Hükümet ve yandaşlarının Ayasofya’yı cami olarak kullanmak yoluyla laikliğe, Cumhuriyet’in kazanımlarına, evrensel ilkelere karşı bir 'zafer' kazandıklarını, Ayasofya’yı yeniden 'fethettikleri' duygusuna haiz olduklarını sanıyorum hepimiz gayet iyi biliyoruz...


Son bir iki gündür sosyal medyada gündemimizi meşgul eden bir tartışmamız daha oldu. Mart ayından bu yana Türkiye’de de etkilerini yaşadığımız küresel salgında, sınıfsal tabakalanmanın daha da görünür olduğu, eşitsizliklerin “yeni normal” adı altında hızla yeniden üretildiği, adaletin ayaklar altına alındığı, hak savunucularının türlü yeni baskılara maruz kaldığı ve burada say say bitmeyecek onca toplumsal, siyasal sorun içinde, aslında tam da bu sorunların göbeğinden türeyen bir sorunsal bu: Ayasofya’nın dini ibadete açılacak olması, yani müzeden camiye dönüştürülmesi...

Önemli bulsam da bu yazıda Ayasofya hakkında bir tarihi açılıma veya yapının niteliklerini saymaya girişmeyeceğim. Bunları merak edenlerin kolaylıkla ulaşabileceği çokça yayın, araştırma var. Bunun yerine toplumun tüm kesiminin tartışabileceği bazı sorgulamalar yapmak istiyorum. Zira artık dini amaçla kullanım kararı alınmış bir evrensel değer olan Ayasofya’nın başına gelenler, bugün Türkiye’nin içinde bulunduğu politik-ekonomik süreçle doğrudan bağlantılı. Bu nedenle Ayasofya’nın ne şekilde kullanılacağına ilişkin bir tartışmayı sadece bir kültürel değer, tarihi zenginliği olan bir mimarlık nesnesi olarak ele almamız yetersiz olacaktır. Olguyu, kendi tarihselliği içinde zaman zaman kullanım değişikliği yaşamış olan bu yapının bugün neden bu şekilde kullanılmak istendiğine ilişkin politik-ekonomik-toplumsal-sosyal bağlamı ile almakta yarar var. Gerçi bir kültürel değerin veya mimarlık nesnesinin de bu bağlamlardan azade bir durumu yok. Ancak mesleki tartışmalar, şeylerin tarihselliği üzerinden konuşurken o şeylerin varoluşunu sağlayan ortamın çatışma ve çelişkilerini ifade etmekten genellikle kaçınıyor. Ya dikkate almadıkları için ya da politik olmamak adına. Ve fakat politik olmayan, uluslararası ve ulusal politik-ekonominin gündelik hayatımıza sirayet etmediği bir şey olmadığını düşünmek –eğer arka planında bir ideolojik gerekçe yoksa- naiflik olacaktır. Bu naiflik de bizi her yeni gün yeniymiş gibi dertler edineceğimiz ama aslında sistemsel olanın tezahürü olan olgularla karşı karşıya bırakacaktır. Bu nedenle ideolojik çatışmanın bir kutbu olan hükümet ve yandaşlarının cephesinden çok, bu çatışmada söz konusu kutba kendini ait hissetmeyenlere yönelik bir değerlendirme yapmak istiyorum. Nitekim hükümet ve yandaşlarının Ayasofya’yı cami olarak kullanmak yoluyla laikliğe, Cumhuriyet’in kazanımlarına, evrensel ilkelere karşı bir “zafer” kazandıklarını, Ayasofya’yı yeniden “fethettikleri” duygusuna haiz olduklarını sanıyorum hepimiz gayet iyi biliyoruz.

Bu yazıyı kaleme alırken üyesi olduğum iki kurumun metni e-posta kutuma düştü. İlki “Ayasofya, dünyada barış ve dinler arası kardeşlik simgesi olarak tüm katmanlarıyla sunulmaya devam edilmelidir” başlığı ile ICOMOS Türkiye’nin, diğeri de “İnsanlığın ortak mirası Ayasofya’nın evrensel değerleri korunmalıdır” ile TMMOB Mimarlar Odası’nın metni (1, 2). Her iki metin de Ayasofya’nın değerlerinden, mimari niteliklerinden, korunması gerekliliğinden, neden müze olması gerektiğinden, bununla ilgili imza altında alınmış sözleşme ve yükümlülüklerden söz etmekte. Metinlerde yapının ibadet amaçlı kullanımının yapının bazı özgün niteliklerini zarara uğratacağı da çok açık ifade edilmiş olmamakla birlikte sezilmekte.

Öte yandan Web’de yapılacak basit bir taramada her iki metinde de ifade edilenlerin neredeyse hiç de umurunda olmayan bir ideolojik hesaplaşmanın, siyasal İslami bir hegemonyanın, bunlara bağlı toplumsal kutuplaşmanın olduğu rahatlıkla görülebilecektir. Mesele böylesine önemli bir tarihi yapının ilgili metinlerde gayet de iyi bir şekilde ifade edilen niteliklerinin sürmesinin ötesinde, tam da söz konusu yapının tanıklığı olan “fetih” ideolojisinin güncel siyasetteki karşılığıdır. Bu nedenle metinler ülkedeki sistemsel işleyişe kendi baktıkları mesleki, koruma açısından yanıt vermektedirler. Belki de tam da yapmaları gerektiği gibi. Bu kamuoyu açıklamalarının muhatabı olan kurumlar, yurttaşlar eğer aynı ideoloji ile olguya bakıyorlarsa metinleri kabul edeceklerdir. Ancak biliyoruz ki, bu işlev değişikliği kararını verenler ve bunu sevinçle karşılayanların, siyasal İslam’la ve mevcut sistemle bağları metinlerden tamamen zıt yöndedir.

Bu konuda bir de UNESCO’nun açıklaması var. Evrensel bir değer olan yapının korunmasını işaret eden bir açıklama. Bilindiği üzere UNESCO Birleşmiş Milletler’e bağlı hükümetler düzeyinde temsil edilen bir oluşum. Gerek Türkiye’de gerekse de dünyada ideolojik, politik çatışmalı ortamlardaki evrensel değere sahip olduğu ilan edilmiş ve Dünya Mirası Listesi’ne kabul edilmiş yapı-yerleşim, arkeolojik ve doğal alanların başına gelenlere ilişkin kayıtsızlığına, geç kalmış açıklamalarına vb. bakarsak UNESCO’nun duruşunu ayrıca tartışmak gerekir. Bu yazı içinde açamayacağım bu tartışma için UNESCO Karşı Forumu işaret etmek istiyorum. 16 Temmuz 2016’da yapmayı planladığımız, ancak tam da bir gün öncesindeki darbe girişimi nedeniyle bir kaç gün ertelediğimiz “UNESCO Neyi Koruyor Karşı Forumu” hakkındaki yazımın bu tartışmayı bir miktar açacağını düşünüyorum (3).

Burada kısaca ele aldığım metinleri de referans vererek ve bundan sonra bu ve benzeri konularda yapacağımız tartışmalardaki ele alış biçimlerimizi genişletmek, sorunların kökenine inmek umuduyla bir iki soru sormak istiyorum. Ufaktan cevaplarına da girerek ve yeni katkılara açık olarak...

Ayasofya neden tüm inançlara eşit mesafede durarak hepsinin izlerini taşıyacak bir biçimde değil de sadece bir dine yönelik ibadete açılmak istenmektedir?

Ayasofya tarihsel sürekliliği içinde yukarıda geçen ICOMOS ve TMMOB Mimarlar Odası metinlerinde de ifade edildiği gibi sayısız ideolojik-siyasi çatışmanın nesnesi olmuştur. Şu anda da yeniden böyle bir siyasi/ideolojik kutuplaşmaya alet edilmektedir. Bu sorunsala verilecek cevap Ayasofya’nın tarihi sürekliliği kadar bu ülkenin tüm değerlerinin, insanlarının, canlıların, doğanın barışçıl, adil, eşit, özgür ve laik bir yaşam sürmesi ile eşdeğerdir. Olguyu bu şekilde ele almadığımız takdirde daha nicelerine ilişkin basın açıklamaları yazacağımız, sosyal medyada kendi kendimize tartışacağımız maalesef çok açıktır.

Ayasofya neden dinler üstü bir yapı olarak yaşatılmalıdır?

İdeolojik, sınıfsal, etnik, dini, toplumsal cinsiyet vb. çatışmaların körüklendiği, kapitalist üretim ilişkilerinin bu kasıtlı ayrıştırmalardan beslendiği bir ortamda ihtiyacımız olan şey tüm ayrımları, eşitsizlik ve adaletsizliği ortadan kaldırmaktır. Ayasofya tarihi boyunca kiliseden, ek olarak aldığı minareler ile camiye dönüşmüş, oradan da kendisini var eden tüm kültürlerin/inançların ortak bir kesişimi olarak dinler üstü bir biçimde yaşatılmaktaydı. Burada mesele Ayasofya’nın müze/cami olmasının ötesinde ya da cami/kilise çatışmasının berisinde nasıl bir ülkede, ne şekilde yaşamak istediğimiz ile ilişkili bir sorunsaldır. Tartışmayı buradan sürdürmek ulusların çizdiği sınırları da, bedenlerimizin, ten renklerimizin, yaşam biçimlerimizin toplumsal karşılığı olan önyargıları da görmemiz için bir fırsat sunabilecektir. Ve her şeyin ötesinde geniş bir bakış açısına haiz olmak, karar verici egemenler karşısında, o sınıfa ait olmayan hepimizin, insan dışı canlıların, doğanın ezilen, sömürülen olduğunu, dini/etnik suni çatışmalar içinde ıskaladığımız şeyleri yeniden ve yeniden sorgulamamızı imkân tanıyabilecektir. (T. GÜL KÖKSAL - BİRGÜN)

T. GÜL KÖKSAL

Mimar-koruma uzmanı-kent hakkı aktivisti, Doç. Dr. KOÜ Mimarlık’taki görevinden 1 Eylül 2016’da barış imzası nedeniyle ihraç edildi.
ICOMOS Türkiye Web sayfası, duyurular sekmesi, 10 Temmuz 2020 tarihli açıklama,
TMMOB Mimarlar Odası Web sayfası,
T. Gül Köksal, “UNESCO Neyi Koruyor” Karşı Forumu hakkındaki yazı, Evrensel Gazetesi, 24 Temmuz 2016
Daha yeni Daha eski