“Bağımsızlıkçılık-yurtseverlik” kisvesi altında sola Erdoğan’ın devletini savunmayı telkin etmek, kendisini çok zeki solu da ahmak sanan bir pazarlamacı taktiğidir. Kendinizi Erdoğan’a pazarlamak için başka bir yol bulun, “bizim mahalleyi” kullanmayın!
1 Mayıs günü Soner Yalçın bir yazı yazmış Oda TV’de. Okumayanlar için kısaca özetlemek gerekirse;
Kendisini de içinde gördüğü, tırnak içinde Bizim Mahalle dediği sosyalistlerin, hatalarını kabul etmekle başlamış, yazıya. Bir tür özeleştiri ile başlayınca “içeriden” oluvermiş. Solcuların, 1922-1923 yıllarında Ankara’daki istiklal mücadelesine destek vermediklerini kesin bir yargı olarak “okuyanlara” kabul ettirdikten sonra “işinin” kolaylaştığını düşünmüş olmalı ki Tayyip Erdoğan’ın neden desteklenmesi gerektiğine ilişkin “her politik mücadele”ye zorunlu görev çıkarmış! (Benzetme de yerinde olmuş; Erdoğan da istiklal mücadelesi veriyor ya!)
Bu “görev çıkarma” öyle dolaylı falan değil, alçak gönüllükle, iknaya yönelik falan da değil, doğrudan yön verme amacıyla, yukarıdan emir kipiyle, şişkin egodan tartışılmaz yargıyla:
Kendini sosyal demokrat, sosyalist ya da komünist diye tanımlayan biri, PKK-PYD peşine takılarak, ABD-İsrail emperyalizminin gölgesine sığınmaz. Erdoğan nefretiyle hareket edip emperyalist odaklardan medet ummaz. Bu ‘kuyrukçu anlayış’, Türkiye soluna hep leke bulaştırmıştır.
Yaklaşık 100 yıl sonra bugünün 1 Mayıs’ın anlamı: Bağımsızlıkçı- yurtsever cepheye işçi sınıfını kazanmaktır.
‘Ama’ diyebilir mi, mazeret-kılıf arayabilir mi? Meseleyi salt AKP olarak görmek…
Meseleyi salt Erdoğan olarak görmek ne büyük yanılgı! Hedef Erdoğan değildir. Hedef emperyalizmdir.
Türkiye’deki devrimci güçlerin günümüzdeki öncelikli görevi, Amerikan barbarlığını geriletmektir. Enternasyonalist 1 Mayıs ancak, bu barbarlığa tavır hedefiyle kutlanır.
Gerisi, ‘barış-demokrasi’ diyerek, emperyalizmin izniyle ‘çelik çomak’ oynamaktan ibarettir! İşin özünü kavramak istememektir.
Sonuçta: Tarihten ders almak her politik mücadele için zorunludur.
***
Şimdiiii… Gelelim Soner Yalçın’ı aynı üslupla “yanıtlamaya”.
Bu eğilimin yaşadığımız tarihsel kesitte dünya çapında bir yeri mevcut. Dünya kapitalist sisteminin uzun zamandır uyguladığı neoliberalizm adı verilen model, çöküşe girdiğinden beri küreselleşme eğilimlerinin yerini “ulus-devlet pazarlarını” önceleyen bir tutum almakta. Neoliberal politikaların toplumsal sınıflar üzerinde yarattığı tahribat öylesi bir boyuta geldi ki, toplumsal sınıfların kontrolü imkânsız bir noktaya ilerliyor. Tam da bu nedenle Trump, Orban, Bolsonaro, Duterte ve Erdoğan gibi şahsiyetler hem kendilerine bu tarihsel aralıkta yer bulup hem de kapitalist sistemin ihtiyacı olan “ezilen toplumsal sınıfların” kontrolü misyonunu yerine getiriyorlar. Ve hepsinde ortak olan bir söylem var; içinde bulundukları toplumun en gerici, en faşizan ögelerine seslenen kendinden olmayanı dışlayan, erkek egemen, dinci ve milliyetçi bir dil.
Ancak bu şahsiyetlerin ulus-devlete, milliyete, vatana yaptıkları vurgu; her türden milliyetçiliği tetikleyerek, bu türlerin siyasal pozisyonunu (bizdeki MHP gibi) güçlendirmiş durumda. Ancak durum bu kadarla sınırlı değil elbette. Bir de solcu kisvesi[1] altında kendi faşist özelliklerini gizleyenlerin bu yeni dönemde palazlanma girişimleri var. Hele hele bizde[2] bunlardan çok var. Kimler mi? Tabiî ki ilk akla gelen Doğu Perinçek. Sonra (sıraya önem atfetmeden) Mustafa Balbay, Alev Çoşkun, Ümit Kocakasal ve elbette Soner Yalçın.
Şimdi bu şahsiyetler bir taraftan, yeniden moda olan ulus-devlet, ulusal sınırlar gibi kavramları kullanarak yelkenlerini şişirirken, diğer taraftan iktidarı zayıflayan Erdoğan diktatörlüğünde kendilerine “yer ayarlamaya” çalışıyorlar. Bu “yer ayarlamanın” bir kısmı kendileri için olduğu kadar bir kısmı da kalemşorluklarını yaptıkları kontrgerilla artıkları için. Bu dönem cümlesinin ayranının kabarmasının nedeni de Erdoğan’ın “Türkiye İttifakı” lafını kullanması oldu. Daha seçimin ertesi günü Perinçek, “Erdoğan tek başına yönetemez, iktidarı paylaşması lazım” dedi (Bu kesimlerin piri olduğunu hak eder bir tarzda).
Erdoğan katında muteber olabilmek için soldan gözüküp sola vurma, solu zayıflatma üstelik bunu Erdoğan’ın politikalarını destekler tarzda yapma yarışına giriyorlar. Yeni bir tanım icat ettirmeyi zorluyorlar; Erdoğansevicilik (Acaba eski olsa sosyal faşist kullanılabilir miydi?).
Lafı uzatmadan Soner Yalçın’ın ne yaptığından çok hangi adı kullanarak yaptığıdır, asıl ilgilenilmesi gereken. Ne bu şahsiyetin ne bu şahsiyet gibilerin solla (uzaktan yakından) bir alakası vardır.
Neden mi?[3]
1- Tarih ve dünya okumalarının Marksizm ile hiçbir alakaları yoktur. Temel çelişkiyi (mücadeleyi) emek ve sermaye arasında, ezen ile ezilen arasında, sömüren ile sömürülen arasında görmezler. Dolayısıyla devleti de egemenlerin bir yönetim aracı olarak değerlendirmezler. Devletlerarası çelişkileri esas alan bir çarpık taraflaşmanın mücadelesini verip dururlar (O yüzden bir dönem Çinci, başka bir dönem Baasçı, yeri geldiğinde de Rusçu oluverirler).
Yaşadıkları toplumun sınıf ilişkileri, egemenlik biçimleri ilgi alanlarına girmez. Emperyalizmin bizim gibi ülkelerde dışsal değil, içsel bir olduğu (Mahir Çayan bunu yıllar önce söylemişti ama) bir türlü kabul edilmez, Erdoğan’ın emperyalizmin yerli işbirlikçisi olduğu görülmez. ABD’ye ve İsrail’e ettiği iki çıtkırıldım laftan “ulusal kahraman” yaratılmaya çalışılır.
2- Yurtseverlik, gerçek içeriğinden koparılarak sınır çizgileri içerisine ve o sınırlara hükmeden devletseviciliğine indirgenir. Tarihsel kökü 1919-1923’le sınırlandırılır (Biraz zorlanırsa Osmanlı İmparatorluğu’nun en geniş sınırlarına uzandığı sınır taşlarına uzandırılır).
Üzerinde yaşanılan toprakların tüm tarihsel ve kültürel mirasına sahip çıkmak (ve bunun mücadelesini vermek), o toprakların yeraltı ve yerüstü varlıklarına sahip çıkmak (ve bunun mücadelesini vermek), o topraklarda halen yaşamını sürdüren halkların ortak değerlerini ve birlikte, özgürce gelecek kurmalarını savunmak (ve bunun mücadelesini vermek), kısaca sosyalist bir yurtseverlik anlayışı bunların dimağlarında mevcut değildir.
Hem sol adına hem de sola Erdoğan’ın devletini savundurmayı “bağımsızlıkçı-yurtsever” kisvesine sokmak, kendisini çok zeki solu da ahmak sanan bir pazarlamacı taktiğidir. Kendinizi Erdoğan’a pazarlamak için başka bir yol bulun, “bizim mahalleyi” kullanmayın!
Son olarak; Soner Yalçın’ın sözlerini iade edelim.
Kendini sosyal demokrat, sosyalist ya da komünist diye tanımlayan biri, Erdoğan diktatörlüğünün peşine takılarak, Rusya, Çin ya da bir başka emperyalistin gölgesine sığınmaz. Diğer halklara duyduğu nefretle hareket edip emperyalist odaklardan medet ummaz. Bu ‘kuyrukçu anlayış’, Türkiye soluna hep leke bulaştırmıştır.
Yaklaşık 100 yıl sonra bugünün 1 Mayıs’ın anlamı: hala emekten, eşitlikten, adaletten, barıştan (ve gerçek yurtseverlikten) geçmektedir ve bu cepheye işçi sınıfını kazanmaktır.
Meseleyi Erdoğan olarak görmemek ne büyük bir yanılgı! Hedef Erdoğan’dır. Hedef emperyalizmdir. Hedef gerici-faşist diktatörlüktür.
Türkiye’deki devrimci güçlerin günümüzdeki öncelikli görevi, gerici, faşist, emperyalist işbirlikçisi barbarlığı (sadece geriletmek değil) ortadan kaldırmaktır. Enternasyonalist 1 Mayıs ancak, bu barbarlığa tavır hedefiyle kutlanır.
Gerisi, ‘ittifak-iktidar’ diyerek, emperyalistlerin izniyle ‘çelik çomak’ oynamaktan ibarettir! İşin özünü kavramak istememektir.
Sonuçta: Tarihten ders almak her politik mücadele için zorunludur.
Soner Yalçın’a bir de “ufak” bir not; ABD emperyalizmine karşı birlikte mücadele etme amacıyla Humeyni’yle ittifak yaptıklarını zanneden İranlı “solcular”ın tarihin hangi sayfalarında kendilerine yer bulduğuna bir baksın! (URAL KÖROĞLU - SENDİKA.ORG)
Dipnotlar:
[1] Hacıların Kâbe’de giydikleri beyaz üstlük.
[2] Buradaki “bizde” vurgusu yanlış anlaşılmasın! Aynı havayı teneffüs etmenin dışında sosyalistlerle hiçbir ortaklığı yok bunların!
[3] Eğer talep gelirse(!) daha ayrıntılı bir nedenler sıralaması da yapılabilir.
1 Mayıs günü Soner Yalçın bir yazı yazmış Oda TV’de. Okumayanlar için kısaca özetlemek gerekirse;
Kendisini de içinde gördüğü, tırnak içinde Bizim Mahalle dediği sosyalistlerin, hatalarını kabul etmekle başlamış, yazıya. Bir tür özeleştiri ile başlayınca “içeriden” oluvermiş. Solcuların, 1922-1923 yıllarında Ankara’daki istiklal mücadelesine destek vermediklerini kesin bir yargı olarak “okuyanlara” kabul ettirdikten sonra “işinin” kolaylaştığını düşünmüş olmalı ki Tayyip Erdoğan’ın neden desteklenmesi gerektiğine ilişkin “her politik mücadele”ye zorunlu görev çıkarmış! (Benzetme de yerinde olmuş; Erdoğan da istiklal mücadelesi veriyor ya!)
Bu “görev çıkarma” öyle dolaylı falan değil, alçak gönüllükle, iknaya yönelik falan da değil, doğrudan yön verme amacıyla, yukarıdan emir kipiyle, şişkin egodan tartışılmaz yargıyla:
Kendini sosyal demokrat, sosyalist ya da komünist diye tanımlayan biri, PKK-PYD peşine takılarak, ABD-İsrail emperyalizminin gölgesine sığınmaz. Erdoğan nefretiyle hareket edip emperyalist odaklardan medet ummaz. Bu ‘kuyrukçu anlayış’, Türkiye soluna hep leke bulaştırmıştır.
Yaklaşık 100 yıl sonra bugünün 1 Mayıs’ın anlamı: Bağımsızlıkçı- yurtsever cepheye işçi sınıfını kazanmaktır.
‘Ama’ diyebilir mi, mazeret-kılıf arayabilir mi? Meseleyi salt AKP olarak görmek…
Meseleyi salt Erdoğan olarak görmek ne büyük yanılgı! Hedef Erdoğan değildir. Hedef emperyalizmdir.
Türkiye’deki devrimci güçlerin günümüzdeki öncelikli görevi, Amerikan barbarlığını geriletmektir. Enternasyonalist 1 Mayıs ancak, bu barbarlığa tavır hedefiyle kutlanır.
Gerisi, ‘barış-demokrasi’ diyerek, emperyalizmin izniyle ‘çelik çomak’ oynamaktan ibarettir! İşin özünü kavramak istememektir.
Sonuçta: Tarihten ders almak her politik mücadele için zorunludur.
***
Şimdiiii… Gelelim Soner Yalçın’ı aynı üslupla “yanıtlamaya”.
Bu eğilimin yaşadığımız tarihsel kesitte dünya çapında bir yeri mevcut. Dünya kapitalist sisteminin uzun zamandır uyguladığı neoliberalizm adı verilen model, çöküşe girdiğinden beri küreselleşme eğilimlerinin yerini “ulus-devlet pazarlarını” önceleyen bir tutum almakta. Neoliberal politikaların toplumsal sınıflar üzerinde yarattığı tahribat öylesi bir boyuta geldi ki, toplumsal sınıfların kontrolü imkânsız bir noktaya ilerliyor. Tam da bu nedenle Trump, Orban, Bolsonaro, Duterte ve Erdoğan gibi şahsiyetler hem kendilerine bu tarihsel aralıkta yer bulup hem de kapitalist sistemin ihtiyacı olan “ezilen toplumsal sınıfların” kontrolü misyonunu yerine getiriyorlar. Ve hepsinde ortak olan bir söylem var; içinde bulundukları toplumun en gerici, en faşizan ögelerine seslenen kendinden olmayanı dışlayan, erkek egemen, dinci ve milliyetçi bir dil.
Ancak bu şahsiyetlerin ulus-devlete, milliyete, vatana yaptıkları vurgu; her türden milliyetçiliği tetikleyerek, bu türlerin siyasal pozisyonunu (bizdeki MHP gibi) güçlendirmiş durumda. Ancak durum bu kadarla sınırlı değil elbette. Bir de solcu kisvesi[1] altında kendi faşist özelliklerini gizleyenlerin bu yeni dönemde palazlanma girişimleri var. Hele hele bizde[2] bunlardan çok var. Kimler mi? Tabiî ki ilk akla gelen Doğu Perinçek. Sonra (sıraya önem atfetmeden) Mustafa Balbay, Alev Çoşkun, Ümit Kocakasal ve elbette Soner Yalçın.
Şimdi bu şahsiyetler bir taraftan, yeniden moda olan ulus-devlet, ulusal sınırlar gibi kavramları kullanarak yelkenlerini şişirirken, diğer taraftan iktidarı zayıflayan Erdoğan diktatörlüğünde kendilerine “yer ayarlamaya” çalışıyorlar. Bu “yer ayarlamanın” bir kısmı kendileri için olduğu kadar bir kısmı da kalemşorluklarını yaptıkları kontrgerilla artıkları için. Bu dönem cümlesinin ayranının kabarmasının nedeni de Erdoğan’ın “Türkiye İttifakı” lafını kullanması oldu. Daha seçimin ertesi günü Perinçek, “Erdoğan tek başına yönetemez, iktidarı paylaşması lazım” dedi (Bu kesimlerin piri olduğunu hak eder bir tarzda).
Erdoğan katında muteber olabilmek için soldan gözüküp sola vurma, solu zayıflatma üstelik bunu Erdoğan’ın politikalarını destekler tarzda yapma yarışına giriyorlar. Yeni bir tanım icat ettirmeyi zorluyorlar; Erdoğansevicilik (Acaba eski olsa sosyal faşist kullanılabilir miydi?).
Lafı uzatmadan Soner Yalçın’ın ne yaptığından çok hangi adı kullanarak yaptığıdır, asıl ilgilenilmesi gereken. Ne bu şahsiyetin ne bu şahsiyet gibilerin solla (uzaktan yakından) bir alakası vardır.
Neden mi?[3]
1- Tarih ve dünya okumalarının Marksizm ile hiçbir alakaları yoktur. Temel çelişkiyi (mücadeleyi) emek ve sermaye arasında, ezen ile ezilen arasında, sömüren ile sömürülen arasında görmezler. Dolayısıyla devleti de egemenlerin bir yönetim aracı olarak değerlendirmezler. Devletlerarası çelişkileri esas alan bir çarpık taraflaşmanın mücadelesini verip dururlar (O yüzden bir dönem Çinci, başka bir dönem Baasçı, yeri geldiğinde de Rusçu oluverirler).
Yaşadıkları toplumun sınıf ilişkileri, egemenlik biçimleri ilgi alanlarına girmez. Emperyalizmin bizim gibi ülkelerde dışsal değil, içsel bir olduğu (Mahir Çayan bunu yıllar önce söylemişti ama) bir türlü kabul edilmez, Erdoğan’ın emperyalizmin yerli işbirlikçisi olduğu görülmez. ABD’ye ve İsrail’e ettiği iki çıtkırıldım laftan “ulusal kahraman” yaratılmaya çalışılır.
2- Yurtseverlik, gerçek içeriğinden koparılarak sınır çizgileri içerisine ve o sınırlara hükmeden devletseviciliğine indirgenir. Tarihsel kökü 1919-1923’le sınırlandırılır (Biraz zorlanırsa Osmanlı İmparatorluğu’nun en geniş sınırlarına uzandığı sınır taşlarına uzandırılır).
Üzerinde yaşanılan toprakların tüm tarihsel ve kültürel mirasına sahip çıkmak (ve bunun mücadelesini vermek), o toprakların yeraltı ve yerüstü varlıklarına sahip çıkmak (ve bunun mücadelesini vermek), o topraklarda halen yaşamını sürdüren halkların ortak değerlerini ve birlikte, özgürce gelecek kurmalarını savunmak (ve bunun mücadelesini vermek), kısaca sosyalist bir yurtseverlik anlayışı bunların dimağlarında mevcut değildir.
Hem sol adına hem de sola Erdoğan’ın devletini savundurmayı “bağımsızlıkçı-yurtsever” kisvesine sokmak, kendisini çok zeki solu da ahmak sanan bir pazarlamacı taktiğidir. Kendinizi Erdoğan’a pazarlamak için başka bir yol bulun, “bizim mahalleyi” kullanmayın!
Son olarak; Soner Yalçın’ın sözlerini iade edelim.
Kendini sosyal demokrat, sosyalist ya da komünist diye tanımlayan biri, Erdoğan diktatörlüğünün peşine takılarak, Rusya, Çin ya da bir başka emperyalistin gölgesine sığınmaz. Diğer halklara duyduğu nefretle hareket edip emperyalist odaklardan medet ummaz. Bu ‘kuyrukçu anlayış’, Türkiye soluna hep leke bulaştırmıştır.
Yaklaşık 100 yıl sonra bugünün 1 Mayıs’ın anlamı: hala emekten, eşitlikten, adaletten, barıştan (ve gerçek yurtseverlikten) geçmektedir ve bu cepheye işçi sınıfını kazanmaktır.
Meseleyi Erdoğan olarak görmemek ne büyük bir yanılgı! Hedef Erdoğan’dır. Hedef emperyalizmdir. Hedef gerici-faşist diktatörlüktür.
Türkiye’deki devrimci güçlerin günümüzdeki öncelikli görevi, gerici, faşist, emperyalist işbirlikçisi barbarlığı (sadece geriletmek değil) ortadan kaldırmaktır. Enternasyonalist 1 Mayıs ancak, bu barbarlığa tavır hedefiyle kutlanır.
Gerisi, ‘ittifak-iktidar’ diyerek, emperyalistlerin izniyle ‘çelik çomak’ oynamaktan ibarettir! İşin özünü kavramak istememektir.
Sonuçta: Tarihten ders almak her politik mücadele için zorunludur.
Soner Yalçın’a bir de “ufak” bir not; ABD emperyalizmine karşı birlikte mücadele etme amacıyla Humeyni’yle ittifak yaptıklarını zanneden İranlı “solcular”ın tarihin hangi sayfalarında kendilerine yer bulduğuna bir baksın! (URAL KÖROĞLU - SENDİKA.ORG)
Dipnotlar:
[1] Hacıların Kâbe’de giydikleri beyaz üstlük.
[2] Buradaki “bizde” vurgusu yanlış anlaşılmasın! Aynı havayı teneffüs etmenin dışında sosyalistlerle hiçbir ortaklığı yok bunların!
[3] Eğer talep gelirse(!) daha ayrıntılı bir nedenler sıralaması da yapılabilir.