Erdoğan kendini iktidara mahkum etti. Onun geri dönüşü yok. Köşeye sıkışmış bir kedi gibi. Her şeyi yapabilir ve yapmak zorunda. Bu nedenle ona bir kaçış yolu sunmak gerekiyor.
İşlediği suçlar nedeniyle iktidarı yitirdiği an kendini hapiste veya mahkemelerde bulacaktır. Burada muhalefet Erdoğan’a kaçacak bir delik bırakmalı ve bunu Erdoğan’a göstermelidir.
Muhalefet Erdoğan’ın direnişini kırmak için, ona dokunmamayı veya acık ve tarafsız bir mahkemeyi önermelidir. Yani yaptıkları yanına kar kalır yeter ki iktidarı meşru yollardan terk et demelidir.
(...) Aksi takdirde, Erdoğan’ın gitmesi de kalması da çok pahalıya mal olur.
Alışkanlıkla, meta ilişkilerinin kavramlıyla “Pahalı” dediğimiz Kan ve Can’dır.
BİR DARBE REJİMİNDE DARBELERE SALDIRMAK?
Önce şunu bilelim, bugünkü rejim, bir darbe girişimini kıştırtarak veya onu önceden haber alıp kullanarak yapılmış böylece darbe olduğunu gizleyen bir darbe rejimidir.
Tüm darbe rejimleri gibi en sıradan hukuk bile ayaklar altındadır. Herhangi bir başka darbe rejiminden farksızdır.
İçerikçe ve programca da faşist Türkçü ve İslamcıdır. Sela sesleri ile ve Türk bayrakları ile boğaz köprüsünde suçsuz ve teslim olmuş masum askerlerin kafasını keserek yerleşmiştir.
Aslında darbeyi kullanarak darbe yapan Erdoğan-Ergenekon ittifakı daha önce de, 7 Haziran seçim sonuçlarını tanımayarak, CHP’ye hükümet kurma görevi vermeyerek vs. bir darbe yapmıştı.
Buna rağmen iyice tecrit olmaya başlamıştı ki, bu birinci darbeye karşı bir darbe girişimini kullanarak veya kışkırtarak aynı darbe rejimi ikinci bir darbe yaptı.
Bu nedenle biz 15 Temmuz’u “darbe içinde darbe içinde darbe” diye tanımladık. Bu durumu en üzel tanımlayan imge iç içe geçen Rus bebekleridir.
Şimdi 15 Temmuz vesilesiyle darbelere küfretmek ve halkın darbeyi engellediğinden söz etmek, “Fetöcüler”i lanetlemek vs. aslında bugünkü darbeyi gizlemekte ona hizmet etmektir.
Aslında bütün bunlar ve bir darbe rejiminde yaşadığımızın söylenememesinin kendisi bir darbe rejiminde yaşadığımızın en esaslı kanıtıdır.
Şu ana kadar 15 Temmuz’da ne olduğu hala bilinmemektedir. Bilinmesi de bizzat derbeyi engellediğini söyleyen darbeciler tarafından engellenmektedir. Bizzat bu 15 Temmuz’da ne olduğunun bilinmemesinin kendisi bir darbe rejiminde yaşadığımızın bir diğer kanıtıdır.
Bir başka örnek ve delil.
CHP lideri Erdoğan’ın darbeyi bildiğini söylemektedir.
Bu ne demektir?
Mantık sonuçlarına götürdüğünüzde, darbeyi bilip engellemeyerek onu teşvik veya tahrik ederek kendi darbesini hazırladı ve yaptı demektir. A diyen B demiyorsa bunu dinleyicilerin aklına bırakıyor ve B demekten korkuyor demektir.
*
Her şey bu kadar açık.
Peki herşey bu kadar açık iken, tam da bir darbe rejiminde yaşadığımız için bu rejimin bir darbe rejimi olduğu söylenemiyorsa, nasıl birşey söylenebilir?
Ezop dili konuşulabilir.
Ama o imkan da yoksa en azından susulabilir.
O da yapılamıyorsa en azından bu darbeyle gelmiş rejimin ağzıyla konuşulmamaya dikkat edilir. Örneğin “fetöcü” kelimesi kullanılmaz veya en azından tırnak içinde kullanılır.
Örneğin bugünkü darbe rejiminin diliyle “fetöcüler” lanetleneceğine, Ergenekon’un veya özel savaş dairesinin de aynı fetöcüler gibi devleti elde tuttuğundan ve onların da onların yöntemiyle devleti ele geçirmeye çalıştığından ama bu kavgada Ergenekon’un şimdi avantajlı çıktığından söz edilebilir. İkisi arasında bir fark olmadığından söz edilebilir.
Tüm merkezi aygıtın ortadan kaldırıldığı, tüm mahalli yöneticilerin vs. gerçek bir fikir ve örgütlenme ortamında seçimle belirlendiği ve bunların gerçek iktidarı elerinde bulundurdukları bir nispeten demokratik bir ülkede devleti böyle içinden ele geçirme ve yönetmenin olanaksız olacağı, “Fetöcülüğü” mümkün kılanın bizzat bu devletin kendisi olduğu söylenebilir.
Fethullahçıların da bu devleti demokratikleştirmek gibi bir hedefleri olmadığından ama onun merkezi ve bürokratik yapısını ele geçirmek ve korumak ve yine bu aygıt aracılığıyla iktidar olmayı ve Erdoğan ile aynı hedefleri güttükleri söylenebilir.
Amaçları bakımından Erdoğan ve Fethullah’ın arasında bir fark olmadığı, sadecaynı amaca yönelik olarak farklı yöntemler kulandıkları söylenebilir.
Ama bütün bunları söylemeden, “fetöcüler devleti içinden ele geçiriyorlardı” demek, devet zaten başından beri ele geçirilmemiş gibi yapmak veya Ergenekonların, Özel Savaş Dairelerinin, Seferberlik Tetkik Kurullarının gerçekliğini yasal ve normal bir şeymiş gibi tanımlamak anlamına gelir.
*
Bir örnek. Dün tesadüfen Ruşen Çakır’ın Can Kozanoğlu ile yaptığı 15 Temmuz’a ilişkin bir söyleşiyi dinledim. Söyleşi tam da bir darbe rejimi içinde yaşadığımızı örtmeye yarıyordu.
Bir darbe rejimi içinde, az çok dinlenebilir ve izlenebilir bir yayın faaliyetini sürdürtebilmek için bu alanda bir şey söylememek, belli ölçüde uzlaşmalar anlaşılabilir. Haydut ya canını ya malını demişse, ona malını verip canını kurtarmak ve ilk fırsatta onu tepeleyebilmek için bunu yapmak anlaşılabilir.
Ama bu en azından bir uzlaşma yapıldığı, bir zorunluluktan dolayı böyle konuşulduğu dinleyenlere çaktırılabilir. Yani ne yapalım bu kadarını söyleyebiliyoruz falan tarzında bir imada bulunulabilir, bu hisssettirilebilir.
Ama yapılan bunların ötesindeydi. Özellikle Ruşen Çakır söz konusu olduğunda. Kozanoğlu daha nüanslı ifadeler kullanmaya çalışıyordu ve vurguları ve konuşmanın ağırlığının Ruşen Çakır’ın istediği noktalara kaymamasına çalışıyordu.
*
Her neyse.
Bir de bir darbe rejiminde yaşadığımızı gizleyen bir başka söz var. “Darbe iyi ki engellendi, yoksa çok kötü olurdu” söylemi.
Darbe engellenmedi darbe engellenir gibi yapılarak darbe yapıldı. Önce bunu unutmayalım.
Aslında soruyu şöyle sormak gerekir: “Hangi darbe, diyelim ki Erdoğan ve Ergenekon’un darbelerini yapmak için kışkırttığı ve kullandığı “Fetöcü ve Atlantikçi” darbe başarıya ulaşsaydı mı demokrasi mücadelesi için elverişli koşullar olurdu yoksa şimdiki rejim mi daha elverişli koşullar ve güç ilişkileri sunmaktadır?
Doğru soru budur.
Bu soruya elbette bir spekülasyon olarak bakılabilir ve bakılmalıdır. Ama bu darbeleri yapan güçlerin karakterleri ve dayandıkları güçler göz önüne alınarak yine de bazı çıkarsamalar yapılabilir.
Diyelim ki şimdiki darbecilerin iddiaları gerçeği yansıtıyor. Yani “fetöcüler” ve “Atlantikçiler” veya NATO’cular darbe girişimi yaptılar.
Bugünkü darbecilerin iddiasını doğru kabul edelim.
Buna göre o gece Atlantikçiler ve Fetöcüler darbe girişiminde başarılı olsalardı şimdikinden daha mı kötü olurdu?
Sanmıyorum.
Demokrasi mücadelesi için çok elverişli bir durum doğardı.
Çünkü bunların bir kitle desteği olmayacaktı. Doğrudan hiçbir partiye dayanamayacaklardı. İster istemez çok zayıf durumda olacaklardı. Öte yandan İslamcısından Ulusalcısına, Sosyalistinden Liberaline herkes birdenbire darbe karşıtlığında bir araya gelirdi.
Böylesine geniş güçleri kapsayan bir konumlanış karşısında darbe rejimi en azından tepkileri minimize etmek, karşı cepheyi dağıtmak, tereddütte bırakmak gibi bir strateji izlemek zorunda kalırdı. Bu da muhlefetin hareket alanının genişletirdi.
Ayrıca darbeciler Atlantikçi ve Fethullahçı olduğundan uluslararası dengelerde de daha ölçülü davranmak zorunda olurlardı.
İkisi de kitle desteği olmayan iki güç, kitle desteği sağlamak için çalışacaklardı ve bu muhalefete daha geniş bir hareket alanı sağlayşacaktı.
Bu gibi zorlukları nedeniyle belki şimdiye kadar çoktan darbeciler alaşağı edilmiş olurdu.
Şimdiki rejimde ise, Erdoğan’ın kitle desteği ile Ergenekon’un operasyonel gücü birleşmiş bulunuyor. Ergenekon alt sınıfları, politik islamı, Ergenekon da ulusalcılar, laikler vs. aracılığıyla CHP’yi ve CHP aracılığıyla da tüm muhalefeti paralize ediyor.
Halbuki diğer darbe başarılı olsaydı bütün bu Erdoğan-Ergenekon ittifakının paralize ettiği güçler geniş bir muhalefet cephesi oluştururlardı.
İkisi de birbirine muhtaçlar. Gerçi ikisi de ilerde muhtemel bir kapışmaya karşı sürekli mevzileniyorlar, güç biriktiriyorlar ama Erdoğan Ergenekonu tasfiye edecek kadar bir operasyonel güç biriktirinceyşe kadar bu iş birliği, bu simbiyoz yaşam devam edecek demektir.
*
Erdoğan kendini iktidara mahkum etti. Onun geri dönüşü yok. Köşeye sıkışmış bir kedi gibi. Her şeyi yapabilir ve yapmak zorunda. Bu nedenle ona bir kaçış yolu sunmak gerekiyor.
İşlediği suçlar nedeniyle iktidarı yitirdiği an kendini hapiste veya mahkemelerde bulacaktır.
Burada muhalefet Erdoğan’a kaçacak bir delik bırakmalı ve bunu Erdoğan’a göstermelidir.
Muhalefet Erdoğan’ın direnişini kırmak için, ona dokunmamayı veya acık ve tarafsız bir mahkemeyi önermelidir. Yani yaptıkları yanına kar kalır yeter ki iktidarı meşru yollardan terk et demelidir.
Bu öneri Erdoğan’a el altından değil, açıktan yapılmalıdır.
Böyle bir yöntemle, belki bir iç savaş veya başka bir darbe olmadan, bilinen parlamenter sistem ve en azından biçimsel olarak hukuğun yeniden geri gelmesi sağlanabilir. Zaten böyle bir program büün muhalefeti bir araya getirebilir ve en geniş cepheyi kurmayı sağlayabilir.
Bütün büyük stratejlerin dediği gibi fiziksel bir güç çatışması olmadan (yani savaş olmadan) böyle bir dönüşüm en ucuz ve sancısız biçim olabilir.
Bunun sonunda Türkiye demokratikleşir mi?
Ne gezer.
Türkiye’de demokrat yok ki demokratikleşsin.
En demokratı bile ulusun Türklükle tanımlanmış olmasına karşı, politik olanın (Yani devletin) bir dille, dinle tanımlanmasına karşı değil, herkesin anadilinde eğitim hakkı için, diyanetin lağvı, dinin ve dilin kişilerin özel sorunu olması için mücadele önermiyor ve böyle bir programdan yoksun.
Demokrasi ve demokratlık kavramı seçimlere yani bir karar alma yöntemine indirgenmiş bulunuyor.
Ama demokrasi politik anlamıyla insanların veya yurttaşların biçimsel eşitliği demektir her şeyden önce.
Biçimsel eşitlik ise, devletin dilinin, dininin, ırkının, “kültürünün”, “etnisinin” olmaması ile mümkün olur.
Var mı bugün Türkiye’de böyle bir programı olan. Kişi, çevre, akım, parti, hareket?
Yok.
HDP bile Türklüğün statüsünün ortadan kaldırılmasını değil, Kürtlüğün de statüsünün tanınmasını istiyor. Yani Türk devleti ve ulusuyla aynı ilkeyi savunuyor. Ulusun bir dille tanımlanmasına bir itirazı yok. Sadece kendisininkinin tanınmamasına itirazı var.
Bu demokratlık değildir.
Bu nedenle Demokrasi gelmez.
Demokrasi somut olarak Türkiye için, herşeyden önce Demokratların (Ulusun ve politik olanın bir dil, bir din ile tanımlanmasını reddedenler, ulusu ve devleti böyle tanımlamaya karşı tanımlayanların) Kürtler ve Türkler üzerinde (yani politik olanı Kürtlük ve Türklük, veya bir dil ve bir din ile tanımlayanlar üzerindeki) diktatörlüğü demektir.
Yani ulusu bir dille, dinle tanımlamayı reddedenlerin, ulusu bir dille dinle tanımlamak gerekir diyenler üzerindeki diktatörlüğüdür.
Bugün var olan diktatörlük, ulusu dinle, dille tanımlamak gerekir, dolayısıyla da Türklükle, Kürtlükle, İslamla vs. tanımlamak gerekir diyenlerin ulusu böyle tanımlamayı reddedenler üzerindeki, yani demokratlar üzerindeki diktatörlüğüdür.
Demokratlar ise bir elin parmaklarından fazla değil.
Bu nedenle kısa vadede demokrasi hayaldir.
Tabii bir de işin merkezi ve bürokratik cihazı parçalama boyutu var.
Ona daha hiç girmedik bile.
Uzun sözün kısası Türkiye’nin demokratikleşmesi için önce demokratların ortaya çıkması gerekir.
Demokratlar ise kısa vadede ortaya çıkamaz.
Bu nedenle en azından bir iç savaş olmadan iktidar değişikliği ve en azından az çok bir hukuk sisteminin geri gelmesi, yani eşitsizliklerin hukuka uygun olarak sürdürülür olması diyelim buna, olabilecek en az sancılı olasılık olarak görülmektedir.
Bu nedenle örneğen HDP, sosyalistler, Erdoğan’a iktidarı seçimle terk ettiği takdirde adil ve açık bir yargılama ya da yaptıklarının yanına kalmasını teklif edebilmelidirler. Onlar bunu yaparlarsa diğer partiler bunun karşısında tavır almak zorunda kalırlar. Hepsi de bunun peşine takılacaklardır.
Aksi takdirde, Erdoğan’ın gitmesi de kalması da çok pahalıya mal olur.
Alışkanlıkla, meta ilişkilerinin kavramlıyla “Pahalı” dediğimiz Kan ve Can’dır.
(DEMİR KÜÇÜKAYDIN - 16 Temmuz 2020 Perşembe)
İşlediği suçlar nedeniyle iktidarı yitirdiği an kendini hapiste veya mahkemelerde bulacaktır. Burada muhalefet Erdoğan’a kaçacak bir delik bırakmalı ve bunu Erdoğan’a göstermelidir.
Muhalefet Erdoğan’ın direnişini kırmak için, ona dokunmamayı veya acık ve tarafsız bir mahkemeyi önermelidir. Yani yaptıkları yanına kar kalır yeter ki iktidarı meşru yollardan terk et demelidir.
(...) Aksi takdirde, Erdoğan’ın gitmesi de kalması da çok pahalıya mal olur.
Alışkanlıkla, meta ilişkilerinin kavramlıyla “Pahalı” dediğimiz Kan ve Can’dır.
BİR DARBE REJİMİNDE DARBELERE SALDIRMAK?
Önce şunu bilelim, bugünkü rejim, bir darbe girişimini kıştırtarak veya onu önceden haber alıp kullanarak yapılmış böylece darbe olduğunu gizleyen bir darbe rejimidir.
Tüm darbe rejimleri gibi en sıradan hukuk bile ayaklar altındadır. Herhangi bir başka darbe rejiminden farksızdır.
İçerikçe ve programca da faşist Türkçü ve İslamcıdır. Sela sesleri ile ve Türk bayrakları ile boğaz köprüsünde suçsuz ve teslim olmuş masum askerlerin kafasını keserek yerleşmiştir.
Aslında darbeyi kullanarak darbe yapan Erdoğan-Ergenekon ittifakı daha önce de, 7 Haziran seçim sonuçlarını tanımayarak, CHP’ye hükümet kurma görevi vermeyerek vs. bir darbe yapmıştı.
Buna rağmen iyice tecrit olmaya başlamıştı ki, bu birinci darbeye karşı bir darbe girişimini kullanarak veya kışkırtarak aynı darbe rejimi ikinci bir darbe yaptı.
Bu nedenle biz 15 Temmuz’u “darbe içinde darbe içinde darbe” diye tanımladık. Bu durumu en üzel tanımlayan imge iç içe geçen Rus bebekleridir.
Şimdi 15 Temmuz vesilesiyle darbelere küfretmek ve halkın darbeyi engellediğinden söz etmek, “Fetöcüler”i lanetlemek vs. aslında bugünkü darbeyi gizlemekte ona hizmet etmektir.
Aslında bütün bunlar ve bir darbe rejiminde yaşadığımızın söylenememesinin kendisi bir darbe rejiminde yaşadığımızın en esaslı kanıtıdır.
Şu ana kadar 15 Temmuz’da ne olduğu hala bilinmemektedir. Bilinmesi de bizzat derbeyi engellediğini söyleyen darbeciler tarafından engellenmektedir. Bizzat bu 15 Temmuz’da ne olduğunun bilinmemesinin kendisi bir darbe rejiminde yaşadığımızın bir diğer kanıtıdır.
Bir başka örnek ve delil.
CHP lideri Erdoğan’ın darbeyi bildiğini söylemektedir.
Bu ne demektir?
Mantık sonuçlarına götürdüğünüzde, darbeyi bilip engellemeyerek onu teşvik veya tahrik ederek kendi darbesini hazırladı ve yaptı demektir. A diyen B demiyorsa bunu dinleyicilerin aklına bırakıyor ve B demekten korkuyor demektir.
*
Her şey bu kadar açık.
Peki herşey bu kadar açık iken, tam da bir darbe rejiminde yaşadığımız için bu rejimin bir darbe rejimi olduğu söylenemiyorsa, nasıl birşey söylenebilir?
Ezop dili konuşulabilir.
Ama o imkan da yoksa en azından susulabilir.
O da yapılamıyorsa en azından bu darbeyle gelmiş rejimin ağzıyla konuşulmamaya dikkat edilir. Örneğin “fetöcü” kelimesi kullanılmaz veya en azından tırnak içinde kullanılır.
Örneğin bugünkü darbe rejiminin diliyle “fetöcüler” lanetleneceğine, Ergenekon’un veya özel savaş dairesinin de aynı fetöcüler gibi devleti elde tuttuğundan ve onların da onların yöntemiyle devleti ele geçirmeye çalıştığından ama bu kavgada Ergenekon’un şimdi avantajlı çıktığından söz edilebilir. İkisi arasında bir fark olmadığından söz edilebilir.
Tüm merkezi aygıtın ortadan kaldırıldığı, tüm mahalli yöneticilerin vs. gerçek bir fikir ve örgütlenme ortamında seçimle belirlendiği ve bunların gerçek iktidarı elerinde bulundurdukları bir nispeten demokratik bir ülkede devleti böyle içinden ele geçirme ve yönetmenin olanaksız olacağı, “Fetöcülüğü” mümkün kılanın bizzat bu devletin kendisi olduğu söylenebilir.
Fethullahçıların da bu devleti demokratikleştirmek gibi bir hedefleri olmadığından ama onun merkezi ve bürokratik yapısını ele geçirmek ve korumak ve yine bu aygıt aracılığıyla iktidar olmayı ve Erdoğan ile aynı hedefleri güttükleri söylenebilir.
Amaçları bakımından Erdoğan ve Fethullah’ın arasında bir fark olmadığı, sadecaynı amaca yönelik olarak farklı yöntemler kulandıkları söylenebilir.
Ama bütün bunları söylemeden, “fetöcüler devleti içinden ele geçiriyorlardı” demek, devet zaten başından beri ele geçirilmemiş gibi yapmak veya Ergenekonların, Özel Savaş Dairelerinin, Seferberlik Tetkik Kurullarının gerçekliğini yasal ve normal bir şeymiş gibi tanımlamak anlamına gelir.
*
Bir örnek. Dün tesadüfen Ruşen Çakır’ın Can Kozanoğlu ile yaptığı 15 Temmuz’a ilişkin bir söyleşiyi dinledim. Söyleşi tam da bir darbe rejimi içinde yaşadığımızı örtmeye yarıyordu.
Bir darbe rejimi içinde, az çok dinlenebilir ve izlenebilir bir yayın faaliyetini sürdürtebilmek için bu alanda bir şey söylememek, belli ölçüde uzlaşmalar anlaşılabilir. Haydut ya canını ya malını demişse, ona malını verip canını kurtarmak ve ilk fırsatta onu tepeleyebilmek için bunu yapmak anlaşılabilir.
Ama bu en azından bir uzlaşma yapıldığı, bir zorunluluktan dolayı böyle konuşulduğu dinleyenlere çaktırılabilir. Yani ne yapalım bu kadarını söyleyebiliyoruz falan tarzında bir imada bulunulabilir, bu hisssettirilebilir.
Ama yapılan bunların ötesindeydi. Özellikle Ruşen Çakır söz konusu olduğunda. Kozanoğlu daha nüanslı ifadeler kullanmaya çalışıyordu ve vurguları ve konuşmanın ağırlığının Ruşen Çakır’ın istediği noktalara kaymamasına çalışıyordu.
*
Her neyse.
Bir de bir darbe rejiminde yaşadığımızı gizleyen bir başka söz var. “Darbe iyi ki engellendi, yoksa çok kötü olurdu” söylemi.
Darbe engellenmedi darbe engellenir gibi yapılarak darbe yapıldı. Önce bunu unutmayalım.
Aslında soruyu şöyle sormak gerekir: “Hangi darbe, diyelim ki Erdoğan ve Ergenekon’un darbelerini yapmak için kışkırttığı ve kullandığı “Fetöcü ve Atlantikçi” darbe başarıya ulaşsaydı mı demokrasi mücadelesi için elverişli koşullar olurdu yoksa şimdiki rejim mi daha elverişli koşullar ve güç ilişkileri sunmaktadır?
Doğru soru budur.
Bu soruya elbette bir spekülasyon olarak bakılabilir ve bakılmalıdır. Ama bu darbeleri yapan güçlerin karakterleri ve dayandıkları güçler göz önüne alınarak yine de bazı çıkarsamalar yapılabilir.
Diyelim ki şimdiki darbecilerin iddiaları gerçeği yansıtıyor. Yani “fetöcüler” ve “Atlantikçiler” veya NATO’cular darbe girişimi yaptılar.
Bugünkü darbecilerin iddiasını doğru kabul edelim.
Buna göre o gece Atlantikçiler ve Fetöcüler darbe girişiminde başarılı olsalardı şimdikinden daha mı kötü olurdu?
Sanmıyorum.
Demokrasi mücadelesi için çok elverişli bir durum doğardı.
Çünkü bunların bir kitle desteği olmayacaktı. Doğrudan hiçbir partiye dayanamayacaklardı. İster istemez çok zayıf durumda olacaklardı. Öte yandan İslamcısından Ulusalcısına, Sosyalistinden Liberaline herkes birdenbire darbe karşıtlığında bir araya gelirdi.
Böylesine geniş güçleri kapsayan bir konumlanış karşısında darbe rejimi en azından tepkileri minimize etmek, karşı cepheyi dağıtmak, tereddütte bırakmak gibi bir strateji izlemek zorunda kalırdı. Bu da muhlefetin hareket alanının genişletirdi.
Ayrıca darbeciler Atlantikçi ve Fethullahçı olduğundan uluslararası dengelerde de daha ölçülü davranmak zorunda olurlardı.
İkisi de kitle desteği olmayan iki güç, kitle desteği sağlamak için çalışacaklardı ve bu muhalefete daha geniş bir hareket alanı sağlayşacaktı.
Bu gibi zorlukları nedeniyle belki şimdiye kadar çoktan darbeciler alaşağı edilmiş olurdu.
Şimdiki rejimde ise, Erdoğan’ın kitle desteği ile Ergenekon’un operasyonel gücü birleşmiş bulunuyor. Ergenekon alt sınıfları, politik islamı, Ergenekon da ulusalcılar, laikler vs. aracılığıyla CHP’yi ve CHP aracılığıyla da tüm muhalefeti paralize ediyor.
Halbuki diğer darbe başarılı olsaydı bütün bu Erdoğan-Ergenekon ittifakının paralize ettiği güçler geniş bir muhalefet cephesi oluştururlardı.
İkisi de birbirine muhtaçlar. Gerçi ikisi de ilerde muhtemel bir kapışmaya karşı sürekli mevzileniyorlar, güç biriktiriyorlar ama Erdoğan Ergenekonu tasfiye edecek kadar bir operasyonel güç biriktirinceyşe kadar bu iş birliği, bu simbiyoz yaşam devam edecek demektir.
*
Erdoğan kendini iktidara mahkum etti. Onun geri dönüşü yok. Köşeye sıkışmış bir kedi gibi. Her şeyi yapabilir ve yapmak zorunda. Bu nedenle ona bir kaçış yolu sunmak gerekiyor.
İşlediği suçlar nedeniyle iktidarı yitirdiği an kendini hapiste veya mahkemelerde bulacaktır.
Burada muhalefet Erdoğan’a kaçacak bir delik bırakmalı ve bunu Erdoğan’a göstermelidir.
Muhalefet Erdoğan’ın direnişini kırmak için, ona dokunmamayı veya acık ve tarafsız bir mahkemeyi önermelidir. Yani yaptıkları yanına kar kalır yeter ki iktidarı meşru yollardan terk et demelidir.
Bu öneri Erdoğan’a el altından değil, açıktan yapılmalıdır.
Böyle bir yöntemle, belki bir iç savaş veya başka bir darbe olmadan, bilinen parlamenter sistem ve en azından biçimsel olarak hukuğun yeniden geri gelmesi sağlanabilir. Zaten böyle bir program büün muhalefeti bir araya getirebilir ve en geniş cepheyi kurmayı sağlayabilir.
Bütün büyük stratejlerin dediği gibi fiziksel bir güç çatışması olmadan (yani savaş olmadan) böyle bir dönüşüm en ucuz ve sancısız biçim olabilir.
Bunun sonunda Türkiye demokratikleşir mi?
Ne gezer.
Türkiye’de demokrat yok ki demokratikleşsin.
En demokratı bile ulusun Türklükle tanımlanmış olmasına karşı, politik olanın (Yani devletin) bir dille, dinle tanımlanmasına karşı değil, herkesin anadilinde eğitim hakkı için, diyanetin lağvı, dinin ve dilin kişilerin özel sorunu olması için mücadele önermiyor ve böyle bir programdan yoksun.
Demokrasi ve demokratlık kavramı seçimlere yani bir karar alma yöntemine indirgenmiş bulunuyor.
Ama demokrasi politik anlamıyla insanların veya yurttaşların biçimsel eşitliği demektir her şeyden önce.
Biçimsel eşitlik ise, devletin dilinin, dininin, ırkının, “kültürünün”, “etnisinin” olmaması ile mümkün olur.
Var mı bugün Türkiye’de böyle bir programı olan. Kişi, çevre, akım, parti, hareket?
Yok.
HDP bile Türklüğün statüsünün ortadan kaldırılmasını değil, Kürtlüğün de statüsünün tanınmasını istiyor. Yani Türk devleti ve ulusuyla aynı ilkeyi savunuyor. Ulusun bir dille tanımlanmasına bir itirazı yok. Sadece kendisininkinin tanınmamasına itirazı var.
Bu demokratlık değildir.
Bu nedenle Demokrasi gelmez.
Demokrasi somut olarak Türkiye için, herşeyden önce Demokratların (Ulusun ve politik olanın bir dil, bir din ile tanımlanmasını reddedenler, ulusu ve devleti böyle tanımlamaya karşı tanımlayanların) Kürtler ve Türkler üzerinde (yani politik olanı Kürtlük ve Türklük, veya bir dil ve bir din ile tanımlayanlar üzerindeki) diktatörlüğü demektir.
Yani ulusu bir dille, dinle tanımlamayı reddedenlerin, ulusu bir dille dinle tanımlamak gerekir diyenler üzerindeki diktatörlüğüdür.
Bugün var olan diktatörlük, ulusu dinle, dille tanımlamak gerekir, dolayısıyla da Türklükle, Kürtlükle, İslamla vs. tanımlamak gerekir diyenlerin ulusu böyle tanımlamayı reddedenler üzerindeki, yani demokratlar üzerindeki diktatörlüğüdür.
Demokratlar ise bir elin parmaklarından fazla değil.
Bu nedenle kısa vadede demokrasi hayaldir.
Tabii bir de işin merkezi ve bürokratik cihazı parçalama boyutu var.
Ona daha hiç girmedik bile.
Uzun sözün kısası Türkiye’nin demokratikleşmesi için önce demokratların ortaya çıkması gerekir.
Demokratlar ise kısa vadede ortaya çıkamaz.
Bu nedenle en azından bir iç savaş olmadan iktidar değişikliği ve en azından az çok bir hukuk sisteminin geri gelmesi, yani eşitsizliklerin hukuka uygun olarak sürdürülür olması diyelim buna, olabilecek en az sancılı olasılık olarak görülmektedir.
Bu nedenle örneğen HDP, sosyalistler, Erdoğan’a iktidarı seçimle terk ettiği takdirde adil ve açık bir yargılama ya da yaptıklarının yanına kalmasını teklif edebilmelidirler. Onlar bunu yaparlarsa diğer partiler bunun karşısında tavır almak zorunda kalırlar. Hepsi de bunun peşine takılacaklardır.
Aksi takdirde, Erdoğan’ın gitmesi de kalması da çok pahalıya mal olur.
Alışkanlıkla, meta ilişkilerinin kavramlıyla “Pahalı” dediğimiz Kan ve Can’dır.
(DEMİR KÜÇÜKAYDIN - 16 Temmuz 2020 Perşembe)