Türkiye tarihindeki en büyük işçi mücadelelerinden biri olan 1970 15-16 Haziran İşçi Direnişi'nin, 52. yıldönümü kutlanıyor. Zafer Aydın...
Türkiye tarihindeki en büyük işçi mücadelelerinden biri olan 1970 15-16 Haziran İşçi Direnişi'nin, 52. yıldönümü kutlanıyor. Zafer Aydın'ın 50. yıldönümüne armağan niteliğinde Ayrıntı Yayınları'ndan çıkardığı "İşçilerin Haziranı 15-16 Haziran 1970" direnişin öncesi ve sonrasını tanıklıklarıyla anlatıyor. Aydın'ın kitabından bir bölüm yer alıyor...
Her adımda biraz daha büyüyen, kalabalıklaşan işçi kitlesi “DİSK, DİSK, DİSK!”’ diye bağırarak yürüyordu. “Ata binmiş, eşekler vatan sizden ne bekler” diye slogan atıyordu. Sloganları attıran son yıllarda muhtarlık da yapan, Fethi Karaçekiç’di. Kendisi o dönemde Alibeyköy Spor’un da kalecisiydi.
Yürüyen işçi kortejinin önü, Eyüp’te Askerlik Şubesi'nin civarında kesildi. Askerlerle işçiler arasında küçük çaplı bir arbede yaşandı. Yaşanan gerilimde 2 kişi gözaltına alındı. Gözaltına alınanları kurtarmak için işçi kitlesi karakola yürüdü ve karakol binasını kuşattı:
"Celal diye bir arkadaş var, Ankaralı, en önde bayrakla o yürüyordu. Yanında temsilciler. Arkasında kadınlar, Evyap’tan kadınlar. Asker önümüzü kesince,‘Demir Döküm öne’ dediler, biz öne geçtik. O ara babam da memleketten gelmiş, o da yanımda. Oğlana bir şey olmasın diye o da bizimle yürüyor. Bizimkiler askerle konuşurken falan polis, biri erkek, biri kadın iki kişiyi kaptı. Onlar alınınca biz askere daldık. O anda vuran vurana oldu. Bir asker elindeki thomsonla bana vurdu. Bana vurunca, benim baba askere bir tokat patlattı. Millet geri çekildi, taşlarla askere polise hücuma geçti. Asker dağıldı, polis dağıldı. Kaçan askerlik şubesine girdi. Biz oradan yürüyüp gelip, Eyüp Karakol binasını sardık.
Bir yüzbaşı camdan bize konuşma yaptı, sakinleştirmek için. Arkadaşlar içeri girdiler, karakoldan kaçan kaçana. Gözaltındaki iki arkadaşı aldık, karakoldan çıktık. Polisler arka tarafta arabaların içinde. Tüküren tükürene. Herkes hakaret ediyor, polislerden hiç ses yok. Korkudan öyle duruyorlar."
Daha sonraki yıllarda Demir Döküm’de işçilik yapan Zeynal Şimşek, o sıralarda Eyüp’te bir çay ocağında askıcı olarak çalışıyordu. Esnafa çay dağıtan Zeynal Şimşek de işçilerin karakolu kuşatmasına tanık olmuştu:
"O gün Eyüp öyle oldu ki, Eyüp’ün her tarafı işçilerle doldu. Adım atacak yer yoktu. Millet karakola doğru gidiyordu. Biz arkadaşlarla mezarlığın oraya gittik. Oradan baktık. Albayın biri camı açmış, ‘Evlatlarım rica ediyorum, arkadaşlarınızı bırakacağız. Lütfen burayı terk edin’ diyordu. Daha sonra Demir Döküm’e girdiğimde, Hüseyin Koman adlı arkadaş Akşam gazetesinde yayımlanmış bir fotoğraf gösterdi. Polisle kavga anının fotoğrafı. 1979 yılında Hüseyin Koman, soyunma dolabında hala o gazeteyi saklıyordu. Hüseyin Koman, sessiz, sakin kendi halinde biriydi. O demir parmaklıkların üstüne nasıl çıkmış, polisin kafasına nasıl vurmuş, o yüzündeki ifade anlatılır gibi değildi. Karakolun önündeki işçilerin yüz ifadeleri de öyleydi. İşçiler arkadaşlarını aldılar ve ilerlediler"
Sungurlar işçisi Cafer Durak ise yaşanan çatışmayı ve Eyüp Karakolu’nun kuşatılmasını şöyle aktarıyor:
"Eyüp Sultan’a gelirken orada bir okul vardı, halen duruyor o okul. Onun orada bir inzibat merkezi [Askerlik Şubesi] vardı. O günlerde oralarda yol yapım çalışması var. Albay çıktı birkaç askerle bizim önümüzü kesmeye çalıştı. Orada sivil polisler işçilerden bir kişiyi [iki] aldı. Aşağıda tarihi bir karakol vardı oraya götürdüler. İşçiler onu görünce albayın, askerlerin silahlarını alıp mezarlığa attılar, geçip gittik karakolun önüne.‘Ya o adamı verirsiniz, ya burayı yakarız’ falan diye bağırışmalar oldu. Arkadaşı aldık."
Silahtarağa Çukuru’ndan yola çıkan işçi kolu, alkışlar ve sloganlar eşliğinde, çoğala, çoğala Eyüp içinden Gaziosmanpaşa’ya doğru çıktı. Yıldız Tabya’dan bir yay çizerek geri döndü.
Gençler yürüyor, elinde İngiliz anahtarı
İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi öğrencisi Alpay Biber, 16 Haziran’da Topkapı yürüyüş kolundaydı. Gıda-İş Sendikası’yla geliştirdiği özel ilişkileri nedeniyle o gün Gıda-İş’in örgütlü olduğu fabrikalar arasında iletişimi sağlayan birkaç kişiden biriydi:
"16’sında Topkapı yürüyüş kolundaydım. Kalabalık, kalabalık bir insan seli akıyor adeta. Bazen kalabalık aralanıyor, seyrekleşiyor, sonra tekrar başlıyor akmaya. Böyle yürüyüşlerde olur ya aynen öyle. O sırada birini gördüm, ulan ben bunu bir yerden tanıyorum. Esmer bir insan gömleğini çıkarmış böyle havada sallıyor. Baktım, ‘Şemsi’ dedim. Bizim Şemsi [Ercan]. Kendinden geçmiş. Nasıl coşmuş, böyle vecd içinde bir insan görmedim. ‘Ne haber’ diye merhabalaştık. Vilayet’in önüne geldik. O an bir baktım kariyer, kariyer diyorlar tankın biraz küçüğü. Tanklar, askerler yolu kesmişler. ‘Ulan bunu nasıl aşacağız?’ dedim yanımdaki arkadaşlara. Şimdi inanamazsın sihirli bir el beni çekti sanki. Biraz sonra baktım ki ne kimse beni elimden tuttu, ne çekti. O kadar kalabalık ki, bir de baktım ben hiç elimi bir yere sürmeden kariyerin üstündeyim, oradan iniyorum. Hani karınca sürüleri olur ya, bir bakarsın bir tepeye gelir, hoop çıkıp, tepeyi aşarlar. Aynen öyle. Oradan geldik Vilayet’in önünden aşağıya indik. İşte Cihan’ı [Şenoğuz]da orada gördüm. Çok kişi gördüm de şimdi aklımda kalan bunlar. Cihan, yüzü gerilmiş bir şekilde, elinde İngiliz anahtarı aşağı iniyor. Yanında getirmemiştir, bir işçiden mi almıştır, ne yapmıştır bilmiyorum. Barikatı aşıp, Vilayet’in önüne geldiğimizde, Vilayetin asker ve polisler tarafından koruma altına alındığını gördüm. Benim bulunduğum sırada Vilayet’e yönelik, işgal veya saldırı girişimi gibi herhangi bir hareket olmadı. Ama atılan sloganların şiddetinin biraz daha arttığını hatırlıyorum. Sloganlar neydi, şimdi hatırlamıyorum. O zamana kadar ne slogan atılmışsa onlar atılmıştır ama biraz daha öfkeli, biraz daha kuvvetli diye hatırlıyorum. Köprüler açıldığı için yürüyüş devam etmedi. İşçiler fabrikalarına dönerken, biz de Eminönü Cami’nin arkasında çay kahve satılan bir yerde oturduk. O gün orada eski FKF’lilerden, Dev-Genç’lilerden epey kişi gördüm. Kalabalık nedeniyle bir kısmını da görmemiş olabilirim. Ancak gençlikten kitlesel bir katılım olduğu söylenemez ama yoktular da denemez."
Kurşun yiyen işçiler anlatıyor
Polis kurşunuyla sol bacağından yaralanan Maltepe Ambalaj Sanayi işçisi Enver Yılmaz, hastane ziyareti yapan DİSK heyetine yaralanmasını şöyle anlatıyordu: “Yürüyorduk. İlkin askerle karşılaştık, bir şey olmadı, yürüyüp geçtik. Sonra toplum polisine rastladık, Fenerbahçe Stadı’nın yanında, ateş açtılar, yaralandım." Kasıktan kurşun yarası alan bir başka işçi Dursun Malakoğlu’nun ifadesi ise şöyleydi: “Fenerbahçe Stadı’nın yakınına gelmiştik. Ateş açtılar, çok ani oldu. Birinci ateşte yaralanmadım. Geri kaçıyorduk, o zaman yaralandım."
İşçi babasına kelepçe takan asker oğul
Devlet kendi istihbarat imkânlarıyla “suçluları”, “azmettiricileri” tespit etmeye çalışırken, öte yandan işverenler de kendi listelerini hazırlayıp, Sıkıyönetim Komutanlığı’na, polise, savcılıklara iletiyorlardı. Singer’in Amerikalı Genel Müdürü Roxburg bir liste hazırlayarak Singer işçilerinden Sıtkı Aksakal, İmam Toker, Hüseyin Çavdar ve Ali Çelik’i ihbar etti. Sıtkı Aksakal’ın oğlu Cengiz Aksakal o sıralarda Kadıköy’de inzibat olarak askerlik görevini yerine getiriyordu. Cengiz Aksakal, bir inzibat eri olarak, işçilerin maruz kaldığı uygulamaların tanığıydı, hem de babası Sıtkı Aksakal’a kelepçe taktırılması nedeniyle mağduru:
"O akşam [16 Haziran] sıkıyönetim ilan edildi. Evlerden insan toplatmaya başladılar. Bize toplatıyorlardı. Biz topluyor, götürüp polise teslim ediyorduk. Operasyona giderken yanımızda polis de oluyordu. İsim hatırlamıyorum ama o akşam Otosan’dan üç kişiyi aldık evlerden. Üsküdar Karakolu’na götürdük. Orada gördüğüm manzara dehşetti, az daha kafayı yiyordum. Kadın işçileri, erkek işçileri yere yatırmış suratlarında ayaklarıyla geziyorlardı. O sırada bizde tüfek yoktu, tabanca vardı. Şehir içi güvenliği olduğumuz için bize tüfek vermemişlerdi ama operasyona gidiyoruz diye thomson vermişlerdi. Çektim tabancayı, isyan ettim, ‘Bunlar sizin ananız, bacınız, babanız, kardeşiniz de olabilir’ diye. Beni alıp Bahariye’ye getirdiler. Kıbrıs’tan kalmış, yarım akıllı bir başçavuş vardı. Beni ona dövdürdüler. Ondan sonra da beni iç görevde tuttular, bir müddet dışarı vermediler. Sonra Maltepe Cezaevi’nden, Selimiye’ye gidiş gelişleri bizim inzibata verdiler. Halbuki ya Maltepe’deki ya da Selimiye’deki askerin getirip, götürmesi lazımdı. Beni de mahkum götürüp, getirecek ekibin içine kattılar. Babamın içeride olduğunu biliyorlardı. Kasıtlı olarak elime kelepçe verip, babama kelepçe vurdurdular. Bir operasyon dönüşü eve gidip, babamı ‘Kaç’ diye uyarmıştım, beraber gittiğimiz cipin şoförü, asker arkadaşım ihbar etmiş, böylece babamın da eyleme katılanlardan olduğundan haberdar oldular."
Cengiz Aksakal’ın babası Sıtkı Aksakal, Yenigün gazetesine verdiği röportajda “Ben asıl bizim okumuş uşaklara kızarım” derken belki, işten atılmasında, içeri alınmasında Amerikalı Genel Müdürle beraber olan Singer’in yerli idarecilerini belki de oğlunun eline kelepçe verip, babasının bileğine vurduran subayları kastediyordu.
Boğazdan Levent’e
16 Haziran’da Boğaz kıyısındaki İstinye Koyu’nda bulunan Kavel, Standart Belde, Türkkay Kibrit gibi fabrikalardan çıkan işçiler Levent’teki işçi koluyla buluşmak üzere İstinye Yokuşu’nu tırmandılar. İstinye Tersanesi’nden ise dikkate değer bir katılım yoktu. “Çoluk çocuk, yaşlı, kadın, geride kalanlar, yokuşu bir tren katarı gibi kıvrılarak, tırmanan işçileri gözden yitene kadar heyecanla izlediler.” İstinye Koyu’ndan gelen işçi kolu, Bufer, Metal Kapak, Eczacıbaşı işçilerini de yanlarına alarak ilerledi. Öğrenci gençlik, her yerde olduğu gibi İstinye’den yola çıkan işçi korteji içinde de yerini almıştı.
Aşağı yukarı aynı zaman dilimi içinde Levent-Mecidiyeköy civarındaki Profilo, Philips, Tekfen, Eczacıbaşı’nın aralarında olduğu fabrikaları boşaltan işçilerle Beşiktaş’ta bulunan Grundig ile Ortaköy sahilinde bulunan Tekel’e ait Çay Paketleme Fabrikası’nın işçileri toplanmış, İstinye’den gelen işçi kolunu bekliyordu. İki işçi kolu bugün yerinde Metrocity Alışveriş Merkezi olan Philips Fabrikası’nın önünde buluştu. Buluşmayla binlerce işçinin oluşturduğu kortej Şişli istikametine doğru yürüyüşe geçti. Çok fazla gidemeden kortejin önü polis tarafından kesildi. Polis müdürlerinden biri işçilere “Yaptıkları eylemin yasadışı olduğu” yönünde ihtarda bulundu. İhtara aldırmayan işçiler yürüme konusunda ısrar edince, coplar çekildi, polis ön sırada bulunan kadın işçilere saldırdı. Polisin kadınlara saldırmasıyla işçiler adeta çıldırdı ve karşı saldırıya geçti. Polis taş yağmuruna tutuldu. Polisler taşa kurşunla cevap verdi. Ancak polisin silaha başvurması da taş yağmurunu engellemeye yetmeyince polis çareyi kaçmakta, civardaki evlere sığınmakta buldu. Polislerin sığındıkları evler, işçiler tarafından kuşatıldı. Polisler kaçarken ellerindeki kalkanları, başlarındaki miğferleri de yolun ortasına atıp gittiler. İşçiler, polislerden ele geçirdikleri kasklar, coplar, kalkanlar ve bir adet tabancayla aynı günün akşamı Profilo’nun önünde açık hava sergisi düzenlediler.
"O yediğimiz coplar bize türkü gibi geliyordu”
Kavel işçisi Hamit Şindi, İstinye’den yola çıkan kortejde yer alıyordu. Taksim’e gideceklerdi, önlerine kim çıkarsa çıksın yıkıp geçecek bir kararlılıkla yürüyorlardı:
"Gelelim 16 Haziran gününe; üç vardiyanın üçü de geldi. Çalışma yok. Fabrikanın önüne çıktık. Beldasan, Bebimot, Türkkay Kibrit geldi. Fabrika fabrika sıra olduk. Bir gürültü, bir şamata yola çıktık. Tersanenin oraya gittik. Tersanenin tümü katıldı diyemem ama katılanlar oldu. Tersanede ve Türkay Kibrit’te Türk-İş vardı. Sarıyer ve Yeniköy’de bizim gençlerimiz vardı, onlar da yanımıza geldi. Halktan da katılanlar oldu, Maslak’a doğru yürüyüşe geçtik. Yol üstünde bir çorap fabrikası, bir tül fabrikası, Bufer vardı. Buralardan da katılanları alarak devam ettik. Bufer’de Maden-İş vardı, ama diğer iki fabrikada sendika var mıydı, yok muydu bilmiyorum. Onlar da katıldı, yola devam ediyoruz. Philips’in önünde diğer fabrikalarla buluştuk. Levent o zaman bugünkü gibi dolu değil. Yolun hem sağında hem solunda boş arsalar vardı. Mezarlığa doğru yaklaştık. Önde kadın işçiler vardı. ‘Patronlar kalleştir i̇şçiler kardeştir’ gibi sloganlar atıyorduk. Philips ile 4. Levent arasında bir yerde polis önümüzü kesti. Bütün katılanlarla konuşuyorduk, ‘Önümüzde kim olursa olsun yıkıp, geçeceğiz’ diye. Amacımız Taksim.
Polis karşımıza çıktı. Kadınları asfaltın üstüne doğru sağa sola fırlattılar. Bu sefer erkek işçiler fıttırdı. Şerefime yemin ederim, kafamıza yediğimiz copların acısını bir hafta çektik. Ama o yediğimiz coplar bize türkü gibi geliyordu. Polisi nasıl dağıttık anlatamam. Elimizde sopa yoktu. Bulduğumuz taşlarla polise saldırdık. Hatta arkadan arkadaşların attığı taşlar bazen öndeki arkadaşlara da isabet ediyordu. Yediğimiz coplar bizi sersemletmiş, sarhoş gibi polise saldırıyorduk. Boş arazilere doğru kaçtılar. Kaçarken de bazı polisler ateş etmeye başladı, kimi havaya atıyor ama üstümüze de sıkıyorlar. Dediğim gibi kimsenin gözünün bir şey gördüğü yok, kurşuna taşla cevap veriyoruz. Polisler önümüzden nasıl kaçtı gitti, anlatamam. Önümüz açıldı, biz devam ettik. Asker yolumuzu kesti, orayı da geçtik. Bir yere geldik, bir binbaşı bizi karşıladı, dedi ki 'Benden size zarar gelmez, ama daha ileri gidemezsiniz yollar kapalı. Ben sizi buradan ileri bırakmam.’ O sırada bizim habercilerimiz de geldi dedi ki ‘Taksim’de kimse yok. Köprüleri açtılar, vapurlar çalışmıyor. Kimse gelemiyor’ biz de geri döndük. Ama ertesi gün ne yapacağız, ne olacak, yeniden yürüyecek miyiz, kimse bilmiyor."
"Halk önümüzden yürüyordu"
Beldasan işçisi Yusuf Türkoğlu, hareketin içinde yer alan en genç sayılabilecek işçilerdendi. Polisle işçi karşı karşıya geldiğinde gençliğin ateşi ve dinamizmiyle çatışmaya girdi:
"16 Haziran’da temsilciler yine kısımlara geldi, dediler ki ‘Haydi herkes işi bıraksın, dışarı çıkıyoruz.’ Çıktı, Kavel’in önüne geldik, onlar da fabrikadan çıkmış mezarlığın orada bizi bekliyorlardı. Beraber Türkay’ın önüne gittik. Kavel’in, bizim temsilciler onlara anlattılar. Bu arada bir iki cam da kırıldı, fabrikaya biraz hava aldırdılar! Başka bir şey yok. Maksat fabrikaya temiz hava girsin! Oradaki işçiler de çıktı. Oradan geldik İstinye Tersanesi’ne. Tersanede 2000-3000 kişi çalışıyor. Büyük işyeri. Tersane müdürü işçileri almış, taa Emirgan tarafına toplantıya götürmüş. Toplantı bahane, işçiler eyleme katılmasın diye yapıyor. İçeriden biri işaret etti, müdürler işçiyi bırakmıyor diye. Biraz zor kullandık, kapıları falan açtırdık ama çok fazla gelen olmadı. Ortalıktaki işçiler geldi. Sayıca çok olduğunu zannetmiyorum. Sonra hep beraber Maslak’a geldik. Orada çuval fabrikası vardı. Ekseri kadın işçiler çalışırdı. O kadın işçileri önümüze aldık. Kavi Kablo Fabrikası, Bufer gibi fabrikaları da alarak Sanayi’ye doğru yürüdük. İstinye, Sarıyer, Gültepe, Sanayi Mahallesi halkı da bizimle yürüyordu. Halkın yürümesi bizim için çok önemliydi. Philips’in önünde başka fabrikalarla buluştuk. Az biraz yürüdük orada kıyamet koptu, polisle çatışma çıktı. Levent Oto Sanayi’de çalışanlar, bijon anahtarları, İngiliz anahtarları, kamyon lastiği sökmekte kullanılan 27-32 büyük anahtarlarla yardıma koştular. Eline anahtarını alan bize yardıma geldi. Biz taşla sopayla, polis de cop ve silahla muazzam bir çarpışma oldu. Bir süre sonra polis dayanamadı kaçtı. Biraz daha yürüdük, sonra temsilciler ‘Geri dönüyoruz’ dediler, geri döndük." (ZAFER AYDIN'IN "İşçilerin Haziranı 15-16 Haziran 1970" KİTABINDAN AKTARAN: BİANET)
Hiç yorum yok