4 Kasım 2016'dan beri Edirne Yüksek Güvenlikli Cezaevi'nde bulunan eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Washington Post...
4 Kasım 2016'dan beri Edirne Yüksek Güvenlikli Cezaevi'nde bulunan eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Washington Post'a seçim değerlendirmesi yazdı. Demirtaş, "Erdoğan, küçük düşürücü bir yenilgiye uğradı" derken, "Seçimlerin sonucu Türkiye halklarının barış içinde ve demokratik bir şekilde birlikte yaşamak istediklerini onaylamaktadır" ifadesini kullandı...
İşte Demirtaş'ın Washington Post için kaleme aldığı yazısı...
ERDOĞAN SEÇİM YENİLGİSİNDEN DERS ALMALI
31 Mart 2019 tarihinde yapılan yerel seçimler, Erdoğan başta olmak üzere bütün yönetim eliti için önemli mesajlar içeriyor. Seçimleri haklı olarak bir referandum olarak gören Erdoğan, küçük düşürücü bir yenilgiye uğradı. Partisi, ülkesinde siyasi kariyerine başladığı, kendi şehri olan İstanbul dahil olmak üzere, ülkedeki en önemli beş büyükşehir belediyesinde kontrolünü kaybetti.
Erdoğan’ın iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) son yıllarda yalnızca demokrasiden değil, aynı zamanda gerçek İslami değerler ve ahlaktan da uzaklaştı. Cumhurbaşkanı, partisiyle ilişkilendirilen yolsuzluk, adaletsizlik ve tiranlık eleştirilerine kulak tıkadı. Şu anda kibrinden dolayı ağır bir siyasi faturayla karşı karşıya.
Ben de dahil olmak üzere, siyasette yer alması gereken binlerce Halkların Demokratik Partisi (HDP) üyesi şu anda siyasi gerekçelerle cezaevinde. Güvenlik güçleri, partimizin cezaevinde olmayan üyelerini taciz etmeye ve engellemeye devam ediyor. Birçoğumuz iktidar yetkilileri tarafından kriminalize edilip “terörist” olarak ilan edildik. Yine de yıllarca eş başkanlık yaptığım partim, bu son seçimlerde gücünü gösterdi.
Karşısına çıkan bütün engellere rağmen, HDP’nin seçim başarısı dikkat çekicidir. Bu başarı, HDP ve birçok Kürt’ün, devletin baskıcı önlemlerine boyun eğmediğini göstermektedir. HDP’liler bir kez daha; özgür, eşit, demokratik ve barışçıl bir Türkiye'de birlikte yaşama kararlılıklarını gösterdiler.
Orta Doğu’daki (ve özellikle Suriye’deki) mevcut gelişmeler, Türkiye'nin hangi yolu izlemesi gerektiğini açıkça göstermektedir: birlik ve toplumsal bütünlük için çaba göstermeliyiz. Bunu ancak barış ve demokrasi ilkeleri etrafında toplanarak başarabiliriz.
Halihazırda devam eden ekonomik krizin ([AA1] özellikle de işsizliğin ve artan enflasyonun) önüne geçmenin yegane yolu, acilen demokratik ve politik reform uygulamaktır. Ancak Erdoğan'ın merkezinde durduğu mevcut siyasi yapının sicili, bunun için gerekli irade, kapasite veya cesarete sahip olmadığını gösteriyor.
Erdoğan’ın muhaliflere ve özellikle de Kürt halkına yönelik ayrıştırıcı politikaları, toplumun kutuplaşmasını artırıyor. Kürtlerin büyük çoğunluğu diğer halklarla barış içinde yaşamak istiyor; şiddet ve savaştan usandılar. Evet, Kürtlerin daha fazla demokrasiye ihtiyaç duyduğu, bir dizi politik, toplumsal ve kültürel talepleri olduğu doğrudur. Muhalefetteki bizler bu amaçların yerine getirilmesi için çalışmaya söz verdik. Ancak, bu taleplerin sağlanamamasının ana sorumlusu Cumhurbaşkanı ve iktidar partisidir.
Aralarında milletvekilimiz Leyla Güven’in de olduğu, Türkiye cezaevlerinde ve cezaevleri dışında olan birçok aktivist açlık grevindedir. Açlık grevcilerinin yegane talebi, Abdullah Öcalan’a yönelik mutlak tecride son verilmesidir. Öcalan, yirmi yıldır ağır tecrit koşullarında avukat ve aile ziyaretleri engellenerek İmrali Adasındaki bir hapishanede tutulmaktadır. Açlık grevcileri, Öcalan'ın Türkiye'deki Kürt sorununun barışçıl ve demokratik çözümünde belirleyici bir rol oynadığını biliyor. Öcalan'ın Türkiye ve Suriye'deki Kürtler arasında önemli bir etkisi olduğu iyi bilinmektedir. Ayrıca, yeniden gündeme gelebilecek olan bir barış görüşmesinde, PKK’nin Öcalan dışında hiç kimseyi dikkate almayacağı da biliniyor. Öcalan’ın dahil olmadığı hiçbir barış sürecinin sonuçta başarılı olamayacağını ve hatta Erdoğan’ın, birkaç yıl önce PKK lideriyle barışı, bu sebeple değerlendirdiğini söylemek doğru olur. Kürt halkının önemli bir kısmı Öcalan'ı hayati bir muhatap olarak görüyor.
Dahası, seçimlerin sonuçları, sadece partimizin değil tüm Türkiye halklarının barış içinde ve demokratik bir şekilde birlikte yaşamak istediklerini onaylamaktadır. Otoriterliğe ve tek kişilik yönetime karşı çıkıyorlar. Erdoğan'ın bunu anladığını umuyoruz. Bunu yapmazsa, bir sonraki seçimler ona son darbeyi vurabilir.
Partimizin tüm üyeleri, hapishanede olanlar da dahil olmak üzere, demokratik ve barışçıl direnişe olan inancımızı yitirmeden çalışmaya devam edecektir. Türkiye için aydınlık ve demokratik bir geleceğe inanıyoruz. Bu seçimlerin yol gösterdiğine inanıyoruz. Hükümet otoriter seyrini sürdürürse daha derin siyasi ve ekonomik krizlerin yaşanacağından endişe ediyorum.
Uluslararası toplumu, Türkiye'yi demokrasi ve barış yolunu seçmeye teşvik etmeye çağırıyoruz. Biz Türkiye halkları olarak, birçok farklılığımıza rağmen sorunlarımızı tartışarak çözebileceğimizi gösterebilmeliyiz. Anadolu ve Mezopotamya tarihi bize çoğulculuk içinde birçok birlik örneği göstermektedir.
HDP’liler ve Kürtler her zaman barışa hazır olacak. Başarılı olacağımıza inanıyorum. Toplumumuzun tüm kesimlerini bir araya getirerek, güçlü bir demokrasiye ve ekonomiye sahip bir ülke yaratacağız. 31 Mart seçimleri bize yolu gösterdi.
İşte Demirtaş'ın Washington Post için kaleme aldığı yazısı...
ERDOĞAN SEÇİM YENİLGİSİNDEN DERS ALMALI
31 Mart 2019 tarihinde yapılan yerel seçimler, Erdoğan başta olmak üzere bütün yönetim eliti için önemli mesajlar içeriyor. Seçimleri haklı olarak bir referandum olarak gören Erdoğan, küçük düşürücü bir yenilgiye uğradı. Partisi, ülkesinde siyasi kariyerine başladığı, kendi şehri olan İstanbul dahil olmak üzere, ülkedeki en önemli beş büyükşehir belediyesinde kontrolünü kaybetti.
Erdoğan’ın iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) son yıllarda yalnızca demokrasiden değil, aynı zamanda gerçek İslami değerler ve ahlaktan da uzaklaştı. Cumhurbaşkanı, partisiyle ilişkilendirilen yolsuzluk, adaletsizlik ve tiranlık eleştirilerine kulak tıkadı. Şu anda kibrinden dolayı ağır bir siyasi faturayla karşı karşıya.
Ben de dahil olmak üzere, siyasette yer alması gereken binlerce Halkların Demokratik Partisi (HDP) üyesi şu anda siyasi gerekçelerle cezaevinde. Güvenlik güçleri, partimizin cezaevinde olmayan üyelerini taciz etmeye ve engellemeye devam ediyor. Birçoğumuz iktidar yetkilileri tarafından kriminalize edilip “terörist” olarak ilan edildik. Yine de yıllarca eş başkanlık yaptığım partim, bu son seçimlerde gücünü gösterdi.
Karşısına çıkan bütün engellere rağmen, HDP’nin seçim başarısı dikkat çekicidir. Bu başarı, HDP ve birçok Kürt’ün, devletin baskıcı önlemlerine boyun eğmediğini göstermektedir. HDP’liler bir kez daha; özgür, eşit, demokratik ve barışçıl bir Türkiye'de birlikte yaşama kararlılıklarını gösterdiler.
Orta Doğu’daki (ve özellikle Suriye’deki) mevcut gelişmeler, Türkiye'nin hangi yolu izlemesi gerektiğini açıkça göstermektedir: birlik ve toplumsal bütünlük için çaba göstermeliyiz. Bunu ancak barış ve demokrasi ilkeleri etrafında toplanarak başarabiliriz.
Halihazırda devam eden ekonomik krizin ([AA1] özellikle de işsizliğin ve artan enflasyonun) önüne geçmenin yegane yolu, acilen demokratik ve politik reform uygulamaktır. Ancak Erdoğan'ın merkezinde durduğu mevcut siyasi yapının sicili, bunun için gerekli irade, kapasite veya cesarete sahip olmadığını gösteriyor.
Erdoğan’ın muhaliflere ve özellikle de Kürt halkına yönelik ayrıştırıcı politikaları, toplumun kutuplaşmasını artırıyor. Kürtlerin büyük çoğunluğu diğer halklarla barış içinde yaşamak istiyor; şiddet ve savaştan usandılar. Evet, Kürtlerin daha fazla demokrasiye ihtiyaç duyduğu, bir dizi politik, toplumsal ve kültürel talepleri olduğu doğrudur. Muhalefetteki bizler bu amaçların yerine getirilmesi için çalışmaya söz verdik. Ancak, bu taleplerin sağlanamamasının ana sorumlusu Cumhurbaşkanı ve iktidar partisidir.
Aralarında milletvekilimiz Leyla Güven’in de olduğu, Türkiye cezaevlerinde ve cezaevleri dışında olan birçok aktivist açlık grevindedir. Açlık grevcilerinin yegane talebi, Abdullah Öcalan’a yönelik mutlak tecride son verilmesidir. Öcalan, yirmi yıldır ağır tecrit koşullarında avukat ve aile ziyaretleri engellenerek İmrali Adasındaki bir hapishanede tutulmaktadır. Açlık grevcileri, Öcalan'ın Türkiye'deki Kürt sorununun barışçıl ve demokratik çözümünde belirleyici bir rol oynadığını biliyor. Öcalan'ın Türkiye ve Suriye'deki Kürtler arasında önemli bir etkisi olduğu iyi bilinmektedir. Ayrıca, yeniden gündeme gelebilecek olan bir barış görüşmesinde, PKK’nin Öcalan dışında hiç kimseyi dikkate almayacağı da biliniyor. Öcalan’ın dahil olmadığı hiçbir barış sürecinin sonuçta başarılı olamayacağını ve hatta Erdoğan’ın, birkaç yıl önce PKK lideriyle barışı, bu sebeple değerlendirdiğini söylemek doğru olur. Kürt halkının önemli bir kısmı Öcalan'ı hayati bir muhatap olarak görüyor.
Dahası, seçimlerin sonuçları, sadece partimizin değil tüm Türkiye halklarının barış içinde ve demokratik bir şekilde birlikte yaşamak istediklerini onaylamaktadır. Otoriterliğe ve tek kişilik yönetime karşı çıkıyorlar. Erdoğan'ın bunu anladığını umuyoruz. Bunu yapmazsa, bir sonraki seçimler ona son darbeyi vurabilir.
Partimizin tüm üyeleri, hapishanede olanlar da dahil olmak üzere, demokratik ve barışçıl direnişe olan inancımızı yitirmeden çalışmaya devam edecektir. Türkiye için aydınlık ve demokratik bir geleceğe inanıyoruz. Bu seçimlerin yol gösterdiğine inanıyoruz. Hükümet otoriter seyrini sürdürürse daha derin siyasi ve ekonomik krizlerin yaşanacağından endişe ediyorum.
Uluslararası toplumu, Türkiye'yi demokrasi ve barış yolunu seçmeye teşvik etmeye çağırıyoruz. Biz Türkiye halkları olarak, birçok farklılığımıza rağmen sorunlarımızı tartışarak çözebileceğimizi gösterebilmeliyiz. Anadolu ve Mezopotamya tarihi bize çoğulculuk içinde birçok birlik örneği göstermektedir.
HDP’liler ve Kürtler her zaman barışa hazır olacak. Başarılı olacağımıza inanıyorum. Toplumumuzun tüm kesimlerini bir araya getirerek, güçlü bir demokrasiye ve ekonomiye sahip bir ülke yaratacağız. 31 Mart seçimleri bize yolu gösterdi.
Hiç yorum yok