Demirtaş’ın savunması, derinlemesine analiz edilmesi gereken bir metin. Demirtaş, cumhuriyeti ve laikliği reddediyor, yeni bir Kürt-İslam se...
Demirtaş’ın savunması, derinlemesine analiz edilmesi gereken bir metin. Demirtaş, cumhuriyeti ve laikliği reddediyor, yeni bir Kürt-İslam sentezi çağrısı yapıyor.
Selahattin Demirtaş’ın Aralık ve Ocak aylarında dokuz duruşma gününde tamamladığı Kobane davası savunması, medyada hak ettiği kadar yer bulmadı.
Kimi aktörler, Demirtaş’ın savunmada ortaya koyduğu yeni siyasi çizgiyi nereye koyacaklarını bilemediklerinden sustular. Kimileri, epey uzun olan konuşmayı bütünlük içerisinde ele almak yerine, sadece belli bir noktaya işaret edip geçiştirdi.
Sonuç olarak geniş kesimler, Demirtaş’ın savunmasının ne anlama geldiğini kavrayabilmiş değil.
Ancak, neresinden bakılırsa bakılsın, Demirtaş’ın savunmasının Türkiye siyasi tarihinde önemli bir yer tutacağı muhakkak.
Bu analizde, hem savunma metninin kendisinde dikkat çeken noktaları hem de savunmaya verilen kimi tepkileri irdeledik.
Hangi Demirtaş? Süreklilik mi var, 180 derece dönüş mü?
Demirtaş’ın savunmasına, birbirine taban tabana zıt tepkiler verildi. Örneğin, İrfan Aktan, Artıgerçek’teki iki değerlendirme yazısında, bize kalırsa epey bir hüsnükuruntuyla, Kürt siyasetinin farklı kolları açısından “tam bir uyum” resmi çiziyor. Aktan’a göre Demirtaş hem Öcalan’ın önderliğini kabul ediyor hem de HDP çizgisiyle mesafelenmiyor.
Aynı savunmaya bakan AKP Diyarbakır Milletvekili Galip Ensarioğlu’ysa, “Rotayı sol marjinal çizgiden tam 180 derece döndürüp Kürdi çizgiye dönüştürmüş” yorumunda bulunuyor.
Nasıl oluyor da iki kişi, aynı savunmadan birbirine tamamen zıt izlenimler edinebiliyor?
Süreklilik ve uyum tezinden başlayalım. Burada, anlaşılması gereken, ne HDP’nin ne de Demirtaş’ın zaten geçmişten bugüne süreklilik arz eden, temel tez, ilke ve argümanları sabit birer aktör olmadıkları… 2015 seçiminde “Seni başkan yaptırmayacağız” diyen Demirtaş görece solda dururken, Gezi direnişinde “darbe” gören Demirtaş görece sağdaydı. HDP’yi “Türkiyelileştirme”ye çalışan Demirtaş da, Tahir Elçi’nin cenazesinde “Tahir’i öldüren devlet değil, devletsizliktir” diyen, bugünlerde sıkça kullanılan ifadeyle “Kürdistanî” Demirtaş da hafızalardadır.
Demirtaş’ın kendisi, şimdiye dek çeşitli dönemeçlerde keskin virajlar almıştır.
Savunmanın yeni bir viraj olduğu tartışmasız. Ortada bir süreklilik değil kopuş var, Kürt siyasetinin kollarında “uyum” sağlanıp sağlanmayacağını ise zaman gösterecek. Fakat Demirtaş’ın savunmasında, uyumsuzluğun epey bir işaret var, aşağıda değineceğiz.
Öte yandan, Ensarioğlu’nun “Kürdi çizgi” tespiti de gerçeği tam karşılamıyor. Çünkü Demirtaş’ın bu savunmasındaki esas kopuş, bu “Kürdi” çizgiyi, hâlâ pek kimsenin tartışmaya yanaşmadığı, epey uç İslami argümanlarla birleştirmesi, yeni bir Kürt-İslam sentezi girişimini başlatmış olması.
İslamcılık bahsi: Savunma sosyal medyadan ibaret değil
Demirtaş’ın savunması, 25 Aralık’ta başladı. Savunmadaki islamcı ifadeler, ancak 9 Ocak’ta dikkat çekebildi. Bu durum bile, Demirtaş’ın savunmasının uzun süre pek haberleştirilmediğinin, bir kesimin “bekleyip görmeyi” seçtiğinin, bir kesiminse hiç ilgilenmediğinin göstergesi.
8 Ocak’ta, tüm savunma bittikten sonra sosyal medyaya düşen şu ifadeler çok ilgi çekti: “Bu toprakların medeniyeti İslam medeniyetidir. Türkiye sosyalistinin bir kısmı bunları bilmez, bilmediği için de topluma ulaşamaz. Bizi var eden bu topraklarda İslam medeniyetidir. 1300 yıldır hepimizi var eden İslam medeniyetidir. İslam medeniyeti geri falan değildir.”
Bu tivitlere “Ahh be kardeşim, naptın sen” gibi, şaşkınlık dolu ifadelerle tepki verenler oldu. Oysa Demirtaş, savunmasının tümünü bu islamcı eksen üzerine bina etmişti.
Demirtaş’ın ‘gerçek İslam’ tartışması: Kürtler İslam’ı saf haliyle korudu
Savunmanın birinci günü, Demirtaş, “Kürt medeniyeti”nden şöyle bahsediyordu: “Kökünde İslam medeniyeti vardır, biz siyasal islamcı değiliz Müslümanız.”
Hatta, Demirtaş, “gerçek İslam” tartışmasına da girdi ve Kürtlerin İslamını “gerçek İslam” olarak niteledi: “[Kürtler] İslamı kültür olarak almışlar. IŞİD’ten, cübbeli hocadan, TRT veya Diyanet’ten öğrenmemişler. İlk dönemlerden ne öğrenmişler ise o saf hali ile korumayı başarmışlar.”
Bu formülasyonun, her türden Kürt islamcı grubu tümden aklamaya kapı araladığı açık.
Abartıldığını düşünenler, savunmanın metninin tümünü okumalı. Demirtaş’a göre, Kürtlerin “yaşamının her alanına sızan” bu “gerçek İslam” öyle bir mefhum ki, Kürt halkını her türlü siyasal islamcılıktan, tarikattan, cemaatten, hatta Hizbullah’tan bile korumaktadır: “Said-i Kurdî’yi referans alanlar en çok Kürt düşmanlığı yapanlara dönüştüler. Onlara biat etmediğimiz ve Türkleşmediğimiz, Kürt olduğumuz için siyasal İslam Kürtler arasında örgütlenememiştir. Hüda-Par, tarikatlar ve cemaatler ile girmek istiyorlar ama giremiyorlar. Siyasal İslamı içine alamayacak kadar İslam dini yaşamın her alanına girmiştir.”
Evet, Demirtaş’ın son açılımına göre tek başına “Kürt olmak”, siyasal islam'dan korunmanın yeter şartıdır.
Bu arada, insan ister istemez, son dönemlerde yeniden sosyal medya muhabbetlerinin konusu olan “Alevi Kürt olur mu” sorusunun da etkisiyle, “Hangi Kürdün dini bu tam olarak?” diye sormadan da edemiyor. Hanefi? Şafi? Alevi? Madem Kürtler İslam’ı “o saf hali ile korumayı başarmışlar”, hangisidir bunun saf hali?
Hangisi olursa olsun, Selahattin Demirtaş Kürt halkının “kökünde bulunan” bu islami mirasla öyle gurur duymaktadır ki, kendisinin de bu “Kürdi İslam”ın parçası olduğunu savunmasında özellikle vurguluyor: “Erdoğan benim hakkımda diyor ki, ben demişim ki 'Taksim bizim kabemizdir.' İftira! Yalan! Benim dedem Palulu İslam alimlerinden. Ben Müslüman kültürü, medeniyeti ile büyüdüm.”
Bu “gerçek İslam’ı savunma” meselesi Demirtaş’ın savunmasında o kadar baskın bir yer tutuyor ki, IŞİD bile Demirtaş tarafından “gerçek İslam’ı bilmemekle” itham ediliyor: “Birbirini boğazlayan İrlandalı Katolik ve Protestanların çoğu İncilin 10 emrini bilmiyor. Yalanın üzerine kurulu bir düzen var. Din uğruna, inanç uğruna birbirini kesmeyen kalmadı. IŞİD’lilere sorun bakalım İslam adına tam olarak neyi biliyorlar.”
Başka türlü, Demirtaş’ın ağzından çıkan şu ifadeler nasıl anlamlandırılabilir: “Bunların Müslümanlığı sahtedir. İnsan olan yapmaz da Allah’a ve Kuran’a inanmış biri bunları nasıl yapabilir? Bunlara insan dahi diyemezsiniz. Bu kadar kul hakkı nasıl yenilir?”
Ya, inanmıyor olsalar Demirtaş anlar da, inanan biri nasıl yapar!
Demirtaş’ın yeni Kürt-İslam sentezi
Tam bu noktada, Demirtaş’ın savunmasındaki yeni çizgiyi niye basitçe “Kürdi” veya “Kürdistani” değil, bir “Kürt-İslam sentezi” olarak nitelemenin daha uygun olduğunu düşündüğümüzü açıklayabiliriz.
Demirtaş, kuşkuya yer bırakmaksızın Kürt toplumunun deyim yerindeyse “çimento”sunun İslam dini olduğunu dile getirmesinin ve Kürtlerde bunun “en saf halinin”, yani Peygamber dönemindeki halinin bulunduğunun altını çizmesinin ardından, bu İslam anlayışıyla (Demirtaş’ın sık sık altını çizdiği üzere) Abdullah Öcalan’ın demokratik konfederalizm anlayışının ne kadar örtüştüğünü kanıtlamaya girişiyor.
“1400 yıl önce Hz. Peygamber adına, İslam adına atılan adımları bugünle kıyaslamayın. Hz. Muhammed'in o günkü kıyaslamaları bugünkü AİHM, CEDAW değerindedir. O gün cahiliye yaşanırken bir alternatif sunuyordu Hz. Muhammed. Yoksullar üzerine inşa ediyordu. Hz Muhammed dönemin en büyük sosyalistlerindendir Hz. Muhammed bugün yaşasaydı İstanbul Sözleşmesi'nden, BM sözleşmelerinden daha ileri bir sözleşme yapardı. Söyledikleri devrimciliktir.” CEDAW’ın “Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Yok Edilmesi Sözleşmesi” olduğunu belirtelim. Dolayısıyla Demirtaş’ın formülasyonuyla, kendisinin tahayyül ettiği Kürt İslamı, hareketin sık kullandığı “kadının özgürlüğü” mücadelesinde çağdaş kanunlardan bile daha üstün bir kutup yıldızı.
Demirtaş, Kürt-İslam sentezinde kararlı. Savunmasındaki bir diğer formülasyon, bunun en berrak örneklerinden birisi: “Bugün Müslüman da Hristiyan da kadın da erkek de Kürt de Türk de olsa en iyi savunabileceğimiz düşünce ekososyalizmdir. Müslümanlara da tavsiyemdir, okusunlar baksınlar. Ekososyalizme en uygun düşünce tarzı İslamiyet'tir.”
Demirtaş’a göre laiklik tarihi bir hata
Demirtaş’ın bu yeni çizgisiyle tanıştıkça, okur, “peki laiklik bu işin neresinde” diye sorabilir. Savunma metni incelendiğinde, laikliğin, Demirtaş’ın yeni çizgisinin tam karşısında olduğu görülüyor.
Selahattin Demirtaş, dokuz günlük savunmasında, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan itibaren yanlış inşa edildiğini, zeminin hatalı olduğunu vurguladı: “Türkiye Cumhuriyeti Devleti, yanlış bina üzerine inşa edilmiş. Temel yanlış.”
Elbette, haklı olarak, Demirtaş eleştirilerinin esas kısmını Kürtlere karşı yürütülen ırkçı politikalara ayırdı. Ancak, savunma metni incelendiğinde, Demirtaş’a göre yalnızca 1924’ten sonra başlayan ırkçılığın değil, laikliğin de sorun olduğu görülüyor:
“Bu ülkenin pek çok şeyi gibi milliyetçiliği ve dindarlığı çakmadır. Fakat Türkiye’nin milliyetçiliği ‘bir Türk dünyaya bedeldir’ diye ahkam keserken öte yandan kendi milletini ahlaken ve bütün değerleriyle çöktürüyorlar. Mustafa Kemal, Samsun'a çıktığında Bodrum'a, Fethiye'ye gitmek aklına gelmez. Erzurum’a gider. Doğu Beylerine mektuplarının hiçbirinde ne 'Siz Kürtsünüz', ne 'Sizinin diliniz Kürtçe’dir' der. Bugün Şeyh Said gündemine ilişkin konuşan ulusalcılar sizlere de diyorum; Mustafa Kemal, Kürt şeyhlerine ‘Cumhuriyeti kurup halifeliği kaldıracağız’ dememiştir. ‘Halife uğruna savaşıyoruz’ demiştir. Şeyh Said'in isyanı bunadır. Şeyh Said ‘Bize ihanet ettiniz’ demektedir. Bugün Şeyh Said'e ihanetçi diyorlar, bu mudur vatana ihanet? Ben kendimi Şeyh Said'in torunu olarak görüyorum.”
Savunmanın bu kısmı da sosyal medyada “Şeyh Said’in torunuyum” ifadesi üzerinden konuşuldu. Oysa esas önemli olan, öncesindeki argümanlardı. Demirtaş’a göre Şeyh Sait haklıdır, çünkü baştan söylememelerine rağmen cumhuriyeti kurup laikliği getiren Kemalist hükümet asıl haindir.
Demirtaş devam ediyor:
“Anadolu toprakları 1300 yıl İslam medeniyetiyle yoğrulduğu için Kurtuluş Savaşı öncüleri halkın yanına giderken İslami söylemi bir taktik olarak söylüyorlardı. Bunu inanarak, bilerek yapmadıklarını o dönemli mektuplaşmalardan, telgraflardan anlıyoruz. Neden önce Müslüman halkı yanına alıp sonra Türk Kürt ayrımı yapmaksızın herkesin medeniyetini, kültürünü, inancını yok sayan yeni bir kültür yaratmaya çalışan resmi ideolojiyi dayattılar?”
Görüldüğü üzere, burada Demirtaş ırkçı politikalardan bahsetmemektedir bile, hedefi doğrudan laikliktir. Zira Demirtaş’a göre Kurtuluş Savaşı’nın liderliği taktik olarak islami söylemi kullanmış, sonra da Türk Kürt herkesin inancını yok sayan yeni bir kültür yaratmaya çalışmıştır.
İsteğe bağlı kitle kuyrukçuluğu
Peki toplumu değiştirme iradesi? Tarikatları, cemaatleri, aşiretleri, geri, baskıcı unsurları ortadan kaldırma mücadelesi? Demirtaş, o işe pek sıcak bakmadığını başka bir bağlamda açıkça söylüyor:
“Ben Kürtlerin orada [Suriye’de] Amerika ile ilişki kurmasından çok memnun değilim, ama oradaki halk tercihini öyle kullanıyor. Ne yapabiliriz, ne diyebiliriz?”
Toplumu değiştirme, müdahale etme iradesi istenmediğinde Demirtaş tarafından hızla ıskartaya çıkartılıyor. Madem halk emperyalizmle iş tutmak istiyor, ne yapabiliriz? Hilafet istiyorlarsa, cumhuriyet kurmak yanlıştır, biz ne diyebiliriz? Aynı mantıkla, siyaset yapmak verili herhangi bir anda kitlelerin çoğunluğunun düşünceleri karşısında biçare susmaksa, savaş kabinesi seçim kazandığında barış mücadelesi vermenin meşru zemini nereden gelmektedir?
Demirtaş, yeni çizgisi için, “karşısında susulacak” konuları da dikkatle seçmektedir.
Sorun yüz yıllık, Osmanlı dönemi özgürlük dönemi
Selahattin Demirtaş, Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında ayrımcı politikaları tek başına ele almaktansa, yeni sentezi kapsamında, laikliği de ayrımcılıkla bitiştiriyor. “Zemin yanlış” argümanı buradan türüyor:
“Bu süre zarfında Kürtçe yasaklanmıştır, Kürtçe eğitim yasaklanmıştır. Kürtçe eğitim vardı, medreselerde Kürtçe eğitim yapılırdı. Medreselerde yetişen bir sürü Kürt alimi vardır, onlar orada eğitim görmüştür. Bu topraklarda Türkçeden önce Kürtçe eğitim yapılmıştır.”
İrfan Aktan, Demirtaş’ın savunmasıyla HDP-DEM Parti çizgisinin uyumundan bahsettiği, yukarıda değindiğimiz yazısında, aslında iki yaklaşım arasındaki açıyı da farkında olmadan gösteriyor. Aktan, “millet-i hakime (Sünni-Türk egemenliği)” ideolojisinin, “Osmanlı Devleti’nden devralınıp güncellenen ve yüz yıl boyunca devlet ile toplum sisteminin her alanına sistematik bir programla intibak ettirilen” bir ideoloji olduğu söylüyor.
Oysa Demirtaş, savunması boyunca defalarca konuya açıklık getiriyor: Sorunun başlangıcı, tam olarak yüz yıl öncesi olarak kodlanıyor. Hep “yüz yıllık sorun”, “yüz yıllık anlayış” diyor Demirtaş, çünkü Osmanlı zamanında medreselerde Kürtçe eğitim gören Kürt alimler yetişiyor.
Ayrıca, bizzat Demirtaş savunmasında HDP-DEM Parti’yle arasındaki açıyı teyit ediyor: “Gelinen süreç ortada. Bazı arkadaşlar ‘popülist’ deyip duruyor, ‘Partinin önüne geçti’ diyor ama gelinen süreç ortada.”
Suçlular: Gülenciler, MHP, siyasal islamcılar
Peki tüm bu çizgi değişikliği, güncel siyasi pozisyon alışlar açısından kimi işaretler vermekte midir?
Demirtaş’ın savunmasında kendisini siyaseten dört duvar arasına hapsetmemeye gayret ettiği ortadadır. Buna, Kürt siyasetinin diğer kollarını herhangi bir konuda mecbur bırakmamaya özen göstermek de eklenmelidir.
Demirtaş, hendek sürecini anlatırken, Kandil’le aralarındaki gerilimi, “herhalde yanlış anladılar” gibi temkinli bir ifadeyle ortaya koyuyor: “Medya öyle bir şekilde verdi ki siyasetçilerden zehir zemberek konuşmalar geldi. Efkan Ala, Kemal Kılıçdaroğlu, Erdoğan hepsi öyle sert açıklamalar yaptı ki bir iki gün geçti ve Kandil’den daha sert bir açıklama geldi. Onlar da herhalde Demirtaş bizi kandırdı diye düşündü. Daha sonra hükümetin, devletin kontrolünden çıkan bir şeye dönüştü.”
Ancak bu sözlerde, Demirtaş’ın güncel siyasi pozisyonunu anlamak için dikkat edilmesi gereken kısım Kandil’e dair düşünceler değil, son cümle: “Hükümetin, devletin kontrolünden çıkan bir şeye dönüştü.”
Demirtaş, savunmasında, yakın dönemi anlatırken elbette birçok bakımdan AKP’yi eleştiriyor, fakat somut olarak, uzun uzun, isimler vererek, çözüm sürecinin bozulmasına giden süreç ve sonrasındaki baskı politikalarından Gülencileri sorumlu tutuyor. Süreç, “devletin, hükümetin” değil, Gülencilerin kontrolünde tarif ediliyor.
Demirtaş’a göre Gülencilerin yarattığı bu ortamda AKP tuzağa düşüyor ve çözüm sürecinden uzaklaşıp, baskı ve savaş politikalarına sarılıyor. Sonuç, MHP’yle kurulan ittifak oluyor.
AKP’nin sorumluluğunu tarif etmek konusunda Demirtaş savunma boyunca çok hassas davranıyor. Sorumluluk, esas olarak, “ortaklara” yıkılıyor. Örneğin Demirtaş, Yargıtay darbesini de işaret ederek, sürmekte olan davadan hareketle “Devlet şu an MHP’dir. Artık devleti MHP yönetiyor” diyor.
Genel olarak zihniyetten bahsedileceği durumlardaysa Demirtaş’ın tercihi, “siyasal islam” oluyor. Savunma boyunca Demirtaş, siyasal islamcıları ağır şekilde eleştiriyor, ahlaksızlıklarını ortaya seriyor fakat bunların tam olarak kim olduklarına, siyasal islamın sınırının nereden bitip nerede başladığına değinmiyor.
İki istisnayla… Birincisini yukarıda gördük: Sahip oldukları “1300 yıllık saf halinde İslam kültürleri” dolayısıyla siyasal islamcılık, Kürtlere haşa uğrayamıyor.
İkincisinde, bu defa kişisel bir sınır çiziliyor. Dubai’de muta nikahıyla cinsellik yaşayan AKP’li iş adamlarından bahsederken şöyle diyor: “Cumhurbaşkanını tenzih ediyorum. Haberi olsa o da bunu engellerdi ama inşallah bu söylediklerim kulağına gider de bunu araştırır.”
Bu işaretler, kanımızca, kendini dört duvar arasına hapsetmek değildir, fakat hangi kapıların hafif aralık bırakıldığına dair kimi intibalar vermektedir.
Çizgi değişikliğinin ne getireceği henüz belli değil
Selahattin Demirtaş, savunmasında da güçlü argümanlarla ortaya koyduğu üzere, hukuki değil siyasi sebeplerle yedi yıldır hapis yatmakta. Dokuz günlük savunma, siyaseten tecrit edilmeye çalışılan Demirtaş’ın yeni stratejik açılımı.
Nasıl karşılanacak?
Henüz kestirmek zor. Zaten henüz pek dar bir kesim bu savunmayı bütünüyle okumuş ve irdelemiş durumda. Görünüşe göre DEM Parti de savunmanın içeriğine önden hakim değildi, onlar da kamuoyuyla birlikte öğrendiler Demirtaş’ın tezlerini.
İbrahim Halil Baran daha ileri gidiyor ve Demirtaş’ın dava sürecinde yalnız bırakıldığını öne sürüyor. Baran’a göre davanın ve savunma metninin DEM Parti tarafından hakkıyla derlenip paylaşılmaması, ayrıca kimi önemli isimlerin Demirtaş’ın babasının ölümünün ardından taziye mesajı yayımlamamış olması, bu duruma delalet.
Kandil’e yakın, Avrupa merkezli medya da Demirtaş’ın savunmasını büyük oranda görmezden geldi. Bu kestirip atan bir tavır mı, yoksa önce görüp sonra değerlendirmek üzere beklemeyi mi tercih ettiler, bilemeyiz.
Zaman, kimlerin ne pozisyon alacağını gösterecek.
Demirtaş’ın cumhuriyeti meşru bir zemin olmaktan çıkartan, laikliğe geçişi hata ilan eden, ideal topluma en uygun anlayış olarak Müslümanlığı gören yeni Kürt-İslam sentezi, alıcılarını bekliyor. (ÖZKAN ÖZTAŞ, YİĞİT GÜNAY - SOL.ORG)
Hiç yorum yok