AYM, suç duyurusunu ne yapacak, Türkiye’de “parası neyse öderiz” dönemi mi başlayacak?
Gezi davasında 18 yıl hapse mahkûm edilen TİP Hatay Milletvekili Can Atalay’ın hak ihlaline uğradığı ve tahliyesine karar verilmesi gerektiğine hükmeden Anayasa Mahkemesi’nin kararının uygulanmamasıyla başlayan kriz giderek derinleşiyor.
Yargıtay 3. Ceza Dairesi, büyük harflerle, Anayasa Mahkemesi’nin kararına uymayacağını ilan ederken, mahkeme üyeleri hakkında da suç duyurusunda bulunacağını kararına yazdı.
15 üyeli mahkemenin 9 üyesi Atalay için hak ihlali kararı verdiği ve AYM Genel Kurulu’nun en az 10 üyeyle toplanması zorunluluğu karşısında, bu suç duyurusunun akıbetinin ne olacağı meçhul.
MHP lideri Devlet Bahçeli’nin, Kandil’i adres gösterdiği Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Arslan, suç duyurusunu somut delile dayanmadığı gerekçesiyle işleme koymayabilir, fiili imkânsızlık olduğu gerekçesiyle rafta bekletebilir, ne yapılacağına karar verilmesi için Genel Kurul’a sevk edebilir. Her koşulda, yasalarda öngörülmeyen bir durum söz konusu…
Henüz gelen evrak yok
Ancak hemen söylemek gerekir ki krizin giderek derinleşmesine karşılık Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nden Anayasa Mahkemesi’ne giden bir suç duyurusu henüz yok.
Daire, bu suç duyurusunu Yargıtay Başsavcılığı eliyle göndermek zorunda. Başsavcılıktan da iletilmiş bir suç duyurusu metni yok.
Kulislerde, suç duyurusunun bu hafta içerisinde gönderilmesinin olası olduğu konuşuluyor.
Ankara Başsavcılığı’na gider mi?
Kulislerde, AYM üyeleri hakkındaki suç duyurusunun Ankara Başsavcılığı’na gönderileceği ve anayasal düzene karşı suç işledikleri gerekçesiyle soruşturmanın burada yürütüleceği iddiası da konuşuldu ancak bu vahim iddiayı doğrulayan da yok. Tutarlılıkları ile tanınan hukukçuların tamamı da bunun mümkün olamayacağını söylüyor. Bu kapının açılması yeni bir kriz anlamına da gelecek.
Bu yetkiyi kim verdi?
Anayasa Mahkemesi’nin yetkileri iktidarın gündeminde. Özellikle de bireysel başvuru yolu…
AİHM’ye yapılan başvurular boyu aştığında, Avrupa Konseyi’nin de talepleri üzerine Yüksek Mahkeme’ye bu yetki verildi. Hedef, hak ihlali kararlarının Türkiye’de verilmesi, böylece AİHM’ye gidilmesinin önlenmesiydi.
Böylece hem Türkiye, AİHM’de en çok aleyhinde ihlal kararı verilen ülke olmaktan kurtulacaktı hem de AİHM’nin talepleri dikkate alınmış olacaktı.
O dönem, Yargıtay ve Danıştay, bu konuda raporlar yazdı, iktidara sundu. Her iki yüksek mahkeme, AYM’nin “süper temyiz mahkemesi” haline geleceğini söylüyordu. AYM’nin elinde Yüce Divan yetkisinin bulunmasını bile sorun eden yüksek mahkemeler, hükümetten, bireysel başvurular için farklı bir mekanizma kurulmasını talep etti.
Ancak parti kapatma davaları, 367 krizi gibi olaylar nedeniyle tepkili olduğu AYM’nin yapısını değiştiren, üyelerinin büyük bölümünü kendisi seçen iktidar için bu sözler etkili olmadı.
Eski Yargıtay Savcısı Ömer Eminağaoğlu’nun anımsattığı gibi, Ergenekon soruşturmasında tutuklanan ve milletvekili seçilmesine rağmen tahliye edilmeyen Engin Alan gibi isimler AYM kararıyla, bireysel başvuru yoluyla tahliye edildiğinde, başta MHP, muhalefetin de övgüsünü alıyordu.
Anayasal plan
Ancak Türkiye, o günden bugüne yeni bir hatta girdi. Artık AYM’nin kararlarına tahammül kalmamış durumda.
Atalay’ın özgürlüğüne mâl olan bu suni kriz, sadece Yargıtay’daki bazı üyelerin AYM’ye duyduğu tepkiden kaynaklanmıyor.
Krizin yaratacağı bir olası sonuç, yeni anayasa çağrısına meşru bir zemin oluşturulmasıydı. 1982 Anayasası’nın artık sorunlara çözüm olamadığı üzerinden bu çağrılar hemen yapıldı.
1982’den bu yana Anayasa Mahkemesi ile ilgili anayasa maddesinin sadece iki kez, AKP iktidarı döneminde, 2010 ve 2017’de değiştirilmiş olduğu bile dikkate alınmadan.
Diğer bir olası sonuç, AYM’nin etki alanının daraltılmasıydı.
Niyet AYM’nin bireysel başvuru yetkisini bütünüyle elinden almak değil. İstenilen, tıpkı AİHM kararlarının uygulanmaması gibi bir sonuç doğurmak. Türkiye, başta Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş dosyaları olmak üzere, tahliye gibi sonuçlar gerektiren AİHM kararlarını uzun süredir uygulamıyor. Sadece tazminat ödemek gerektiğinde bunu ödüyor ve başka bir eylemde bulunmuyor.
AYM’den beklenen de bu… Hak ihlali kararı verdiğinde, sadece tazminat ödemenin yeterli olması. Davalarla ilgili bunun dışında fiili bir müdahalede bulunmaması. Bireysel başvuru yolunun açık ama etkisiz olması…
Güvencesiz yurttaş
Haklar ve özgürlükler konusunda giderek ve bilinçli olarak daraltılan bu alanda artık AYM’nin fiili sonuçlar doğuran kararlarına ihtiyaç yok. Üstelik, bu yolun açık olması tehlikeli de bulunuyor. Gezi davası gibi iktidarın tam odağında olan davalarla ilgili olası sonuçlar, zaten bu krizle kapatıldı. Artık bunun kâğıda dökülmesi gerekiyor.
AKP ile anayasa masasına oturmaya hevesli muhalefet yapısına bakıldığında, bu hedeflere ulaşmanın çok da zor olmayacağı anlaşılıyor.
Anayasa Mahkemesi ise bu krizi aşacak, yetkilerini muhafaza edecek hiçbir enstrümana sahip değil. Yakında emekliye ayrılacak üyeler de düşünüldüğünde, zaten bu konuda mücadele edilmesini, iktidara bunun sakıncalarının anlatılmasını isteyecek üyeleri bile bulmak mümkün olmayacak. (GÖKÇER TAHİNCİOĞLU - T24)