Havin’in hikayesi, yıllardır bitmeyen savaş, köy boşaltmalar, asimilasyon, cinsiyetçi ve homofobik politikaların sonucu olarak ortaya çıkan, Ağrı’dan, İsviçre’ye uzanan, kendinde taşıdığı benliklerin acı yüküyle bitmek bilmeyen bir arayış, bir mücadele hali.Göç, insanların ilk adımlarını atmasıyla birlikte başlıyor aslında. Sınırlar çizilene, topraklar mülk edinilene dek yaşamın olağan bir haliydi. Sonrasında toprakların sahiplenilmesi, sınırların çizilmesiyle yerleşik hayata geçildi. Fakat göçler bitmemişti, bitmedi.
Zaman içerisinde, artan nüfus, iklim değişiklikleri, yetersiz besin kaynağı, savaşlar gibi birçok faktörden toplumsal veya bireysel olarak devam etti. Bilindiği gibi kimi zaman tarih bu göçler üzerinden yeni milatlarını dahi yarattı. Bugün de her ne kadar sınırlar ve mülkiyet kavramı ile yer değiştirmeler zorlaştıysa da modernitenin getirdiği yeni sorunlardan dolayı karşımıza çıkabiliyor.
Fakat bunun yanında göçe mecbur kalanlarda var. Vatanı işgal edilmiş, kendi topraklarında ölüme, açlığa, tutsaklığa mahkûm edilmiş, yaşamak ümidiyle orayı terk etmek zorunda kalmış insanlar var. Bir diğer haliyle de ülkesinde ırk, din, sosyal konum, siyasal düşünce ya da ulusal kimliği nedeniyle kendisini baskı altında hissederek vatandaşı olduğu devlete olan güvenini kaybeden, devletin ona tarafsız davranmayacağını düşüncesi ile ülkesini terk edip, başka bir ülkeye sığınma talebinde bulunan milyonlarca insan var.
Havin’in hikayesi de bunlardan biri. Sırtında topladığı tüm acılar ve tehditlerle, ötekinin ötekisi kimliğiyle çıkıyor yollara. Bir kavimler göçü, bir Orta Asya göçü değil, kimsesiz, tek başına, bir umutla ‘yeni dünya’ arayışı, Sığınacak güvenli bir ev bulma, inşa etme umudu onunki de. Tıpkı ailesinin, akrabalarının, halkının, milyonlarca insanın yaptığı, dilediği, uğruna öldüğü gibi. Aslında Havin’in hikayesi dün göçmüş olan ve yarın tekrar göçmen olabilecek bizlerin, hepimizin bugünkü yaşamını oluşturmuş ve belki yeniden oluşturacak gerçekliğimizin kaçınılmaz bir parçası, hikayesidir.
Hikaye Denizli’de başlıyor
Havin 23 yaşında. 60 yıl önce devletin uyguladığı zorunlu göç politikası ve beraberinde gelen ekonomik göçlerden dolayı Ağrı’dan, Denizli’ye göç etmek zorunda kalmış bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş. Ailesinin orada uğradığı ayrımcılıklar karşısında kültürel ve fikirsel olarak değiştiğini söylüyor:
“Türkiye'nin daha batısında Türk olmanın, Türkçü olmanın çağdaşlaştırılmış haliyle ve eğitim ve sosyalleşme dilinin tek başına Türkçe olması ile karşılaşan ailem bizlere Kürtçe öğretmenin zamanla gereksiz olduğunu düşündük demişlerdi. Bizler büyüdükçe gerçekliğimizin tek başına Türk devletinin bizi zorunda bıraktığı öğretiler olmadığını aslında çevremizin, büyüklerimizin düğünlerimizin ağıtlarımızın dilinin Kürtçe olduğu sosyal ortamlarımızın varlığını ve bu ortamlar içerisinde yabancılaşmadan kaynaklı ailem de kendi dilimizin öğrenilmesi ve unutulmamasının önemini geç de olsa anlamıştı.’’
Okul yıllarında zorbalığa uğradı
“İlkokula başladığımda Kürt olduğumu saklamak zorunda kalmıştım çünkü lubunya kimliğinden kaynaklı zorbalığa uğruyordum aynı zamanda Kürt olduğum için bir kez daha ötekileştirilmek istememiştim. Kendini istese de saklayamayacak, esmer, kara kaşlı ve Kürtçe konuştuğu için ayrımcılığa uğrayan, sırf Kürt olduğu için dalga geçilen birçok tanıdığım olmuştu sınıfımda. Aslında hiçbir zaman reddetmemiştim kimliğimi ama hiçbir zaman da gururla söyleyecek kadar cesur olamamıştım.”
Lise yıllarında ise kendini ve içerisinde bulunduğu durumları tanımakta daha fazla yol katettiğini ve bunun kendisinde bir muhalif, politik kimlik oluşturduğunu söylüyor.
“Faşizm telleriyle çevrelenmiş coğrafya”
2018 yılında İstanbul Üniversitesi’ni kazanıp, İstanbul’a yerleşti. Bu dönemde sosyalist örgütlenmeler içerisinde bulunup LGBTİ+ mücadelesinde yer aldı.
Bu sürecin fikirlerini daha da olgunlaştırdığını, arayışına yeni bakış açılarını kazandırdığını fakat aynı zamanda yaşadığı ve farkına vardığı bilincinin hayat şartlarını daha da zorlaştırdığından bahsediyor: “Sınırlarla ve faşizm telleriyle çevrelenmiş bu coğrafyada, Kürt, trans ve devrimci kimliğimle aile içi de dahil olmak üzere hiçbir yere ait olamama hislerim derinleşti.”
Boğaziçi eylemlerinde hedef gösterildi
2021’de Boğaziçi Üniversitesine atanan kayyım Melih Bulu’ya karşı başlayan direnişlerde ön saflarda olan Havin, bu süreçte iktidara yakın, birçok ulusal ve yerel basının da aralarında olduğu gazetelerde, sosyal medya hesaplarında özellikle trans kimliği üzerinden hakaretler ile hedef gösterildi.
“Bu sürecin devamında ise ayrıştırıcı politikaların bir diğer sillesini de trans olmamla yedim. Devletin, Kürt halkını, LGBTİ+’ları, işçileri, kadınları, gençleri ve aslında tüm ezilenleri açıkça hedef aldığı sürece, inandığım her şeyle ona karşı çıktım, çıktık. Yasak üstüne yasak, gözaltılar, işkence ve artık görüşmediğim aileme kadar varan tehditler bu dönemde başladı.”
Yurt dışına çıkma, başka bir ülkeye sığınma kararını bu dönemde yaşadığı saldırılardan dolayı aldığını söylüyor.
“Nereye gidiyoruz? Ölüme mi, işkenceye mi?”
2021 yılında kaçak bir şekilde şişme botla Meriç nehrinden Yunanistan sınırına geçti.
Bir umutla vardığı sınırın diğer tarafına vardıkları gibi Yunanistan polislerince yakalanıp gayrı resmi bir nezarethaneye kamyonet kasasında 50 kişiyle birlikte sevk edildi. Polisler, “Yarın bırakılacaksınız” deyip, bekletmişler. Fakat ardından kar maskeli, elleri sopala paramiliter güçlere teslim edilmişler.
“Hepimizi demir çubuklarla vurarak bir kamyonun arkasına koydular. Araç hareket ederken nereye gidiyoruz ölüme mi, yoksa başka bir işkenceye mi ikileminde aklımızı kaybetmiştik. En son araç durdu ve kapı açıldı bir ormanın içindeydik. Bu sefer daha çok insan vardı. Bazıları Almanca konuşuyordu bazıları Yunanca, Türkçe konuşan biri vardı. Beni saçlarımdan sürükleyip gruptan ayırdı’.”
Sonrasında herkesi botlara bindirmeden önce aramış, üzerinde kimlik dışında herhangi bir şey bulduklarını ise dövmüşler.
Hakaret, işkence, tecavüz ve öldürmeye teşebbüs
Arama bittikten sonra bir polis, herkese, trans kimliğinden dolayı gruptan ayırdığı Havin’in yüzüne tükürmeyi emretmiş. “Hiçbirimiz birbirimizi tanımıyorduk birimiz Suriye'den, diğeri Irak'tan diğeri Türkiye’den herkes yüzüme tükürürken utanç içindeydi. Biri tükürmedi. Tükür yoksa dövecekler dedim. Yine de tükürmedi ve çocuğu sopalarla dövdüler.”
Sonrasında herkesi 15 kişilik gruplar halinde botlara bindirmişler. En son sıra Havin’e geldiğinde ise onu tek başına, çeteden iki kişi ile bindirmişler.
Havin, “Çok korktum ama bindim. Travesti diye dalga geçip işkence gördüğüm kişi tarafından tecavüze maruz kaldım. Daha sonra beni nehre attılar. Her şey korkunçtu, ölüm çok yakındı, boğulmak üzereydim. Ama burada ölmeyeceksin Havin dedim kendime ve kendimi Türkiye tarafına ormana attım.”
Kalanlara ne olacak? “Nehre geri atacağız”
Türkiye tarafına tekrar geçtikten sonra askerlere teslim olmuş.
“Askerler, içinizde Türk var mı, diye sordular. Ben ve yanımdaki Kürt bir kadın arkadaş ses çıkarmadık başta ama daha sonra Türk olmayanlara çok kötü davrandıklarını gördük. Ardından tekrar sordu. Biz de, biz Türkiye vatandaşıyız dedik, bizi aldılar.”
Daha sonra askeri bir araca bindirilerek Edirne’de, emniyete götürüldüklerini, yolda bir askere kalanlara ne olacağını sorduğunu, “Nehre geri atacağız” cevabını aldığını söylüyor.
Emniyette ifade verip bir gün gözaltında tutulup, bırakılmış ve ardından hakkında dosya açılmış.
“Hayatta kaldım, bu deneyim oldu benim için. Birçok şeyi görmemi sağladı yaşadıklarım. Saçımdan çekilip yerlerde sürüklendikçe inancımdan bir şey kaybetmedim, daha da inandım bağlı olduğum yola ve mücadeleye” diyor.
İkinci denemede başardı
Yaşadığı acılar onu umudundan vazgeçirmedi, insanca yaşama hedefiyle 2022 Kasım ayında tekrar çıktı göç yoluna. Bu kez başarılı oldu. Tabi umuda yolculuk denilen yol yine kolay olmadı.
“Çıkış yapacağımız yere vardığımda sınır askerleri tarafından dövülmüş, telefonu kırılıp paraları çalınmış insanların tekrar tekrar yılmayıp çıkış yaptıklarını gördüm. Korkmuştum ama artık geri de dönemeyeceğimi biliyordum ve yola çıktım. Hamile bir kadın, 8 aylık bir bebek ve diğer 6 kişi ile bir grup halinde her saniyesi korku dolu, zamanın önemini kaybettiği, bebeğin sırayla sırtlarda taşındığı bir yolculuk oldu. Bu sefer hepimiz başarmıştık ve şimdi gideceğimiz ülkelerdeki belirsizlikleri düşünüyorduk, yüzümüzde kurtulmuş olmanın verdiği sevinçle.”
“Ötekinin ötekisi oldum, trans, Kürt, mülteci…”
5 Aralık 2022 tarihinde İsviçre'de ilk defa resmi olarak “sığınmacı” statüsüne alındığını, fakat resmi olması dışında bir farkı olmadığını söylüyor.
“Mülteci kamplarında ilk başta herkesin ‘eşit’ derecede değersizleştirildiğini, insanlık dışı muamele yapıldığını düşünürken yine burada da ötekinin ötekisi olan ben oldum, trans, Kürt, mülteci kimliğimle.”
Biyolojik cinsiyeti esas alınarak erkekler ile aynı odada kalmasının dayatıldığını, kampta verdiği ilk savaşın bu duruma karşı olduğunu söylüyor. Bununla beraber, güvenliklerinden sorumlu yetkililerden, yemek dağıtanlara, onunla aynı statüde olan sığınmacılar da dahil olmak üzere herkes tarafından dışlandığından duyduğu üzüntüyü anlatıyor.
“Biz ses çıkarmadıkça sesimiz olacak kimse yoktu”
“Dertleriyle derman bulmaya gelmiş insanların yine kendinden olmayanlara dert olduğu bu ortamda yemek yemeye dahi inmediğim, odama çekilip küçücük ranzada tek başıma ağladığım haftalar, aylar süren bir süreç yaşadım. Ses çıkarmadıkça sesimiz olacak kimse yoktu kendimizden başka. Haklarımı ve en temel insani ihtiyaçlarımı yüzlerine çarpmaya başladığımda zaten bana ait olanı ancak tekrardan savaşmak zorunda kalarak kazanmaya başladım” diyor.
Hakları olan insani yaşam koşullarının kendilerine bir lütuf olarak sunulduğunu, bu kampların izolasyon ve yıldırma politikalarının bir parçası olduğunu, üstleri aranırken, fiziksel tacize varan uygulamalara maruz kaldıklarını söylüyor.
“Kamplarda yoksulluk dayatılıyor”
Havin’in geçen Temmuz ayında İsviçre’de siyasi ilticası kabul edilmiş ve oturma izni almış.
“İlk geldiğimde haftalık 21 frank (toplama kampında) ödenek alıyordum. Mahkemeden sonra iltica ve oturma izni almamın ardından buraya geçtim. Ev, apartman tarzı bir mülteci kampı bu. Burada da ödenek olarak 63 frank veriyorlar. Ama bu sefer burada yemeğini, içmeni kendin alıyorsun yapıyorsun. Sonuçta bir şey değişmiyor. Sebze meyve almak dışında bir şey yapamıyorsun. Bunun ulaşımı, sosyal alanı, sağlığı, tüm giderlerin toplam 63 frank yani günlük 9 frank. Burada bir sandviç 9 frank. Tamamen yoksulluk dayatması aslında.”
Havin hala kampta kalıyor. Anlattıklarına göre şu an devletten hayati ihtiyaçlarını karşılayacak kadar bile ödenek almıyor. Çalışma izninin de dil bilmediği için işe yaramadığını, en az iki yıl dil eğitimi alması gerektiğini, bu dil kursunun devlet tarafından karşılandığını söyledi.
Şu an ev arıyor. Devletin ev kirası için belirli bir bütçe verdiğini, bu bütçenin ihtiyacının büyük bir kısmını karşılayabileceğini söylüyor. Fakat bu sefer başka bir sorun çıkıyor. Göçmenlere özellikle aile olan göçmenlere ev verilmeme durumunun çok fazla yaşandığını, bu yüzden göçmenlerin ev bulmakta güçlük çektiklerini söylüyor.
“Kendime verdiğim söz”
“Kendi vatanımdan veya hiç vatanım olamamış topraklardan farklı yerlere göç etmiş olsam da verdiğim mücadelenin ve insan haklarının evrenselliği ile sınıfsız, sınırsız, cins özgürlükçü bir dünya yaratmak için çabalamaya devam edeceğim. Bu kendime verdiğim sözdür” diyerek sözlerini sonlandırıyor.
Okuma süresi ortalama 7 dk olan, 23 yıllık yaşamın anlatısı olan bu yazı, umarım her gün medyada sadece sayı olarak verilen binlerce sığınmacının, mültecinin sadece sayı olmadığı gerçeğini kavramak üzerine bir basamak. (ALİ BÜTKÜL - BİAMAG)