ABD ve Batı Avrupa'nın önde gelen gazete ve dergilerinde önemli bir kısımdır "Obituary" kısmı, dilimize "Ölüm ilanı" olarak çevrilebilirse de tam anlamı karşılamamaktadır. Kelimenin kökeni Latince “ölüm” anlamına gelen “obitus” kelimesinden gelmektedir. Bu tür yazıların amacı hayatını kaybetmiş olan kişinin yaşamı boyunca gerçekleştirdiklerinin hikayesinin anlatılmasıdır.
Yakın zamanda vefat eden Özdemir Bayraktar hakkında günlük yayın yapan gazetelerde çıkan haberlerde, siyasetle harmanlanan başsağlığı paylaşımlarını takip etmişsinizdir. Genellikle kültürümüzde ölünün arkasından kötü konuşmamak, atasözlerimize bile girmiş olan "kör ölür badem gözlü olur" sözüyle uyumlu şekilde güzellemelerin ötesine geçmiyor. Ancak daha önce de yapıldığı gibi bu bahaneyle gerçekleri paylaşmaktan geri durmamak gerekiyor. Ölünce “Milli SİHA’nın babası” ilan edilen Bayraktar hakkında ne biliyoruz gelin bir bakalım isterseniz…
1946 doğumlu olan Bayraktar, başarılı bir öğrencidir. İstanbul Teknik Üniversitesi Makina Mühendisliğini 1972 yılında bitirdikten sonra akademik alanda devam ederek yüksek lisans derecesini alır. Bundan sonraki dönemde çeşitli işletmelerde makina mühendisliği yapar. Hikâyenin devamı oldukça ilginç: 12 Eylül Darbesi’nin ardından 1984 yılında “sadece bir matkap tezgahıyla” kurulan Baykar Makina’nın öyküsü.
Özallı yılları, o dönemin Türk-İslam sentezi ideolojisini, liberalizm rüzgarlarını anımsayınca Bayraktar’ın “teknik” bir isim olarak önünün açıldığı görülüyor. 38 yaşında görece geç bir dönemde “sektöre” giriş hikayesi bu şekilde, şirketin gelişmesine etkide bulunan faktörlerden birisi de şüphesiz aşağıdaki fotoğrafta görülüyor.
Erbakan ve Bayraktar |
Bayraktar markasının bugün bilinen İnsansız Hava Aracı (İHA) alanına giriş yapması genç nesil Bayraktarların sürece dahil olmasıyla başlıyor. Elbette 2000 yılında adımları atılan bu girişimin AKP’nin ilk iktidar yıllarıyla çakışması ve “önemsiz” bir firmanın Türk Silahlı Kuvvetleri'yle, TAI gibi dev firmalarla çalışması tesadüf değil.
2005 yılında TAI Tesislerinde yapılan denemelerden |
Türkiye savunma sanayii, 1970’li yıllarda başlayarak emperyalizmin dümen suyundan çıkmayacak şekilde ağır aksak da olsa emeklemeye başladı. Bu dönemi Özallı yıllar izlemiş, uluslararası piyasalara açılması teşvik edilen özel sektöre mali devlet desteği sağlanmış, küresel aktörlerle teknoloji transferi/üretim ve montaj anlaşmaları imzalanmıştır.
90’lı yıllarda lisans ücreti ödenerek, tasarıma dair hiçbir girdide bulunmaksızın seri üretimler gerçekleştirildi. AKP iktidarının kurumsallaşmaya başladığı 2010’lı yıllarda savunma sanayiinin hedefi özgün ürünler tasarlamak, geliştirmek ve ihraç etmek oldu, bu konuda önemli adımlar atıldı. Bu alanlardan birisi de İHA alanı.
TSK 1980’li yılların ortasından itibaren İHA’lara özellikle yurt içinde PKK'ye dönük askerî harekâtlarda keşif ve gözetleme görevleri için başvurdu. Ancak ABD’den alınan GNAT-750 ve İsrail’den alınan Heron’lardan istenen verimin alınamadığı söylendi.
Türkiye’de İHA çalışmaları TAİ bünyesinde 2004 yılıyla beraber başlatıldı. Türkiye 2015 yılıyla beraber TAİ imalatı olan ANKA ve Baykar Makina ürünü olan Bayraktar İHA’larıyla beraber bir seviyeyi geride bıraktı.
SİHA sanayiinde Türkiye sermayesinin askeri ve ekonomik yönelimleri de genel eğilimle paraleldir. Bugün İHA ve SİHA ihraç edilen ülkeler arasında Pakistan, Tunus, Suudi Arabistan, Ukrayna, Katar sayılabilir.
Boyalı basında, Özdemir Bayraktar'ın İHA geliştirme faaliyetleri kapsamında Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde Türk Silahlı Kuvvetleri personeliyle beraber çalışırken çektirdiği fotoğraflar da yayınlanmaya başladı. Bu fotoğraflardan birisinde İHA konusunda çalışmaların içinde doğrudan yer almış olan Yarbay Melih Gülova'ya dair paylaşımlar dikkat çekiyor. Burada 2007 yılında bölgede silahlı çatışma sonucu hayatını kaybeden Gülova'nın çabalarının sonuçlandırıldığı ve vasiyetinin yerine getirildiği belirtiliyor.
Doğrudur, Gülova’nın çalışmalarının sonuç vermiştir. Ancak konu fotoğraflardan açıldıysa pek kimsenin üzerinde durmadığı bir ayrıntıya da biz işaret etmiş olalım. Bu fotoğraf da boyalı basından:
Baba-oğul Bayraktarlar Ergenekon'da hüküm giyen Hasan Iğsız Paşa'ya sunum yapıyor |
Fotoğrafta sunum yapılan üst düzey komuta heyeti arasında dönemin 2. Ordu komutanı Orgeneral Hasan Iğsız da bulunuyor. Bu isim bazılarına tanıdık gelecektir ancak yine de anlatalım: 1946 doğumlu olan Iğsız, 1976 yılında Kara Kuvvetleri Harp Akademisinden mezun olmuştur. Brüksel'deki NATO Karargâhında görev yapmış, 1993 yılında Tuğgeneral olmuştur. 2006 yılında orgeneralliğe terfi ettikten sonra 2008 yılında Genelkurmay II. Başkanlığı'na, 2009 yılında da 1. Ordu Komutanlığı'na atanmıştır. 2010 yılında hükümet aleyhine faaliyetleri gerekçe gösterilerek emekli edilmiş, 2011 yılında tutuklanarak cezaevine gönderilmiştir. 2013 yılında Ergenekon Davası kapsamında yargılanmış ve müebbet hapis cezasına çarptırılmıştır. Sonraki süreçte tahliye edilse de bozulan kararlar, temyizlerle süreç devam etmiştir.
Yaklaşık olarak aynı yıllarda doğmuş olan bir komutan, bir patron. Birisi diğerinin dünya görüşünden nefret etmesine rağmen onun teknik bilgi ve becerisini kullanıyor, diğeriyse onun tam karşısında benzer bir hesapla duruyor. Ancak ikisi de aynı düzene hizmet ediyor. AKP'nin saldırgan dış politikasının en önemli enstrumanlarından olan İHA'ların "babası" bir süredir Erdoğan'la ittifak halindeki askerler için de muteber oluyor. Böylece arkasından gözyaşı dökülecek milli bir figür çıkıyor.
Vatan topraklarını korumak için bilgisini, birikimini kullanan dini bütün bir iş adamı mıydı Özdemir Bayraktar? Çığır açan bir teknolojiyi ilk kullanan, savaşların kaderini belirleyen bir öncü müydü? Yoksa kapitalizm koşullarında kâr peşinde koşarken mensup olduğu Millî Görüşçü akıma da göz kırpan bir patron mu? Bunun cevabını tarih verecek. Ancak kesin olan şudur ki, AKP iktidarıyla birlikte gömlek değiştiren ve artık ülke sınırlarına sığmayan Türkiye burjuvazisi ve egemen güçleri; türünün ne ilk örneği ne de en gelişkin örneği olmasına rağmen uygun bir konjonktürde umulmadık başarı kazanan bir silah sayesinde kendi çöplüklerinde emperyalizmin bıraktığı boşlukları doldurmaya heveslenebilmiş, askerî maceralara kalkışabilmişlerdir. Dolayısıyla herhangi bir fotoğraftaki silahı kimin ürettiği veya kimin denetlediği değil, son tahlilde kimin çıkarları için kim tarafından kullanıldığı belirleyicidir. (OKAN ATAER - SOL.ORG)