EDEBİYATÇI SEFALETİ SEFALET EDEBİYATI Bir süredir sosyal medya hesaplarından, atalarının Kuvva-i Milliyeci olduğunu ve Ege’nin kurtuluşunda ...
EDEBİYATÇI SEFALETİ SEFALET EDEBİYATI
Bir süredir sosyal medya hesaplarından, atalarının Kuvva-i Milliyeci olduğunu ve Ege’nin kurtuluşunda önemli işler yaptıklarını belgeleriyle ispat çabasında olan öykücü yazar Ahmet Büke, geçtiğimiz günlerde Facebook hesabından yaptığı paylaşımla Van Çatak’ta patlama sonucu hayatını kaybeden iki işçi için Sol’a hesap soruyor. “Pekaka”yı suçlayarak, işçilerin hayatlarının Sol’un gündemine girmemesinden yakınıyor. Haber linki olarak da Cumhuriyet gazetesini paylaşarak, bu “saf”, “işçici”, “solcu”, “hassas edebiyatçı” tepkisini destekliyor.
Bu paylaşımı yapan kişi, elli yaşına gelmiş sosyalistlikten hapis yatmış “önemli” bir öykü yazarı. Senin çocukluk yıllarından beri bu ülkede bir savaş var, kanlı, acımasız, dengesiz, kirli bir savaş bu. Hasbelkader “sosyalist”likle tanışmış, insan, olay, gözleme kadar yeteneği olan biri olarak var saydığımız Büke’nin kontr-gerilla faaliyetlerinin her türlüsünün yaşandığı bir coğrafyada gerçekleşen bir olay için bu kadar kolay ve “safça” bir soru sorabilmesine hayret ettik. Yol, köprü, karakol vs. yapımı bahanesiyle ekosistemin katledildiği, binlerce ağacın katledildiği, dağların iş makineleriyle düzleştirilmeye çalışıldığı bir gerçeklikte, bu faaliyetlerin özgürlük savaşçıları ve yurtsever halk için istihbarî çalışmalar da demek olduğu gerçeğini bir çeşit ebleh solculuk “saflığıyla” konu etmesi ve devamında sarf ettiği “Kürtçü hareket” gibi argümanlar, bunun sadece bir soru değil, aynı zamanda ideolojik geçişi ve aynı zamanda sefaleti göstermesi bakımından önemlidir. İnsan, soru sormalıdır. Şüphe duymalıdır. Konu kesinlikle bu değildir, konu, sorunun soruluş şekli, referansı ve devamında ayyuka çıkan ilişki biçimidir.
Ünlü politik yazarımız, işçileri PKK’nin öldürdüğünden emin, ölen insanların işçi olduklarından da emin, bunları sorgulama ihtiyacı duymuyor elbette, çünkü Cumhuriyet gazetesi yazmıştır. Yukarıda saydığımız ihtimalleri, gerçekleri bir an olsun göz önünde bulundurmaya ihtiyaç yoktur. Asıl soru, "Sol ve sendikalar bunları neden görmüyor?"dur. Öyle ya sıraya girip kınamalı, Kürt Hareketi “işçi katili” ilân edilmeli, solculuğumuz bu Kürtçülerden kurtarılmalıdır.
Bir süre sosyal medya hesaplarından Ahmet Büke’ye de saldıran, ama görünüşe göre Büke’yi eksen kaymasından dolayı “Üstadım” mertebesine yükseltmiş yeminli Kürt ve devrimci düşmanı Aydınlıkçı Onur Caymaz, ellerini avuçlarını ovuşturarak konuya girer ve “kafası karışık” Büke’ye yol gösterir. “Pekaka yardakçıları niye ansın onları, Ahmetçim!” Ahmet Büke soğukkanlılığını korumaya çalışır bir intiba ile meseleye toptan bakmadığını ifade ediyor, ama esas çağrı, esas göz kırpma, esas sefalet Caymaz’dan geliyor: “Bakarsın zamanla, bende de öyle olmuştu, acımaz bak toptan bak, gel Kürt düşmanlığı, devrimci düşmanlığı, çok güzel ‘üstadım’ bak boy veriyorum, hiç tehlike yok, koş gel, severiz senin gibileri burada” diyor. Ne diyelim, kendisini Kürt karşıtı olarak konumlandırınca gidilecek yer, Aydınlık saflarıdır. “Kürtçü Hareket”i sevmeyen solcular bile bu haberi görmedilerse…
“Hiç beklemez değildik, ama yine de Onur Caymaz’ın muhatap olduğu bir ortamdan uzak durabileceğini umardık” diyeceğimiz Hüseyin Kıran ise o engin ve derin teorik-felsefi tahlilleri ile bu tartışmanın içinde kendisini gösteriyor. Neden? Hüseyin Kıran on yıl sosyalistlikten ceza yatmıştır, bunun için devleti değil devrimcileri suçluyor, bir çeşit iç pişmanlığını devrimcilerin “hatalarına” vurarak, birey olduğunu keşfetmiş, zihnî arınmaya soyunarak sözüm ona derinleşmiştir, devrimcilerden hiçbir şey öğrenmemiş, bir çeşit atanamamış Aytekin Yılmaz’dır bu minvalde, bütün kötülüklerin sebebi devrimcilerdir, yattığı yılların hesabını sorabileceği bir mercii olsa, orayı dövse sövse rahatlayacak, ama öyle bir yer yok, o yüzden genelleme yapacak, bütün bir cezaevi direniş tarihini, yaşam deneyimini karalayacaktır.
Geçmişte bir şekilde devrimcilik yapmış, ünlü yazar olduktan sonra burjuvaziye ricat etmemiş yazar örneği olamayacak maalesef Hüseyin Kıran. Böyle bir tartışma içerisinde belki de en pespaye deyişleri kullanarak giriş yapacak kadar düşkünleşecek. “Çok doğru soru” diyecek, “bu sendikalar, partiler gerçekten sol mu diye sorulabilir” diyerek “oradan Kürt milliyetçiliğinin zihnî tahakkümüne de gelinir” diye devam edecektir. Zira asıl kilit sözcükler, “Kürt milliyetçiliği” ve “zihnî tahakküm”dür.
Bunca yıldan sonra Kıran’a bu sefilliği karşısında kavram öğretmeye, hatırlatmaya kalkışacak değiliz. “Kürt milliyetçiliği” diye işaret ettiği, kuşkusuz bir bütün olarak Kürt Özgürlük Hareketi’dir her alanıyla. Elbette HDP’dir. “Zihnî tahakküm” HDP bileşenlerini işaret ediyor, Türkçesi, “solu Kürtler etki altına aldı, bu Kürtler de çok oluyor” olarak okunabilir. İnce bir Kürt düşmanlığının izlerini sürebilirsiniz bu sözlerde.
Bayım, yüz bin yıldır kalem kâğıt sizin elinizde, nereden çıkardınız “Kürt milliyetçiliğinin zihnî tahakkümü”nü? Kürtler, ulusal demokratik hakları için mücadele etmekten vazgeçmiyorlar, bunu da Türkiyeli sosyalist dost güçlerle birlikte yükseltiyorlar, siz burjuva bireyciliğiniz, ezen ulus milliyetçiliğiniz ve yazarlık kompleksleriniz yüzünden hayatın dışına sürüklenmiş olabilirsiniz, ancak zihnî yoldaşlık olarak okunabilecek bir gerçekliği zihnî tahakküm olarak okumak, bu kadar kötü, geri bir zihnî faaliyetin sonucu olabilir. “Demirtaş iyi, Kürt hareketi kötü” gibi sözleriniz hep üstün insan, büyük yazar pozlarınız, ücretli okuma-yazma kurslarınızla başlamadan biten, olmamış bir serüvensiniz. Burjuvazinin zihnî tahakkümü altında iyi yazarlık çıkaracağınıza inanıyoruz.
Yazarlığı halkın çocuklarının cebindeki üç beş kuruşa göz dikmeye doğru evrilen yazarın pazar arayışı, tüm bunlar. Kürt hareketi ve giderek Kürt halkı kriminalize edilir edilmez, arkasını dönüp topuklarını vura vura kaçacak yer arayan küçük burjuvazinin yeni pazar arayışı. En iyi pazarsa dirsek teması hiç kesilmemiş ulusol oluyor. İşler yolunda giderken gösterilen “Kürt dostluğu”, “sosyalistlik” de bir çeşit pazar arayışının sonucu olarak çıkıyor gün yüzüne. Bu Kürt ya da Türk yazar olmakla alakalı bir durum değil, zira CHP belediyelerinin edebiyat etkinliklerine açılabilmek için Cumhuriyetçi oluveren Kürt yazarlar da var, bu tamamen yazar olamamakla ilgili bir durum, daha doğru bir ifadeyle, sosyalist yazar olamamakla ilgili bir durum.
İdeolojik sefalet, sınıf bilincinin sinizmle zehirlenmesinden ve kendisini küçük burjuva milliyetçiliğinin kollarına atarak burjuvaziden konum dilenmekten ibaret. Onur Caymaz aynı yazışmada yolu göstermiş, “LGBTİ başkan, üç ayrı dilli tabela, 'bayan' demeyen, kadın falan olsun konu çözülüyor” diyerek “bunları reddet gel” diyor, “bunlardan vazgeç gel” diyor size, buyurun Hüseyin Kıran, “Kürt Milliyetçileri”nin “zihnî tahakkümü” bunlar. Edebiyatçının sefaleti mi sefaletin edebiyatı mı bu? (Sevinç Gençdal - 1 Haziran 2020 - İŞTİRAKİ)
Hiç yorum yok