Öğretmenlerin apolete değil, güvenceli bir işe, güvenli geleceğe ihtiyacı var
Eğitimin ve eğitim emekçilerinin, başta insanca yaşanacak bir ücret ve çağdaş, laik, bilimsel, anadilinde eğitim hakkı olmak üzere temel sorunları dururken, AKP-MHP iktidarı öğretmenleri köleleştiren, halkın değil iktidarın öğretmeni haline getiren çeşitli uygulamaları hayata geçirmeye çalışmakta. Parası olanın alıp sattığı bir metaya dönüştürülüp üstüne dinci gerici politikalarla tahrip edilen eğitim, “Öğretmenlik Meslek Kanunu” adı altında bir garabetle iyiden iyiye içinden çıkılmaz bir sorun yumağı haline getirildi. Başta Eğitim Sen olmak üzere bazı öğretmen örgütlerinin ve eğitim emekçilerinin hiçbir görüşünü almadan, tartışmadan, sadece yandaş sendikalarla kapalı kapılar ardında sürdürdüğü görüşmeler sonucunda Meclis çoğunluğuna dayanarak çıkardığı Öğretmenlik Meslek Kanunu ile iktidar bir yandan öğretmenleri öğretmen-aydın olmanın sorumluluk bilincini ortadan kaldırarak iktidarın öğretmeni haline getirirken diğer yandan özel sektörde (özel okul, dershane, etüt merkezi vb.) çalışan öğretmenleri yok saymış, onların yaptığı faaliyet sanki eğitim-öğretimin dışındaymışçasına her şeyi patronların iki dudağı arasına bırakıp özel sektör öğretmenlerini kölelik koşullarında çalışmaya mahkûm etmeyi amaçlamıştı.
Yasanın 3. maddesinin ilk fıkrasındaki “Öğretmenlik, eğitim ve öğretim ile bununla ilgili yönetim görevlerini üzerine alan özel bir ihtisas mesleğidir” ibaresinin yanına son fıkrasındaki “Öğretmenlik mesleği; aday öğretmenlik döneminden sonra öğretmen, uzman öğretmen ve başöğretmen olmak üzere üç kariyer basamağına ayrılır” ibaresi eklendiğinde çelişkili bir durum ortaya çıkmaktadır. Bu durumun “öğretmenlerin çalışma şartları, eğitimde kalitenin yükseltilmesi için belirlenen amaçları gerçekleştirmek üzere düzenlenmesi” ile açıklanması da mantıksal hatalarla doludur. Bu yasanın sonuçları eğitim emekçilerinin yapısal sorunları ile birlikte düşünüldüğünde, değil sorunları çözmek, var olan sorunları daha da içinden çıkılmaz hale getireceği çok aşikârdır. Bu yazının ana fikrini oluşturan, tartışmalı bu yasa ve uygulamalarda çıkacak olası sorunlar, eğitim emekçilerinin temel sorun alanlarından birini oluşturmaya aday görünmektedir. İktidarın eğitim alanında dinci gerici anlayışına uygun kadro devşirmeye yönelik bu yaklaşımı yeni değildir; daha önceki girişimleri, başta Devrimci Öğretmenler olmak üzere tüm eğitim emekçilerinin hafızalarındadır.
Hatırlanacağı üzere AKP’nin ilk döneminde hedefinde yine öğretmenler vardı. 2004 yılında başta Devrimci Öğretmenler olmak üzere eğitim emekçilerinin en büyük örgütü olan Eğitim Sen ve öğretmenlerin büyük çoğunluğunun “Apolet Yasasına Hayır” diyerek karşı çıkmasına rağmen çıkardığı 5204 sayılı yasa ile uzman/başöğretmenlik mevzuata sokmuştu. O dönemde büyük eğitimci yürüyüşü ile Ankara’ya ulaşmak üzere ülkenin dört bir yanında yola çıkan on binlerce eğitim emekçisi yol boyu engellemeler, saldırılarla yıldırılmaya çalışılmış, o dönemin sendikal önderliğinin ikircikli tutumuna rağmen başta Devrimci Öğretmenler olmak üzere Eğitim Sen kitlesinin büyük çoğunluğu ile birlikte itirazımızı Ankara’da yüksek sesle dile getirmiştik. Devrimci Öğretmenler tutum belgesi açıklayıp, irade beyanında bulunarak sınava girmeyeceğini Türkiye kamuoyu ile paylaşmıştı. Ancak iktidar bütün itirazlara bugünkü gibi kulaklarını tıkayıp Meclis çoğunluğuna dayanarak bu yasayı çıkarmıştı. O dönemde bu yasa ana muhalefet partisi tarafından Anayasa Mahkemesi’ne taşınmış, Anayasa Mahkemesi verdiği kararda tüm öğretmenlerin erişim imkânına sahip olmadığı hizmet içi eğitimin değerlendirme kriteri olmasını ve “Toplam serbest öğretmen kadro sayısı içinde, başöğretmen oranı %10, uzman öğretmen oranı %20’dir” hükümlerini iptal etmişti. Ancak Anayasa Mahkemesi kararları geriye yürümediğinden mahkeme kararı çıkana kadar yapılan işlemler (sınavlar, değerlendirmeler, uzman/başöğretmen, ödemeler, unvanlar) kazanılmış hak olarak aynen uygulamaya devam etti. Sonraki süreçte TBMM’nin düzenleme yapması beklendiyse de aradan geçen 18 yıllık süreçte bir düzenleme yapılmadı.
18 yıl sonra geçen yasa, Anayasa Mahkemesi süreci, seçim süreci…
Bir iktidar klasiği olarak 18 yıl sonra yeniden gündeme getirilen (2004 yılından tek farkı artık ülkede Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi adı altında tek adam diktatörlüğüne dayalı bir rejimin oluşu ve iktidarın Cumhur İttifakı adlı AKP-MHP fiili koalisyonunda olmasıydı) ve hiçbir tartışma düzlemi yaratmadan Meclis çoğunluğuna dayanılarak geçirilen 3 Şubat 2022 tarihli ve 7354 sayılı Öğretmenlik Meslek Kanunu ana muhalefet partisi tarafından Anayasa Mahkemesi’ne taşındı. Öğretmenlik gibi özel ihtisas gerektiren bir mesleğe ilişkin bu yasa ile öğretmenlerin aynı işi yapmalarına rağmen bir sınavdaki başarılarına göre kariyer basamaklarına göre ayrı ayrı ücretlendirilmesinin Anayasa’nın eşitlik ilkesine aykırılığı başta olmak üzere bir dizi gerekçeyle bazı maddelerinin iptali için AYM’ye başvuruldu. AYM de 21 Nisan 2022 tarihinde dosya hakkında “esasının incelenmesine” ve “yürürlüğü durdurma talebinin esas inceleme aşamasında karara bağlanmasına” karar verdi.
AYM’nin Öğretmenlik Meslek Kanunu’nu esastan inceleyip karara bağlamasının gündemde olduğu şu günlerde Milli Eğitim Bakanlığı öğretmenleri kendi içinde bölüp parçalayan, Anayasa’nın eşitlik ilkesine aykırı olarak aday öğretmen, öğretmen/uzman ve başöğretmen diye ayıran, zaten bir uzmanlık olan öğretmenliği aynı iş yapıldığı halde hiçbir iş tanımı yapmadan kariyer basamaklarına ayırarak işyeri barışını bozan Öğretmenlik Meslek Kanunu’na ilişkin önce yönetmelik sonra da öğretmenlik kariyer basamaklarına ilişkin takvimi yayımladı. İktidarın önceki AYM sürecini göz önünde bulundurarak, AYM kararının geriye yürümediğinin bilgisiyle, bu yasanın önce yönetmeliğini ardından uygulama takvimini yayımlaması, kendi yandaşlarını her türlü şaibeyi de işin içine katarak kayıracağının, öğretmenleri değil seçimi dolayısıyla iktidarını sürdürmeyi düşündüğünün ve bunu tamamen bir seçim yatırımı olarak gördüğünün açık göstergesidir.
Öğretmenlik Meslek Kanunu ile ilgili olarak MEB’in kendi web sayfasında, hazırladığı yönetmelik taslağını yayımlayarak yönetmeliğin son halinin oluşturulmasında öğretmen görüşlerine başvurması, görüş ve önerilerini toplamasının göstermelik olduğunu o dönemde söylemiştik. Öğretmenlik Meslek Kanunu gibi bir milyonu aşkın öğretmeni ilgilendiren bir kanunun uygulanmasına dair yönetmelik 12 Mayıs 2022 Perşembe tarihli 31833 sayılı Resmî Gazete’de yayımlandığında MEB’in önceden hazırlayıp öğretmenlerin sözde görüş ve önerilerine açtığı yönetmelik taslağından çok da farklı olmadığını gördük. Öğretmenlik Meslek Kanunu’nun hazırlanışındaki, yangından mal kaçırma mantığını sözde öğretmenlerin önerisine açması hariç bu yönetmelikte de görmekteyiz. Kanunu bir meslektaşımızın ders arası teneffüste kaleme alsa bu halinden daha iyi olacağını yasa çıktığında söylemiştik.
Yönetmelikte göze çarpanlar
Yönetmeliğe şöyle bir göz attığımızda özünde yasa maddelerini tekrardan öte gitmediğini görmekteyiz. Elbette ki bir yönetmeliğin yasayı esas almak, ona aykırı olmamak zorunda olduğunun ayırdındayız. Ancak MEB’in kendi web sayfasında yönetmelik taslağına ilişkin eğitim emekçilerinden görüş istemesine bağlı olarak eğitim emekçilerinin beklentisinin yüksekliğini düşündüğümüzde çıkan yönetmeliğin bu beklentilerin çok altında olduğu görülmektedir. Bir yandan öğretmenliğin ihtisas (uzmanlık) gerektiren bir meslek olduğu ifade edilirken diğer yandan hiç farklı iş tanımı yapmadan aynı işi yapan öğretmenleri kendi içinde öğretmen, uzman ve başöğretmen olarak sınıflandırmakla çalışanları biri birine düşürmekten başka bir işe yaramayacak olan bu yasa (hele ki aday öğretmenlik süreci ile birlikte ele alındığında) halkın (geleneksel deyimiyle devletin) değil olsa olsa iktidarın öğretmeni gibi bir durumu önümüze getirmektir. ÖMK’nin 6. maddesinin 3. fıkrasında şöyle deniliyor: “Yüksek lisans eğitimini tamamlayanlar uzman öğretmen unvanı için öngörülen, doktora eğitimini tamamlayanlar ise başöğretmen unvanı için öngörülen yazılı sınavdan muaf tutulur.” Aynı şekilde yönetmeliğin 13. maddesinde ise şöyle deniliyor: “Lisansüstü eğitimini tamamlayan öğretmenler uzman öğretmen unvanı için öngörülen; doktora eğitimini tamamlayan uzman öğretmenler ise başöğretmen unvanı için öngörülen yazılı sınavdan muaf tutulur.” ÖMK ve yönetmeliğe baktığımızda yüksek lisans ve doktora yapanların sınavdan muaf tutularak yüksek lisans yapanların uzman öğretmenliğe, doktora yapanların başöğretmenliğe başvurabileceğini belirtilmiş. Ancak burada dikkat çeken şey yüksek lisansın tezli mi tezsiz mi olduğu, yine yüksek lisans ve doktorayı yapan öğretmenin bunu kendi alanında mı yoksa başka alanda mı yaptığına ilişkin bir kriterin olmamasıdır. Başka alanda yapılan yüksek lisans/doktora o branşın öğretmenine, öğretmenlik mesleğine ne gibi katkısı olduğu ciddi soru işareti doğurmaktadır. Uzunca bir süredir (2004’te çıkarılan öğretmenlerin kariyer basamakları kanunundan sonra) özellikle yandaş sendikaların kimi özel üniversitelerle anlaşmalar yaparak para karşılığı üyelerine indirimli aldığı (özellikle yüksek lisans belgelerinin) bu belgelerin ne amaçla alındığını göstermesi bakımından oldukça anlamlıdır.
Yönetmeliğin “Merkez Sınav Komisyonunun Oluşumu ve Çalışma Usulü” bölümünde 17. maddede “Merkez Sınav Komisyonu; Ölçme, Değerlendirme ve Sınav Hizmetleri Genel Müdürünün başkanlığında, Öğretmen Yetiştirme ve Geliştirme Genel Müdürlüğü, Ölçme, Değerlendirme ve Sınav Hizmetleri Genel Müdürlüğü ve Personel Genel Müdürlüğünden birer daire başkanı ile bir hukuk müşavirinden/avukattan oluşur. Aynı usulle birer yedek üye belirlenir” denilmektedir. Sınav komisyonu doğrudan MEB bağlı olarak çalışmaktadır. Tek adam rejiminin yukarıdan aşağıya devleti yeniden ihdas ettiği olgusundan hareket edecek olursak bu kurulların güvenilirliğine dönük önceki süreçlerden (yöneticilik sınavları) yandaş sendika üyelerine soruların önceden verildiğine ilişkin fazlasıyla şaibe olduğunu düşündüğümüzde bu sınavların güvenilirliği fazlasıyla zan altında olacaktır. ÖSYM gibi kurumun güvenilirliği geçmişte çalınan sorularla hala tartışmalı olduğu gerçeği gözler önündeyken MEB gibi düzenlediği şuralardan düzenlediği sınavların sorularına kadar adrese teslim bir çalışma düzeneğinin uzman, başöğretmen sınavlarında da aynı şekilde devam edeceği şüphesi hâkim bir kanaat olarak sürecektir. Aynı şekilde il değerlendirme komisyonlarının oluşumu ve çalışmasında da bu şüpheler devam edecektir. Bunun temel nedeni ise iktidarın toplumu kutuplaştıran uygulamalarına bağlı olarak devleti parti devleti düzeneğine sokması, liyakatsizliği, yolsuzluğu, kayırmacılığı, temel bir yaklaşım haline getirmesidir.
Bu durum tek adam rejimi ile birlikte düşünüldüğüne iktidarın devleti ve kamu çalışanlarını (öğretmenlerde dâhil) kendine bağladığı, faşizmin kurumsallaşmasında önemli mihenk taşı olduğu görülecektir. Eğitim alanında ‘15 Temmuz darbe girişimi’ sonrasında öğretmenlerin AKP-MHP il ilçe teşkilatlarının listeleriyle sözleşmeli olarak alındığını bunların kadroya 3+1 yıl sonra kadroya geçirildiğini birlikte ele aldığımızda bu yasa ile birlikte yeni sorun alanlarının bizleri beklediğini görmekteyiz. İktidarın emperyalist kapitalist sistemin bir parçası olarak kamunun tasfiyesi ve güvencesiz çalıştırmayı bir strateji olarak hayata geçirmeye çalıştığı gerçeği olarak düşündüğümüzde ÖMK bunun bir parçası olduğundan hareketle meseleyi bütünlükle değerlendirmek gerekliliği bir zorunluluk olarak önümüzde durmaktadır.
Sonuç
İktidarın seçim öncesi dağılan kitlesini toparlamak, yandaş sendika Eğitim Bir Sen’in ve onun bağlı olduğu yandaş konfederasyon Memur Sen ile Kamu Sen’in satış sözleşmesi imzalayarak kamu çalışanlarında uğradığı itibar kaybını bir nebze olsun toparlamak amacıyla kapalı kapılar ardında hazırlanan bu yasa ve ardından çıkarılan yönetmelikle yapılmak istenen çok açıktır. Anayasa Mahkemesi’nde sürmekte olan iptal davasına rağmen kazanılmış hak haline getirerek seçime giderken oylarını korumak için seçim malzemesi haline getirmeyi amaçlamaktadır. İktidarın bu yasa ve yönetmelikle ne öğretmenlerin yığınla duran sorunlarını çözme, öğretmenlik mesleğinin itibarı ve niteliği ne eğitimin yapısal sorunu ne yoksul halk çocuklarının eğitim hakkının gaspı haline getirdikleri MESEM umurlarındadır. İktidarın kendi varlığını sürdürmenin bir aracı olarak düşündüğü bu yasanın uygulama sürecine ilişkin olarak alınacak tutumu burada bahsetmeye çalıştığımız sorunları göz önünde bulundurarak bütünlüklü bir yaklaşımla ele almak gerekir. Eğitim emekçileri başta olmak üzere tüm kamu emekçilerinin yoksulluk sınırının, sınıfın diğer bileşenlerinin asgari ücret adı altında açlık sınırının altında yaşamaya mahkûm edildiği, eski-yeni bakan, yardımcıları gibilerinin 3-4 maaş aldığını da düşünecek olursak ÖMK, yönetmeliği ve uygulama takvimine ilişkin alınacak tutum, öğretmen odasında yapılan tartışmaları da kapsayan bir yaklaşımdan bağımsız ele alınmamalıdır. Devrimci öğretmenler kitle çalışmasında kendini onların dışında gören seçkinci bir tavırla yaklaşıp kendinden menkul bir yaklaşımla hareket etmediği gibi kitlenin getirdiği taleplerini kutsayan bir yaklaşımla hareket ederek kitle kuyrukçuluğu anlamına gelen bir yaklaşım içinde de değildir. Devrimci öğretmenler meseleyi bu yaklaşımla ele alarak geçmişten bugüne taşıdığı en geniş kitlenin içinden en dar kadroyu yaratma geleneğini bugüne taşıyan bir yaklaşımla hareket etmektedir. ÖMK’ye karşı mücadeleyi geliştirme meselesinde tartışmanın ve mücadelenin düzlemini böylesi bir yaklaşımla oluşturup yürünecek yolu buradan oluşturacaktır. Devrimci öğretmenler geçmişten bugüne yürüdüğü devrimci yolunda, sorunların çözümünü masa başlarında, salon tartışmalarında değil, mücadele alanlarında, işyerlerinde, öğretmen odalarında, sınıflarda ve tabiî ki sendikalarında üretme yeteneğine sahiptir. (DEVRİMCİ ÖĞRETMEN)