Geri dönen Âzem Yılmaz Erdoğan’ın yazıp oynadığı 'İnci Taneleri' dizisindeki Azem karakteri, Yılmaz Güney’in 1974 yapımı "Arkad...
Geri dönen Âzem
Yılmaz Erdoğan’ın yazıp oynadığı 'İnci Taneleri' dizisindeki Azem karakteri, Yılmaz Güney’in 1974 yapımı "Arkadaş" filmine açık bir gönderme taşıyor. "Arkadaş" filmindeki Âzem karakterinin idealistliğini hatırlatan bu modern zamanın şapkasız Azem’i, ülkenin geçirdiği dönüşümün de fotoğrafını veriyor.
TOPLUMSALLAŞAN ULUSAL SİNEMA
1960 sonrası gelişen toplumsal muhalefet hem öğrenciler arasında hem de köyden kente göçle oluşan işçi sınıfıyla toplumsal refleksler göstermeye başlamıştı. Öğrenci eylemleri yeni bir politik dinamik oluştururken çalışanlar arasında da emek eksenli mücadeleler görünür olmaya başlamıştı. Bu politik arka planın üstüne gelişen ulusal sinema da giderek salon filmlerinden toplumsal gerçekçi filmlere yelken açan örnekler ortaya koymaya başlamıştı. İşçilere odaklanan ilk film olan "Karanlıkta Uyananlar" (1965) bu dönemde çekilmişti.
GÜNEY'İN İDEALİST KARAKTERİ ÂZEM
Avantür filmlerden yoksulluğun fotoğrafını çeken filmlere yelken açan Yılmaz Güney ise 1970’te "Umut"la iddiasını ortaya koymuş 1974’te ise "Arkadaş" filmini çekmişti. Filmde sınıfsal farklılıkların yarattığı, insani çelişkiler üstünde durmuştu. "Arkadaş" filmi; öğrencilik döneminden arkadaş olan iki mühendisin hayatına odaklanır. Biri karayollarında işçi bilinciyle çalışırken ötekisi İstanbul’da özel sektörde mühendislik yapıp burjuva alışkanlıklar edinmiştir.
Karayolları mühendisi olan Âzem, 7 yıldır görmediği arkadaşı Cemil’i arayıp onu "eğri yoldan doğru yola" sevk etmek için çaba gösterir. Filmin idealist karakteri Âzem, Cemil’i dejenere yaşamından koparmaya çalışırken üniversite zamanlarından tanıdıkları küçük çocuklardan biri olan Semra da büyümüş ve dönemin politik mücadelesine dahil olmuştur. "Arkadaş" filminde Yılmaz Güney, kendisinin canlandırdığı Âzem karakterini yanlışsız ve idealist bir örnek olarak sunarken esasen doğru olan yolu üniversite öğrencisi Semra karakteriyle sunar.
Semra, Âzem’in Cemil’i bu hayattan kurtarma mücadelesinin yanlışlığını Marksist bir önermeyle eleştirir:
"Cemil çürümenin, yozlaşmanın en yoğun biçimini yaşıyor. Bence kurtuluşu mümkün değildir, boşuna çaba harcıyorsun.
… Çünkü bir adamı şartlarından soyutlayıp düşünemezsin, onun şartları yaratmıştır bugünkü Cemil’i ve ancak şartlarının değişimiyle Cemil’in değişimi mümkündür.
Cemil’le uğraşmak bizim işimiz de değildir.
Kimdir bugün Cemil? Sınıf değiştirmiş, bozulmuş, çürümüş bir adam.
Biraz gerçekçi ol! Eski alışkanlıklarından kurtul. Sınıf açısından bak olaylara!"
Âzem, koşulları değiştirmeden Cemil’in değişemeyeceği gerçekliğini yaşayarak deneyimlerken bulunduğu zengin çevrenin etrafında çalışan işçilere sınıf bilinci vermeyi başarır. Burjuva ahlak anlayışını temsil eden Cemil’in karısından yediği tokattan sonra ise umudunu yitirmez:
"Bu tokadın hesabını bir gün mutlaka soracağız, bir gün mutlaka! "
Âzem karakteri 1974’ün devrimci ruhunu sonuna kadar temsil etmiştir. Öyle ki, şehirli olmayan davranışlarının yanında geleceğe dair taşıdığı umutla idealist ve toplumu dönüştürme motivasyonu yitirmemiş bir karakter olmayı başarmıştı. Ancak yetmişlerin sonuna geldiğimizde sinemada karşımıza çıkan karakterler giderek toplumu dönüştürme motivasyonundan topluma uyum sağlayıp dönüşen karakterlere evirildiler. 1980 yapımı "Banker Bilo" filminde köyden kente, köylüsü tarafından kandırılarak gelen Bilo’nun dönüşümü tam da bunun fotoğrafıdır.
ÂZEM, BANKER BİLO, MUTEMET ALİ RIZA: İDEALİZMDEN REALİZME
1974’ün Âzem’i burjuva ahlak anlayışına savaş açan, yenildiğinde bile gelecekten umut taşıyan bir karakterdi. Ancak 1980’e gelip de devrim ideası yerini kaosa bırakmaya başladığında karakterlerin önermeleri de değişmeye başlayacaktı.
1980 yapımı "Banker Bilo", senaryosunu Yavuz Turgul’un yazdığı, yönetmenliğini Ertem Eğilmez’in yaptığı tam bir dönem fotoğrafı filmi. Bilo ve farklı bölgenin köylüleri Almanya’ya götürülmek vaadiyle kandırılıp İstanbul’un orta yerine bırakılırlar. Bilo, köylüsü Maho tarafından kandırılmış, bir başına ve parasız olarak yaşama tutunma mücadelesine girmiştir.
Amelelik, işportacılık, kaçak sigara satışı derken tekrar Maho’yla karşılaştığında yeniden kandırılıp karaborsa ticaretine de dahil olur. Hapisten çıkıp da kapıcılık yapmaya başladığında sevdiği kızın da Maho’nun metresi olduğuyla yüzleşecektir. Bütün yediği kazıklara rağmen dürüstlüğünü koruyan Bilo, zamanla kötülük karşısında başka bir yöne evrilir. Ve elbette ona en büyük kötülüğü yapan Maho’ya karşı fırsat eline geçtiğinde Maho’nun bütün servetinin üstüne konup dönemin "gemisini yürüten kaptan" mottosuna uyum sağlar. Artık anlamıştır ki dürüstlük para etmiyordur. Âzem’in ideallerinin üstünden geçen 5-6 yıllık sürede artık ülkede; idealist karakterlerin değil, köşeyi dönen, kendini kurtaran realist karakterlerin ipi göğüslediği bir dönemin fotoğrafını veriyordur.
Banker Bilo’nun ilk tekmeyi vurduğu idealizmin ölüm fermanı ise 12 Eylül 1980 İhtilali’nden sonra iyice ayyuka çıkan, ANAP dönemiyle kurumsallaşan "işini bilen memur" imajıyla zirveye çıktı. 1984 yapımı "Namuslu" filmi; "Arkadaş" filminin Âzem’inden tam 10 yıl sonra toplumsal kurtuluşun son bulduğu, kendisine atılan tokadın hesabının sorulmayacağının iyice ortaya çıktığı bir dönemde mutemet Ali Rıza karakterini yarattı. Tabuta son çivi de çakılmış oldu.
Başar Sabuncu’nun senaryosunu yazıp gene Ertem Eğilmez’nn yönettiği "Namuslu" filminde mutemet Ali Rıza, dürüst, etik değerleri olan bir memurdur. Ancak bu özellikleriyle itibar görmez, tersine hor görülür. Çünkü herkesin kurnazlık yaptığı yerde Ali Rıza yoktur. Bu kadar dürüstlük aptallıktır diye bakılır, bugün gibi. O yüzden çalışma arkadaşlarının dalga geçtiği, oturduğu mahallesindeki esnafın görmek istemediği bir insandır Ali Rıza. Daha da kötüsü ailesi tarafından sevilmeyen, kendisinden beklenilen "malı götürme" performansını gösterememiş, karısının bile hor gördüğü bir ahlaklı memur profilidir. Dönem ahlaklı olma dönemi değil, hırsızlık dönemidir. İtibar rüşvetle edinilir. Ancak Ali Rıza adeta eski zamandan, belki o Âzem’in saygı gördüğü dönemden ışınlanmış, dönem mottosunu kaçırmış bir memurdur. Ama hayat ona da bir şey öğretecektir: Bir gün maaşları almak için Merkez Bankası’na gidip de para dolu çantaları hırsızlara çaldırdığında itibar görmeye başlayacaktır. Herkesin paraları kendisinin çaldığına inandığı bir dünyada Ali Rıza artık gözü açılmış bir memur itibarı görür. Evinin penceresinden "hırsız değilim ben" diye bağırdığında bile ona kimse inanmaz. O artık itibarı hak eden, sevilen bir başarı örneğidir. Özal’ın "Benim memurum işini bilir" önermesinin cisimleşmiş halidir.
Ulusal sinemamızda; 1974’teki şapkalı Âzem, 1980’de temiz duygularını yitiren "Namussuz Bilo" önermesine evrilirken 1974’ten 10 yıl sonra dönemin ruhuna uyan mutemet Ali Rıza’yla birlikte idealist önermesini tamamen yitirmiştir.
"Arkadaş" filminde sadece burjuva ahlakı olarak gösterilen dejenere dünya "Namuslu" filminde artık toplumun bütün katmanlarına sirayet etmiş haldedir. Ahlaklı insanın yaşama şansını yok edecek hale gelmiştir. Ali Rıza, Âzem’den 10 yıl sonra tek kuruluşu ahlaksız olmakta, görmesi gereken itibarı sadece herkesi kandırdığında görecek haldedir.
YENİ AZEM
Günümüze geldiğimizde ise artık bu ahlaksızlığın, hırsızlığın, etik bir değeri tanımamanın toplumu daha iyi bir yere götürmediğinin sesleri yükselmeye başladığında; karşımıza şapkasını yitirmiş de olsa yeni bir "Azem" çıkmış oldu. Yılmaz Erdoğan’ın önerdiği 'İnci Taneleri'nin "Azem"i insanın değerleri olduğunu yeniden hatırlatan, çökmüş bir ruh haline çok eskilerden seslenen bir çığlık gibidir.
'İnci Taneleri'nin ilk bölümünde; "Adım Azem. A'nın şapkası vardı bir zamanlar ama kaldırıldı" repliğiyle idealist, yanlış bulduğunu dönüştürmeye çalışan, öğüt veren, ilk Âzem’e gönderme yapılmıştı. Bu yeni Azem; eskisinin üstünden geçen 50 yıl sonra köyünden gelen Bilo ya da mutemet Ali Rıza gibi itilip kakılmayan, özlenen eski bir duygu, belki eski bir dost gibi hemen itibar gören bir karakter olarak karşımıza çıktı. Pavyonda çalışan Dilber’in bütün kötülüklerden uzaklaşarak sarılmak istediği, geçmişteki temiz duyguların cisimleşmiş halini temsil ediyordu. Umarım "Öğretmen Kemal" gibi aydınlatmak için gittiği köylüleri terk edip umutsuzca kendini ateşe atmaz. En kötü ihtimalle insanları dönüştüremezse "Yıkılmayan Adam" gibi ayakta, yıkılmadan sonlanan bir hayatı olur. (RIZA OYLUM - GAZETE DUVAR)
Hiç yorum yok