ODTÜ 'Devrim' Stadyumu: Kamusal mekânın ölçekleri
Geçtiğimiz hafta ODTÜ’de düzenlenen gecikmeli mezuniyet töreni, her yıl olduğu gibi, bu yıl da öğrencilerin çoğunlukla politik içerikli ve mizah yüklü pankartlarıyla gündeme geldi. Her yıl şenlikli bir biçimde yinelenen, sosyal medyada hızla dolaşıma giren ve okul idaresince de engellenmeye çalışılan (bu sene törenin bu yüzden Eylül ayına ertelendiğini not düşelim) bu protesto pratiğine mekânı üzerinden bakmak istiyorum; stadyumun kendisi üzerinden.
ODTÜ: KAMPÜSÜ VE STADYUMU
Orta Doğu Teknik Üniversitesi, 1956 yılında Türk Hükümeti, BM ve ABD’nin Pennsylvania Üniversitesi iş birliği ile kurulur. Bir modernleşme projesi olarak ODTÜ’yü, Ankara’yı merkezine alan erken cumhuriyet modernleşmesinin bir uzantısı saymak yanlış olmaz.(*) Üniversitenin kuruluşundan başlayarak bir kampüs inşa edilmesi de gündemdedir. Önce yabancı uzmanların hazırladığı bir dizi proje gündeme gelse de, ODTÜ bir mimarlık-planlama okulu olarak kurulmuştur ve ülkenin mekânsal planlama, kentleşme ve konut sorunlarının aciliyeti, okulun kuruluş sürecinde bu disiplinlere mensup akademisyenlerin de etkin olmasını sağlar. Bunun sonucu olarak da yabancı uzmanlarla yerli meslek insanları arasında ortaya çıkacak gerilim kampüs planlaması üzerinden somutlaşır.
Yabancı uzmanların hazırladığı projeler bir şekilde ekarte edilip, iki farklı yarışma sonucunda genç Altuğ-Behruz Çinici çiftinin projesi uygulanmaya geçildiğinde ODTÜ’nün mekânsal inşası da başlamış olur. Kampüs kentin dışındadır ve bu anlamda kendisi de Ankara’nın modernleştirici rolünü benimseyerek bozkırın ortasında bir dönüştürücü güç olmaya soyunur. Ama aynı zamanda başkentin ve onun mekânsal kurgusunun uzantısı olarak kampüs özgün mekânsal boyutlar da taşıyacaktır.
Çinici’ler, kendilerinden önce yabancı uzmanlar tarafından hazırlanan çalışmalardan faydalanırlar. Fakat bu çalışmalardan ayrıştıkları en dikkat çekici nokta, öğrencilerin sosyalleşmesine de fırsat verecek sembolik açık alanların tasarımıdır. Danışmanların ardışık önerileri dönemin (özellikle Amerikan) üniversitelerinin mekânsal kurgusunu izleyerek eğitim yapılarını bir açık alan etrafında örgütler. Kampüsün akademik merkezi olacak bu açık alan yarışma şartnamelerine “Forum” olarak girer. Mekânsal açıdan önemli bir nokta, böylesi bir odağın etrafında yerleşecek birimler için de kaçınılmaz olarak bir hiyerarşi yaratacağıdır (merkeze yakınlık-uzaklık). Buna karşılık Çinici çifti forumun işlevini, “Alle” diye tanımlayacakları çizgisel bir omurgaya yüklerler. Bu tercih, olası hiyerarşik kurguyu da bertaraf eder: çizgi üzerine yerleşen elemanların birbirine üstünlüğünden söz edilemez. Ama daha da ilginci, beklenmedik biçimde merkezi bir yer verdikleri stadyumdur.
Kampüs planında stadyum, akademik bölge ile yurt ve lojmanların yer aldığı bölgeyi birbirine eklemleyen bir mafsal görevi görür. Dahası, iki bölge arasındaki kot farkından dolayı stadyum üç boyutlu bir eklem gibi çalışır; hem eğimin yarattığı kopukluk problemini çözer hem stadyumun tribünlerini hafriyata gerek kalmayacak şekilde yerleştirir. Dahası, kampüsün girişinden başlayan araç yolu doğrusal bir aks olarak taşıdığı ziyaretçileri (uzmanların önerdiği gibi Forum’a değil) stadyuma getirir. Erdim’in işaret ettiği gibi bu aksın bir ucunda kampüs girişinde yer alan ve ODTÜ’nün simgesi olacak “Bilim Ağacı” (bu anıtın da yabancı uzmanların önerilerinde yer alan caminin yerini aldığını belirtelim), bir ucunda da stadyum vardır. Behruz Çinici’ye göre stadyum için ürettikleri çözüm, fikirsel olarak da projenin düğüm noktasıdır ve yarışma projelerinin fark yaratan, belki de yarışmayı kazandıran unsurudur. Bir toplanma mekânı olarak stadyum hem sporla uğraşan gençlik vurgusuyla Kemalist bir ton barındırır, hem anıtların gölgesindeki formel bir meydana kıyasla daha esnek bir toplanma mekânıdır. Nitekim 68’e doğru gidilirken stadyum ODTÜ’nün görkemli bir ölçeğe kavuşan öğrenci forumlarının mekânı olacaktır.
STADYUM VE DEVRİM
Brüt (çıplak) beton olarak yerinde dökülerek imal edilen tribünler üzerine boyanan “DEVRİM” yazısı ODTÜ’nün birçok mekânsal efsanesinden birinin konusudur. Buna göre yazının boyası Kimya Mühendisliği öğrencileri tarafından üretilmiş ve ne silinmesi ne üzerinin kapanması mümkün olan bir bileşkeye sahiptir. Hatta her yağmur yağdığında yazı daha da belirgin hale gelir. Uzun yıllar boyunca “DEVRİM”, stadyumun adından çok ona (ve tüm kampüse) ilham veren bir sembol oldu. İsimden çok slogan, başlıktan çok düstur, etiketten çok yazılama. Mekâna düşülen bu enformel iz, sadece 68’in ve genel olarak öğrenci hareketinin mirası değildir, bu hareketin ODTÜ’ye üflediği ruhtur. İronik olan şudur, stadyum sosyal bir mekân olduğunda (tribünler doluyken) “DEVRİM” görünmez olur. Olanca ihtişamıyla görünür olması için stadyumun boş olması gerekir.
Daha öncesini bilmiyorum, ancak 90’lı yıllarda stadyum “Devrim Stadyumu” olarak tarif edilmezdi. Spor faaliyetleri dışında, bir diploma töreninin bir de Bahar Şenliğinde düzenlenen büyük konserlerin mekânıydı. 90’ların sonları ve 2000’lerin başlarında stadyum ve “DEVRİM” belki de ilk kez teğellenmeye başladı. Yazı, üzerinden geçilerek yenilendi. Dahası, konserlerden sonra tribünlerde izleyici olarak yer alanlar sahaya inerek (bir nevi işgâl) sahayı bir festival alanına çevirmeye başladı; bunu DEVRİM’in çim sahada mumlarla yansılanması izledi. Bunu izleyen yıllarda da, stadyum yazıyı sahiplenmeye (ya da tersi) ve “Devrim Stadyumu” olarak anılmaya başladı.
KAMUSAL MEKÂN OLARAK 'DEVRİM'
Belli bir ölçekten bakıldığında bir kampüs kamusal bir mekândır; ulusun, bireylerin etkileşime açık, kamuya ait mekânlarından biridir. Ama başka bir ölçekte bakıldığında (şehir üniversitelerinden farklı olarak) kampüs, kentin herkesin erişimine açık olmayan bir parçasıdır. Bu yüzden de kendi içerisindeki açık alanların bile kamusal mekân olup olmadığı tartışmalıdır. Bu açıdan ODTÜ’nün bir istisna teşkil ettiği de öne sürülebilir. Başlangıcından itibaren Ankara’nın kamusal mekânlar ağının parçasıdır ODTÜ’nün açık alanları; Erdim’in işaret ettiği gibi, ilk yıllarda üniversitenin kuruluş yıldönümlerinde yapılan törenlerde Alle boyunca yapılan yürüyüşler Anıtkabir’in “Aslanlı Yol”unda devam eder. Ancak bu modernleşmeci tahayyülün terki ve metropolün büyüyen ölçeği bir noktadan sonra kampüsün kentle kurduğu sembolik ilişkiyi ilga etmiştir. Böyle bakıldığında, 90’ların stadyumda ürettiği dönüşümlerin kenti ve ülkeyi ilgilendirmediği, burasının bir kamusal mekân olmadığı söylenebilir.
Türkiye’de siyasal eylemliliğin kamusal mekânla ilişkisi Gezi Direnişi ardından bir dönüşüm geçirdi. Gezi sonrası dönemde AKP’nin giderek otoriterleşen tutumu -darbe sonrasının olağanüstü hâl uygulamaları ve 2018 sonrası bu uygulamaların çoğunun kalıcılaşması- kamusal mekânlarda protestoyu neredeyse imkânsız hale getirdi. Sokağın kriminalize edilişi kamusal mekânı siyasetten uzaklaştırmışsa da Gezi de “slogan-mizah-sosyal medya” üçlüsü çerçevesinde yeni bir eylemlilik alanı açtı. İşte tam da bu çerçeve içinde, o zamana dek tekil pankartlar mezuniyet törenlerinde çokça görülmüşse de, ODTÜ Stadyumu hızla artacak şekilde politik ve mizahi pankartların kolektif biçimde üretildiği ve taşındığı bir sahneye dönüştü.
Böylelikle ODTÜ Stadyumu belki de ilk kez sivil kamusal mekân niteliği kazanmış oldu. Mezuniyet törenleri tanımı gereği ailelerin katılımıyla kampüsü belki de en radikal düzeyde çeşitlendirir. Farklı kentlerden, farklı sosyal statülerden, farklı yaş gruplarından binlerce insan kampüsü ziyaret eder. Hepsi stadyumun tribünlerinde hem törenin seyircisi hem çocuklarının eğitimindeki rolleriyle mezuniyetin paydaşıdır. Ve bu kalabalık, pankartlar aracılığıyla, kamusal mekânın ruhuna uygun biçimde, politize olur. Öğrencilerin hayata geçirdiği siyasal gösterinin izleyeni olarak olumlayıcısıdırlar; dahası, ıslık, slogan vb. eylemleriyle bu gösterinin eyleyicileri haline gelirler. 2022’de iptal edilen, 2024’te rektörün görevinin bitişinden sonraya ertelediği törenler, bu siyasal gösterinin gücünü gösterir. Ama burada mekânsal boyutu gözden kaçırmamak gerekir. Çiniciler’e yarışmayı kazandıran çözüm, yani topoğrafyaya mükemmel şekilde oturan tribünler her bir izleyiciyi ulusal bir koordinat düzlemine yerleştirir; her birinin konumu, parçası oldukları bu gösteriyi kaydedip (sosyal medya aracılığıyla) bu koordinat düzlemi üzerinde yay(ınlay)acak bir düğüm noktası haline gelir.
(*) Bu yazıda ODTÜ’yü hem kurumsal hem mekânsal bir kuruluş hikayesi olarak ele alan (ve şaşırtıcı biçimde Türkçeye çevirisi halen yapılmamış olan), Burak Erdim’in Landed Internationals: Planning Cultures, the Academy, and the Making of the Modern Middle East (University of Texas Press, 2020) başlıklı zihin açıcı kitabından faydalandım.