40 yıl önce İnciraltı'nda bir gece...
***
40 YIL ÖNCE İNCİRALTI'NDA BİR GECE...
İnciraltı katliamı, ordu içindeki bir grubun kendi kafasına göre gerçekleştirdiği bir olay mıydı, yoksa daha sistemli bir girişimin parçası mıydı? Bunu tartışmanın fazla bir yararı yok, zira “büyük resmi” okuduğunuzda İnciraltı katliamını da o resme yerleştirmek zor değil.
İnciraltı, 1960’larda İzmirlilerin denize girmek için gittikleri en yakın plajlardan biriydi. Zaman içinde körfezin kirlenmesiyle artık denize girilmez oldu, itibarını yitirdi. Ahmet Piriştina’nın belediye başkanlığı döneminde bölge yeniden rekreasyon alanı haline getirildi. Denize girilmese de gezilecek, dolaşılacak yerlerinden biridir bugün İzmir’in.
İnciraltı’nın kaderi, 1971 Akdeniz Olimpiyatları için İzmir’e gelecek sporcuların kalacağı tesislerin buraya inşa edilmesiyle değişti. Olimpiyatlardan sonra tesisler öğrenci yurdu olarak işlevlendirildi.
Yurdun açılmasıyla birlikte İnciraltı’na otobüs seferleri başladı, ulaşım kolaylaştı, gelen giden çoğaldı. Ancak bölge verimli bir tarım alanıydı, bir bölümü bataklıktı, dolayısıyla öyle yoğun bir yapılaşmaya açılmadı. Kent planında “koruma alanı” olarak tanımlanmıştı.
İnciraltı, 12 Haziran 1980 gecesi
İnciraltı 40 yıl önce, 12 Haziran 1980 gecesi, hatırlaması bugün bile insana acı veren bir katliama tanıklık etti. Üniversite giriş sınavlarına girmek üzere İzmir’e gelen ve geceyi yurtta geçiren öğrencilerin üzerine güvenlik güçleri otomatik silahlarla ateş açtı. Tam bir katliam yaşandı. Beş öğrenci öldü, çok sayıda öğrenci yaralandı. Katliam, üç ay sonra ülkeyi boyunduruğuna alacak 12 Eylül’ün habercisi olaylardan biriydi.
Bin kadar öğrenci gece yurdun bahçesinde toplanmış, eğleniyor, halay çekiyorlardı. Birkaç ay sonra başlayacakları üniversite yaşamının ilk adımlarını atmanın heyecanı, neşesi içindeydiler. Gece karanlığında çevreleri sarıldı. Askerler yurtta arama yapmaya başlamıştı. Sonra aniden, yasalara uygun bir uyarıya gerek duyulmadan askerlere ateş açmaları emri verildi. Ateş edenlerin arasında “Kahrolsun Komünistler” diye bağıranların olduğu söylenir.
İsmail (18) Sındırgı’dan, Mustafa (20) Turgutlu’dan, Ali İhsan (19) Diyarbakır’dan, Hüseyin (23) Nazilli’den, Mehmet Ali (23) Burhaniye’den gelmişti. Ertesi sabah sınava gireceklerdi. Giremediler. Beşi de askerlerin açtığı yaylım ateşi sonucu yaşamlarını yitirdi. Hastanelere kaldırılan yaralılar vardı, 500 kadar öğrenci gözaltına alınmıştı..
Ertesi sabah çıkan gazetelerin bir bölümü bilinen türden başlıklar atmıştı. “Komünistler Askere Ateş Açtı… Solcular Ölüm Saçıyor… Şanlı Ordumuza Silahlı Saldırı” benzeri başlıklı haberler olayı çarpıtıyor, öldürenler değil ölenler suçlu gösteriliyordu. İlginçtir, Sıkıyönetim Komutanlığı bu gazeteler kadar yanlı değildi. Ertesi gün yayınladıkları 10 numaralı bildiride ne askere ateş açan öğrencilerden, ne de yurtta bulunduğu iddia edilen silahlardan söz ediliyor. Bildiri özetle şöyle:
“13 Haziran 1980 Üniversitelerarası Seçme ve Seçilme Sınavı için İzmir’e dışarıdan gelen öğrenciler, önceden alınan tedbirler ve tertiplerle yurtlarda misafir edilmişlerdir. Bu öğrencilerden bir kısmının misafir edildikleri İnciraltı Atatürk Yurdunda 12 Haziran 1980 günü saat 21’de yurt öğrencilerince, öğrenci adayları ile birlikte düzenlenen bir toplantının, sıkıyönetim güvenlik kuvvetlerince, sıkıyönetim emirlerine aykırı bulunduğu gerekçesiyle önlenmek istenmesi üzerine çıkan olaylar sırasında İsmail Baytok, Hüseyin Akdağ, Mehmet Ali Arın, Mustafa Uslu ve Ali İhsan Tan isimli öğrenciler ateşli silah mermisi yarası alarak ölmüşlerdir. Murat Çalıkuşu, Hakan Eren, Ömer Sarıtoprak, Mahmut Çalışkan, Ahmet Kamil, Utkan, Hasan Nergis isimli öğrenciler yaralanmışlardır. Yaralı öğrenciler tedavi altına alınmışlardır. Hafif yaralı bazı öğrenciler de ayakta tedavi görüp serbest bırakılmışlardır.”
Sıkıyönetim bildirisinin satır araları
Sıkıyönetim bildirisinin satır araları okunduğunda, öğrencileri suçlayan ifadelerden kaçınıldığı görülüyor. Bildiride olayın güvenlik güçlerinin açtığı ateş sonucu meydana geldiği örtülü bir biçimde de olsa kabul ediliyor. Zaten bir hafta sonra 19 Haziran 1980 günü Cumhuriyet’te yayınlanan “İnciraltı Katliamında Suçlu Görülen 1 Asteğmen ile 6 Çavuş Tutuklandı”başlıklışu haber, katliamın sanıklarını açıkça ortaya koyuyor:
“…İnciraltı Öğrenci Yurtlarında bir gün sonra yapılacak Üniversitelerarası Seçme Sınavı öncesi moral gecesi düzenleyen öğrenciler üzerine otomatik silahlarla ateş ederek beş öğrencinin ölümü, 16’sının yaralanmasıyla sonuçlanan katliam olaylarının sanıklarından asteğmen Necip Pınar ile 6 ulaştırma çavuşu dün Sıkıyönetim Askeri Mahkemesince tutuklanmışlardır.
“Bir haftadır Sıkıyönetim Askeri savcılarından Hâkim Albay Ülgen Sözer, Hâkim Binbaşı Yalçın Acargül, Hâkim Yüzbaşı Ahmet Alkış, olayla ilgili kanıtları değerlendirmişlerdir. Sıkıyönetim Savcılığı bir hafta süreyle İnciraltı yurtlarında kalan görgü tanıkları öğrenciler ile müstahdemlerin ifadelerini almışlardır.
“Olayda öğrencilere ateş ettikleri saptanan Asteğmen Necip Pınar, Ulaştırma Birliğinde askerliğini yapan Çavuş Hasan Dimici, Çavuş Özkan Işılgan, Çavuş Kulkani Abdeloğlu, Çavuş İsmail Topuz ile Çavuş Kaya Albay dün Sıkıyönetim Askeri Mahkemesince ‘adam öldürmek’ suçundan tutuklanmışlardır. Duruşmaya 23 subay, astsubay, er ve erbaş sanık olarak çıkarılmışlardır. Bunlardan 1 asteğmen ile 6 çavuş tutuklanmış, diğerleri serbest bırakılmıştır.”
Meclis tutanaklarından
Ülke silahlı çatışmalarla, siyasal cinayetlerle, katliamlarla 12 Eylül’e doğru hızla yol almaktadır. Ülkenin önemli bir bölümünü oluşturan 20 kentte sıkıyönetim koşulları geçerlidir. İnciraltı Katliamından bir hafta sonra TBMM sıkıyönetimin uzatılmasını görüşecektir. Bu gündemle toplanan TBMM’nin 18 Haziran 1980 günlü birleşiminde (Meclis ve Senato ortak toplantısında) yapılan konuşmalar, İnciraltı Katliamının yaşandığı genel ortamı çok iyi özetlemektedir.
O birleşimin tutanaklarına baktığınızda, Milli Birlik Grubu adına Suphi Karaman’ın yaptığı konuşma dikkatinizi çekecektir. Karaman, genel gidişatı ve üç ay sonra gelecek 12 Eylül darbesini hazırlamakta olanların neyi amaçladığını özetle şu sözlerle anlatmaktadır:
“… [İ]nsan haklarına ve özgürlüklere saygınlıkla ilgisi bulunmayan rejim ve Anayasa düşmanlarının, bu temel hakları tümden rafa kaldırma çabaları açık ve seçik ortadadır. Bunlar bir diktanın gereklerine uygun bir hukukla kanun ve nizam hâkimiyetini sağlayarak herkesi suspus edecek bir polis devletini yaratmanın peşindedirler. Görünen ve görünmeyen güç ve tertipleriyle anarşiyi tırmandıranlar, ülkeyi kana bulayanlar bunlardır. Bunların amaçları, sıkıyönetimlerin de artık bir çare olamayacağı kanısının kamuoyunda yaygınlaştırılması suretiyle bekledikleri rejime geçiş koşullarını geliştirmektir.”
Suphi Karaman konuşmasında İnciraltı Katliamına da değinerek şöyle demiş: “İnciraltı olayının şu ana kadar oraya çıkan ayrıntıları toplum için, yetkililer ve görevliler için ve herkes için yüz kızartıcı bir insanlık suçunun işlendiğini sergilemektedir.”
Bir gün önce Nevşehir'de
Türkiye genelinde olaylar, TBMM’de sıkıyönetimin uzatılması görüşmelerinin yapıldığı sırada da sürmektedir. Bir gün önce, 17 Haziran 1980 günü Nevşehir’de CHP eski milletvekili, partinin il başkanı ve Nevşehir Baro Başkanı Zeki Tekiner ve bir parti üyesi silahlı saldırıya uğrayarak öldürülmüştür. Ecevit ve bir grup partili, cenaze töreni için Nevşehir’e gitmiştir. Meclis görüşmeleri sırasında, cenazenin ve Ecevit’in saldırıya uğradığı, üzerlerine çevredeki evlerden ateş açıldığı haberleri gelmektedir. Bu ortamda CHP grubu adına konuşan Orhan Birgit, İnciraltı Katliamına da değinerek şunları söyler:
“Silahsız ve saldırısız bir topluluğa 5 dakika süreyle ve rastgele ateş açılması ve arkalarından vurulmaları tek kelimeyle vahşettir. Uzun süre sonra ve mermi yaraları bantlara kapatılarak karakol karakol dolaştırılmaları, devlet hastanelerine kabul edilmeyerek kan yitirmeleriyse savaş koşullarında bile görülmeyecek bir gözü dönmüşlüktür.”
Birgit, olayın bir emir komuta ilişkisi içinde gerçekleşmediği, sıkıyönetim adli makamlarının gereken duyarlılığı gösterdiği görüşünde olduklarını belirterek şöyle der: “İki aydır sükûnetin hüküm sürdüğü İzmir’de sıkıyönetimin devamında yarar gören bazı güçlerin, geçmişi üzerinde gölgeler bulunan bir erbaşı koşullandırmış olduğundan kuşkuluyuz.”
Birgit’in dile getirdiği kuşku, 20 Haziran 1980 günü Cumhuriyet’te yayınlanan bir haberde açıklık kazanacaktır. Bu haberde, Sıkıyönetim Mahkemesince tutuklanan asteğmen ve çavuşların hangi siyasal örgütlenmelerle ilişkisi olduğu, muhtemelen savcılık iddianamesinde yer alan bilgilere dayanarak, çok açık anlatılmaktadır. Tutuklananların tamamı “ülkücü” örgütlenme içinde olmuş, çeşitli kentlerde meydana gelen olaylara karışmıştır.
Gazete haberinde, katliamı gerçekleştiren askerlerin bağlı olduğu Bot Birliği ve İstihkâm Taburunda çok sayıda “ülkücü” yedek subay ve erbaşın etkinlik gösterdiği anlatılmaktadır. Haberde bulguların, bir partinin ordu içine sızdığına ilişkin söylentileri kanıtlayacak nitelikte olduğuna da işaret edilmektedir.
Büyük resmin parçaları
İnciraltı Katliamı, ordu içindeki bir grubun kendi kafasına göre gerçekleştirdiği bir olay mıydı, yoksa daha sistemli bir girişimin parçası mıydı? Bunu tartışmanın fazla bir yararı yok, zira “büyük resmi” okuduğunuzda İnciraltı Katliamını da o resme yerleştirmek zor değil.
Taksim’de 1977’de yaşanan kanlı 1 Mayıs’ın ardından, 1978 yılında İstanbul Üniversitesinde, Ankara Tepecik’te, Balgat’ta; 1979’da Ankara Bahçelievler’de, Kahramanmaraş’ta gerçekleştirilen katliamları yan yana koyun. Ertesi yıl 1979’da Şavşat’ta, Kayseri’de, İstanbul Beşiktaş’ta, daha sonra 1980’de Tarsus’da, Çorum’da yaşananları düşünün. İzleri, etkileri bugüne kadar süren sistematik bir “kırım” tablosu ortaya çıkacaktır.
Yukarıda sözünü ettiğimiz 18 Haziran 1980 günlü TBMM birleşiminin ikinci bir gündem maddesi daha vardır; Cumhurbaşkanı seçiminin 106. turu yapılacaktır. TBMM 22 Mart 1980’den beri, görev süresi biten Fahri Korutürk yerine yeni bir cumhurbaşkanı seçememektedir.
Bu kez tek aday 12 Mart’ın İstanbul Sıkıyönetim Komutanı Faik Türün’dür. Bu birleşimde de çoğunluk sağlanamadığından seçime geçilemez. TBMM kilitlenmiştir, turlar 11 Eylül 1980 günü yapılan 124. tura kadar sürecek ve o gün de sonuç alınamayacaktır. Ertesi gün zaten ordu yönetime el koymuş, TBMM dağıtılmış ve Kenan Evren cumhurbaşkanlığına getirilmiştir.
Döneme ilişkin Meclis tutanaklarını gözden geçirmek çok öğretici oluyor. Unuttuklarınızı da hatırlıyorsunuz. Böylesi hatırlamalar, daha geniş bir perspektiften bugüne uzanan değerlendirmeler yapmanıza olanak veriyor.
İnciraltı Katliamı sanıklarının yargılanması nasıl sonuçlandı diye soracaksınız. Sıkıyönetim koşullarında yargılama süreci devam etti. Askeri Mahkeme 10 Mart 1982 günü kararını verdi. Olaylar sırasında nöbetçi subay olan asteğmen 1 yıl ağır hapis ve 5 bin lira para cezasına çarptırıldı. Diğer sanıklardan 4 çavuş 15’er yıl, 4 çavuş da 12.5 yıl hapis cezası aldı. Ama artık 12 Eylül’ün kendi hukuku işliyordu. Sanıkların hepsi kısa sürede serbest bırakıldı.
78'lilerin başlattığı girişimler
78’liler İnciraltı Katliamının unutulmaması için yoğun çaba gösterdiler. Aradan 30 yıl geçmesine karşın 2010’da sorumluların yeniden yargılanması için girişim başlattılar. Bu kez sıraladıkları sanıklar arasında Kenan Evren ve 12 Eylül’ün üst düzey subaylarının adları vardı. 78’lilerin girişimi başta DİSK, TMMOB, Çağdaş Gazeteciler Derneği olmak üzere 30 kadar sivil toplum örgütü ve siyasal parti tarafından destekleniyordu.
Yerel mahkemeler yeniden yargılama talebini reddetti. Konu AİHM’e götürüldüyse de usul yönünden denilebilecek, biraz ağdalı bir gerekçeyle orada da dava ele alınamadı. CHP’nin, İnciraltı Katliamı konusunda 2012 yılında Meclise verdiği bir araştırma önergesi reddedildi… İnciraltı ve benzeri katliamların baş sorumluları yargı önüne çıkmadı. Zamanında sanık diye yargılananlar da zaten kısa mahkûmiyetlerle yargıdan kurtulmuştu. Özetle adalet yerini buldu diyemiyoruz.
Katliamın 30. yılında, 12 Haziran 2010 günü İnciraltı’nda, Öğrenci Yurdunun önünde yitirdiklerimizi anan 78’liler ve İzmirliler, “Şimdi sormazsak soran olmayacak, şimdi aramazsak hiç bulunmayacak… Katliam ile hesaplaşmadan, düşüncenin suç olmadığı, insanların gözaltında kaybolmadığı, işkence görmediği, faili meçhullerin olmadığı, özgür ve demokratik ülkeyi nasıl kurabiliriz?” diyorlardı. Başlattıkları girişimlerle konuyu gündemde tutmayı başardılar. Yeniden yargılama talepleri sonuçlanmadıysa da yaşananların unutulmamasını sağladılar.
Dileriz katliamın 40. yılında bu yazdıklarımızın, İnciraltı ve benzeri bir dizi katliam konusunda belleklerin tazelenmesine, bilgilerin güncellenmesine bir katkısı olur. Yitirdiklerimizi bir kez daha analım ve “Unutma, Unutturma” diye bitirelim sözlerimizi. (ARİF ŞENTEK - BİANET)