HIDE

GAZETE DEMOKRAT / EKONOMİ

GRID_STYLE

SON HAVADİS

SHOW_BLOG

Aleviler "yok sayılmak" istemiyorlarsa salonlara gitmek yerine sokağa çıkmalıdırlar. Salonlara doluşarak talep dile getirmek sadece bir "mastürbasyon" ve nihai hedeften "kaçış"tır

Büyük yenilgiden sonra ortaya çıkan boşluk hala doldurulamadı. Sosyalizmden ve devrimden kaçıp konforlu ve zararsız alanlarda toplaşarak ya ...

Büyük yenilgiden sonra ortaya çıkan boşluk hala doldurulamadı. Sosyalizmden ve devrimden kaçıp konforlu ve zararsız alanlarda toplaşarak ya da salonlara tıkışarak o boşluk doldurulamaz. Sokağa çıkmaz isen egemenler de seni iplemez, yok saymaya devam eder. Onlar için bir tehdit olunmadığı sürece bütün bir ülke yok sayılmaya devam eder. "Yok Sayamazsınız" demek, hele de salondan dile getiriliyorsa, "yok Sayılmayı" ortadan kaldırmaz.


12 Eylül büyük yenilgisiyle birlikte Türkiye solunda muazzam bir savrulma yaşandı. Türkiye solu büyük yenilgiyi izleyen yıllarda ve yenilgi öncesine oranla daha "konforlu" ve daha "zararsız" alanlara çekildi. Eski kadrolardan geriye kalan büyük boşluğu doldurmaksa pek mümkün olamadı. Çünkü yurt dışına çıkışlar, vazgeçmeler ve düzen içi siyasete teslimiyetle birlikte ortaya çıkan boşluk hem büyük, hem de oldukça acımasızdı. Boşluk ve konforlu/zararsız alanlar büyük yenilginin soldaki en berbat iki etkisi ve sonucu olarak önümüze çıktı.

Kısaca "STK" rumuzuyla anılan yapılar az önce sözünü ettiğimiz berbat etkinin bir ürünüydü mesela. Konforlu ve zararsız alanlar seçilirken ortaya çıkmış olan STK örgütlenmeleri çok kısa bir süre içerisinde "eski" ve "yeni" "solcular"ın adeta birer "masturbasyon" alanı, bir "geçmişten/devrim düşüncesinden kaçış" durağı oluverdiler. "Kaçanlar" noktasında STK'lar, büyük sıkıntılardan ve adliyelerden uzak, yenilgi öncesine göre çok daha rahatça hareket edilebilen buluşma noktaları haline geldiler. Hatta belki de sırf bunun için oluşturulmuşlardı ama hiç kimse işin bu tarafına bak(a)madı.

Süreç içerisinde, kent, doğa, ekoloji, medya, iletişim, kültür-sanat, çoğulculuk ve çevre gibi yeni ilgi ve "mücadele"(?!) alanları, büyük yenilgi sonrasının yeni oyuncakları olarak şekillendiler. Geçmişte mesela, "mevcut durum ve görevlerimiz"le başlayıp "son tahlilde" diye bitirilen söylemlerin yerini  günlerce ve aylarca süren ve ne gariptir ki hala devam eden post modernizm tartışmaları aldı. Sosyalizmi savunmak yerini doğayı ve kenti savunmaya(?!) bıraktı. İnsanlar çevreyle yatıp ekolojiyle kalkar oldular. 

Öte yandan, büyük yenilginin romanları, hikayeleri ve şiirleri yazıldı, filmleri çekildi, resimleri yapıldı ve bunlardan hatırı sayılır paralar kazanıldı. Sürecin içerisine paranın girmesi, birçoğunun da "gözünü açtı", Bu anlamda yenilgi pek ala paraya da çevrilebiliyordu işte. "Dehrin cefasını çekenler", bu kez "sefasını sürme"yi keşfetmişlerdi.

1980 öncesine ait neredeyse bütün "devrimci tespitler", yenilginin hemen sonrasından başlayıp 1990'lara kadar uzanan zaman diliminde giderek tek tek birer temenniye dönüştüler. Bugün ise hepsi artık ve sadece birer "iddia" olmaktan öteye pek geçemiyorlar. Dolayısıyla etki alanları sıfırlanırken, hedef kitleleri de çok ama çok daralmış durumdadır ki sırf bu bile, "elde kalan sol"un en muazzam dramlarından biri olarak karşımızda durmaktadır ama çok da şaşırtıcı değildir.

"Elde kalan sol" demişken yazımızın başında sözünü ettiğimiz konforlu/zararsız alanları da hesaba katarak bir dipnot düşmemiz gerekiyor. Süreç içerisinde, özellikle inanç grupları, etnik köken ve azınlıklar üzerinden şekillendirilmeye çalışılan ve yenilgi sonrası ortaya çıkan STK'lar türü yapılanmalar da adeta birer kaçış durağı olarak gündemdeki yerlerini almakta gecikmediler. Gidişat yeni oyuncakların keşfedilmesine oldukça müsaitti çünkü. Bu anlamda ciddi sayılabilecek devrimci ve sosyalist herhangi bir engelden söz etmek pek mümkün görünmüyordu. HDP'yi dışta tutarsak eğer (çünkü HDP bu yazının konusu değil) Kürt muhalefeti içinden çıkan kimi yapılanmalar, Ermeni nüfusu hedef kitle ve etki alanı olarak olarak belirlemiş ve "sol", "ilerici" ya da "demokrat" tandanslı olmaya çabalayan gazete, dergi ve grupçuklar az önce sözünü ettiğimiz kaçış durakları olarak çok kısa zamanda öne çıktılar. Doğal olarak Alevi nüfus içinden çıkan yapılanmalar ve örgütlenmeler de bu öne çıkmada kendileri için ayırılan yeri almakta hiç gecikmediler.

1980'li yılların sonundan başlayarak günümüze kadar uzanan süreçte, pıtırak gibi çoğalan Alevi örgütleri, dernekleri ve bunlara benzer yapılanmalar bugünkü halleriyle konforlu/zararsız alanların belki de en heveslileri olarak nitelendirilebilirler. Benzetme biraz zorlama gibi gelse de, Alevi cenahtaki bu heveslileri ve onların yapılanmalarını sağdaki tarikat ve cemaatlerin ve müritlerinin birer benzeri olarak değerlendirmek her şeye karşın mümkün görünmektedir.. Aralarında; Alevi Bektaşi Federasyonu, Alevi Dernekleri Federasyonu, Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu, Alevi Kültür Dernekleri, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği ve Demokratik Alevi Dernekleri'nin de olduğu birçok federasyon ve dernek, kendisin muhalif olarak tanımlandırsa ya da nitelendirse de, konforlu ve zararsız alanların içerisinde belki de en iyi yere sahip durumdadırlar. Sözünü ettiğimiz yer, özellikle adliyeden ve polisten çok çok uzak bir yerdir.

Yukarıda sözünü ettiğimiz Alevi örgütlerinden bir grubun 25 Aralık günü Yenikapı'da topladıkları Büyük Alevi Kurultayı'nda duvarlara asılan pankartlarla ve kürsüden okunan bildirilerle dile getirdikleri talepler, az önce vurguladığımız uzaklığı çok somut bir biçimde teyit etmektedir. 


"Savaşa hayır”, “Barış”, “Zorunlu din dersleri kaldırılsın”, “Çağdaş, bilimsel, laik, anadilinde eğitim”, “Madımak utanç müzesi olsun”, “Diyanet kapatılsın”, “Ocağıma, inancıma, dokunma”, “Doğa ve canlı kırımına hayır”, “Ekonomide adalet” ve bunun gibi taleplerin bir tekinin bile emekçi halkın, işçi sınıfının ve topyekün yoksulların zorunlu olarak varmaları gereken nihai hedefe doğrudan katkı sağlayabilecek bir yanının olmadığı açıktır. Hatta liberal bile sayılabilirler. Reformist oldukları ise tartışma götürmez. 

Kurultay Sonuç Bildirgesi ise, "Alevileri yok sayamazsınız" demiş. Hemen belirtelim, tekrarlana tekrarlana artık bıktırmış, çok berbat bir ezberdir bu. "Yok sayamazsınız" Peki kimi? Kimleri? Neyi? Nereyi?... "Yok sayamazsınız", arkasında "Yok sayılma"yı saklar doğal olarak. Ve bunun korkusunu, tedirginliğini. 

İyi de... Artık yok sayılmaya çalışılan bir tane değil ki, neredeyse bütün bir ülke halkı. 

Alevi yok sayılmaya çalışılıyor da, Sünni var sayılmaya mı çalışılıyor mesela? 

Ya da Kürt yok sayılmaya çalışılıyor da, Çingene var sayılmaya mı çalışılıyor? 

Dünya üzerinde güçlerini bölmeye bu kadar ve böylesine meraklı başka halklar var mıdır acaba diye çok merak ediyoruz. Aslına bakarsanız, halktan, emekçiden ve sınıftan kopmanın muazzam bir ifadesidir bu "Alevileri yok sayamazsınız" cümlesi. Ve asıl hedeften uzaklaşmanın/uzaklaştırmanın en kestirme yolu. 

PSAKD başkanı ise konuşmasında; "Deniz Gezmiş, Mahir Çayan, İbrahim Kaypakkaya olacağız" demiş. E iyi, hoş da, duvara kapı gibi Ali asılmış. Yani "kapı gibi metafizik". Onu ne yapacağız? "İnanç" temelinde yükselen/yükseltilmeye çalışılan, "ilerici", "devrimci" ve "solcu" olur mu hiç? Hiç olur mu böyle şey. 'Olmaz elbette' demeyin. Evet olur! Alevi şovenisti isen, olur.

Aleviler "yok sayılmak" istemiyorlarsa salonlara gitmek yerine sokağa çıkmalıdırlar. Salon rahattır. Fazla bir zahmet gerektirmez. Sıkıntısı, kavgası ve zorluğu pek yoktur. Dolayısıyla da bir kavga ve mücadele alanı değildir, olamaz. Salonlara doluşarak somut talepler dile getirmek sadece bir "masürbasyon" ve bir "kaçış"tır. Sosyalizmden, devrimden kaçış! 

Büyük yenilgiden sonra ortaya çıkan boşluk hala doldurulamadı. Sosyalizmden ve devrimden kaçıp konforlu ve zararsız alanlarda toplaşarak ya da salonlara tıkışarak o boşluk doldurulamaz. Sokağa çıkmaz isen egemenler de seni iplemez, yok saymaya devam eder. Onlar için bir tehdit olunmadığı sürece bütün bir ülke yok sayılmaya devam eder. "Yok Sayamazsınız" demek, hele de salondan dile getiriliyorsa, "yok Sayılmayı" ortadan kaldırmaz.

Sevgiyle, dirençli ve uyanık kalın! (HAYRİ GÜNEL)

BU YAZININ 1. DİPNOTU: 

Günümüzde yaygın ve kabul görmüş Alevilik bal gibi de feodalizmdir ve bir köylü gericiliğidir. Emekçi halkın ve işçi sınıfının "nihai hedef"ini bir tarafa bırakıp 1400 yıl öncesinde takılıp kalmak basbayağı gericilik, bu takılıp kalmada ısrar etmek de basbayağı şovenizmdir. Anadolu anlamında Alevilik ise, feodal yapının parçalarından biri olarak tezahür etmiştir, başka herhangi bir şey de değildir.

BU YAZININ 2. DİPNOTU:

Yenikapı'daki kurultayda, duvarlarda Mustafa Kemal'le Seyit Rıza'nın posterlerinin asılı olması ve Seyit Rıza posterine iliştirilmiş "Hakikat, yüzleşme, Adalet" sloganı, neredeyse 100 yıllık bir tuhaflığın/absürdlüğün somutlanmış hali gibiydi ve epeyce de komikti. Mustafa Kemal'le Seyit Rıza bu anlamda başka bir yazımızın konusu olacak. Ama mutlaka olacak.

BU YAZININ 3. DİPNOTU

Alevi dedeleriyle Alevi örgütlerinin başındakiler tarikat ve cemaat şeyhlerine ve Alevi örgütleri de tarikat ve cemaatlere epey benziyorlar sanki.

BU YAZININ SON DİPNOTU:

"Ya Muhammed" demek gericilik oluyorsa, "Ya Ali" demek ne oluyor? Sorular ne kadar da çok. Ama çoğu hala sorulmuyor.

Business News