BU MEKTUP SANA Tam seçim ve şeker bayram günlerin arifesinde Merkez Bankası sürpriz yapıp Maliye Bakanlığı’na bir mektup yazıp yollamış. Esk...
BU MEKTUP SANA
Tam seçim ve şeker bayram günlerin arifesinde Merkez Bankası sürpriz yapıp Maliye Bakanlığı’na bir mektup yazıp yollamış.
Eskiden askerler hükümetlere bet bet yazılmış mektuplar yollardı. Şöyle bir ürperirdi siyaset meydanının aktörleri. Demirel’in fötr şapkası uçuşur kafasında, Ecevit’in tikleri artar yüzünde, Erbakan biraz daha şık giyinirdi solmuş benzini gizleyecek. Türkeş’in canına minnetti muhtıralar/ mektuplar, umurunda olmazdı bu tip gelişmeler. Ve bütün yük ve bütün sorumluluk ve eziyet hep devrimcilerin, demokratların, halkın sırtına binerdi. Kürtlere ne mi olurdu? O vakitler Kürt diye biri yaşamazdı ki memlekette(!) Hem Kürtlerin canı “tenik”tir (hafif) bir şey olmaz onlara. Herhalde bilinen son mektup Yaşar Büyükanıt’ın “sözde değil, özde laik cumhurbaşkanı” mektubudur ki çabuk çark etmiş yazdığından ve mektuplar dönemi bitmiştir.
Mektup yazmak tarihe karıştı… Yine de ne kadar romantik değil mi ama? Bakarsınız diğer bayramda da Maliye Bakanlığı karşılık verip Merkez Bankası’na mektup yazar ya da şık bir tebrik kartı yollar. Böyle “inceliklere” o kadar çok ihtiyacımız var ki! Hem dünyayı güzellik kurtarmayacak mıydı? Bakarsınız her şey bir insanı sevmekle değil de parasal sıkılaştırma ile başlar!..
Mektuba geçersek…
“Sayın Maliye Bakanlığı;
Eski zenginliğimiz yok kuzum! Paramızı yüksek faize yatıralım diyorum, sen de çalışanlarımızın maaşlarını biraz kıs, yeni yeni şeyler alma artık; bak çarşı pazara, her şey ateş pahası olmuş.
Akşam dışarıda takılma, bir şey yeme içme, doğrudan eve gel!.. Sana kendi ellerimle hazırladıklarımdan yersin. Biraz ölçülü gidelim diyorum. Bana kızacaksın ama şimdiden tüm çalışanlarımıza söyle de pek bir şey ummasınlar; önümüz yaz, bayram seyran, para beklerler şimdi. Öyle yılda iki kere asgari ücrete zam, her bayram ikramiye, yol, yemek, sigorta, sosyal seçim kolileri. Ne zannediyorlar bizi, sanki para basma makinamız mı var?
Seni üzdüm belki ama eski durumumuz yok; swapla, kaynağı belirsiz girişlerle makyajlasak da bilançomuz epeydir ekside. Kimseden para isteyecek yüzümüz de yok. Senin eski dostların da kapımızı tıklatmıyor. Çanta çanta, uçak uçak taşınan paralar, hediyeler; ‘eliniz rahatlayınca geri verirsiniz’ diyen dostların sanki biraz mesafeli duruyorlar. Daha çabuk, koşa koşa gelirler diye bekliyorduk buraya.
Bak eski başkanımız Hafize Gaye Erkan neler yaşadı, başını sokacak bir ev bile bulamadı, göçmek zorunda kaldı buralardan. Rahat etmedi babasının evinde bu yaştan sonra sığıntı gibi yaşamaktan. Ayda yüzyetmişbeş bin lira aylıkla ne yapabilir koskoca Merkez Bankası başkanı? “Ömer” dizisinde oynayan Gökçe Bahadır Hanım’ın Etiler’deki evinin aylık kirası bile ikiyüzyetmiş bin liraymış. Siz ülkede milyar dolarları yöneteceksiniz, herkes sizin ağzınızdan çıkacak sözlere göre yatırım/ tasarruf/ tüketim kararları alacak, ama siz aldığınız maaşla kirayı ödeyebilir miyim, ay sonunu getirebilir miyim diye kara kara düşüneceksiniz. Bir dizi oyuncusu kadar bile hükmünüz olmayacak gayrimenkul piyasasında. Kendinizi kaybedip ülkedeki kiraların dünyanın sayılı kentlerinden daha yüksek olduğunu söyleyerek “affınızı” isteyeceğiniz bir yola sapacaksınız istemeyerek.
Bir de inandırıcılık sorunu var: “Yüksek kiralar yüzünden Türkiye Merkez Bankası Başkanı annesinin evine taşındı.” Bizim insanımız düşünmez mi, “Bu kendi düzenini bile kuramamış, bize yeni rasyonel bir düzen nasıl kuracak!” diye? Hem bu modern parasal iktisat çokça “dilsel” müdahalelerle şekillenmiyor mu? Gerçekleşen veriler/ rakamlar yerine hedeflenen soyut rakamlar/ oranlar/ grafikler üzerinden makroekonomik planlar/ bölüşüm hesapları yapılmıyor mu? Kehanetin gerçekleşmesi için önce inandırıcılığın sağlanması/ beklentilerin oluşturulması, akabinde hedeflerin gerçek olması bekleniyor. Kişisel gelişim sektörünün önerileriyle finansal iktisadın dili bir yerde buluşmuş gibidir. İkisi de geleceğe olumlu mesajlar/ olumlu hedefler koymaktadırlar durmadan. Nasıl olsa gelecek uzun sürer. Kurgusal hedefler güçlü anlatıcıların kişiliğinde ancak gerçek olabiliyor. Oysa Hafize Gaye Hanım kiraların ve enflasyonun kontrol altına alındığına apartman görevlisi Sadık Efendi’yi bile ikna edemedi. Amerika’da bankanın tepe yöneticiliği yap burada çaresiz/naçar kal! Vallahi zor memleket burası, kariyer filan dinlemiyor!
Hafize Gaye Hanım kısa sürede doları zıplattı, ihracatçıyı sevindirdi. Elinde dolar tutanları zengin etti. Ekonomiyi “nas” duvarından aşırttı, faizleri yükselti. Hakim iktisat jargonuna göre popülist politikalardan vazgeçti, ekonomiyi “rasyonel beklentilere” göre hareket edeceği bir yola soktu. Hükümetin kendi başına siyaseten yapamayacağı büyük “U” dönüşlerini yaparak hükümeti rahatlattı. Eski başkanların hükümete endeksli politikalarını bıraktırdı. Peki, bıraktırdı da ne oldu? Neyle anılıyor şimdi daha çok? Madem bu kadar çabuk geri gidecektin niye geldin? Gelir gelmez niye ilk iş olarak bankanın kadın çalışanlarından birini işten çıkartın? Yok parlak CV’ne T.C. Merkez Bankası Başkanlığı mı yazmak istedin? Yok dolarla maaşa alışanlar Türk Lirası’nda yapamıyorlar, yoksunluk duygusu yaşıyorlar, bir hevesle geliyorlar ama sonra çabuk pes edip geldikleri rahat koşullara geri dönüyorlar diye bankanın koridorlarında arkalarından konuşuluyor.
Sayın Bakanım;
Hem ben kötü bir rüya gördüm geçen gece. Sözde bu “İmamın oğlu” senin yüzünden yükseliyormuş. Elinizin sıkılığı yüzünden emekliler sırt çevirmiş hükümete. Memurlar, işçiler maaşlarını beğenmiyorlarmış. Enflasyonun altında zam alıyoruz yıllardır diyerek iyileştirme beklemişler hep. Esnaf kredi faizlerinin yüksekliğinden bankaların önünden geçemiyorlarmış. Köylü mazot, tohum, gübre, taban fiyatlar deyip hiddetleniyormuş ulu orta. Korkuyorum başınıza bir haller getirmesinler sizin! Nurettin Nebati’nin fer fecir okuyan gözlerinin nazarı değmesin size! Ha bir de hemşerilerin vardı ya hani dillerini akıcı konuştuğun. Onlar da koşa koşa “Özgür Efendinin” peşinden gitmişler! Bu nankörlük değil de nedir? Bir de senin bu dillerini akıcı konuştuğun hemşerilerin ne yaptılar gördün değil mi? Seçimlerden sonra şu meşhur Van Canavarı, seçilmiş başkanın mazbatasını bir çırpıda yutup midesine indirdi. Bunun üzerine Van halkı birlik oldu, ateş oldu, sokaklardan taştı. Özellikle de kıvırcık saçlı bir genç çocuk Van Canavarıyla boğuşarak Canavarın midesinden mazbatayı geri çıkardı, seçimi kazanana geri verdi. “Sandık” başarısı bile “Sokak” siyasetiyle desteklenmezse kaybolurmuş; sokak seçimin de sandığın da hukukun da teminatıymış gibi uçuk fikirler işte!..
Biliyorum küseceksin ama söylemek zorundaydım! Şubat ayındaki Merkez Bankası toplantısında faizleri kırkbeş puanda tutayım, bir ay artırmadan geçeyim dedim, dolar ve avro hemencecik iki-üç lira yükseldi ya da daha doğrusu Türk Lirası değer kaybetti. Mart ayında bu kez beşyüz baz puan artırmak zorunda kaldım. Hiç hareket alanım yok yani! Kendimi çok yalnız ve sıkışmış hissediyorum. 2023 Haziranından bu yana yüzde elli devalüasyona rağmen değer yitimi durmak bilmiyor. Kur korumalı mevduatta kalsak Hazineye yük biniyor, kur korumalı mevduatı azaltsak dövizi tutamıyorum. Oysa ne güzeldi kur korumalı mevduatı ilk duyurduğumuz günlerde! Övünüyorduk halkımız birikimlerini kur korumalı hesaplara taşıyor, dövizi tutuyoruz diye. Hafize Hanım’la beraber bu kez kur korumalı mevduat azalıyor diye övündük. Şapkadan tavşan çıkardık diye övündük başta kur korumalı mevduat hesabıyla, şimdi de şapkadan çıkardığımız tavşanı geri koyamıyoruz.
Önümüzdeki aylarda ne yaparız pek bilemiyorum. Daha ne kadar yükseltebilirim ki faizleri? Bir işe yarar mı o da meçhul!
Duble yollar, şehir hastaneleri gibi hizmet siyaseti tekerlemeleri oy oranının düşmesini engellemiyor son birkaç seçimde. Onun yerine koyduğumuz yerli ve mili başarı hikayeleriyle, yani otomotiv ve savaş teknolojisindeki yatırımlarla halkı iknaya çalışıyor AKP ve Cumhurbaşkanlığı. Ama insanlar neden bir övünç kaynağı olarak yerli ve milli Türk Lirası düşünülmüyor diye sormaya başladılar. Bir başarı hikayesi yazmak istiyorsanız, neden Türk Lirası üstünden yazmıyorsunuz? Adı üstünde işte Türk Lirası… Biraz değerli kılın, biraz itibarı olsun, cepte taşımaktan, evde tutmaktan kimse yüksünmesin diyorlar. Ayıp oluyor, eşe dosta borç verilirken döviz değil de Türk Lirası verilebilsin. Yok ama niye olmuyor bir türlü Türk Lirasının saygınlığı? İhracatçının, yabancı sermayenin, dövize yatırım yapanların beklentileri karşılanıyor da döviz kurundan zarar gören kesimlerin beklentileri ne zaman karşılanacak? Almanya’nın parası çok değerli ama ihracatı rekor üstüne rekor kırıyor da bizim ihracatımızı artırmamız niye ancak paramızın değerini düşürmemize bağlı diye soruyorlar işte! Türk Lirası kaç lira olursa tatmin edecek ihracatçıları, döviz tutanları, merak ediyorlar haklı olarak.
Sayın Maliye Bakanım;
Merkez Bankası olarak bizim para politikalarımız yani yükselt faizi-düşür faizi, istihdamı artır- istihdamı düşür, kredileri kıs-kredileri genişlet politikalarımızın hiçbir inandırıcılığı kalmadı artık. Sizin maliye politikalarınızın bir nebze daha şansı var ama o da sermaye sınıflarının çıkarlarına ters düşer, uzun zaman sürdürülemez. Siz de ben de biliyoruz ki tüm para politikalarının tarihi, merkez bankaları tarihi, işçi ücretleri, işçi ücretleri maliyetinin kontrol altında tutulması tarihidir. O yüzden bu son mektupta dahi enflasyonun sebepleri arasında sermaye sınıflarının artan kârlarına, milli gelirden aldıkları payın yükselmesine hiç değinmedik. Artan petrol fiyatları dedik, katı hizmet maliyetleri dedik, deprem harcamaları, sosyal yardımlar, kredi genişlemesi, vergi afları, seçim harcamaları, ücret artışları dedik… Bir tek paranın sahiplerinden, sermaye sınıfının bileşenlerinden, günden güne artan finansal diktatörlükten bahsetmedik.”
Merkez Bankasının mektubu bu kadar!
Sahi, sizce bu mektup kime yazılmış?
Şair Seyyidhan Kömürcü bir şiirinde “bu mektup sana değil/ konuşma yaşına gelmiş eşyalara” diyor ya…
Bu mektup da Maliye Bakanına değil sana yazılmış kardeşim.
Susma yaşını çoktan geçmiş olan sana. (FATİH ŞAHİN - SENDİKA.ORG)
Hiç yorum yok