HIDE
GRID_STYLE
TRUE
SHOW_BLOG

"Faillerin kurdukları bu düzenin yıkılması için elimizi taşın altına koyuyoruz"

Senaristler mağdurla dayanışma içinde olduklarını ilan ederken, moda dergilerinin sürecin başından bu yana sessizliğe gömülmesi beni düşündü...

Senaristler mağdurla dayanışma içinde olduklarını ilan ederken, moda dergilerinin sürecin başından bu yana sessizliğe gömülmesi beni düşündürüyor; oysa Bulutsuz, bu dergilerde editörlük yapmış bir kadın...


ERKEK ŞİDDETİNE SES VER

Patriyarka için kadının sesi bir tehdit unsurudur. Atılan kahkahaların, birbirinden güç ala ala artan haykırışların, erkeğinkinden çok çıkan seslerin bastırılmaya çalışılması bundan. “Cevap verme,” derler. “Herkesin içinde kahkaha atma.” “Olur böyle şeyler; sesini çıkarma.” Bunları duyarak büyüyen kadınların hem kendi seslerini bulmaları hem de susmamayı öğrenmeleri zaman alır. 

Patriyarkal ilişki ağları duvar misali örülür etrafımıza. Duvara bakar, korkarız. “Sesimi çıkarırsam başıma bir hâl gelir mi?” diye geçiririz içimizden. Bir moda dergisinde editör olarak çalışırken yaşadıklarımı hatırlıyorum. Uluorta cinsiyetçi küfürler etmeyi, bağırış çağırış konuşmayı alışkanlık haline getirmiş bir erkek yöneticinin karşısına dikilip, “Lütfen biraz sessiz olur musunuz? Çalışamıyoruz,” dediğimde ortalık buz gibi olmuştu. Gencecik bir editör, onun huzuruna çıkmaya, üstüne üstlük bir de sesini yükseltmeye nasıl cüret edebilirdi? Akabinde yayın direktörüm beni çağırdı; şirketin üst düzey erkek yöneticilerinden birinin yakın arkadaşı olan bu şahsa karşı bir daha böyle bir çıkış yapmaya yeltenmemem gerektiğini ima eden bir nutuk çekti. Dersimi aldım, derhal sesimi kestim.

Duvarlara çarpa çarpa susmayı öğreniriz.

Konu taciz veya şiddete uğrayan kadınlar olduğunda daha da kesif bir sessizlik kaplar her yanı. Çünkü cinsiyetçi kültür, kadınlara utanmalarını, suçu kendilerinde aramalarını, yetersiz ve değersiz hissetmelerini belletir. Bu durumda konuşmak, her şeyi göze almak demektir.

Deniz Bulutsuz konuştu. Bir saat boyunca Ozan Güven’in şiddetine maruz kaldığını delilleriyle birlikte ortaya koydu. Eğitimli, kendi ayakları üstünde duran, özgür bir kadının da şiddete uğrayabileceğini gösterdi bize. Hem kendisini hem de bunu yaşayan veya yaşayabilecek olan başka kadınları düşünerek sessiz kalmadı.

Kadınlar açısından böyle beyanların hiç kolay olmadığını biliyoruz. Çünkü Güven gibi toplumun gözünde itibarlı ve nüfuzlu olan erkekler, güçlü ilişki ağları sayesinde korunup kollanıyor, yakın arkadaşımdır yapmaz kontenjanından aklanmaya çalışılıyor. Nitekim kendisine centilmen ve gönül adamı payesi vererek destekleyen de, böyle bir canilik yapacağına inanmadığını söyleyen de çıktı. Bunlar, faille göz önünde yapılan ittifaklar. Asıl bizim görmediğimiz, derinden ilerleyen öyle ittifaklar var ki, bunlar dolaylı olarak şiddeti meşrulaştırmaya yarıyor. Zaman zaman kişiler sadece sessiz kalarak bile bu ittifakların bir parçası olduklarını açık ediyorlar.

Akademisyen ve yazar Sara Ahmed’in dediği gibi, “Feminizm duyulmak için bağırmaktır; şiddeti görünür kılmak için bağırmaktır; feminizm ses kazanmaktır.” Bu yüzden bir kadın şiddet gördüğünü beyan ediyorsa elimizden geldiğince bunu duyurmak, onun sesine ses katmak boynumuzun borcu. Bu ne işe mi yarıyor? Her şeyden önce şiddet mağduruna yalnız olmadığını hissettiriyor. Hatta kadın dayanışmasının, başka şiddet vakalarında başka mağdurlara da kol kanat gereceği taahhüt edilmiş oluyor. Kadınlara, şiddete boyun eğmeme ve yaşadıklarını anlatma konusunda cesaret veriliyor. Ayrıca, faile sosyal yaptırım uygulanması için bir kamuoyu oluşmasını sağlıyor. Ahmet Kural’dan şiddet gören şarkıcı Sıla’ya verilen yoğun desteğin, Kural’ın Yapı Kredi Bankası’nın reklam kampanyalarından çıkarılmasıyla sonuçlandığını hatırlayalım.

Bu noktada, kolektif bir tavır ortaya koymanın önemine değinmek istiyorum. Örneğin, geçtiğimiz günlerde yayımlanan, 111 senaristin imzacısı olduğu bildiride, “Ozan Güven tarafından şiddete uğradığını beyan eden ve darp raporuyla mahkemeye başvuran Deniz Bulutsuz’un koşulsuz biçimde yanındayız,” denildi. İmzacılar, oyuncunun devam eden iş ortaklıklarıyla bağlı olduğu Ay Yapım, cmylmz Fikir Sanat ve Nulook film başta olmak üzere bütün yapımcı, kanal, menajer ve ilgili kuruluşları da açıklama yapıp tavır almaya davet ettiler. Bunun gibi kolektif eylemler, failin boykot ve protesto edilmesinin yolunu açıyor.

Senaristler mağdurla dayanışma içinde olduklarını ilan ederken, moda dergilerinin sürecin başından bu yana sessizliğe gömülmesi beni düşündürüyor. Oysa Bulutsuz, bu dergilerde editörlük yapmış bir kadın. Peki dergileri ortak ya da tekil bir tavır almaktan alıkoyan ne oldu? Bu, “Daha önce kadına karşı şiddetle ilgili konular yapmıştık. Bu konudaki tavrımız ortada,” gibi bir mazeretle savuşturulacak bir mesele değil. “Failin karşısında, mağdurun yanındayız,” diyen net bir duruşa ihtiyacımız var. Sanırım bu anlamda bir dayanışma kültüründen yoksunuz.

Halbuki moda dergilerinde feminizm, kadın güçlenmesi, bedenlerin ve kimliklerin çoğulluğu gibi meselelerin hiç olmadığı kadar çok konu edildiğini görüyoruz. Acaba bu konuları, zamanın ruhunun rüzgârı bizi o yöne sürüklediği için mi işliyoruz? Onları yeterince içselleştiremiyor muyuz? Bir meslektaşımız şiddete uğradığında sessiz kalmayı seçmenin eylemlerimizdeki çelişkiyi ortaya çıkardığını fark edemiyor muyuz? Dergi okurlarının, bu çelişkiyi anlamayacaklarını mı düşünüyoruz? Daha da önemlisi, kendimizle baş başa kaldığımızda bununla yüzleşmek bizi rahatsız etmeyecek mi?

Dergilerin Deniz Bulutsuz’un yanında olduklarını duyurması, okurlarına “Faillerin kurdukları bu düzenin yıkılması için elimizi taşın altına koyuyoruz. Değişimin ancak kadın dayanışmasıyla gerçekleşeceğine inanıyoruz,” demenin bir yolu olabilir. Bence bu sorumluluğu ıskalamayalım. (SEDA YILMAZ - T24)

Hiç yorum yok