Türkiye'nin gözü kulağı Narin'deyken, iktidarın çizdiği sert ama sessiz sakin bir çizgiyle konu kapatıldı. Neden ve nasıl bu karar a...
Diyarbakır’da 21 Ağustos’ta kaybolduktan 19 gün sonra cansız bedeni bulunan Narin Güran cinayeti hâlâ pek çok yönüyle karanlıkta. Bu karanlık cinayet, ülkenin kodlarına sirayet eden karanlığa karşı ışık tutmaya başladığından beri konuşulmuyor.
Konuşulmayacağını duyuran Hürriyet yazarı Ahmet Hakan oldu. Gündem bıçak gibi kesilmeden önce 20 Eylül tarihli yazısında "Narin çılgınlığına son" başlığı altında şunları söyledi:
“Narin cinayetinin haber kanallarında gündem olmasını ilk üç-beş gün ben de destekledim.
Ama sonra olay, gerçekten de çığırından çıktı.
Her ekrandan ayrı bir senaryo fışkırıyordu. Her ekranın katil adayı başkaydı. Alınan her bilgi, teyit edilmeden toplumun üzerine boca ediliyordu. Küçük bir kızın öldürülmesi, acımasız bir rekabetin parçası haline gelmişti.
Ben de bunun bir parçası haline gelmiştim ister istemez.
Duyduğuma göre haber kanallarının istisnasız tümü, bu çılgınlığa son verme kararı almışlar.
Karar nasıl alındı bilmiyorum ama kararın alınmasına çok sevindim.”
Halbuki başta da sonda da iktidarın onayı olmaksızın atılan hiçbir adım yoktu. Hakan ise sanki bu böyle değilmiş gibi “bir parçası haline geldim ister istemez” diyerek neyi sümenaltı etmenin peşindeydi?
Haberlerin ele alınışı, reyting için yapılan çirkin sunumlar, bir bilgi-belgeye dayanmayan söylentiler ve “his” haberciliğinin ayyuka çıktığı bir nokta vardı. Görünen o ki, tüm bu hatalı bakış açısı ortadan kalktığında insanların sormaya başlayıp fark ettiği noktalar iktidar eliyle konunun kapatılmasına yol açtı.
Nerdeyse 2 hafta boyunca Narin, Türkiye’nin en büyük gündemiydi. İnsanlar önce canlı bulunmasını umdu, sonra da olayın aydınlanmasını.
Tüm gözlerin yalnızca Narin’de olması iktidar için de ekonomi gibi bazı başlıkların konuşulmaması açısından rahatlatıcıydı.
Cinayetin sorumlusu olarak öncelikle yalnızca aileye öfke duyuldu. Ailenin çarpık ilişkilerinin ya da işlenen suçlarının Narin’in ölümüne yol açtığını öne sürdüler. Yani bu sapık bir aileydi, Ahmet Hakan’ın da dediği gibi bu olay “münferit”ti.
16 Eylül'de kaleme aldığı yazısında cinayette aşiret yapısının, tarikat baskısının ya da feodal ilişkilerin rolüne işaret edenleri “oryantalist” olmakla eleştiren Hakan, bu kesimlerin İsveç ve Norveç'e özendiğini ancak bu ülkelerde de benzer vakaların yaşandığını söylemişti.
Üstünü kapatmak için kolları sıvama sebebi yazısında ayan beyan ortadaydı:
“Olayın aşiretle, tarikatla, feodaliteyle ilgisi yoktur.”
Bunlarla yetinmemiş 19 Eylül'de “Türkiye’nin en meşhur ve en nefretlik ailesi” başlığını attığı yazısında da amca Salim Güran için “Don Corleone’nin yandan yemişi”, anne Yüksel Güran için “Kolpada bir numara”, ağabey Enes için “Tehlikeli bir havailiği ve şuursuzluğu var bunun”, yenge Maşallah Güran için “Aliye Rona’nın canlandırdığı karakterlere benzetiyorum ben bunu” gibi ifadeler kullandı.
Talimatın adresi Ankara
Bu söylemler süreç içerisinde inandırıcılığını yitirdi, olması gereken oldu ve suçun toplumsal bir olgu olma boyutu ele alınmaya başlandı.
Halk da bunun yalnızca sapık bir ailenin işlediği suçtan kaynaklı olmadığını düşünüp, bunun ardındaki siyasal-toplumsal gerçekliği irdelemeye başladığında tablo bir anda değiştirildi.
Ailenin AKP’li Garip Ensarioğlu’yla bağı, katil zanlısı amca Salim Güran’ın Ensarioğlu’yla Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki bir araya gelişinin faş olması da dönüm noktalarındandı. Ensarioğlu, “Bazen bilip söylemememiz gereken şeyler var. Çünkü aile de bizim dostlarımız. Bu meseleleri, siyaseti bu işlere bulaştırmamak lazım” telkininde bulunuşuyla zaten hafızalara kazınmıştı.
Olayda sadece bu da değil, arama kurtarma çalışmalarının yetersizliğiyle kurumların zayıflığı çarpıcı bir biçimde göz önüne çıkmıştı. Üzerinden gözler çekildiği için rahatlayan iktidar bu sefer tam tersi bir noktadaydı. Sorular artıyor, yanıtlar tatmin etmiyordu. İbre tamamen iktidara dönmüştü.
Hal böyle olunca Ankara ile televizyon kanallarının yöneticileri arasında bir telefon trafiği kaçınılmazdı.
Patronların Ensesindeyiz İletişim Emekçileri Dayanışma Ağı’nın X platformunda oluşturulan sohbet odası etkinliğinde söz alan gazeteci Canan Kaya olayın ayrıntılarını şöyle anlattı:
“Tüm televizyon yayıncılarına Ankara’dan 'Artık Narin Güran haberlerini şu sınırlar içinde işleyin' talimatı geldi. Biz bu olayla Türkiye’de medyanın anaakım başta olmak üzere ne denli kontrol altında tutulduğunu, bizim sadece etrafımıza örülen duvarları aşmak adına gazetecilik yapmaya çalıştığımızı gördük.”
Aynı gün İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, Narin cinayetini soran gazetecilere eliyle “sus” işareti yaptı.
Günlerce her boyutuyla ve ayrıntılarıyla işlenen cinayet köydeki aşiret, devlet, siyasi ilişkiler üçgenin konuşulmaya başlamasıyla sessizliğe gömülmüş oldu.
Laikliğin unutulmasının sonuçları da “sapkın bir ailenin suçları”ymış gibi örtülmeye çalışıldı. Bu da bizzat devlet eliyle oldu. (SOL.ORG)
Hiç yorum yok