İlk adım olarak, başta Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanı’nınkiler olmak üzere tüm özel sağlık kurumlarını kamulaştırarak işe başlayabiliriz...
İlk adım olarak, başta Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanı’nınkiler olmak üzere tüm özel sağlık kurumlarını kamulaştırarak işe başlayabiliriz. Evet gerçekten yapabiliriz...
Özel hastaneler zinciri patronu olan Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanı koronavirüs ile ilgili yaptığı açıklamalarda “sorunun küresel, çözümün ulusal” olduğuna sık sık vurgu yapıyor.
Yapılan vurgu bundan birkaç hafta sonra nasıl şekil değiştirecek elbette göreceğiz. Ancak salgın bahsinde küresel düzeyde kapitalist sistemde ne yaşanıyorsa üç aşağı beş yukarı ülkemizde de benzeri yaşanacak.
Sanki ülkemizde kapitalist sistem yokmuş, ilaç tekellerinin hakimiyeti bulunmuyormuş, sağlıkta piyasalaşma zirve yapmamış, sağlıkta dönüşüm adı altında özelleştirme süreçleri yaşanmamış, emekçilerin hakları ellerinden alınmamış ve sağlık emekçileri yerin dibine sokulmamış gibi her şeyden azade bir kapitalizm tablosu çizmeye çalışsalar da durum öyle değil. Bu tablo İngiltere’de de böyle, en açık örneği olan İtalya’da da böyle, başka kapitalist ülkelerde de aynı şekilde…
O açıdan koronavirüs salgını nedeniyle ulusal düzeyde atılan adımların emperyalist sistemden, Türkiye kapitalizminin bu sistemin içindeki yerinden ve yerli yabancı şirketlerin karlılık tablosundan bağımsız, emekçi halkın çıkarına olduğunu söyleyen kim varsa bilin ki yalan söylüyordur. Eğer olması gerektiğini söylüyorsa o zaman da bilin ki sosyalisttir…
Neo-liberalizmin kırk yıllık balonu patladı, küreselleşmenin nimetlerini propaganda ettikleri dönemin zaten sonuna gelinmişti, viral bir salgın bunun üzerine tuz biber ekti.
Şimdi emperyalist güçler ve tek tek ülkelerdeki kapitalist iktidarlar muhtemelen çıkış yolu olarak devlet kapitalizmini gösterecekler. Sömürü düzeni devam etsin, özel sektörün karlılığı devlet garantisinde gitsin, işçi sınıfına bazı göstermelik haklar verelim ya da vermeyelim, en iyisi ağızlarına bir parmak bal çalalım diyecekler…
Onların mantığına göre “tahammül edilebilir kapitalizm” yerine “çilesi çekilebilir bir kapitalizm” dönemini yaşamamızı isteyecekler.
Başta emperyalist ülkeler olmak üzere kapitalist ülkelerde koronavirüs salgını karşısında verilen sınav sömürü düzeninin ve bunun efendisi olan patronların insanlığı nasıl da yerin dibine soktuğunun en temel göstergesi olarak ortaya çıkmıştır. Kapitalizmin tüm toplumsal hayata yaşattığı tahribat tam da sağlık sistemi üzerinden ortaya çıkmıştır.
Normal koşullar altında kapitalizmin emekçilere çok “ileri” olanaklar sağladığının varsayıldığı ülkelerin salgın dolayısıyla yaşanan krizin ortaya çıkmasının bir sonuç olduğu asla unutulmamalıdır.
Sosyalizmin dünya üzerinden geri çekilişinden sonra her alana aç kurtlar gibi saldıran patronlar sağlık alanında emekçilerin insanlığa kazandırdığı her şeyi yeyip bitirdiler. Sosyalist ülkelerdeki sağlık sistemleri tahrip edildi, piyasanın egemenliğine sunuldu, özelleştirmeler zirve yaptı, emekçileri bir yandan yoksulluğa mecbur edilirken diğer taraftan sağlık hakkı paranın egemenliğine girdi.
Ülkemizde ise aynı süreç sağlıkta dönüşüm adı altında pazarlandı, sağlıkta özelleştirmenin ve tekelleşmenin önü açıldı, özel sağlık kurumları ve yerli, yabancı ilaç tekelleri devlet aracılığı ile palazlandırıldı. Örneğin ülkemizde sosyal sigortaların tasfiye edilerek Genel Sağlık Sigortası sistemine geçilmesi tam da bu yüzdendir. Özele daha fazla kaynak aktarabilmek için emekçilerin sırtındaki vergi yüklerine bir de sigorta primi yükü eklenmiştir. AKP iktidarı, patronlarla birlikte tam da bu bahsedilenlerin en önemli uygulayıcısı olmuştur.
Sonuç ortada, her taraf özel hastanelerden geçilmiyor, parası olana sağlık hizmeti veriliyor, yaşanan bir salgın durumunda gidişatın nereye doğru olabileceğine ve neler yapılacağına dair devlet halka bir plan sunamıyor. Ama kapitalizmin ülkemizi getirdiği yer nokta görünmüyormuş gibi propagandaya devam ediliyor.
Bunları nereden anlıyorsunuz diyeceksiniz.
Ocak ayından itibaren virüs salgını konusunda belirteçler ortaya çıkmış ve Türkiye koronavirüs test kiti üretebilme potansiyeline sahipken hala sınırlı sayıda test yapılıyor olmasından,
Hala test kiti üretiminin ve dağıtımının devletleştirilmemiş olmasından,
Öncelikle riskli grupları, devamında ise tüm toplumu taramadan geçirecek bir ulusal eylem planının olmamasından,
Salgının yurt dışından geleceği bilinmesine rağmen giriş noktalarında test yapılmaması ve karantina noktalarının kurulmamasından ve umreden dönenlerin toplumun içine serbest bir şekilde girmesine izin verilmesinden,
Salgında karantina merkezleri gerekeceği bilinmesine rağmen, devletin karantina merkezi stratejisinin öğrenci yurtları ile sınırlı bir ufka sahip olmasından,
Salgında sadece koronavirüs hastalarına hizmet verecek il bazlı hastanelerin açılması gerekirken henüz bunların devreye sokulmaması ve hastaların normal hastanelerde tedavi edilmesinden,
Sağlık Bakanlığı’nın vakaların ve ölümlerin Türkiye’nin nerelerinde olduğunu açıklamamasından,
Ulusal çözümden bahsedenlerin, salgın yüzünden yarı OHAL hayatı yaşayan emekçilerin ve işsizlerin ihtiyaçlarının karşılanması için iç ve dış borçları iptal etmemesinden,
Ve bir de üzerine salgın döneminde yapılan açıklamalarda patronlara kıyak yapılacağının, emekçilere ise kolonya dağıtılacağının söylenmesinden anlamaktayız.
Kapitalizm bilim ve teknolojiyi kendi oyuncağı haline getirmiştir. Önemli olan büyük tekellerin ve şirketlerin kazancının devam etmesi, patronlar için refahın sağlanmasıdır. Onlara göre, emekçilerin sağlığı alınır satılır bir maldır. Sağlık hizmetleri rant elde edilecek bir alan olarak görülmektedir.
Ülkemiz de bu durumda azade değildir. O açıdan anlatılanların ne kadar doğruyu yansıttığına bir de bu gözle bakılmalıdır.
Koronavirüs salgını bir kere daha tüm dünyaya sosyalizmin neden büyük bir ihtiyaç olduğunu göstermiştir. Ülkemiz bundan da azade değildir.
Sosyalizmin olduğu bir dünyada da elbette salgınlar yaşanabilir. Ancak kâr hırsının yerini insan sağlığının, sömürünün yerini eşitlikçiliğin, paranın egemenliğinin yerini emekçilerin haklarının, hurafelerin yerini akıl ve bilimin, piyasa anarşisinin yerini merkezi planlamanın, özelleştirmenin yerini kamuculuğun aldığı bir düzende salgın hastalıklarla mücadele emin olun ki çok daha kolay olacak.
Evet yapabiliriz, ülkemizde sosyalizmi ve insanca bir yaşamı kurabiliriz. Koruyucu sağlık hizmetlerini geliştirebilir, bazı hastalıkları ortadan kaldırabilir, sağlık hizmetlerini tamamen parasız, eşitlikçi bir anlayışla sıfırdan yapılandırabiliriz.
Örneğin ilk adım olarak, başta Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanı’nınkiler olmak üzere tüm özel sağlık kurumlarını kamulaştırarak işe başlayabiliriz. Evet gerçekten yapabiliriz... (KAMİL TEKEREK - GAZETE MANİFESTO)
Özel hastaneler zinciri patronu olan Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanı koronavirüs ile ilgili yaptığı açıklamalarda “sorunun küresel, çözümün ulusal” olduğuna sık sık vurgu yapıyor.
Yapılan vurgu bundan birkaç hafta sonra nasıl şekil değiştirecek elbette göreceğiz. Ancak salgın bahsinde küresel düzeyde kapitalist sistemde ne yaşanıyorsa üç aşağı beş yukarı ülkemizde de benzeri yaşanacak.
Sanki ülkemizde kapitalist sistem yokmuş, ilaç tekellerinin hakimiyeti bulunmuyormuş, sağlıkta piyasalaşma zirve yapmamış, sağlıkta dönüşüm adı altında özelleştirme süreçleri yaşanmamış, emekçilerin hakları ellerinden alınmamış ve sağlık emekçileri yerin dibine sokulmamış gibi her şeyden azade bir kapitalizm tablosu çizmeye çalışsalar da durum öyle değil. Bu tablo İngiltere’de de böyle, en açık örneği olan İtalya’da da böyle, başka kapitalist ülkelerde de aynı şekilde…
O açıdan koronavirüs salgını nedeniyle ulusal düzeyde atılan adımların emperyalist sistemden, Türkiye kapitalizminin bu sistemin içindeki yerinden ve yerli yabancı şirketlerin karlılık tablosundan bağımsız, emekçi halkın çıkarına olduğunu söyleyen kim varsa bilin ki yalan söylüyordur. Eğer olması gerektiğini söylüyorsa o zaman da bilin ki sosyalisttir…
Neo-liberalizmin kırk yıllık balonu patladı, küreselleşmenin nimetlerini propaganda ettikleri dönemin zaten sonuna gelinmişti, viral bir salgın bunun üzerine tuz biber ekti.
Şimdi emperyalist güçler ve tek tek ülkelerdeki kapitalist iktidarlar muhtemelen çıkış yolu olarak devlet kapitalizmini gösterecekler. Sömürü düzeni devam etsin, özel sektörün karlılığı devlet garantisinde gitsin, işçi sınıfına bazı göstermelik haklar verelim ya da vermeyelim, en iyisi ağızlarına bir parmak bal çalalım diyecekler…
Onların mantığına göre “tahammül edilebilir kapitalizm” yerine “çilesi çekilebilir bir kapitalizm” dönemini yaşamamızı isteyecekler.
Başta emperyalist ülkeler olmak üzere kapitalist ülkelerde koronavirüs salgını karşısında verilen sınav sömürü düzeninin ve bunun efendisi olan patronların insanlığı nasıl da yerin dibine soktuğunun en temel göstergesi olarak ortaya çıkmıştır. Kapitalizmin tüm toplumsal hayata yaşattığı tahribat tam da sağlık sistemi üzerinden ortaya çıkmıştır.
Normal koşullar altında kapitalizmin emekçilere çok “ileri” olanaklar sağladığının varsayıldığı ülkelerin salgın dolayısıyla yaşanan krizin ortaya çıkmasının bir sonuç olduğu asla unutulmamalıdır.
Sosyalizmin dünya üzerinden geri çekilişinden sonra her alana aç kurtlar gibi saldıran patronlar sağlık alanında emekçilerin insanlığa kazandırdığı her şeyi yeyip bitirdiler. Sosyalist ülkelerdeki sağlık sistemleri tahrip edildi, piyasanın egemenliğine sunuldu, özelleştirmeler zirve yaptı, emekçileri bir yandan yoksulluğa mecbur edilirken diğer taraftan sağlık hakkı paranın egemenliğine girdi.
Ülkemizde ise aynı süreç sağlıkta dönüşüm adı altında pazarlandı, sağlıkta özelleştirmenin ve tekelleşmenin önü açıldı, özel sağlık kurumları ve yerli, yabancı ilaç tekelleri devlet aracılığı ile palazlandırıldı. Örneğin ülkemizde sosyal sigortaların tasfiye edilerek Genel Sağlık Sigortası sistemine geçilmesi tam da bu yüzdendir. Özele daha fazla kaynak aktarabilmek için emekçilerin sırtındaki vergi yüklerine bir de sigorta primi yükü eklenmiştir. AKP iktidarı, patronlarla birlikte tam da bu bahsedilenlerin en önemli uygulayıcısı olmuştur.
Sonuç ortada, her taraf özel hastanelerden geçilmiyor, parası olana sağlık hizmeti veriliyor, yaşanan bir salgın durumunda gidişatın nereye doğru olabileceğine ve neler yapılacağına dair devlet halka bir plan sunamıyor. Ama kapitalizmin ülkemizi getirdiği yer nokta görünmüyormuş gibi propagandaya devam ediliyor.
Bunları nereden anlıyorsunuz diyeceksiniz.
Ocak ayından itibaren virüs salgını konusunda belirteçler ortaya çıkmış ve Türkiye koronavirüs test kiti üretebilme potansiyeline sahipken hala sınırlı sayıda test yapılıyor olmasından,
Hala test kiti üretiminin ve dağıtımının devletleştirilmemiş olmasından,
Öncelikle riskli grupları, devamında ise tüm toplumu taramadan geçirecek bir ulusal eylem planının olmamasından,
Salgının yurt dışından geleceği bilinmesine rağmen giriş noktalarında test yapılmaması ve karantina noktalarının kurulmamasından ve umreden dönenlerin toplumun içine serbest bir şekilde girmesine izin verilmesinden,
Salgında karantina merkezleri gerekeceği bilinmesine rağmen, devletin karantina merkezi stratejisinin öğrenci yurtları ile sınırlı bir ufka sahip olmasından,
Salgında sadece koronavirüs hastalarına hizmet verecek il bazlı hastanelerin açılması gerekirken henüz bunların devreye sokulmaması ve hastaların normal hastanelerde tedavi edilmesinden,
Sağlık Bakanlığı’nın vakaların ve ölümlerin Türkiye’nin nerelerinde olduğunu açıklamamasından,
Ulusal çözümden bahsedenlerin, salgın yüzünden yarı OHAL hayatı yaşayan emekçilerin ve işsizlerin ihtiyaçlarının karşılanması için iç ve dış borçları iptal etmemesinden,
Ve bir de üzerine salgın döneminde yapılan açıklamalarda patronlara kıyak yapılacağının, emekçilere ise kolonya dağıtılacağının söylenmesinden anlamaktayız.
Kapitalizm bilim ve teknolojiyi kendi oyuncağı haline getirmiştir. Önemli olan büyük tekellerin ve şirketlerin kazancının devam etmesi, patronlar için refahın sağlanmasıdır. Onlara göre, emekçilerin sağlığı alınır satılır bir maldır. Sağlık hizmetleri rant elde edilecek bir alan olarak görülmektedir.
Ülkemiz de bu durumda azade değildir. O açıdan anlatılanların ne kadar doğruyu yansıttığına bir de bu gözle bakılmalıdır.
Koronavirüs salgını bir kere daha tüm dünyaya sosyalizmin neden büyük bir ihtiyaç olduğunu göstermiştir. Ülkemiz bundan da azade değildir.
Sosyalizmin olduğu bir dünyada da elbette salgınlar yaşanabilir. Ancak kâr hırsının yerini insan sağlığının, sömürünün yerini eşitlikçiliğin, paranın egemenliğinin yerini emekçilerin haklarının, hurafelerin yerini akıl ve bilimin, piyasa anarşisinin yerini merkezi planlamanın, özelleştirmenin yerini kamuculuğun aldığı bir düzende salgın hastalıklarla mücadele emin olun ki çok daha kolay olacak.
Evet yapabiliriz, ülkemizde sosyalizmi ve insanca bir yaşamı kurabiliriz. Koruyucu sağlık hizmetlerini geliştirebilir, bazı hastalıkları ortadan kaldırabilir, sağlık hizmetlerini tamamen parasız, eşitlikçi bir anlayışla sıfırdan yapılandırabiliriz.
Örneğin ilk adım olarak, başta Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanı’nınkiler olmak üzere tüm özel sağlık kurumlarını kamulaştırarak işe başlayabiliriz. Evet gerçekten yapabiliriz... (KAMİL TEKEREK - GAZETE MANİFESTO)