Seçim süreci yeni provokasyonlara, saldırılara, çatışmalara gebedir. Bütün toplumu teslim almaya yönelik olası kontrgerilla eylemlerinde Aleviler açık hedef haline getirilmiştir. Olası saldırıları önlemenin yolu gericiliğe ve faşist saldırganlığa karşı mücadele etmekten, örgütlü ve hazırlıklı olmaktan geçmektedir. Devletin yıllardır üzerlerinde türlü denklemler kurduğu, türlü katliamlar gerçekleştirdiği ezilen toplumsal kesimlerin direniş ve dayanışmadan başka bir çaresi yoktur...
8 Eylül 2015’te faşistlerin saldırısına karşı Tuzluçayır’da barikatlar kurulmuştu
MAMAK'TA NELER YAŞANDI?
İnançları ve kültürleri nedeniyle doğuştan fişlenen, ikinci sınıf vatandaş muamelesi gören, hedef gösterilen ve yakın geçmişte devletin askeriyle, polisiyle, yargısıyla, medyasıyla, belediyesiyle, hükümetiyle organize ettiği Maraş, Çorum, Sivas ve Gazi gibi katliamlara maruz kalan Alevi toplumuna yönelik saldırılar günümüzde de devam etmekte. Geçtiğimiz günlerde Ankara’da üç cemevi ve bir köy derneği saldırıya uğradı. Saldırı yapılan kurumlardan üç tanesi Mamak ilçesinde yer alıyor.
Bu saldırılara ilişkin ayrıntılara geçmeden önce hafıza tazelemek adına Mamak’ta geçmiş dönemde yaşanan olaylara kısa bir göz atmak faydalı olabilir.
“Devletin Alevisi olmayacağız”
Çok uzak değil bundan 9 yıl önce, 2013 yılında Fethullah Gülen Cemaati ve Cem Vakfı ortak bir proje ile dikkatleri çekmişti. Cem Vakfı, Alevi toplumunu asimile etmeye yönelik sağcı, devletçi çizgisi ile biliniyor. O dönemde Cemaat ile ortaklığı henüz sonlanmayan AKP iktidarı da projenin arkasındaydı. Cemaat ve Cem Vakfı, Mamak’ın sol kimliği ile bilinen Tuzluçayır Mahallesi’ne bir Cami-Cemevi inşat etmek istiyordu.
“İki ibadet kurumu yan yana” sloganı ile hayata geçirilmeye çalışılan bu projeyle AKP-Cemaat ittifakı ve işbirlikçileri, Alevilerin ibadethane beklentisini suiistimal edip sol muhalif kimliği ile bilinen bölgede kendi ideolojik siyasal düzlemlerini yaratmayı amaçlamıştı. Bu proje “Devletin Alevisi olmayacağız” diyen binlerce Mamaklının iki yıl boyunca sürdürdüğü aktif direniş sonucunda iptal edildi.
Tuzluçayır barikatlarında püskürtülen faşist saldırılar
Eylül 2015’te 7 Haziran seçimlerini kaybeden AKP’nin ülkeyi sürüklediği çatışma ortamında asker cenazeleri bahane edilerek Hürriyet gazetesine 6 Eylül akşamı düzenlenen baskının ardından ülke çapında muhalif kesimleri hedef alan saldırılar düzenlenmişti. Sedat Peker, geçtiğimiz yıl yayımladığı videolarda bu ilk fişekleyici saldırıyı AKP’nin karanlık isimlerinden Metin Külünk’ün isteği üzerine kendi ekibinin organize ettiğini söylemişti.
6 Eylül’ü takip eden günlerde onlarca kentte HDP binaları basıldı, yakıldı, talan edildi. Ancak saldırılar sadece Kürtlere yönelik değildi, Alevi mahalleleri de hedef alınmıştı. 8 Eylül akşamı polis destekli ve silahlı olduğu görülen sivil faşistler tarafından Tuzluçayır Mahallesi’ne yönelmiş, mahalle halkının saldırı karşısında barikat kurup mahallesini savunması sonucunda geri püskürtülmüştü.
Bu taciz ve saldırıların esas amacı bölgede yaşayan Alevi toplumunu ve muhalif kesimi hizaya çekmek ve sindirmekti.
Ne oldu? Nasıl bir süreçte oldu?
Bugün de Alevi toplumu, Muharrem ayına, herhangi bir tehdit ve saldırı karşısında nasıl tepki vereceğinin test edildiği bir organizasyonla karşı karşıya kalarak giriş yaptı.
30 Temmuz Cumartesi günü Ankara Kızılay’da Türkmen Alevi Bektaşi Vakfı’na, Mamak Şahintepe Mahallesi’nde Şah-ı Merdan Cemevi’ne, Mamak Tuzluçayır Mahallesi’nde Ana Fatma Cemevi’ne ve Sivas Divriği ilçesine bağlı Gökçebel Köy Derneği’ne saldırdılar. Türkmen Alevi Bektaşi Vakfı’na yapılan saldırıda vakıf çalışanı bir kadın bıçaklandı. Şah-ı Merdan Cemevi’ne yönelik saldırıda ise cemevi girişinde bulunan masa ve sandalyeler içeride sohbet eden insanların üstüne atıldı. Ana Fatma Cemevi ve Gökçebel Köy Derneği’ne yapılan saldırıda ise kurumların camları taşlandı.
Ankara Emniyet Genel Müdürlüğü’nün açıklamasına göre bu saldırıların tamamı tek bir saldırgan tarafından gerçekleştirildi. Süleyman Soylu, saldırıyı “eski Türkiye’yi andıran olaylar” olarak tanımlarken, hemen ardından AKP medyası ve troller de saldırıyı gerçekleştiren kişinin Devrimci Gençlik Dernekleri ile bağlantısı olduğu şeklinde provokatif bir iddia ortaya attı. Devrimci Gençlik Dernekleri bu haberlerin bütünüyle yalan üzerine kurulu olduğunu belirten açıklamalar yayımlarken, geçmişte yine solcuların üstüne yıkılmaya çalışılan kontrgerilla eylemlerine dikkat çekildi.
Cemevlerine saldırı haberinin basına yansımasıyla birlikte tüm sağ parti temsilcileri tarafından da olayı kınayan mesajlar yayınlanmaya başlandı. Oysa biz onları ve sahiplendikleri gelenekleri mesela Sivas Katliamı’nda katledilenlere değil katledenlere sahip çıkan tutumlarıyla hatırlıyoruz. Tayyip Erdoğan’dan Ümit Özdağ’a bütün sağ yelpazenin bugün hâlâ Alevi kimliğini ve cemevlerini hedef göstererek siyaset yaptığını, saldırganları koruduğunuz ve yeni saldırıları cesaretlendirdiğini biliyoruz. Aleviler dostlarını düşmanlarını tanıyorlar ve seçimlere giderken sarf edilen samimiyetsiz açıklamalara kanacak durumda değiller.
“Biz buradayız, işte geldik”
Saldırıdan daha iki gün önce İçişleri Bakanlığı’nın 81 il valiliğine gönderdiği genelgede “Muharrem ayında Yas-ı Mateme ortak olma ve oruç açma lokmalarına vali ve kaymakamların da katılımıyla cemevi yöneticileri, vakıf veya derneklerdeki vatandaşlar ve kanaat önderleriyle birlikte olunması” istenmişti. Buna karşılık Alevi örgütlerinin “Daha cemevlerini ibadethane olarak kabul etmiyorsunuz, açıklamalarınızı samimi bulmuyoruz, sizden gelecek desteği de kabul etmiyoruz” şeklinde açıklama yapmasından saatler sonra gerçekleşen saldırılar, devletin “Biz buradayız, işte geldik” mesajı olarak okundu.
Saldırganın ifadesinde “ilahi bir güç yaptırdı” demesi kimseyi şaşırtmadı. Ya saldırganın akli dengesinin yerinde olmadığını söyleyecekler ya da saldırılar bireysel bir eylem olarak gösterilip üstü kapatılacaktı. Ancak biz biliyoruz ki ezilen toplumsal kesimlere karşı düzenlenen saldırılar, o anda ister bireysel bir eylem ister bir grup organizasyonu şeklinde gerçekleşsin, devletin doğrudan ya da dolaylı yönlendirmesi dahilinde yaşanmaktadır. Ne Soylu’nun ne Bahçeli’nin ne de iktidar içinden herhangi birinin saldırıyı kınayan açıklaması samimidir. Alevileri fişleyip ikinci sınıf yurttaş sayarak Cemevlerini ibadethane olarak tanımamakta ısrar eden, ana muhalefet liderini hedef göstermek için Alevi kimliğini öne çıkarıp alanlarda yuhalatan, Suriye savaşı ve Reyhanlı Katliamı gibi içe yansımaları vesilesi ile mezhepçiliği körükleyen iktidar ve onunla aynı gerici-şoven zihniyeti taşıyan sağ aktörler, iktidardaki ve muhalefetteki faşistler bu saldırının asli sorumlularıdır.
Ne yapacağız?
Ankara’da Alevilere yönelik gerçekleştirilen bu saldırıların Aleviler ve toplumsal muhalefet için ne anlama geldiğini iyi belirlemek gerekiyor. Öncelikle saldırıdaki yer seçimlerine dikkat edilmeli. Saldırı yapılan cemevleri ve cemevlerinin bağlı bulunduğu kurumların yönetimleri inanç, gelenek ve politik anlamda birbirlerinden ayrı uçlarda yer almaktadır. Birisi dışında saldırıya uğrayan kurumların toplumsal muhalefet ile bir bağı yok. Hatta bazılarının tam tersine, Alevi toplumunu asimile etmeye yönelik çalışmalar yürüttüğü Alevi toplumu tarafınca bilinmektedir. Saldırıya uğrayan köy derneği ise cenaze ve düğünler dışında kullanılmayan bir kurum. Bu tabloya bakıldığında bu saldırı ile, özel olarak örgütlü bir kesimi harekete geçmeye zorlamayacak şekilde, Alevilere yönelik genel bir nabız yoklama yapıldığı söylenebilir. Saldırının etkisi Türkiye’de yaşayan Aleviler için bu ayrıntılardan bağımsız olarak “dayanışma” fikrini açığa çıkartabilir ama saldırı gerçekleştirilen kurumların inanç ve gelenek anlamında birbirlerinden ayrı yerlerde olması yan yana gelmeyi zorlaştırdığından bu kurumların provokasyona ve olası saldırılara karşı güçlü bir cevap veremeyecekleri ortada.
Ancak mesele ne sadece saldırıya uğrayan kurumların ne de Alevi toplumunun meselesidir. AKP iktidarı yıllardır ezilen halk kesimlerine karşı yürütmüş olduğu saldırı politikaları ile muhalefeti sindirip bütün ülkeyi teslim alma stratejisini izlemektedir. AKP’ye teslim olmamak, yeni katliamlara meydan vermemek için bu saldırganlık karşısında faşizme karşı mücadeleyi büyütmek bugün bir zorunluluktur. Türkiye sosyalist hareketinin 10 Ekim 2015 Ankara Katliamı sonrasında sergilediği çaresizlik hali ve ardından gelen baskı ortamı, seçimlerle sınırlı olmayan ağır bir yenilgi yaratmıştı. Parlamenter muhalefetin propaganda ettiği “sandıkta gidecekler, provokasyona gelmeyelim” düşüncesi bu saldırılar ile Mamak’ta hükmünü yitirmiştir.
Seçim süreci yeni provokasyonlara, saldırılara, çatışmalara gebedir. Bütün toplumu teslim almaya yönelik olası kontrgerilla eylemlerinde Aleviler açık hedef haline getirilmiştir. Olası saldırıları önlemenin yolu gericiliğe ve faşist saldırganlığa karşı mücadele etmekten, örgütlü ve hazırlıklı olmaktan geçmektedir. Devletin yıllardır üzerlerinde türlü denklemler kurduğu, türlü katliamlar gerçekleştirdiği ezilen toplumsal kesimlerin direniş ve dayanışmadan başka bir çaresi yoktur. Halkevciler olarak mahallelerimizde hem yerel problemlere hem de ülke gündemine dair sorunlar etrafında en geniş kitlelere ulaşabileceğimiz mahalle meclisleri ve dayanışma ağları biçimindeki örgütlenmelerle yaşam alanlarımızı savunabiliriz. Gericiliğin karşısında laiklik bayrağını yeniden dalgalandırmak, faşist saldırılar karşısında direnişi büyütmek bizler açısından acil görevdir. (ANIL AKTAŞ - SENDİKA ORG)