafe kaydetti. Devlet kadrolarında yukarıdan aşağıya doğru AKP’lileşme sürecini örgütledi. 15 Temmuz’u kendi darbesine dönüştürerek süreci fırsata çevirdi. KHK silahını, devlet içinde AKP’li olmayanları kamudan tasfiye etmek için kullandı, kullanıyor. Bu yöntemden çok “memnun kalmış” olmalı ki, şimdi “güvenlik soruşturması” adı altında AKP’den yana olmayanların çalışma hakkı dahil olmak üzere tüm toplumsal haklarının gasp edileceği[2] yeni bir dönem örgütleniyor (Önemli bir denemeyi doktorlar için yaptı, sırada mühendisler var). Erdoğan’ın hayalini kurduğu, yaratmak istediği toplum şudur; “güvenlik soruşturmasından geçti” belgesi elinde olmayanlar değil herhangi bir işe girmek, simit bile satamaz!
Böylesi bir saldırının kimleri hedef alacağı ortada. Öncelik sıralaması olmaksızın Kürtler, kadınlar, Aleviler ve elbette müzmin düşman sosyalistler ilk torbada yer alacak[3] (hepsini birden olanların vay haline). Bunlardan sonrakiler sıraya sokulup hedef haline getirilecekler.[4]
Üstelik bu durumun seçimlerden çok daha ağırlaşacak bir ekonomik kriz ortamında gerçekleştirileceği düşünülürse AKP’ye yanaşanlar ve AKP’den uzaklaşanlar arasındaki açının genişleyeceği öngörmek gerekiyor. Böylesi bir toplumsal düzlemde muhalefetin, hangi konuya, hangi kesime ve hangi örgütlenme modeline “öncelik” vereceği şimdiden asli gündemlerden biri olmak zorunda.
Cumhur İttifakı’nda bunlar tezgahlanırken başını CHP’nin çektiği Millet İttifakı’nda neler oluyor? 18 saat süren Parti Meclisi toplantısından sonra nihayet CHP, 842 belediye başkan adayını da açıklamış oldu da toplum “huzura” kavuştu (Geriye 100 tane daha açıklamak kaldı).
Görülen şudur; ne olursa olsun, kimle olursa olsun kazanmak gibi bir hedef CHP yönetim kadrosunda yoktur. Ayırt edici bir yerel yönetim programlarının olduğu, bu programı uygulayacak adayların seçildiği de asla iddia edilemez. CHP yönetim kadrosunun tüm önceliği parti içindeki gücünü korumak, hatta seçim sonrası oluşabilecek muhalefeti öngörerek muhalefet öbeklerini zayıflatmaktır. Bu sağlandıktan sonra seçim nasıl kazanılır derdine düşeceklerdir.
Ortada güçlü ve ulaşılabilir bir başarı hedefi konmadan, tutarlı ve kapsayıcı bir program oluşturulmadan girilen bu sürecin yarattığı ilk sonuç, parti kadrolarında parçalanma ve dağılmadır[5]. Geniş kitlede ise CHP, her zaman ki gibi beklentileri karşılayamayan, keçi abdurrahman çelebidir. Ve kalan iki ayda CHP adayları bu havayı değiştiremezlerse -ki mümkün görülmemektedir- şu anki yöneticilerin önlemleri bir işe yaramayabilir ve CHP içinde büyük dalgalanmalar yaşanabilir. Buradan CHP bütünlüğünü ne kadar korur, ayrı bir tartışmadır ama bütünlüğünü korumaması artık çok da kötü bir şey olmayacaktır.
Tüm bu gelgitler arasında HDP’nin belirlenen stratejik hedefinden sapmadığını belirtmek gerek; Kürt illerinde ulusal birlik taktiği geliştirerek, başta kayyumla atananları geri almak üzere tekrar eski başarıyı yinelemek[6] ve kazanılamayacak her yerde AKP karşısında olanlara yol vermek/açmak. Bu hedeften CHP’ye rağmen bile uzaklaşılmamıştır. CHP, HDP’yle yan yana gözükmemek için (Akşener korkusundan değil, Erdoğan korkusundan) İstanbul ve Ankara’da HDP’ye aday çıkarması yönünde baskı yapmasına rağmen.
Kabul etmek gerekir ki sosyalistler bu sürecin sandık özneleri değiller. Hatta umutsuzluğun, karamsarlığın “kendiliğinden” örgütlendiği bir atmosfer içindeler. Ancak tarihin öğrettiği bir şey var; sosyalistler kendilerini yeniden var etmenin, toplumsal mücadelenin önderi olmanın bir yolunu her zaman buldular. Bu tarihsel kesit de farklı olmayacak.
Sistemin tüm savunucuları farkındadır ki emek düşmanlığının, kent ve doğa yağmasının, cinsiyet ayrımcılığının karşısında sosyalistler vardır. Emperyalist yayılmacılığa karşı halkaların ortak direnişini örgütleyecek, faşizm karşısında özgürlüğü, gericilik karşısında eşitliği var edecek sadece sosyalistler olacaktır. Onlar var oldukça kendi istedikleri “gül bahçesi” bir düzeni asla kuramayacaklar, beka arayışları daim olacak.
Bizim de öfkemiz onlaradır! Öfkemizi koruduğumuz, sosyalizm mücadelesini sürdürdüğümüz sürece emekten yana, kenti ve doğayı koruyan, kadın özgürlüğünden yana bu bayrak ülkenin her ilinde, her ilçesinde, her mahallesinde faşizm karşısında kendisini var eder.
Dipnotlar:
[1] 2014 yılında 800 küsur oy farkıyla CHP’nin kazandığı İstanbul’un Adalar ilçesinde aralık ayı ortası gelmeden bin 200 civarında seçmen kaydırması yapıldı. Çankırı’nın Orta ilçesinde seçmen sayısı %95’lik artışla 16 bin 401’e çıktı. Niğde’nin 5 bin 800 nüfuslu Ulukışla ilçesinde 5 bin 900 seçmenin kaydedildiği ortaya çıktı. Ankara’nın Çamlıdere ilçesinde seçmen sayısı %90’lık artışla 12 bin 493 oldu. Hani şu geçenlerde araçları, tankları yakılan Başika Kampı’nda ikamet eden askerlerin dahi Siirt’e kayıtları yapıldı.
[2] Gasp yöntemi sadece yasa çıkarmak ya da kolluk kuvveti kullanmak olarak işlemiyor. Vergi oranlarını fahiş miktarda yükselterek de insanların içki içme hakkı gasp edilebilir!
[3] Sola düşmanlık baki; Erdoğan, Topçu Kışlası konusunu bir kez daha açtı. Orijinaline uygun mimari tasarımlarını yaptırdığını, orayı ihya edeceklerini söyledi.
[4] Bu noktada ne Erdoğan’a piyano resitali vermek ne de onun hoşuna gidecek senaryo döşenmeye çalışmak işe yaramaz. Tweet silmek de tabii. Kullanım süresi geciktirilmiş olur sadece.
[5] Böylesi atmosferlerde Mustafa Sarıgül gibiler kendine meşruluk gerekçesi bulur, DSP gibi ölüler tekrar mezardan çıkartılıp siyasal kimliklere dönüşür.
[6] Ulusal birliği sağlamanın yollarından biri olarak değerlendirilebilecek olan Leyla Güven’in Abdullah Öcalan’a tecridin kaldırılması için sürdürdüğü açlık grevi kısmi başarıyı sağlamış olsa da Murat Karayılan, “Ancak HDP’nin yaklaşımını da yeterli görmüyorum. Bugün çok kritik bir evreye girmiş olan bir eylem süreci var. Bu eylem en öncelikli ve başta gelen gündem olmalıdır. Ancak sergilenen yaklaşım ve destek yetersizdir” demekte. (SENDİKA.ORG)