Batı’dan dünyaya yayılan politik aktivizm cereyanı, 1789 Fransız Devrimi’nden 1917 Ekim Devrimi’ne ve müteakip devrimlere uzanan süreçte, pr...
Batı’dan dünyaya yayılan politik aktivizm cereyanı, 1789 Fransız Devrimi’nden 1917 Ekim Devrimi’ne ve müteakip devrimlere uzanan süreçte, profesyonel devrimciliğin tarihinde yaşadığı en büyük kırılmadır. Kabul edelim ya da etmeyelim meslekten devrimcilik, devrimin hamuruyla yoğrulmuş militandan düzenin icazet sınırlarına hapsolmuş kalem ve söz erbabına doğru bir gerileme yaşamıştır. Bunu, kavramın kriminalize edilmesi veya demodeliğiyle açıklamak, iyi bir açıklama olmaz...
Devrimcilikte profesyonellik ve aktivistlik
Her kavramın bir hikayesi vardır. Kavramlar da doğarlar, gelişirler, olgunlaşırlar, sonra eskirler ya da yeni bir içerik kazanarak yola devam ederler. Zirvedeyken irtifa kaybedip, koşulları yeniden olgunlaşıncaya dek, uykuya yatanları da yok değildir. Aktivistlik tarafından yerine göz dikilen profesyonel devrimcilik böyle bir kavramdır.
I
Gracchus Babeuf, 1789 Fransız Devrimi’nin sol yakasının en ucundaki kırmızı güldür. Doğmak üzere olan erken işçi sınıfının horoz sesidir. Marx öncesi komünizmin ilk temsilcisidir. Eşitlikçi düzeni iktidarı şiddet yoluyla alarak kurmak istiyor. Burjuva eşitlik kavramını hukuktan sosyal yaşama ve özel mülkiyet eleştirisine doğru çeken ilk “ilkel komünist”. Emekten yana, proletarya ve sosyalizmin dünyaya gelişini muştulayan bir yeraltı eylemcisi. Düzen eleştirisini gizli örgütlenme (“Eşitler Komplosu”) ve eylemle birleştiriyor ve etrafındakileri örgütleyip devrime hazırlıyor. Devrimi küçük bir azınlığın darbesi olarak tasarlıyor. Komplosu ihbar edilince yakalanıyor. Hiçbir dava arkadaşını ele vermiyor. Mahkemede kellesini değil devrimi savunuyor. Giyotine başı dik gidiyor. Nesnel, öznel ve “tarihsel olarak koşulları olgunlaşmamış bir girişim” böyle trajediyle sona eriyor.
Babeuf’un mirasını devam ettiren Bounarroti’den bayrağı L. Auguste Blanqui devralır. Mahkeme başkanı mesleğini sorduğunda “proleter” diye cevap verir. Sosyalizm anlayışı kısmen ütopik ve sekterdir. Devrimi işçi sınıfının ve kitlelerin kendi eseri olarak görmez. Etrafında örgütleyeceği küçük azınlığı yeterli bulur. 1830, 1848 ve 1871 devrimlerinin hepsine katılır; bilfiil ayaklanmaları yöneten liderler arasındadır. Kararlı, inatçı, uzlaşmaz, yorulmaz devrimci 76 yıllık yaşamının 37 yılını hapiste geçirir. Başarıya en yaklaştığı devrim Paris Komünü’dür. F. Engels, yine de Blanqui’yi eleştirir:
“Komploculuk okulunda yetişen ve bu okula özgü sıkı disiplinle bağlanan Blankiciler, görece küçük sayıdaki kararlı ve iyi örgütlenmiş insanın zamanı geldiğinde yalnız iktidarı ele geçirmeye değil, büyük bir yılmazlık ve gözüpeklik göstererek, halk yığınını devrime sürüklemek ve onu küçük bir yönetici birlik çevresinde toplamak başarısını göstermeye yetecek kadar iktidarda kalmaya da yetenekli olduğu düşüncesinden yola çıkıyorlardı.”
Blanqui, mümkün olduğunca dar, sıkı merkeziyetçi, katı disiplinli, üzüm salkımı şeklinde yapılanmış, ölüm dahil her zorluğu göze alan gizli bir örgütlenmeden yanaydı. Bu özellikler devrim için kuşkusuz gerekliydi ama eksik, ham ve yetersizdi. Eğer bunlarla proletarya devrimi yapılabilseydi, dünya kapitalizminin defteri daha o yüzyıl dürülmüş olurdu.
II
Nitelik değişimi ütopik sosyalist ve ilkel komünist ütopyaları aşarak sosyalizmi bilimsel temellere oturtan Marx ve Engels’le başladı. Devrimin küçük bir azınlığın vasiliği ile değil, öz partisi tarafından yönetilen proletaryanın kendi eylemleriyle başarılabileceğini gösterdiler. 1847 Haziran’ında Londra’da Karl Marx ve Friedrich Engels tarafından kurulan Komünist Birlik ilk uluslararası komünist örgüt oldu. Amacı kapitalizmi yıkmak, proletaryanın egemenliğinde sınıfların ve özel mülkiyetin bulunmadığı yeni bir toplum kurmaktı. Birlikte yazdıkları Komünist Manifesto (1848) proletaryanın strateji ve taktiklerin parlak bir formülasyonuydu. Marx, 1869’da kurulan yakın ilişki içinde oldukları Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin Gotha Programı olarak adlandırılan 1875 tarihli programını eleştirdi. Burada proletarya diktatörlüğü, kapitalizmden komünizme geçiş, proleter enternasyonalizmi ve işçi sınıfı partisi üzerine hala geçerliliğini koruyan açıklamalar yaptı.
III
Dünyanın ilk muzaffer sosyalist devriminin başındaki önder Lenin, Marksizm’i, onun devrim ve örgüt anlayışını emperyalizm aşamasının koşullarına uyarladı ve geliştirdi. Parti örgütlenme ilkeleri, çalışma tarzı, strateji ve taktikler üzerine birçok kitap ve makale yazdı. Lenin, komploculuğa ve darbeciliğe prim vermeyen, daha bütünsel, daha çok yönlü, daha nitelikli ve ihtilalci bir parti modeli geliştirdi. Lenin’e göre devrim için yalnız devrimci bir teori, yalnız doğru strateji ve taktikler yetmezdi, aynı zamanda bunların hepsini şahsında cisimleştiren, proletaryayı bilinçlendirip örgütleyerek devrime sevk edebilen bir öncü partiye ihtiyaç vardı. Lenin, Blanqui’yi andıran ve devrimi olağanüstü kahramanların bireysel terör eylemleriyle başarabileceği inancına dayanan Narodnik devrimciliğin yerine (olumlu yanlarını reddetmeden) Marksist parti anlayışını geliştirdi. Parti, işçi sınıfına, parti ve işçi sınıfı köylülüğe önderlik ederek onları devrime hazırlayacak, öznel ve nesnel koşulları oluştuğunda da Çarlığı ve burjuvaziyi yıkıp devrimi gerçekleştirecekti.
Lenin çoğu zaman partiyi profesyonel devrimciler örgütüyle bir tutardı. Profesyonel devrimciyi, sadece devrimci faaliyette bulunan (yasadışı çalışma koşullarında) politik ve örgütsel deneyime sahip bir Bolşevik olarak tanımladı. Partinin ana omurgasını, “bütün görevleri devrim için çalışmak olacak” profesyonel devrimciler oluşturmalıydı. Yani 24 saatini devrime harcayan, disiplinli, deneyimli, kendi alanında uzmanlaşmış, en ağır koşullarda çalışma yürütebilecek devrimcilere ihtiyaç vardı. Profesyonel devrimci ne Blanqui gibi azınlık komplocusu ne de sıradan bir parti üyesidir. Ne olduğunu anlamak için Bolşevik parti içinde yetişen Babuşkin’e, Kamo diye bilinen Ter-Petrosyan’a, Sverdlov ve Dzerjinski’ye bakmak yeter. Bolşevik partiyi, etiği, kültürü, psikolojisi ve ideolojik donanımı ile her şart altında ayakta tutan, sayıca çok fazla olmayan bu profesyonel katman olmuştur. Devrim yapmak isteyen her parti böyle profesyonel devrimci bir çekirdeğe sahip olmak zorundadır.
IV
80’ler, 90’lar öncesinde Türkiyeli devrimciler mahkemelerde yargıçlar kendilerine mesleklerini sorduklarında, gururla “profesyonel devrimci” cevabını verirlerdi. Hak eden de etmeyen de, içini dolduran da doldurmayan da böyle derdi, çünkü hegemonik bir kabul görmüş evrensel devrimci tipini temsil ediyordu. Ne ki Bolşevizm ve Komintern geleneğiyle yükselmiş bu kavram, kapitalizm yoluna girmiş sosyalist blokun çöküşü ve dünya devrimci hareketinin geri çekilişiyle birlikte iyice gözden düştü, unutuldu ve adı anılmaz oldu.
Şimdi kendilerini komünist ya da devrimci gören üst düzey ya da aktif elemanlar arasında övünürcesine aktivist olduklarını söyleyenler çıkabiliyor. Batı’dan dünyaya yayılan politik aktivizm cereyanı, 1789 Fransız Devrimi’nden 1917 Ekim Devrimi’ne ve müteakip devrimlere uzanan süreçte, profesyonel devrimciliğin tarihinde yaşadığı en büyük kırılmadır. Kabul edelim ya da etmeyelim meslekten devrimcilik, devrimin hamuruyla yoğrulmuş militandan düzenin icazet sınırlarına hapsolmuş kalem ve söz erbabına doğru bir gerileme yaşamıştır. Bunu, kavramın kriminalize edilmesi veya demodeliğiyle açıklamak, iyi bir açıklama olmaz.
V
Aktivist terimi de çok yeni sayılmaz, yüz yıldır kullanılıyor. Kullanıcıları arasında anti-kapitalistler, nükleer savaş karşıtları, ekolojistler, feministler, insan hakları savunucuları, anarko-sendikalistler, hayvanseverler (vs.) bulunuyor. Çeşitli eylemler, gösteriler ve propagandalarla taleplerini kabul ettirmeye çalışıyorlar. Çoğunluğu Gandi gibi şiddet içermeyen sivil itaatsizlik yöntemleri kullanırken, aralarında şiddeti protesto biçimi, hak alma yolu olarak benimseyenler de var.
Bunlar kendilerini “büyük anlatı” diye reddettikleri proletarya sosyalizminin alternatifi olarak görüyorlar. Heterojen toplumsal hareketlerin mücadele ve örgütlenme anlayışları ile siyasi aktivizm birbirlerine uyuyor. Gelgelelim burada asıl itiraz edilmesi gerekenler kapitalizmi bir sistem olarak karşısına almayan, sadece şu ya da bu yönüne karşı çıkan, yani ağacı görüp ormanı görmeyen, görmek istemeyen reformist aktivistler değil. Toplumsal değişimi reformlar, seçimle hükümeti değiştirmek olarak görenler, kendilerine en keskin adı da taksalar gerçekte neyse odurlar.
Sorunlu olan hem devrimci sosyalistliği hem de aktivistliği kimseye bırakmayanlardır. Militanlıktan ılımlı sosyalistliğe doğru geri çekilmeyi içselleştirerek mazur gösterenler bunlardır. Profesyonel devrimcilik, kendilerinde olmayan özellikler içerdiği, yasadışılık ima ettiği için sessizce kulvar değiştirmişlerdir. Arka planında Leninist yöntemlerden uzaklaşmak, 1980’lerin kendin olma/öznelleşme modasına uymak yatmaktadır. Siyasi aktivistliğin dönemin hegemonik “özgürlükçü sosyalizm” akımlarıyla birlikte yükselmesi tesadüf değildir. Bireyin hem kendi işine ve özel hayatına vakit ayırabilmesi, hem de boş zamanlarında da etkinliklere katılması hesaba katılıyor. Bunu en çabuk öncü partiyi, örgüt hiyerarşisine tabi olmayı, merkezi talimatlara uymayı reddederek, grupların özerkliğini savunan toplumsal hareketlerin teorisyenleri hayata geçirdiler.
Sonuçta kişi komünist, sosyalist ya da devrimci, kendine en uyanı neyse adını öyle koymalı, devrimci olmayan dönemi ebedileştiren kavramlardan kaçınmalıdır. Söylenmesi gereken yüz yetmiş yıl önce Komünist Manifesto’nun sonunda zaten söylendi: “Komünistler, görüşlerini ve amaçlarını gizlemekten nefret ederler…” (YAŞAR AYAŞLI - SENDİKA.ORG)
Devrimcilikte profesyonellik ve aktivistlik
Her kavramın bir hikayesi vardır. Kavramlar da doğarlar, gelişirler, olgunlaşırlar, sonra eskirler ya da yeni bir içerik kazanarak yola devam ederler. Zirvedeyken irtifa kaybedip, koşulları yeniden olgunlaşıncaya dek, uykuya yatanları da yok değildir. Aktivistlik tarafından yerine göz dikilen profesyonel devrimcilik böyle bir kavramdır.
I
Gracchus Babeuf, 1789 Fransız Devrimi’nin sol yakasının en ucundaki kırmızı güldür. Doğmak üzere olan erken işçi sınıfının horoz sesidir. Marx öncesi komünizmin ilk temsilcisidir. Eşitlikçi düzeni iktidarı şiddet yoluyla alarak kurmak istiyor. Burjuva eşitlik kavramını hukuktan sosyal yaşama ve özel mülkiyet eleştirisine doğru çeken ilk “ilkel komünist”. Emekten yana, proletarya ve sosyalizmin dünyaya gelişini muştulayan bir yeraltı eylemcisi. Düzen eleştirisini gizli örgütlenme (“Eşitler Komplosu”) ve eylemle birleştiriyor ve etrafındakileri örgütleyip devrime hazırlıyor. Devrimi küçük bir azınlığın darbesi olarak tasarlıyor. Komplosu ihbar edilince yakalanıyor. Hiçbir dava arkadaşını ele vermiyor. Mahkemede kellesini değil devrimi savunuyor. Giyotine başı dik gidiyor. Nesnel, öznel ve “tarihsel olarak koşulları olgunlaşmamış bir girişim” böyle trajediyle sona eriyor.
Babeuf’un mirasını devam ettiren Bounarroti’den bayrağı L. Auguste Blanqui devralır. Mahkeme başkanı mesleğini sorduğunda “proleter” diye cevap verir. Sosyalizm anlayışı kısmen ütopik ve sekterdir. Devrimi işçi sınıfının ve kitlelerin kendi eseri olarak görmez. Etrafında örgütleyeceği küçük azınlığı yeterli bulur. 1830, 1848 ve 1871 devrimlerinin hepsine katılır; bilfiil ayaklanmaları yöneten liderler arasındadır. Kararlı, inatçı, uzlaşmaz, yorulmaz devrimci 76 yıllık yaşamının 37 yılını hapiste geçirir. Başarıya en yaklaştığı devrim Paris Komünü’dür. F. Engels, yine de Blanqui’yi eleştirir:
“Komploculuk okulunda yetişen ve bu okula özgü sıkı disiplinle bağlanan Blankiciler, görece küçük sayıdaki kararlı ve iyi örgütlenmiş insanın zamanı geldiğinde yalnız iktidarı ele geçirmeye değil, büyük bir yılmazlık ve gözüpeklik göstererek, halk yığınını devrime sürüklemek ve onu küçük bir yönetici birlik çevresinde toplamak başarısını göstermeye yetecek kadar iktidarda kalmaya da yetenekli olduğu düşüncesinden yola çıkıyorlardı.”
Blanqui, mümkün olduğunca dar, sıkı merkeziyetçi, katı disiplinli, üzüm salkımı şeklinde yapılanmış, ölüm dahil her zorluğu göze alan gizli bir örgütlenmeden yanaydı. Bu özellikler devrim için kuşkusuz gerekliydi ama eksik, ham ve yetersizdi. Eğer bunlarla proletarya devrimi yapılabilseydi, dünya kapitalizminin defteri daha o yüzyıl dürülmüş olurdu.
Yakov Sverdlov |
II
Nitelik değişimi ütopik sosyalist ve ilkel komünist ütopyaları aşarak sosyalizmi bilimsel temellere oturtan Marx ve Engels’le başladı. Devrimin küçük bir azınlığın vasiliği ile değil, öz partisi tarafından yönetilen proletaryanın kendi eylemleriyle başarılabileceğini gösterdiler. 1847 Haziran’ında Londra’da Karl Marx ve Friedrich Engels tarafından kurulan Komünist Birlik ilk uluslararası komünist örgüt oldu. Amacı kapitalizmi yıkmak, proletaryanın egemenliğinde sınıfların ve özel mülkiyetin bulunmadığı yeni bir toplum kurmaktı. Birlikte yazdıkları Komünist Manifesto (1848) proletaryanın strateji ve taktiklerin parlak bir formülasyonuydu. Marx, 1869’da kurulan yakın ilişki içinde oldukları Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin Gotha Programı olarak adlandırılan 1875 tarihli programını eleştirdi. Burada proletarya diktatörlüğü, kapitalizmden komünizme geçiş, proleter enternasyonalizmi ve işçi sınıfı partisi üzerine hala geçerliliğini koruyan açıklamalar yaptı.
III
Dünyanın ilk muzaffer sosyalist devriminin başındaki önder Lenin, Marksizm’i, onun devrim ve örgüt anlayışını emperyalizm aşamasının koşullarına uyarladı ve geliştirdi. Parti örgütlenme ilkeleri, çalışma tarzı, strateji ve taktikler üzerine birçok kitap ve makale yazdı. Lenin, komploculuğa ve darbeciliğe prim vermeyen, daha bütünsel, daha çok yönlü, daha nitelikli ve ihtilalci bir parti modeli geliştirdi. Lenin’e göre devrim için yalnız devrimci bir teori, yalnız doğru strateji ve taktikler yetmezdi, aynı zamanda bunların hepsini şahsında cisimleştiren, proletaryayı bilinçlendirip örgütleyerek devrime sevk edebilen bir öncü partiye ihtiyaç vardı. Lenin, Blanqui’yi andıran ve devrimi olağanüstü kahramanların bireysel terör eylemleriyle başarabileceği inancına dayanan Narodnik devrimciliğin yerine (olumlu yanlarını reddetmeden) Marksist parti anlayışını geliştirdi. Parti, işçi sınıfına, parti ve işçi sınıfı köylülüğe önderlik ederek onları devrime hazırlayacak, öznel ve nesnel koşulları oluştuğunda da Çarlığı ve burjuvaziyi yıkıp devrimi gerçekleştirecekti.
Lenin çoğu zaman partiyi profesyonel devrimciler örgütüyle bir tutardı. Profesyonel devrimciyi, sadece devrimci faaliyette bulunan (yasadışı çalışma koşullarında) politik ve örgütsel deneyime sahip bir Bolşevik olarak tanımladı. Partinin ana omurgasını, “bütün görevleri devrim için çalışmak olacak” profesyonel devrimciler oluşturmalıydı. Yani 24 saatini devrime harcayan, disiplinli, deneyimli, kendi alanında uzmanlaşmış, en ağır koşullarda çalışma yürütebilecek devrimcilere ihtiyaç vardı. Profesyonel devrimci ne Blanqui gibi azınlık komplocusu ne de sıradan bir parti üyesidir. Ne olduğunu anlamak için Bolşevik parti içinde yetişen Babuşkin’e, Kamo diye bilinen Ter-Petrosyan’a, Sverdlov ve Dzerjinski’ye bakmak yeter. Bolşevik partiyi, etiği, kültürü, psikolojisi ve ideolojik donanımı ile her şart altında ayakta tutan, sayıca çok fazla olmayan bu profesyonel katman olmuştur. Devrim yapmak isteyen her parti böyle profesyonel devrimci bir çekirdeğe sahip olmak zorundadır.
IV
80’ler, 90’lar öncesinde Türkiyeli devrimciler mahkemelerde yargıçlar kendilerine mesleklerini sorduklarında, gururla “profesyonel devrimci” cevabını verirlerdi. Hak eden de etmeyen de, içini dolduran da doldurmayan da böyle derdi, çünkü hegemonik bir kabul görmüş evrensel devrimci tipini temsil ediyordu. Ne ki Bolşevizm ve Komintern geleneğiyle yükselmiş bu kavram, kapitalizm yoluna girmiş sosyalist blokun çöküşü ve dünya devrimci hareketinin geri çekilişiyle birlikte iyice gözden düştü, unutuldu ve adı anılmaz oldu.
Şimdi kendilerini komünist ya da devrimci gören üst düzey ya da aktif elemanlar arasında övünürcesine aktivist olduklarını söyleyenler çıkabiliyor. Batı’dan dünyaya yayılan politik aktivizm cereyanı, 1789 Fransız Devrimi’nden 1917 Ekim Devrimi’ne ve müteakip devrimlere uzanan süreçte, profesyonel devrimciliğin tarihinde yaşadığı en büyük kırılmadır. Kabul edelim ya da etmeyelim meslekten devrimcilik, devrimin hamuruyla yoğrulmuş militandan düzenin icazet sınırlarına hapsolmuş kalem ve söz erbabına doğru bir gerileme yaşamıştır. Bunu, kavramın kriminalize edilmesi veya demodeliğiyle açıklamak, iyi bir açıklama olmaz.
V
Aktivist terimi de çok yeni sayılmaz, yüz yıldır kullanılıyor. Kullanıcıları arasında anti-kapitalistler, nükleer savaş karşıtları, ekolojistler, feministler, insan hakları savunucuları, anarko-sendikalistler, hayvanseverler (vs.) bulunuyor. Çeşitli eylemler, gösteriler ve propagandalarla taleplerini kabul ettirmeye çalışıyorlar. Çoğunluğu Gandi gibi şiddet içermeyen sivil itaatsizlik yöntemleri kullanırken, aralarında şiddeti protesto biçimi, hak alma yolu olarak benimseyenler de var.
Bunlar kendilerini “büyük anlatı” diye reddettikleri proletarya sosyalizminin alternatifi olarak görüyorlar. Heterojen toplumsal hareketlerin mücadele ve örgütlenme anlayışları ile siyasi aktivizm birbirlerine uyuyor. Gelgelelim burada asıl itiraz edilmesi gerekenler kapitalizmi bir sistem olarak karşısına almayan, sadece şu ya da bu yönüne karşı çıkan, yani ağacı görüp ormanı görmeyen, görmek istemeyen reformist aktivistler değil. Toplumsal değişimi reformlar, seçimle hükümeti değiştirmek olarak görenler, kendilerine en keskin adı da taksalar gerçekte neyse odurlar.
Sorunlu olan hem devrimci sosyalistliği hem de aktivistliği kimseye bırakmayanlardır. Militanlıktan ılımlı sosyalistliğe doğru geri çekilmeyi içselleştirerek mazur gösterenler bunlardır. Profesyonel devrimcilik, kendilerinde olmayan özellikler içerdiği, yasadışılık ima ettiği için sessizce kulvar değiştirmişlerdir. Arka planında Leninist yöntemlerden uzaklaşmak, 1980’lerin kendin olma/öznelleşme modasına uymak yatmaktadır. Siyasi aktivistliğin dönemin hegemonik “özgürlükçü sosyalizm” akımlarıyla birlikte yükselmesi tesadüf değildir. Bireyin hem kendi işine ve özel hayatına vakit ayırabilmesi, hem de boş zamanlarında da etkinliklere katılması hesaba katılıyor. Bunu en çabuk öncü partiyi, örgüt hiyerarşisine tabi olmayı, merkezi talimatlara uymayı reddederek, grupların özerkliğini savunan toplumsal hareketlerin teorisyenleri hayata geçirdiler.
Sonuçta kişi komünist, sosyalist ya da devrimci, kendine en uyanı neyse adını öyle koymalı, devrimci olmayan dönemi ebedileştiren kavramlardan kaçınmalıdır. Söylenmesi gereken yüz yetmiş yıl önce Komünist Manifesto’nun sonunda zaten söylendi: “Komünistler, görüşlerini ve amaçlarını gizlemekten nefret ederler…” (YAŞAR AYAŞLI - SENDİKA.ORG)
Hiç yorum yok