Silifut-Tilisyum, yüzü baykuşa benzeyen görkemli bir uzay canlısıdır.
Daha yavruyken, kanatlarını açtığında yaklaşık ikibindörtyüzelliüç metre yüksekliğinde ve üç tepeden oluşan bir dağın boyutlarına ulaşır. Gelişkin olanları için kesin bir büyüklük ölçüsü vermek zordur… Ancak, daha çok kara delikler, Quasarlar ve Pulsarlar konularındaki araştırmalarıyla tanınan astrofizik profesörü Dennis Sciama’nın 1969 senesinde Cambridge’de Stephen Hawking’in danışmanlığını yaptığı yıllarda yayınladığı bilimsel makalelerinden en çok ve en paradoksal tartışmalar yaratanı olan Kararlı Durum, Görecelik ve Radyo Yıldızları başlıklı iki ciltlik raporunda “Silifut-Tilisyum” kuşlarından söz edilmektedir:
“Hiçbir yıldız sonsuza dek yaşamaz, bir noktada yıldızlar mutlaka güçlerini tüketirler. Birçoğu beyaz cüceye dönüşür. Bunlar, birkaç bin millik yarıçapı ve her kübik inç’te 100 tonluk yoğunluğu olan durağan, küçük yıldızlardır. Bazı yıldızlar, sadece on millik bir yarıçapı ve her kübik inç için yüz milyonlarca tonluk yoğunluğu olan, beyaz cücelerden daha ufak nötron yıldızlara dönüşene kadar çökmeye devam ederler. Varsayımlara göre belli bir ölçünün üstündeki yıldızlar kara deliklere dönüşürler. Kara delik, olay ufku denen bir küre ile çevrilidir. Olay ufku tek yönlü bir zardır. Dışarıdan olay ufkunu geçip kara deliğe girmek mümkün olsa da, ışık dahil hiçbir şey ters yönde ilerleyemez. Olay ufkunun içinde, kara deliğin merkezinde, çekim alanının sonsuz derecede güçlü olduğu bir tekillik vardır. Olay ufkundan geçen her şey tekillik noktasına çarpar ve korkunç sonuçlar ortaya çıkar. Ağustos 1969’da, New York City Amsterdam Avenue’deki Uzay Fiziği Enstitüsü toplantısında, varlığına yürekten inanıp projeksiyon kanıtlarımla birlikte ilk kez söz ettiğim, Jüpiter’in yerküremizden yaklaşık 17 kat daha büyük olan üçüncü uydusu ‘Europa’ boyutlarındaki devasa metalik uzay yaratıklarının büyük patlama ile büyük çatırtı arasında yaşanan bu sonsuz çöküntünün henüz keşfedilmemiş görece kaçış koridorları kara deliklerin devinimleriyle manyetik ve –şimdilik– mistik bir bağlantıları var! Meslektaşım John Wheeler bu yaratıklara ‘Silifut-Tilisyum Kuşları’ diyor.”
Her biri, bir dolunay gecesinde mehtabın görünen yüzü büyüklüğündeki milyonlarca baklavadan oluşan kabuğu, mikroskobik bir bakışla, ortaçağ şövalyelerinin akşamüstü ışığıyla kızıla çalan zırhları gibi yekpare vücutlarını sarmalayıp pençelerinin üstünden boşluklara doğru uçuşurlar… Silifut-Tilisyum kuşlarının başında, Ekvator halkasının açılmış uzunluğundan beş kat daha yüksek, henüz çözümlenmemiş tuhaf dalgalar halinde elektrik haleleri saçan mor ibikleri vardır.
Gözlerindeki parlak ışıklı kamalarla, gaga deliklerinden fışkıran alevli dumanlar kör edicidir…
Ama en korkuncu, bütün desibel ölçütlerinin ötesindeki sesidir!
Bir ışık yılında sadece bir kez ve bir tane yumurta bırakır sonsuzluğa…
İşte, yalnızca bu ıkınış sırasında çıkardığı o görkemli çığlığın dünyadaki bütün lisanları oluşturan kelimelerle anlatımı olanaksızdır…
Uzay boşluğunun fiziksel örgüsü nedeniyle duyumsayamadığımız o ses, yalnızca tanrısal kulaklarda çınlıyor…
Silifut, dünyada bilinmeyen bir maden. Sıvı alüminyum diyebiliriz. Tilisyum ise bir çeşit amyant…
Silifut-Tilisyum, sıvı alüminyum ve amyant karışımı dev bir kuş. Metal alaşımları Hubble’ın geçen yıl gönderdiği ayrıntılı verilerle kesin olarak çözümlenen Silifut-Tilisyum’lar hakkındaki destansı anlatımlara, kutsal metinlerde ve mitolojide de rastlıyoruz:
“Güneşte, ayda ve yıldızlarda belirtiler olacak, yeryüzünde, denizin ve dalgaların uğultusundan dehşete düşen ulusları sıkıntı kaplayacaktır. İnsanlar, dünyanın başına gelen felaketlerden ürkerek, dehşetten düşüp bayılacaklardır. Çünkü gökteki kudretler sarsılacaktır. O zaman Insan-Oğul’un büyük bir kudret ve büyük bir ihtişamla, bir bulut içinde geldiğini göreceklerdir. Bunlar olmaya başladığı zaman doğrulun ve başınızı kaldırın, çünkü kurtuluşunuz yakındır. Âlemlerin işaretini taşıyan o kutsanmış demirden kuşları seyredin.” (İncil / Luka, “İnsan-Oğul’un Gelişi”)
Zebur’da uçan taşlarla beslenip gök kapısını bekleyen yedi demir kuştan söz edilir…
Maya efsanelerinde, nurdan kanatlarla açılıp kapanan sonsuz mavi bir perdenin arkasındaki, bütün evreni yaratan enerjinin odağı olduğuna inanılan silifut madeni yatakları çok net bir anlatımla yer alır…
Peru’da, gizemi yüzyıllardır çözülemeyen Machu Picchu kalıntılarının yakınındaki mağaralarda bulunan resimler çok ilginçtir. Günümüzün astronot ya da maden işçilerine çok benzeyen giysileriyle, başı ışıklı insanlar/yaratıklar (!) giderek parlak dev kuşlara ve gezegenlere dönüşmektedir.
Yunan mitolojisinde Pleiadlar vardır…
“Gökte yedi yıldıza çevrilen yedi kızkardeş. Yunanlıların ‘Pleiades’ dedikleri bu yedi yıldızlı burç, yedi kandilli Süreyya, yani Ülker burcudur. Efsaneye göre, Pleiadlar, Atlas’la Pleione’nin kızlarıymış. Adları da şu: Alkyone, Merope, Kelaino, Elektra, Sterope, Taygete, Maia. Bu kızların dördü Zeus, ikisi Poseidon, biri Ares’le evlenir. Yalnız Merope ölümlü bir erkeğe, Sisyphos’a eş olur. Onun için de Merope, Ülker burcunun en sönük yıldızıymış derler. Hesiodos ‘İşler ve Günler’de şöyle söz eder Pleiadlardan: ‘Ekini biç, görünce gökte / Pleiad yıldızlarını, Atlas’ın kızlarını. / Görünmez oldukları zaman da ek toprağını. / O yıldızlar kaybolur kırk gün, kırk gece.’
Bir efsaneye göre, yedi kızkardeş, anaları Pleione ile birlikte Boiotia’da gezinirken, avcı Orion’a rastlamışlar, Orion tutulmuş onlara, beş yıl kovalamış Pleiadları, sonunda kızlar birer güvercin olup uçmuşlar, Zeus da hallerine acıyarak göğe almış onları. Değişimlerinin nedeni başka türlü de açıklanır: Zeus babaları Atlas’a gökkubbeyi yükleyince, ya da kızkardeşleri Hyadlarla birlikte kardeşleri Hyas’ın bir yılan tarafından sokulup öldürülmesine fazlaca üzülmüşler de ondan dönüşmüşler.
Bir anlatıma göre, Troya düştüğü zaman, Dardanos soyunun atası Elektra aşırı bir üzüntüye kapılıp kızkardeşlerinden ayrılmış ve gökte gezegen oluvermiş.” (Mitoloji Sözlüğü, Azra Erhat)
Senfonik-rock trilogy Pencere… Köprü… Ve Ötesi’nde yer verdiğim, Mustafa Ertuğrul Kaan’ın Ruh ve Ölüm Ötesi başlıklı dosyasının “Miraç / Yükseliş” bölümünde, Ahir Zaman Peygamberini nurdan kanatlarını çırpa çırpa Tanrıya götüren “Burak” anlatımını okurken, uzaktan uzağa Silifut-Tilisyum kuşlarını duyumsadım.
“ (…) Cebrail’in getirdiği kemeri belime bağladım / Ve tacı da başıma koydum. / Burak’ın üzerine bindim. / Burak nurdan kanatlarını çırpa çırpa / Ve kâinatı nura garkederek uçuyordu… // Kâinatta olacak şeylerin hepsini seyrettim (…) / Arşa birçok nurdan perdelerden geçtikten sonra vardım (…) / Orada yer, gök, zaman ve mekân yoktur.”
Binyıllardır anlaşılmaz bir gizemle efsaneye dönüşen, Tanrının düşsel kuşlarından dem vururken, asıl söylemek istediğim galiba şunlar: Başının üzerinden mor-mavi ışıklar saçan bir baykuş görürseniz korkmayın… O bir Silifut-Tilisyum yavrusudur. Ve gözünüze güvercin, karga, kelebek ya da daha önce hiç görmediğiniz bir canlı türü olarak görünme yetisine sahiptir. Ona zarar vermeme düşüncesine erdiğiniz birkaç saniyeden sonra, sizi içinde bulunduğunuz algı sınırlarının çok ötelerine taşır… Benliğinizin kutsanmış bir ruhun huzuruyla kâinatlara yayıldığını hissedersiniz…
Baykuşlar uğurludur!
Işık ve sevgiyle… (Roll, sayı 24, Ekim 1998) (YENİDEN YAYIN: 1+1 DERGİ - 30.07.2022)