HIDE

GAZETE DEMOKRAT / EKONOMİ

GRID_STYLE

SON HAVADİS

SHOW_BLOG

Unutturulmak istenen geçmiş: TARİŞ DİRENİŞİ!

G eçmişi ile ilişkisini esas olarak “unutma” üzerine kuran bir toplumun yaşadığı, “unutturmayı” bir idare tekniği olarak kullanan  bir de...

Geçmişi ile ilişkisini esas olarak “unutma” üzerine kuran bir toplumun yaşadığı, “unutturmayı” bir idare tekniği olarak kullanan bir devletin egemen olduğu bu ülkede 20’li, hatta 30’lu yaşlarını yaşayan pek çok genç insan için “direniş” ve “devrimci dayanışma” gibi kavramlar bir anlam ve değer ifade etmeyebilir.


Çok değil, sadece 28 yıl önce bu ülkede, bu ve benzeri kavramlar büyük insan kitlelerini harekete geçiriyor, onların eylemlerine yön verebiliyordu.
İşte böylesi kitlesel eylemlerden biri de 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi’nin arifesinde gerçekleşen ve resmi tarihin “Tariş Olayları” olarak adlandırdığı büyük işçi direnişidir.
 
Ancak hemen belirtmek gerekir ki, Tariş Direnişi’nden söz ederken beraberinde Gültepe ve Çimentepe Direnişleri’ni anmamak büyük bir eksiklik ve haksızlık olur.
 
Tariş Direnişi, ekmeği, işi, geleceği ve onuruna sahip çıkmak isteyen işçilerin eyleminin adı olurken Çimentepe ve Gültepe Direnişleri ise işçiler ile halkın ve devrimcilerin dayanışmasını ifade eder.
 
Siyasal iktidarların popülist politikalarının aracı Tariş…
 
Tariş, Ege Bölgesi’nin incir, üzüm, pamuk, zeytin ve zeytinyağı gibi tarımsal ürünlerini değerlendirmek üzere kurulmuş olan, 70’li yılların sonlarına gelindiğinde 80 bine ulaşan üretici ortağı ile Türkiye’nin en eski ve en büyük üretim kooperatifidir. Tariş’in yönetimi, ülkedeki diğer birçok üretici kooperatifinde olduğu gibi büyük toprak sahipleri ile büyük hissedarların elindeydi.
 
Kooperatif, büyük çoğunluğu İzmir’de kurulu olan gıda ve tekstil sektöründe faaliyet gösteren sanayi işletmelerine sahipti. Bu işletmelerin yöneticileri Sanayi Bakanlığı tarafından atanıyordu. Bakanlık, sadece yöneticilerin değil işletmelerin kadrolarının da belirlenmesinde söz sahibi idi.
 
Tariş, sahip olduğu sanayi işletmelerinin büyük istihdam kapasiteleri yanı sıra tarımsal ürünlerin taban fiyatını belirleme gücü sayesinde siyasal iktidarların popülist politikalarına dolayısıyla da Ege Bölgesi’ndeki siyasal nabzı kontrol etmeye imkan sağlayan önemli bir araçtı.
 
MC iktidarları döneminde Tariş’te faşist kadrolaşma…
 
Bu niteliği ile her dönem siyasal iktidarların ağzını sulandıran Tariş, 70’li yıllarda yükselen toplumsal muhalefet ve devrimci hareketi ezmek için oluşturulan 1. ve 2. Milliyetçi Cephe (MC) Hükümetleri döneminde faşist kadrolaşmanın önemli bir merkezi olmuştu.
 
1975-77 yılları arasında iktidar olan MC Hükümetleri’nin ortaklarından MHP’nin Sanayi ve Ticaret Bakanlığı üzerindeki etkisiyle yüzlerce işçi baskı ve terör uygulanarak işten çıkarılmış ve yerlerine MHP militanları yerleştirilmişti. Faşist militanlar, bir yandan fabrikalardaki işçilerden Ülkü Ocakları için haraç toplarken diğer yandan Tariş’i İzmir’deki anti-faşist, devrimci örgütlenmenin geliştiği mahalle, işyeri ve okullara yönelik saldırıların bir üssü haline getirmişti. MHP’li militanların kendilerinden olmayanlara yönelik baskı ve tacizleri öylesine artmıştı ki, MC Hükümetlerinin büyük ortağı AP içinde dahi çok ciddi eleştiri ve kaygılara yol açmaktaydı. AP’nin İzmir Milletvekili Talat Asal, Başbakan Süleyman Demirel'e bir mektup yazarak duruma müdahale etmesini istemişti.
 
Diğer yandan işletmelerde sürdürülen üretimin niteliğine uygun vasıflara sahip olmadıkları halde işe alınan faşist militanların üretim dışı faaliyetlerde bulunması nedeniyle Tariş tam bir iflasın eşiğine gelmişti.

Faşist kadroların tasfiyesi ile Tariş’te üretim artıyor…
 
2. MC Hükümetinin dağılmasıyla iktidara gelen CHP’nin ilk işi, kendi iktidarını kanıtlamanın bir ifadesi olarak Tariş’e el atmak oldu. Gerek CHP’nin kadro politikaları, gerekse sosyalist, devrimci işçi gruplarının çalışma ve mücadelesi sonucunda faşist militanlar Tariş’ten tasfiye edildi.
 
Çalışma ortamında huzurun sağlanması ve üretimin niteliklerine uygun vasıflarda işçilerin alınması sonucunda kısa sürede işletmelerde verimlilik arttı. Üretim, işletme kapasitelerinin % 90’ı gibi rekor bir düzeye çıktı. Aynı zamanda işletmelerde sosyalist, devrimci örgütlenme gelişti ve sendikalaşma oranı arttı. Devrimciler, DİSK’e bağlı Gıda-İş ve Tekstil-İş sendikaları yönetimlerinde etkin olurken bu sendikalar da birçok işletmede yetki aldı. Bu sayede çalışanların hak ve ücretlerinde de gözle görülür gelişmeler oldu. Tariş’te işçi olmak adeta bir ayrıcalık haline geldi.
 
3. MC Hükümeti kuruluyor, baskılar artıyor…
 
14 Ekim 1979 ara seçimlerinde alınan ağır yenilgi CHP’nin iktidarı yitirmesine yol açtı. Seçim sonuçları AP, MHP ve MSP’yi yeniden bir araya getirdi. Ancak bu kez eski MC ortakları hükümette yer almayacaklar, AP iktidarını dışarıdan destekleyeceklerdi.
 
MC tabanlı AP hükümetinin önüne koyduğu öncelikli işler, ülkenin “iç savaşa doğru gittiği” gerekçesiyle “asayişin” sağlanması, dış borç ve döviz bunalımını aşacak radikal ekonomik önlemleri almaktı.

Henüz hükümet güvenoyu almadan, 4 Aralık 1979'da, sıkıyönetim komutanları ile hükümet arasında yapılan toplantıda generaller, ceza yasalarının ağırlaştırılmasını, devletin gündelik hayata yönelik müdahale ve denetimlerinin arttırılmasını ve daha fazla ilde sıkıyönetim ilan edilmesini talep etmişlerdi. Başbakan Demirel, bu talepleri benimsediğini ve “asayiş” konusunda generaller ile tam anlamıyla mutabık olduğunu belirtti. Başbakan’ın gösterdiği bu sıcak ilgi ve muhabbet, generallerde çoktandır üzerinde kafa yordukları “müdahale” konusunda bir fikir değişikliği yaratmadı. Nitekim 13 Aralık 1979’da Selimiye Kışlası’nda bir araya gelen generaller, gerekli ortamın tam olgunlaşmadığını düşünerek, müdahaleden önce bir muhtıra verme kararı aldılar. 1 Ocak da Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanları, Cumhurbaşkanı’nı ziyaret ederek muhtırayı sundular.
 
Diğer yandan, Süleyman Demirel’in ünlü ifadesi ile “70 sente muhtaç kalmış” Türkiye ekonomisini IMF ve Dünya Bankası’nın direktif ve perspektifleri doğrultusunda uluslararası yeni iş bölümüne göre yeniden yapılandıracak olan ekonomik önlemler paketi hazırlanıyordu. Kamuoyuna duyurulduğu 24 Ocak tarihi ile anılan bu paketin özü, büyük bir devalüasyon ile birlikte tüm mal ve hizmetlere yüksek oranda zam yapılması, buna mukabil ücret ve maşlarda artışların durdurulması, kamu harcamalarının kısıtlanması gibi önlemleri içeren “sıkı para politikası” idi. Bu paketin hayata geçirilmesi için geleneksel popülist politikalara itibar etmeyen “güçlü” ve “otoriter” bir iktidara ihtiyaç vardı.
 
Nitekim paketin hazırlayıcısı, daha sonrada uygulayıcısı olan Turgut Özal, 8 Ocak’ta generallere paket hakkında bilgi verirken “ekonominin düze çıkarılması için mutlaka toplumsal muhalefetin dizginlenmesi, mevcut sendikal çerçevenin ve toplu sözleşme sisteminin daraltılması gerektiğini” söyler. Turgut Özal’a göre “demokrasi bir başıbozukluk değil disiplin rejimidir!”. Paketin gerekliliği ve hayata geçirilmesi için alınacak önlemler konusunda generalleri ikna eden Özal, bir bakıma onların darbe konusundaki kararlılığını da pekiştirmiş oldu. 

Gözler Tariş’e dikiliyor, mücadele sertleşiyor…
 
“Asayişin” sağlanması ve ekonominin yeniden yapılandırılması için hızla harekete geçen MC tabanlı AP hükümetinin öncelikli hedeflerinden biri haliyle Tariş oldu. Böylelikle, her iktidar değişikliği sonrasında Tariş’te yapılması geleneksel hale gelen tasfiye ve kadrolaşma döngüsü hayata geçirilerek iktidar olmanın gereği yerine getirilmiş olacak, yarım kalan faşit kadrolaşma tamamlanacak, daha da önemlisi 24 Ocak kararlarının bir provası yapılmış olacaktı.
 
Hükümet çevreleri zaman geçirmeden Tariş’in “komünist terör yuvalarından biri olduğu” yönünde iddialar ileri sürmeye başlar. AP hükümetini destekleyen büyük bölge gazetesi Yeni Asır da “Tariş ortakları kan ağlıyor!”, “Üretim düşüyor!”, “Komünist militanlar terör estiriyor!” biçiminde manşetler atarak kamuoyu oluşturmaya çalışır.
 
Bu arada olası bir saldırı ve tasfiye girişimine karşı Tariş işletmelerinde çalışan farklı sosyalist, devrimci grupların taraftarı işçiler “devrimci eylem birliği” oluşturduklarını ilan ederler. Bu çaba uzun ömürlü olamaz ise de işçilerin asgari düzeyde güç birliği içinde hareket edebilmelerine zemin sağlar.
 
AP hükümeti, Ocak ayının başında düğmeye basar. Önce Sanayi ve Ticaret Bakanlığı 300 kadar işçinin işten çıkarılmasını ister. Bu talimatı yerine getirmeyen Tariş Genel Müdürü Erdinç Gönenç’i görevden alarak yerine Hakkı Gürün’ü getirir. Ardından da İçişleri Bakanlığı, 14 Ocak 1980 tarihinde İzmir Valiliği’ne gizli bir talimat göndererek, Tariş’te ki suç odaklarının açığa çıkarılması için bir istihbarat çalışmasının yapılmasını ve tespit edilen unsurların yakalanması için de 22 Ocak’ da tüm işletmelere yönelik bir operasyonun gerçekleştirilmesini ister.
 
Operasyon ve direniş başlıyor… 
 
22 Ocak 1980’de Cumhuriyet tarihinin belki de en sert, uzun ve kitlesel direnişlerinden biri başlar. Sabahın erken saatlerinde panzerler eşliğinde yüzlerce polis ve jandarma arama yapma gerekçesiyle işletmelere gelir. Fabrika kapılarının kırılarak adeta bir saldırı biçiminde gerçekleştirilen sözde “arama” işçilerde başlangıçta bir şaşkınlık yaratır. Ancak kısa sürede toparlanan işçiler derhal direnişe geçerler. Özellikle Çiğli İplik Fabrikası’nın işçileri polis ve jandarmaları fabrikaya sokmaz.
 
Direnen işçiler yalnız kalmaz. Tariş’te çalışan işçilerinin yoğun olarak oturduğu Çimentepe (Bugünkü adı Güzeltepe) ve Gültepe’e gibi gecekondu semtlerinde operasyonun başladığı duyulunca halk kendiliğinden sokağa dökülerek operasyonu protesto eder. Ege Üniversitesi öğrencileri de üniversiteyi işgal ederek, Tariş işçileri ile dayanışma içinde olduklarını bildirirler.
 
Ertesi gün AP ve CHP İzmir İl Örgütleri’nin yetkilileri ortak bir açıklama yaparak “İzmir olaysız bir kent. Üretimin aksaksız sürdüğü Tariş’te kimi çıkar çevreleri işçiyle polisleri karşı karşıya getirmek istiyor.” biçimindeki ifadelerle kaygılarını dile getirirler. Bu arada tüm işletmelerde üretim durur. İzmir çapında çeşitli protesto ve destek eylemleri başlatılır. Ege Üniversitesi öğrencileri üç günlük boykot kararı alır. Kampustan çıkan binlerce öğrenci İzmir-Manisa yolunu kesince polis müdahale eder. Çıkan çatışmada 80 kişi yaralanırken 200 öğrenci de gözaltına alınır. Hürriyet, Yeni Asır gibi gazeteler tüm bu gelişmeleri “İzmir’de Savaş” manşetiyle verir.
 
Tariş işçileri ile dayanışma ve destek eylemleri sonraki günlerde de sürdürülür: 25 Ocak’ta İzmirli işçiler iki saat iş bırakır. 26 Ocak’ ta da DİSK’in “Demokrasi Mitingi” yapılır.
 
DİSK yönetimi daha önceden işçi kıyımına, zamlara, pahalılığa, sürgünlere, anti-demokratik baskı ve uygulamalara, faşist saldırılara karşı değişik illerde art arda yapılacak “Demokrasi Mitingleri” planlamıştır. Bu mitingler dizisinin İzmir ayağının devlet terörünün Tariş’e yöneldiği günlere denk gelmesi direnişe verilen desteği daha güçlü hale getirmek için iyi bir fırsat oluşturur. Devrimci, sosyalist grupların da çabasıyla mitinge katılım çok büyük olur. Tariş’li işçiler direniş sloganları ile alana girdiklerinde orada bulunan 50 binden fazla işçi ve devrimci onları büyük bir coşku ile selamlar.

Tabandan gelen bu dayanışma arzusuna karşın DİSK yöneticileri daha sert ve kanlı gelişmelerin yaşanacağı kaygısıyla Tariş Direnişi’nin sona erdirilmesinden yanaydı. Ancak, Tariş işçilerinin devrimcilerin öncülük ettiği önemli bir kesimi ise işten atılma ve Tariş’in faşistleştirilmesi ile sonuçlanacak saldırılara karşı direnmek gerektiğini düşünüyordu. Sonunda DİSK yönetimi işçi kitlesi üzerinde etkili olur ve tartışmalı bir oylama sonucunda 31 Ocak’ta direniş sona erdirilir.
 
Direniş tekrar başlıyor...
 
Ancak siyasal iktidar, ne pahasına olursa olsun Tariş’i ele geçirme fikrinden vazgeçmemiştir. 6 Şubat’ta Tariş Genel Müdürlüğü gazetelere ilan vererek zarar tespiti yapmak amacıyla tüm işletmelerin bir hafta süreyle kapatılacağını duyurur. Oysa işçiler ilk direnişte oluşan bazı ufak tefek hasarları onarmıştır ve üretimi tam kapasite sürdürmektedir. Söz konusu gazete ilanlarında ayrıca tüm işçilerin iş akitlerinin feshedildiği ve bu bir haftalık süre içinde “dürüst, işine bağlı ve yasadışı direnişe katılmamış işçilerin belirlenerek haklarının korunacağı” duyurulmaktaydı.
 
Bu ilan, operasyonun yeniden başlayacağının işaretidir. Bu gelişme karşısında Tariş’in bütün işletme ve fabrikalarında direnme kararı alınır.
 
7 Şubat’ta polis tekrar operasyon başlatır. Buna karşın işçiler barikatları yeniden kurup, güvenlik güçlerinin işletmelere girmesini engellemeye çalışır. 1 No’lu Üzüm İşletmesi’nde 700 kadar işçi üç saat kadar direnir. Çıkan çatışmalarda 17 güvenlik görevlisi ve 50 kadar işçi yaralanır, 600 kadar işçi de gözaltına alınarak Alsancak Stadyumu’na kapatılır. İşçilerin bu kararlı ve sert direnişine rağmen polis, Çiğli İplik Fabrikası dışındaki tüm işletmeleri boşaltır.

Halk barikat kuruyor, İzmir’de hayat duruyor…
 
8 Şubat’ta güvenlik güçlerinin hedefi Çiğli İplik Fabrikasıdır. Ancak, önceki gün gerçekleştirilen operasyona büyük tepki duyan İzmir Halkı ayağa kalmıştır. Çiğli, Çimentepe (Güzeltepe) ve Maraş mahallelerinin halkı fabrikaya giden yolda barikatlar oluşturur. Polis ve jandarma bu barikatları saatlerce aşamaz.
 
Başta Gültepe ve Altındağ olmak üzere birçok gecekondu mahallesinde ise halk sokağa dökülür. Esnaf kepenk indirir. DİSK’e bağlı sendikalara üye 55 bin işçi bir günlük iş bırakma eylemi yapar. Bankalar, fabrikalar, belediye otobüsleri çalışmaz ve İzmir’de hayat durur.
 
Gültepe’deki gösterilere müdahale etmek isteyen polisle halk çatışır. Çatışmada bir polis yaşamını yitirir. Ardından "halkı kışkırttığı" gerekçesiyle Gültepe Belediye Başkanı Aydın Erten 100 kadar belediye işçisiyle birlikte gözaltına alınır.
 
9 Şubat’ta, işçiler Yağ Kombinası ile 2 No’lu Üzüm İşletmesi’ne tekrar girmeyi başarırlar. Ancak polis hemen müdahale eder. Yağ Kombinasına panzerlerle giren polis ile işçiler arasında çıkan çatışmada 3 işçi polisin açtığı ateş sonucu yaralanır, kombina yeniden boşaltılır. Aynı gün Gültepe’de sokaklara barikatlar kurulur. Halk ve devrimciler barikatların başında gece gündüz nöbet tutmaya başlar.

10 Şubat’ta Çiğli İplik Fabrikası’ndaki direnişi kırmaya giden güvenlik güçlerinin yolu Çimentepe yakınlarında yine barikatlar ile kesilir. Barikatlarda polisle çatışan devrimci gruplar daha sonra mahalle içinden geçip arkadaki tepelere doğru çekilince onları takip etmek isteyen güvenlik güçleri, yaklaşık 100 bin kişinin yaşadığı mahalleye girmeye çalışır. Güvenlik güçleri bu kez karşılarında barikat kurmuş ellerinde sopalarla kadın ve çocukları bulur. Polis saatler süren çatışmalardan sonra barikatları aşarak mahalleye girebilir. Çatışmada direnişçi Cemil Oral yaşamını yitirir, onlarca kişi yaralanır, 500 kişi gözaltına alınır.
 
Direniş tek tek kırılıyor…
 
Hükümet, burjuvazi ve generaller, kısacası tüm egemenler kaygı ile gelişmeleri izlemektedir. Zira direnen, kafa tutan Tariş işçileri ve onlarla dayanışma içinde olan İzmir halkı bütün Türkiye’ye kötü örnek olmaktadır. Nitekim Genelkurmay Başkanı Kenan Evren, "Biz dış düşmanlarla değil, iç düşmanlarla uğraşıyoruz" diyerek egemenlerin ve ordunun yönelimini belirler: “iç düşman” yenilmelidir.
 
14 Şubat’ta sabaha karşı on bine yakın asker ve polis, kariyer ve helikopterlerle Çiğli İplik Fabrika’sına baskın düzenledi. Sonunda güvenlik güçleri fabrikaya girdi. Direnişteki 1500 işçi fabrikadan çıkarıldı. Özel olarak seçilen 270 işçi gözaltına alınarak Karşıyaka Stadyum’una götürüldü. Hürriyet gazetesi ertesi gün “Asker Tariş’e Girdi!” manşetini attı.
 
Aynı gün DİSK’e bağlı sendikalar iki günlük greve çıktılar. Ancak grev, süre dolmadan 15 Şubat günü öğlen saatinde bitirildi.

14 Şubat akşam saatlerinde Gültepe Mahallesindeki barikatlarda sivil faşistler ile yaşanan çatışmada devrimci İskender Gül yaşamını yitirdi.
 
Önce Çimentepe Mahallesi ardından da Çiğli İplik Fabrikası’ndaki direnişleri kıran güvelik güçlerinin son hedefi bir haftadır giremedikleri Gültepe’dir.
 
16 Şubat’ta binlerce asker ve polis Gültepe’yi kuşatır. Gün boyu süren operasyon sırasında çıkan çatışmalarda üç polis yaşamını yitirdi. 100‘e yakın kişi yaralandı, 200'den fazla kişi de gözaltına alındı.
 
Böylece yaklaşık 25 gün boyunca inişli çıkışlı süren, dördü polis ikisi direnişçi olmak üzere 6 kişinin yaşamını yitirdiği, yüzlerce kişinin yaralandığı, binden fazla kişinin gözaltına alındığı “Tariş Direnişi” son buldu. 20 Şubat’ta da İzmir’de sıkıyönetim ilan edildi.
 
Olaylardan sonra yüzlerce işçinin işine son verildi ve yerlerine MHP'li faşist militanlar dolduruldu. İşine geri alınmayarak 4 çocuğu ve ailesiyle birlikte aç bırakılan Nesimi Çınar isimli işçi intihar etti.
 
Direnişe katıldıkları gerekçesiyle 187 işçi hakkında dava açıldı. 135 işçiye önce 25'er ay ceza verildi. Daha sonra yeniden görülen dava sonucunda dört işçi hakkında verilen idam cezası ömür boyu hapse çevrildi. 19 işçiye de 12 yıl ile 18 ay arasında değişen hapis cezaları verildi. Diğerleri beraat etti.
 
Gültepe direnişine katıldığı gerekçesi ile 95 kişi hakkında dava açıldı. Yargılamalar sonucunda üç kişiye idam, altı kişiye ömür boyu hapis, 49 kişiye de 20 ile bir yıl arasında değişen hapis cezaları verildi.
 
İdam cezası verilenlerden Hıdır Aslan 1984’de Burdur Cezaevi’nde infaz edildi. 
 
Son söz olarak:
 
Bireyler gibi toplumlarda bir hafızaya sahiptirler. Ancak, geçmiş toplumsal hafızada tüm nesnelliği ile muhafaza edilemez. Bireyler gibi toplumlarda hatırlarken o an için sahip olduğu değerler, ihtiyaç ve ilişkiler çerçevesinde geçmiş üzerinde düşünür ve sözü edilen çerçeve dışında kalan pek çok şeyi hatırlamaz, unutur. Ancak “unutma” ile kayıtlar tümden silinmez, daha çok geçmişle ilgili belli olaylara bilançoda yer verilmez. Hangi olayların hatırlanacağına toplumlar kendi tercihleriyle olabileceği gibi iktidarların dayatması yoluyla da karar verebilirler. Bu bakımdan geçmişi kurgulamakla kalmayıp, aynı zamanda şimdinin ve geleceğin deneyimlerini de organize eden toplumsal hatırlama her zaman politik bir nitelik taşır.
 
İşte yenilgiyle sonuçlansa da Türkiye işçi sınıfının ve devrimci hareketin tarihinde onurlu bir yer edinen Tariş İşçileri ile Gültepe ve Çimentepe halkının faşizme karşı direniş ve dayanışmasının öyküsü tüm dayatma ve unutturma çabalarına karşın hangi tarihsel gerçeklikten hareketle geleceğe bakacağımıza dair bizlere yol gösteriyor. Bu direniş, ülke egemenlerinin farklı araçlarla her gün yeniden üreterek topluma benimsetmeye çalıştıkları kurulu düzenin alternatifsiz olduğu fikrine karşı “başka bir yaşamın” her şeye rağmen varolabileceğinin en güzel örneklerinden birinin bu ülke topraklarında nasıl yaşandığını ortaya koymaktadır. Bu direniş unutulmamalı, unutturulmamalı ve hep anımsanmalıdır ki, kardeşçe paylaşmanın, özgürce dayanışmanın geleceğe dair umutlarımızı hep diri tutmamızı sağlayabileceği daha iyi anlaşılsın.

HACAY YILMAZ: BİR KİLOMETRE TAŞI, TARİŞ DİRENİŞİ

O günlerde, İzmir’in birçok yerindeki devrimcilere, demokratlara yönelik faşist saldırılar, Tariş’e bağlı fabrikalardan yönlendirildi. Bu faşist militanlar aynı zamanda, fabrikaların içinde de sorgu ve işkence odaları kurmuşlardı. Kendilerinden olmayan, kendilerine haraç vermeyen işçileri sorguluyor, işkence yapıyorlardı.

İzmir karla karışık yağmurlu bir güne uyanmıştı. Kıştı, soğuktu. Takvim yaprakları 22 0cak 1980’i gösteriyordu. Günlerden bir gündü ama İzmir için günlerden bir gün olmayacaktı. Tariş işçileri için de olmayacaktı. Sabahın erken saatlerinde, henüz yeni iş başı yapmışlardı. Makinelerinin başındaydılar.
Aynı saatlerde, bir başka yerlerde bir başka hazırlıklar daha yapılmıştı, belediye otobüsleriyle fabrikalara geliyorlardı. Dönemin İçişleri Bakanlığı’nın gizli emri ve İzmir Valisinin koordinatörlüğünde belediyeye ait otobüslerle fabrikalara gelen polis “arama yapacağız” bahanesiyle tüm fabrikalara operasyon yaptı. Polisin bu operasyonuna işçilerin yanıtı ise DİRENİŞ oldu. Böylece takvim yaprakları 22 Ocak 1980’i gösterirken, yankıları sınırları aşan, Türkiye işçi sınıfı tarihinin en büyük direnişinden biri yaşanacak, adı Tariş Direnişi olarak tarihe kazınacaktı.
Tariş, ekonomik, siyasi ve toplumsal bir güçtü
 
Devletin operasyon amacı neydi?
Direniş nasıl başladı, sonuçlandı?
Böylesi bir direniş tesadüf müydü?
 
Bu sorularımıza yanıt ararken, önce Tariş’in ne olduğunu anlamak gerekiyor. İzmir’de yaşayanlar bu ismi yakından bilirler. Bu günlerde sayıları hızla azalsa da, şehrin kimi yerlerinde bu isme rastlarız. Tariş Ege bölgesinde üzüm, incir, zeytinyağı ve pamuk üreticilerinin oluşturduğu ‘Tarım Satış Kooperatifleri Birliği’nin kısaltılmış adıdır. Bundan otuz yıl önce, yani o günlerde Tariş’in 80 bin üretici ortağı vardı. Ancak bu kadar çok ortağı olan bu kuruluşun gerçekte sahipleri ve yöneticileri Ege bölgesinde büyük toprakları ve büyük hisseleri olanlardı. Bu sahiplerin sayıları da bir elin beş parmağını geçmezdi. Bu kuruluşa bağlı fabrika ve işletmelerin kazancı da, bu bir avuç insan ve dönemin siyasal iktidarı tarafından paylaşılırdı. Bugün sayıları son derece azalmış olsa da, o günlerde Tariş’in, üzüm, incir, iplik, zeytinyağı ve yağ kombinaları fabrikaları vardı. Bu fabrikalar Ege bölgesinin değişik il ve ilçelerine dağılmasına karşın fabrikaların ve işletmelerin ezici çoğunluğu İzmir’deydi. Buralarda on binin üzerinde işçi çalışırdı. Dediğimiz gibi Tariş bir kooperatifti, yönetim kurulu kooperatif üyeleri tarafından seçilirdi. Ancak, Tariş Genel Müdürü ve fabrikaların müdürleri, yöneticileri dönemin hükümetleri tarafından atanırdı. Tariş, 80 bin üretici ortağı ve 10 binin üzerinde çalışanı ile Ege bölgesinin ve Türkiye’nin en büyük kuruluşlarından biriydi. İşte böylesine büyük bir kuruluşun ekonomik gücü, oy potansiyeli ve siyasal etki alanı da önemliydi. Siyasal iktidarlar tarafından önemli olurdu. Onlar da politik olarak yaklaşırlardı. Siyasal iktidarlar Tariş’e öncelikli olarak kendi politikaları ve ideolojileri doğrultusunda müdahale ederlerdi. Bu müdahaleler, 1970’li yıllarda öncelikle de çalışanlar ve işçiler üzerineydi.
 
Tariş gibi örgütleri elinde tutanlar bölgenin gücünü kontrol ediyordu
   
İlk müdahale 1975 ve 1977 yılları arasında Süleyman Demirel’in başbakanlığında kurulan I.MC hükümeti tarafından yapılmıştır. I.MC hükümeti Adalet Partisi, Milli Selamet Partisi ve Milliyetçi Hareket Partisi’nin oluşturduğu, milliyetçi bir sağ koalisyon hükümetiydi. Bu hükümet döneminde fabrikalardan yüzlerce işçi çıkarıldı. Yerine ülkücü militanlar yerleştirildi. Fabrikalar adeta faşist militanların üsleri haline getirildi. O günlerde, İzmir’in birçok yerindeki devrimcilere, demokratlara yönelik faşist saldırılar, Tariş’e bağlı fabrikalardan yönlendirildi. Bu faşist militanlar aynı zamanda, fabrikaların içinde de, sorgu ve işkence odaları kurmuşlardı. Kendilerinden olmayan, kendilerine haraç vermeyen işçileri, sorguluyor, işkence yapıyorlardı. 1975 - 1978 yılları arasında, I. ve II. MC hükümetleri döneminde Tariş’e bağlı fabrikalarda yaşam böyle devam etti.
 
Fabrikalar faşist işgalden arındırıldı, üretim rekor düzeye çıktı
 
Ülkücü, faşist militanların işgali altında fabrikalardaki üretim de en alt düzeydeydi. 1987 yılının ilk günlerine gelindiğinde, II. MC hükümetinin değişmesiyle, Tariş’teki Genel Müdür ve fabrika müdürleri de değişti. Bu değişimle beraber devrimci, sosyalist ve ilerici işçilerde fabrikalarda iş başı yaptılar. Devrimci ve ilerici işçilerin fabrikalara girmesi, baskı ve sorgulama altında olan, sıradan işçilere de moral oldu. Devrimci işçilere destek verdiler ve kısa sürede fabrikalar faşist işgalden arındırıldı. Bu tarihten itibaren de tüm işçiler Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu DİSK’e bağlı sendikalarda örgütlendiler. İşçiler, sol içerisinde farklı gruplardan olmalarına karşın ortak tutum içinde olmaları, DİSK’e üye olmaları, işyeri örgütlülüklerini kurarak üretimi rekor düzeye çıkarırken, anti-faşist mücadeleye ve ülke sorunlarına karşı da son derece duyarlı idiler. Deyim yerindeyse, fabrikalar da ciddi bir politik bilinç vardı. Örneğin, 1978 yılı Aralık ayında faşistlerin Maraş’ta yaptığı katliamı protesto için Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) ülke çapında tüm fabrikalarda saygı duruşu anlamında beş dakikalık iş bırakma kararı almıştı. Tariş işçileri 24 saat iş bırakıp, yürüyüş yaparak katliamı lanetlediler. Tariş işçileri, üretimi rekor düzeye çıkarırken, emeklerinin karşılığını da güçlü bir toplu iş sözleşmesi yaparak alıyorlardı.
 
Hükümet, faşistler ve yandaş medya Tariş’e saldırıda ortaklaştı
 
1979 yılının Ekim ayında, CHP hükümeti düştükten sonra, yeniden MHP ve Milli Selamet Partisi’nin desteği ile Adalet Partisi tarafından Süleyman Demirel’in başbakanlığında III.MC hükümeti kurulmuştur. Bu hükümetinde icraatları arasında, daha önceki MC hükümetlerin yaptığı gibi, yeniden kamu kuruluşlarında ve Tariş gibi yerlerde operasyonlar yapmak olacaktı. Operasyon yapılacak yerler arasında, Tariş başta olmak üzere, Antbirlik, Çukobirlik ve Fiskobirlik ilk sıradaydı. Bunun için de vakit geçirilmeksizin kara propaganda başlatıldı. Bu gün nasıl ki, hakları için direnen emekçiler, halka karşı karşıya getirilmek için propaganda yapılıyor ise, nasıl ki, Ankara’da direnen Tekel işçileri için, Başbakan “bunlar yan gelip yatıyorlardı” diyerek, karalamaya çalıştıysa, o günde Tariş işçileri için benzer propagandalar yapıldı. Tek kanal olan televizyonda ve gazetelerde eş zamanlı yayınlar başlatıldı. İzmir’de yayınlan Yeni Asır gazetesi günlerce yalan manşetler attı. “Tariş’te Üretim Yok, Fabrikalar Anarşistlerin ve Komünistlerin Üssü Olmuştur” şeklinde atılan manşetlerin amacı kamuoyu yaratmaktı. Gazete bu yayınlarına günlerce devam ederek, hükümetin yapacağı operasyon için kamuoyunu hazırlıyordu. Yine o günlerde başka bir hazırlık daha vardı. Anadolu’nun değişik şehirlerinden insanlar getirilerek otellere yerleştirildiler. Bu insanlar Tariş’ten atılacak işçilerin yerine alınacaklardı. Hükümetin ve propagandaların tek amacı vardı. Tariş’te devrimci ve ilerici işçilerin ve DİSK’in varlığını fabrikalardan söküp atmak, fabrikaları yeniden faşistlerin üssü haline getirmek.
 
Saldırıya karşı direniş başladı
    
O günlerde, MC hükümetinin Tariş’e yönelik hazırlıklarının ayırımında olan işçiler de, İzmir kamuoyuna bir bildiri yayınladılar. Devrimci Eylem Birliği Komitesi adına yayınlanan bildiri de, hükümetin hazırlıkları teşhir edilirken, kısaca şöyle deniliyordu: “MC Hükümetinin fabrikalarımıza yönelik saldırılarına karşı, güçlü bir direnişle yanıt vereceğimizi ve fabrikalarımızı savunacağımızı tüm halkımıza duyuruyor, halkımızı ve sınıf kardeşlerimizi duyarlı olmaya çağırıyoruz”
 
Böylece takvim yaprakları 22 Ocak 1980’i gösterirken MC Hükümetinin İçişleri Bakanlığının gizli genelgesiyle İzmir valisinin emri doğrultusunda polis, jandarma desteğinde fabrikalara operasyon yaptı. Sabahın erken saatlerinde belediye otobüsleriyle fabrikalara gelen polis arama yapacaklarını gerekçe gösterdi. Ne var ki, panzerlerin kapıları kırdığı, duvarları yıktığı, ateşli silahların kullanıldığı bir aramaydı. Polisin bu operasyonuna karşı, özellikle de Çiğli İplik Fabrikası işçileri, üzerinde çalıştıkları makinelerin iğleri, masuraları ve kendi çıplak bedenleriyle karşı koydular, direndiler. Polisi fabrikalarına sokmadılar. Bu karşı koyuşta, kadın işçiler en öndeydi. Polis üzüm işletmeleri ve yağ kombinası fabrikalarında onlarca işçiyi ve iplik fabrikasında da dışarıda gelişi güzel yakalayabildiği bir kaç işçiyi gözaltına aldı. MC hükümeti aylarca yaptığı hazırlığı bu şekilde sahnelerken, işçiler de kısa sürede kendi aralarında değerlendirme yaptılar, direniş kararı alarak, şalterleri indirip, fabrikalarına kapandılar. İşçiler taleplerini de açıkladılar.
Başlıca üç talep ardı:
1.     Arama bahanesi adı altında yapılan operasyonlar durdurulsun, olaylardan polis sorumlu tutulsun
2.     Gözaltına alınan işçi arkadaşlarımız derhal serbest bırakılsın
3.     İş ve can güvenliğimiz ağlansın. Hiçbir işçi çıkarılmayacak güvencesi verilsin.
 
İşte, tarihte yerini alan “Tariş Direnişi” bu taleplerle başlamıştı. Direniş kısa sürede tüm İzmir’de duyulurken, İzmir halkı ve öğrenciler de vakit geçirmeden, direnişçi işçilerin yanında yerlerini aldılar. Fabrikaların bulunduğu mahalle de oturan kadınlar evlerinde ekmek yaparak daha ilk gününden direnişçilere yetiştirdiler. Belediye işçileri öğle yemeklerini direnişçilerle paylaştılar. Ege üniversitesi öğrencileri üniversitenin önünden geçen şehirlerarası kara yolunu trafiğe kapatarak, “Direnişinizi Direnişimizle Destekliyoruz” pankartıyla yürüdüler. Polisin müdahalesi sonucu çatışma yaşandı, çok sayıda öğrenci yaralandı ve gözaltına alındı. Fabrikalarda direniş devam ederken 23 Ocak günü DİSK’E bağlı sendikalar İzmir’de iki saatlik grev yaparak, direnişi desteklediler.
 
O günlerde Erzurum da kış tatbikatlarına katılan Genelkurmay Başkanı ve daha sonra 12 Eylül Faşist cuntasının lideri Kenan Evren, Tariş işçilerini kastederek şöyle diyordu: “Biz dış düşmanlarla değil, iç düşmanlarla uğraşıyoruz”.
MC Hükümetinin başbakanı Süleyman Demirel’de bağırıyordu: “Devlet güçlüdür. Tariş’e girecektir”
Direnişçilerde haykırıyorlardı: “Fabrikalarımızı teslim etmeyeceğiz. Tariş’te faşistlere yer yok.
 
Direnişe ara verildi
 
Mücadele çetindi. İşçilerin karşısında siyasal iktidar ve bir bütün olarak devlet vardı. 22 Ocak’ta direnişe başlayan Tariş işçilerinin taleplerinin kabul edilmesi ve direnişin başarısı birazda öteki sınıf kardeşlerinin, halkın ve devrimci güçlerin daha fazla desteğine ve mücadelesine bağlıydı. Bundandır ki, direnişçi işçiler, kendi konfederasyonlarından, direnişlerini desteklemek için “Genel Grev, Genel Direniş” yapmasını istemişlerdi. DİSK 26 Ocak günü İzmir’de görkemli bir miting yaptı. Bu miting için İzmir’e gelen konfederasyon yöneticileri 25 Ocak gecesi Tariş işçilerinin bağlı olduğu sendika şube başkanlarının alınmadığı toplantıda, direnişi sonlandırma kararı aldılar. Ancak aldıkları bu kararı fabrikalara gelerek direnişçilere açılamaları 30 Ocak gününü buldu. DİSK Başkan vekili Rıza Güven, Tekstil-Sen Genel başkanı Rıdvan Budak ve Gıda-İş Genel başkanı Mehmet Mıhlacı’dan oluşan heyet, kararı açıklamak için önce İplik Fabrikasına gelmişlerdi. Heyet işçiler tarafından “Direnişi kıranın, kafasını kırarız”, “Genel Grev, Genel Direniş” sloganlarıyla karşılandı. Fabrikanın toplantı salonunda sloganlar altında işçilere konuşan heyet, “genel greve gitmenin önkoşulu” olarak direnişin bitirilmesi gerektiğini açıkladılar. Konfederasyon heyetinin, konfederasyonun görüşü olarak açıkladıkları bu karar, İplik fabrikasındaki direnişçi işçiler arasında bölünme yarattı. Kendi aralarında süren uzun tartışmanın ardından da direnişe son vermek zorunda kaldılar. Fabrika da üretim başladı. İplik fabrikasının arkasından, heyet diğer fabrikalara giderek, direnişi sonlandırdı.
 
İkinci saldırıya da direnişle yanıt verildi
30 Ocak günü direniş sonlanıp, fabrikalar üretime başlarken, birkaç gün sonra, Tariş işçileri gazetelerde Tariş Genel Müdürü’nün açıklamasını okudular. Genel Müdür açıklamasında şöyle diyordu: “Hasar tespiti için fabrikalar bir hafta süre ile kapatılacaktır. İş kanunun 17. ve 274 sayılı yasanın 29. maddesine göre işçilerimizin tümünün iş akitlerinin feshi zorunluluğu doğmuştur.” Genel müdür açık konuşmuştu. Bu defa “hasar tespiti yapılacak” bahanesi altında fabrikalar kapatılarak binlerce işçi kapının önüne konulacaktı. İşçiler ve DİSK bu durumu kabul etmeyeceklerini açıkladılar. İşçilerin ve sendikanın genel müdürlüğe yanıtı şuydu: “Fabrikalarda zarar ziyan tespiti yapılmak isteniyorsa, fabrikalar çalışırken de yapılabilir. Burada amaç başkadır. Fabrikalarımızın kapatılmasına izin vermeyeceğiz”
 
İşçiler bu açıklamayı yaptıktan sonra da yirmi dört saat fabrikaları boşaltmadan üretime devam ettiler. Genel müdürlük, ertesi gün işten çıkardıkları işçilerin adlarını gazete ilanıyla açıkladı. Bir kez daha savaş başlayacaktı. İşçiler ve üyesi oldukları sendikalarıyla birlikte direniş kararı aldılar, şalterler indirildi. Fabrikaların kapılarında barikatlar kuruldu.
 
7 Şubat günü polis önce Alsancak semtindeki bir numaralı üzüm işletmesi fabrikasına operasyon yaptı. Panzerler kapıları kırdı, işçilerin karşı koyuşu ile çatışma başladı. Molotoflarında kullandığı saatlerce süren çatışmada, panzerler yakılırken elli üç direnişçi yaralandı. Yüzlerce direnişçi gözaltına alınıp, Alsancak stadyumuna götürüldü. Polis üzüm işletmesine operasyon yaparken, işletmenin karşısındaki Sümerbank’ta çalışan yüzlerce işçi iş bırakarak sloganlarıyla direnişçilere destek oldular. Polis Sümerbank işçilerini de ablukaya aldı.
 
Direniş fabrikalardan taştı, tüm kente yayıldı
 
Bu operasyonun ardından iplik fabrikasına operasyon için yola çıkan polis, karşısında halkın barikatını buldu. Çiğli ve Çimentepe halkı ve devrimciler, sosyalistler, yolda etten barikat kurarak polisi iplik fabrikasına yanaştırmadılar. Aynı saatlerde, Gültepe, Altındağ halkı da sokaklardaydı. İzmir kentinin sokakları gecenin karanlığını barikatlarda yakılan ateşlerle karşılıyordu. İplik fabrikasında çalışan iki bin işçinin bin beş yüzü de, fabrikanın etrafına kurdukları barikatların arkasındaydılar. Fabrikalarının içindeydiler. Günlerce polis iplik fabrikasına yaklaşamadı. Polis, 10 Şubat günü yeni bir operasyon daha denedi. Çiğli-Çimentepe halkı ile İplik fabrikasının etrafındaki mahalle halkı arasında şiddetli çatışmalar başladı. Direnişçi işçilerin de halkla birlikte katıldığı silahların kullanıldığı çatışma saatlerce sürdü ve bu çatışmanın sonunda Cemil Oral adlı devrimci öğrenci, polis panzerlerinden açılan ateş sonucu yaşamını yitirirken, onlarca insan da yaralandı. 500 civarında insan gözaltına alındı. Halkın desteği kırılmıştı. Artık iplik fabrikası işçileri, kendi barikatlarının arkasında yalnızlardı. Halaylarla ve barikat ateşleriyle direnişlerine devam ettiler.
 
Direniş, Paris Komüncülerinin kaderini yaşadı
 
Kıştı, soğuktu. Kurşuni bir ayaz vardı kentin üzerinde. Gecenin en karanlık anıydı. Saat sıfır dörttü. En derin uykusundaydı şehir. İplik fabrikası havadan ve karadan kuşatıldı. Tanklar ve panzerler eşliğinde 10 bin asker ve polis fabrikayı sardı, fabrikanın çatısına helikopterlerden komandolar indirildi, direnişçiler kuşatıldı. Asker ve polis amirlerinin anonsu yankılandı gecenin karanlığında. “Etrafınız sarıldı. Teslim olun”. Ve Direnişçilerin yanıtı yükseldi: “Teslim olmayacağız. Bizleri rahat bırakın”. “Faşizme Karşı Omuz Omuza”. Sesler yankılandı, varoşlara uzandı, kentin en derin uykusunda, gelecek düşlerin arasına girdi. Çatışma başladı. Günün ışıklarını karşıladı kurşun ve slogan sesleri. Asker tankları kapıları kırdı, barikatları yıktı. Eşit koşullarda değildi çatışma. Operasyonu yönetenlerin tekrarladıkları anonslar üzerine, çatışmaya girmeyen direnişçilerden bir kısmı fabrikayı boşaltmaya başladılar. Saatler içinde yenilginin kapıları aralandı. Direniş düştü. Acıydı, eşit olmayan koşullarda birazda tarihin zaruri kanunuydu, yine de yürekler parçalanıyordu. Göğü fetheden Paris Komüncülerinin kaderi olmuştu direnişçilerin sonu. Yüzlerce direnişçi silahlarını üzerinde çalıştıkları makinelerin arasına emanet ederek, elleri başlarının üzerinde, dipçikler altında gözaltına alınarak stadyumlara götürüldü. Bundan sonra onları sıkıyönetim mahkemelerindeki yargılamalar ve cezalar bekliyordu. Böylece 22 Ocak Günü başlayan ve 14 Şubat 1980 gününe kadar devam eden bir direnişin öyküsü yazıldı, İşçi sınıfının mücadele tarihinin sayfalarına. Adı “TARİŞ DİRENİŞİ”ydi. Hep anılacaktı.
 
Direniş bir tesadüf değildi
 
Öncelikle anti-faşist bir direnişti. İşçilerin karşısında doğrudan devlet vardı. İşçilerin talepleri, iş ve can güvenliği olsa da, direniş başından itibaren siyasal olarak devam etti. Tariş işçilerinin arasında farklı görüşlerden ciddi bir politik ve anti-faşist birikim vardı. Fabrikalarını faşist işgalden kurtarmışlardı, elbette koruyacaklardı.
 
Direniş içerisinde o günün koşullarında sol ve devrimci gruplar arasında var olan görüş ayrılıkları, barikatın arkasında omuz omuza duruşa, devrimci dayanışmaya, direniş halaylarında kol kola olmaya engel olamadı. Direnişin her evresinde, var olan devrimci güçlerin ortak emeği sergilendi.
 
Tariş direnişinin ardından İzmir’de sıkıyönetim ilan edildi. Birkaç ay sonra da 12 Eylül askeri faşist darbe yaşandı. Dolayısıyla direniş yeterince tartışılamadı. Yenilginin nedeni, günün koşullarında yeterince irdelenemedi. Örneğin, Tariş işçileri direnişin başarısı için “bir genel grev ve genel direnişle” kendilerinin desteklenmesini istiyorlardı, haklıydılar. Bu direnişi de sendikalarından, bir işçi konfederasyonundan bekliyorlardı. O günün koşullarında, bir genel grev ve genel direnişin siyasal olacağı ve barikat çatışmalarına da dönüşmesi uzak ihtimal olamazdı. Böylesi siyasal bir genel direnişi de, ne kadar “sınıf” sendikası olsa da, bir sendikal konfederasyon göğüsleyebilir miydi? Bu sınıfın politik örgütünün işi değil miydi? O gün, bu görevler neden karşılanamadı? Bu tarihi direnişin, devletle karşıya olan ve barikat çatışmalarına dönüşen bir siyasal direnişin yenilgisinin nedeni, biraz da bu “siyasal öncüler de” değil miydi? Yeterince tartışılamadı.
 
Selam olsun tarihe not düşenlere!
Selam olsun Tariş direnişçilerine!

SENDİKACILIK ANSİKLOPEDİSİ'NDE TARİŞ OLAYLARI

TÜSTAV Kütüphanesi: Sendikacılık Ansiklopedisi’nden 1975 TARİŞ İplik Fabrikası, 1975 TARİŞ Üzüm Fabrikası iş bırakma eylemi, 1977 TARİŞ Yağ Kombinası grevleri ve ansiklopedi için İ. Hakkı Yükselen’in yazdığı1980 TARİŞ olayları.
Tariş ve diğer koope­ratif birliklerinin genel kurullarında alınan ka­rarların uygulanması Ticaret Bakanlığı'nın onayına bağlıydı. Tariş'te, 1975 yılında da, aynı nedenden dolayı çeşitli olaylar yaşanmıştı.

İzmir Çiğli'deki Tariş İplik Fabrikası'nda Ağustos 1975'te başlayan iş bırakma eylemi ve 10 Aralık'ta meydana gelen olaylar.
 
İşverenin, 7 arkadaşlarının işlerine sendi­kal nedenlerle son verdiğini öne süren 650 iş­çi üretimi durdurdu.
DİSK'e bağlı Tekstil ile Türk-İş'e bağlı Teksif sendikalarının örgütlü olduğu fabrika­da son bir ayda 50 Tekstil üyesinin işten çıka­rıldığını belirten işçiler, arkadaşları geri döne­ne kadar eylemlerini sürdüreceklerini açık­ladılar. Eylemin başlaması üzerine güvenlik güçleri ayrı sendikalara üye işçiler arasında olay çıkmaması için önlemler aldı. Fabrika önünde çadırlar kurarak eylemlerini sürdü­ren işçiler, işyerinde sadece 27 Teksif üye­sinin bulunduğunu ileri sürerek, buna rağmen yetkili sendikanın hâlâ belirlenmediğini söyle­diler. İşçiler ayrıca, bazı arkadaşlarının Tek­sif üyeleri tarafından silahla tehdit edildiğini iddia ederek, bu arkadaşlarının can güvenliği­nin sağlanmasını istediler. Direnişçi işçiler işvereni de suçlayarak, Teksif Sendikası'na üye olmadıkları takdirde işten atılmakla teh­dit edildiklerini belirttiler.
 
1 Eylül'de Tariş Genel Müdürü Orhan Daut, eylemin sürdüğü bölümde, deneme ça­lışması yapıldığı gerekçesiyle üretimin durdu­rulduğunu ve çalışanların tümünün ücretli izinli sayıldığını bildirdi, işçiler, yönetimin üc­retli izin kararına karşın fabrikanın önünden ayrılmadılar. Sürekli siyasi çekişmelere sahne olan işyerindeki gelişmeler üzerine bir açıkla­ma yapan CHP İzmir Milletvekili Yüksel Çakmur, yapılanın gizli bir lokavt olduğunu öne sürerek, genel müdürün aldığı üretimim dur­durma kararının ardında 700 işçinin tasfiyesi­nin yattığını ve yönetimin davranışının işçile­rin sendikal örgütlenmesine karşı partizanca bir kaba kuvvet gösterisi olduğunu söyledi.
 
Eylem yapan işçilerin üyesi olduğu Teks­til Sendikası İzmir Şube Başkanı Meftun Uyulgan da, eylem başladığından beri birçok kuru­luştan destek gördüklerini ve eylemci işçile­rin tüm gereksinimlerinin karşılandığını açık­ladı. Uyulgan, ayrıca birkaç gün sonra genel merkezden yetkili kişilerin geleceğini ve bir­çok konuda kesin kararın o zaman verilece­ğini de belirtti.
 
Bu arada Bölge Çalışma Müdürlüğü fabri­kadaki yetkili sendikanın Teksif olduğuna iliş­kin bir karar aldı. Bölge Çalışma Müdürlüğü'nün bu kararına karşı Tekstil Sendikası üyeleri de iş mahkemesine başvurdular. Mah­kemece yapılan soruşturma sonunda başvu­runun yerinde olduğunun saptanması üzerine Teksiften alınan yetki Tekstil'e verildi.
Üretimi durdurulan fabrika, iki ay aradan sonra 27 Ekim'de yeniden faaliyete geçti. An­cak işbaşı yapan işçiler, fabrikaya 200 yeni işçinin alındığını gördüler. Bu duruma tepki gösteren işçiler, işe yeni alınan kişilerin işçi­likle ilişkilerinin olmadığını, fabrika içinde bel­lerinde silahlarla gezdiklerini ve üretime kat­kısı olmayan yerlerde çalışır göründüklerini öne sürdüler.
Fabrikadaki gerilim sürerken, 10 Ara­lık'ta, daha sonra işe alınan grubun Tekstil Sendikası üyesi bir grup işçiye zincir, sopa ve tabancalarla saldırması üzerine çatışma çıktı. Olayda 3'ü ağır olmak üzere 30 işçi ya­ralandı, 30'a yakın işçi de polis tarafından gö­zaltına alındı. Olaylar nedeniyle fabrika bir hafta süreyle tatil edildi. 18 Aralık'ta fabrika yeniden açıldı. Ancak makinelerin başına ge­çen işçiler, olayları protesto amacıyla çalış­madılar. Daha sonraki günlerde MHP eğilim­li "ülkücü komando"lar oldukları öne sürüİen grup, fabrika kapılarını tutarak işçileri içeri sokmamaya başladı. Tariş Genel Müdürlüğü ise, fabrikaya giremeyen 200 den fazla işçi­nin iş akitlerini "izinsiz ve mazeretsiz" ola­rak işe gelmedikleri gerekçesiyle feshetti. Bu işçilerin yerine MHP eğilimli oldukları öne sü­rülen başka işçiler alındı.
Olaylar sırasında gözaltına alınan işçilerin bir bölümü daha sonra izmir DGM'ye sevk edildi. DGM'de yargılanan işçiler mahkeme ifa­delerinde Tariş İplik Fabrikası'ndaki duruma ilişkin bazı iddialar öne sürdüler, işçilerden birinin ifadesi şöyleydi: "Bu kişiler Elazığ, An­kara, Sivas, Maraş ve Kırıkkale gibi yerlerden gelmişler. Birbirlerine çavuş, onbaşı ve assubay diye hitap ediyorlardı. Şu anda sayıları 300'e yakındır. Teksif Sendikası aradan çekilmiştir. MİSK'İ örgütlemeye çalışıyorlar. Komando adı verilen bu kişilerin sayıları her gün artıyor."
İşçiler mahkeme sırasında, olay günü her şeyin daha önceden planlandığını ve vardi­yaların ona göre ayarlandığını; olay yerine 45 dakika sonra gelen polisin tabancalı ve bı­çaklı komandolara dokunmadığını, Teksif üyelerinin de bu kişilere yardım ettiğini id­dia ettiler. Başka bir iddiaya göre de, olay­dan bir gün sonra SSK Tepecik Hastanesi'ne hastabakıcı elbiseleri giyerek baskın yapan bir grup komandonun burada yatan yaralı işçi­leri dövmek istediği öne sürüldü.
 
TARİŞ ÜZÜM FABRİKASI İŞ BIRAKMA EYLEMİ, 1975
 
İzmir'de bulunan Tariş Üzüm Fabrika­sında 21 Eylül 1975'te başlayan iş bırakma eylemi.
İşletmede çalışan 40 işçinin işlerine si­yasi nedenlerle son verildiğini öne süren 400 işçi iş bıraktı. İşçiler, çıkartılanların yerine ya­sal olarak 6 ay süreyle kimsenin alınmaması gerekirken daha çok sayıda işçi alındığını ve bu işçilerin Ülkü Ocaklı olduklarını iddia etti­ler. İşletmede sindirme politikası izlendiğini de belirten işçiler, devrimci işçilerin baskı altında tutulduğunu söylediler.
 
İşlerine son verilen 40 işçiden 29'u, 22 Eylül'de fabrika önünde bir basın toplantısı düzenledi. Ancak bu basın toplantısına müda­hale eden polis, aralarında TSİP izmir il Baş­kanı ve Devrimci Gençler Birliği izmir Şube Başkanı'nın da bulunduğu 29 kişiyi gözaltına aldı. Gözaltına alınanlar savcılıkça izmir DGM'ye sevk edildiler. DGM tarafından nö­betçi savcılığa gönderilen 29 kişi "durum tet­kiki" yapıldıktan sonra serbest bırakıldı.
 
22 Eylül'de bir kısım işçinin daha işlerine son verildi. İşçiler aynı gün Çanakkale'deki San­cak Tül Fabrikası kampından getirilen 60 kadar 'komandonun" fabrikaya sokulduğunu ve içe­ride mahsur bulunan 18 erkek ve 25 kadın iş-;i üzerinde baskı uygulandığını öne sürdüler.
 
Daha önce Türk-İş'e bağlı Tekgıda-İş Sendikası'na üye olan işçiler, sorunlarıyla ilgilenmediği gerekçesiyle bu sendikadan ayrılmaya başladılar. Fabrika önüne noter getiren işçiler, bağımsız Besin-iş Sendikası'na ka­ldılar. Fabrika önünde toplanan işçiler ay­ıca, işyerindeki "komandoların" dışarı çıka­rmamaları halinde içeri zorla gireceklerini de söylediler. 23 Eylül sabahı, Bornova'daki 2 no'lu üzüm işletmesi işçileri de eyleme katıldı, ancak eylem işveren baskısıyla kırıldı.
 
25 Eylül'de fabrikaya gelen polis, İngiltere'ye gönderilecek olan 900 ton kuru üzü­lün limana nakledilmesini engelleyen işçilerden işyerini terk etmelerini istedi. Buna kar-ı çıkan işçilerle polis arasında çatışma çıktı. Uzun süre devam eden çatışmada iki taraftan a çok sayıda insan yaralandı, bazı basın mensupları dövüldü. Çatışma nedeniyle polisçe gözaltına alınan 25 işçi, daha sonra mahke­me tarafından serbest bırakıldı.
 
TARİŞ YAĞ KOMBİNASI GREVLERİ, 1977
İzmir'deki Tariş Yağ Kombinası'nda 24 Ha­ziran ve 4 Temmuz I977'de başlayan grevler.
DİSK'e bağlı Gıda-iş Sendikası'na üye 1.082 işçi toplusözleşme uyuşmazlığı nede­niyle greve gitti. 29 Haziran'da ise, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı yetkilileri ile sendika arasın­da bir protokol imzalanması üzerine grev durdu. Ancak, imzalanan protokoldeki koşul­ların işveren tarafından uygulanmaması üzeri­ne 4 Temmuz'da işçiler bu kez "hak grevi­ne" gittiler. Orhan Daut'un Tariş Genel Mü­dürlüğü görevinden alınarak yerine İsmail Er-tan'ın atanmasının ardından anlaşmaya varan taraflar 21 Temmuz'da bir toplu iş sözleşme­si imzaladılar. Bu sözleşmeyle işçilerin günlük ücretlerine birinci yıl 45 lira, ikinci yıl 43,5 lira zam yapılırken, her yıl için 3 maaş ikrami­ye verilmesi de hükme bağlandı.
 
TARİŞ OLAYLARI, 1980
İzmir'de Tariş'e (İzmir İncir Üzüm Pamuk ve Zeytinyağı Tarım Satış Kooperatifleri Bir­liği) bağlı işletmelerde 22 Ocak I980'de baş­layan ve tüm şehre yayılan olaylar)
 
Tariş'in yönetimi, yasaya göre, siyasi ik­tidarın denetimindeydi. Tariş ve diğer koope­ratif birliklerinin genel kurullarında alınan ka­rarların uygulanması Ticaret Bakanlığı'nın onayına bağlıydı. Genel müdür ve müdürler de hükümetçe atanıyordu. Bu durum, ikti­dar değişiklikleri sırasında, yeni hükümetlerin işletmeye kendi paralellerinde bir yönetim ataması ve işletmelerde kendi siyasi eğilimin­den işçileri çalıştırmak istemesi nedeniyle bü­yük gerilimlere, kimi zaman da çatışmalara yol açıyordu. Tariş'te, 1975 yılında da, aynı nedenden dolayı çeşitli olaylar yaşanmıştı.
 
1979'daki hükümet değişikliğinin ardın­dan, yeni hükümetin Tariş Genel Müdürlüğü'ne İsmail Gürün'ü getirmesi kuruluşa bağ­lı işletmelerde büyük gerilime yol açtı. Yeni yönetimin daha önceki dönemde işe alınmış işçileri tasfiye ederek yerlerine sağ görüşlü ki­şileri almak istemesi Tariş işyerlerinde örgüt­lü DİSK'e bağlı sendikaların ve işçilerin tep­kilerine neden oldu. Tariş'e bağlı işletmeler­den çıkartılacak işçilerin yerine Yozgat, Er­zurum, Kayseri, Adana, Malatya, Maraş gibi bölgelerden getirilen ve adları çeşitli şiddet olaylarına karışmış kişilerin alınacağına ilişkin bilgiler, tepkileri daha da arttırıyordu.
 
Güvenlik güçlerinin, 22 Ocak sabahı, ara­ma yapmak gerekçesiyle tüm işletmelere ay­nı saatte girmesi işçilerin protestolarına ne­den oldu. Arama yapılmak istenen Çiğli İplik Fabrikası, Zeytinyağı Kombinası ve üzüm iş­letmelerine zorla girmek istenmesi üzerine polisle işçiler arasında çatışma çıktı. Zeytin­yağı kombinası girişinde bekçiler polise ara­ma izni sordu. İşçilerin müdahalesi üzerine çı­kan olaylarda 5 işçi ve I polis yaralandı, 100 işçi gözaltına alındı.
 
Tariş Üzüm İşletmesi'nde arama yapan polis, üzerlerinden tabanca çıktığı öne sürülen 2 işçiyi gözaltına aldı. Görgü tanıkları tabanca­ları işyerine polisin soktuğunu iddia ettiler.
 
2.000 işçinin çalıştığı Çiğli iplik Fabrika­sı'nda da arama nedeniyle çatışma çıktı. Polis ve jandarmanın sabah saatlerinde fabrikayı kuşata­rak içeri girmesi üzerine, makine bölümünde başlayan ve 6 saat süren bir çatışmanın ardın­dan güvenlik güçleri fabrikayı terk ettiler. Fabrikadan dönen polislere Çiğli kavşağında ateş açılması nedeniyle 3 polis yaralanırken Çimentepe ve Cumhuriyet mahallerinde geniş çapta aramalar yapıldı. Foça'dan getirilen komando birlikleri her iki mahallede de mevzilendi.
 
Polis ve jandarmanın operasyonu üzeri­ne Tariş'e bağlı işletmelerde çalışan işçiler iş bırakma eylemine başlayarak üretimi dur­durdular. Tariş işçilerinin eylemleri İzmir'de­ki diğer işyerlerinde çalışan işçiler ve Ege Üni­versitesi öğrencileri tarafından da destek­lendi. Gültepe Belediyesi'nde çalışan 260 iş­çinin yanı sıra Çamdibi, Altındağ ve Balçova'da da belediye işçileri iş bıraktı. Bir grup üniversite öğrencisi Ankara- İzmir Karayolu'nu keserek lastik yaktı. Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi çalışanları da iş bıra­karak olayları protesto ettiler.
 
Hükümetin ve güvenlik güçlerinin tutu­muna tepki gösteren DİSK 3. Bölge Temsilci­si Saim Akbulut, "Bütün gözler Tariş işyer­lerine çevrilmelidir. Tariş işyerlerinde son si­yasal değişiklikten sonra tırmandırılan olaylar bugün yeni bir aşamaya vardırılmıştır. Bin­lerce polis ve jandarmanın tüm Tariş işyer­lerinde arama adı altında giriştikleri operas­yon sonucu şu ana kadar yüzlerce işçi yara­lanmış ve tüm Tariş işyerlerinde üretim dur­muştur. Kolluk kuvvetlerinin olayları tırman­dıran tutumu halen sürmektedir. Bugüne ka­dar bu konuda siyasal iktidarın tavırları açık­lanmış ve DİSK Genel Merkezi tarafından Cumhurbaşkanına kadar durumun iletilmiş olmasına rağmen bugün Tariş işyerlerinde ge­lişen olaylar, siyasi iktidarın genelde tüm iş­yerlerinde, özelde Tarım Satış Kooperatif­leri Birlikleri'nde çalışan işçilere karşı saldır­gan tavrının açık bir kanıtıdır. Tarım Satış Ko­operatifleri Birlikleri'ni kendi siyasi çiftlikleri gibi gören anlayış bugün Tariş işyerlerini ka­na bulamıştır" açıklamasını yaptı.
 
23 Ocak'ta DİSK 3. Bölge temsilciliği ve bağlı sendikaların temsilcileri Tariş Genel Müdürü İsmail Gürün'le görüşerek işçi çıka­rılmamasını, provokasyonlara girişilmemesi­ni, partizanca tutumlardan vazgeçilmesini ve emeğe değer verilmesini istediler. Genel Mü­dür Gürün olayların kendi dışında cereyan et­tiğini öne sürerek bundan böyle kimsenin işi­ne son verilmeyeceğini söyledi.
 
Gürün'ün bu açıklamalarına karşın işyer­lerine yapılan baskının Genel Müdür tarafın­dan önceden planlandığı ve operasyon sıra­sında sağ görüşlü militanların içeri sızdırılmak istendiği öne sürülmekteydi.
 
Bu arada yeni Tariş yönetimi Türk-İş'e ve MİSK'e bağlı sendikalarla da ilişki kurmak is­temiş, ancak bu sendikalar, yöneticileri ikili oynamakla suçlayarak, işyerleri DİSK'li mili-' tanlardan arındırılmadıkça buralara girme­yeceklerini açıklamışlardı.
Tariş yönetimiyle sendikalar arasında gö­rüşmelerin yapıldığı 23 Ocak günü İzmir'de olaylar meydana geldi. Tariş olaylarını protes­to eden binlerce üniversite öğrencisinin İzmir-Ankara yolunu kesmesinin ardından, jan­darma ve polis olaya müdahale etti, çok sa­yıda öğrenci yaralandı ve gözaltına alındı. Gü­venlik güçlerinin izinsiz olarak üniversite ala­nına girmesinden sonra Sosyal Bilimler Fakül­tesinde toplanan 200'e yakın öğrenciyle po­lis arasında meydana gelen 4,5 saatlik çatış­mada binaya giren polis öğrencileri döverek gözaltına aldı. Olaylarda 3 jandarma, 3 polis ve 70 öğrenci yaralandı.
 
25 Ocak'ta İzmir'de DİSK'e bağlı sendikalara üye işçiler olayları protesto etmek için saat 11-13 arasında iş bırakma eylemi yaptılar.
22 Ocak'ta başlayan iş bırakma eylemi sürerken, Tariş Genel Müdürü İsmail Gürün, 25 Ocak'ta işçilerin işbaşı yapmamaları ha­linde iş akitlerinin feshedileceğini bildirdi.
 
26 Ocak'ta DİSK'in İzmir'de düzenlediği Demokrasi Yürüyüş ve Mitingi'ne binlerce kişi katıldı.
 
Tariş'te iş bırakan işçiler, DİSK Yürütme Kurulu'nun aldığı direnişe son verme kararı­nın ardından 30 Ocak'ta kapılardaki barikatla­rı kaldırarak 31 Ocak'ta işbaşı yaptılar.
 
6 Şubat'ta Ticaret Bakanlığı'nca alınan karar uyarınca Tariş Genel Müdürlüğü bazı gazetelere verdiği ilanlarla, tüm işletmele­rin I hafta süreyle kapatıldığını, bu kararla eyleme katılan işçilerin saptanması ve hasa­rın onarılmasının amaçlandığını bildirdi. Tariş Genel Müdürlüğü'nün ilanlarında tüm işçi­lerin iş akitlerinin feshedildiği; hasar tespitin­den sonra normal üretime geçileceği; eyleme katılmadıklarını kanıtlayan işçilerin yeniden işe alınacağı belirtiliyordu.
 
Bakanlık tarafından alınan ve genel mü­dürlük tarafından uygulanmak istenen kapat­ma kararına karşın işçiler işyerlerini terk et­meyerek üretimi sürdürdüler. Karar doğrultuşunda I, 2 ve 3 No'lu hizmet binaları me­murlarca boşaltıldı. Bu arada Taper-İş üyesi 100 büro memurunun işlerine son verildi.
 
DİSK Örgütlenme Dairesi Başkanı ve Ta­rım Satış Kooperatifleri Birlikleri Ortak Dav­ranış Komiteleri Başkanı Tuncer Kocamanoğlu kararı eleştirerek, "Kolluk kuvvetleri­nin baskını ile meydana gelen hasar ve üretim aksama işçilerin özverili çalışmaları ile gideril­mişken genel müdürün işyerlerinde üretime ara verileceği açıklaması, siyasi iktidarın Tariş'i üretim yapmayan, ancak faşist cina­yet şebekelerinin saldırı üssü olan bir kuruluş haline getirme isteğinin tartışılamayacak açık­lıkta ortaya konmasından başka bir anlam ta­şımamaktadır" dedi.
 
DİSK'e bağlı Gıda-iş, Tekstil ve Maden-iş yetkilileri de kararı tanımadıklarını bildirdiler. Bu arada Tariş Zeytinyağı Birliği yöneticileri de karara katılmadıklarını ve genel müdür­lüğün önerilerini reddettiklerini açıkladılar.
 
Gelişmeler sürerken üzüm işletmesinde çalışan 80 işçinin çıkışları yapıldı. Bu arada Ta­riş Pamuk Birliği denetçiliğine MHP eğilimli bir gazeteci getirildi.
 
Gazetelerde yayımlanan ilanın ardından 7 Şubat'ta 3.000'e yakın işçinin çıkışı verildi. Ay­nı gün bazı işletmeler polis tarafından boşal­tıldı. Alsancak'taki üzüm işletmesinin boşaltıl­ması sırasında çatışma çıktı. Gaz dökerek caddeyi ateşe veren işçilerden 600'ü gözal­tına alınırken 50 işçi de yaralandı. Gözaltına alınan işçiler Atatürk Stadyumu'na götürüldü. 2 ve 3 No'lu hizmet binalarını da boşaltan po­lis 16.30'da panzerlerle Pamukyağı Kombinası'nı kuşattı. İşçiler direniş göstermeden kom­binayı boşalttılar. Polis daha sonra da incir depolama, incir işletmesi, alkol işletmesi ve tamir atölyelerini boşalttı.
 
Gelişmeler sürerken Genel Müdür Gü­rün, Çiğli iplik Fabrikası ve Üzüm İşletmesi müdürleriyle 9 yöneticiyi görevden aldı. Üzüm işletmesinden çıkışları yapılan işçi sayı­sı 500'ü buldu.
 
İşten çıkarmalar sürerken bir açıklama yapan DİSK 3. Bölge Temsilcisi, sağ görüşlü 1.300 kişinin genel müdürlükte işe başladığı­nı; bunların MHP yöneticilerince AP İzmir Merkez ilçesi'ne gönderilen ve buradan aldık­ları yazılarla işbaşı yapan kişiler olduklarını öne sürdü.
Aynı gün Zeytinyağı Kombinası'nda ince­leme yapan İzmir Ticaret Mahkemesi hâkim­leri bir zarar ve ziyanın olmadığını tespit etti­ler. Mahkeme 980/62 No'lu kararla işyeri­nin kapatılması veya tatile sokulması duru­munda yasadışı lokavtın doğacağını belirtti.
 
8 Şubat'ta İzmir'de DİSK'e bağlı sendi­kalara üye 55.000 işçi I günlük iş bırakma ey­lemi yaptı. Bankalar, fabrikalar ve otobüsler çalışmadı.
 
Aynı gün, daha önce boşaltılan Pamuk­yağı Kombinası ve Bornova'daki 2 No'lu Üzüm İşletmesi, işçiler ve öğrenciler tara­fından işgal edildi, öğrencilerle polis arasın­da silahlı çatışma çıktı. Çiğli İplik Fabrikası'nda 1.500 işçi fabrika kapılarını kapayarak bari­kat kurdu. Çiğli girişindeki Çimentepe ge­cekondu mahallesinde ise halk sokak girişle­rinde barikatlar kurarak mahalleye girişi en­gelledi. Çimentepe ve Cumhuriyet mahalle­lerinden çok sayıda kişi silahlarıyla fabrikaya gelerek direnişe katıldı.
 
Aynı gün fabrikayı boşaltmak için hareke­te geçen güvenlik güçleri ile işçileri destek­lemek için toplanmış kişiler ve işçilerden oluşan grup arasında uzun menzilli silahların da kullanıldığı bir çatışma çıktı. Çatışmada çok sayıda işçi ve polis yaralandı. Fabrika Fo­ça'dan getirilen güvenlik güçlerince sarıldı. İş­çiler 5 saat süren bir görüşmenin ardından fabrikayı teslim etmeyeceklerini açıkladılar ve basın mensuplarına bir açıklama yaparak, "Fabrikadan çıkmayacağız. Tariş Genel Mü­dürü bizleri gazetelere verdiği ilanla suçlu göstermiş ve iş akitlerimizi iptal etmiştir. Bu durum karşısında bizim yapacağımız, daha doğrusu tek seçeneğimiz fabrikayı terk etme­mektir" dediler. Çiğli'deki pamuk depolama tesislerinin kapılarını tutarak direnen işçiler­le polis arasında çatışma çıktı. Polis zorla iş­yerine girdi. Olayda 2'si polis 7 kişi yaralandı.
 
Tariş işyerlerinde başlayan olaylar gide­rek İzmir'in çeşitli semtlerine, özellikle de şehrin gecekondu mahallelerine yayılmaya başlamıştı. Gültepe'de olayları protesto eden ve işçileri destekleyen topluluklar yürüyüşe geçti; esnaf kepenklerini indirdi. Eylem sırasın­da I polis silahla yaralandı. Bunun üzerine ola­ya müdahale eden güvenlik güçleri, gözaltına aldıkları I00 kişiyi Atatürk Stadyumu'na gö­türdü. Gözaltına alınan Gültepe Belediye Baş­kanı Aydın Erten polis tarafından dövülerek ağır yaralandı ve hastaneye kaldırıldı.
 
Olaylar sürerken bir açıklama yapan CHP'li eski Ticaret Bakanı Teoman Köprülü­ler, Tariş, Çukobirlik ve Antbirlik'te oynanan oyunları ortaya koymak için bir dizi açıkla­ma yaptıklarını, bu kuruluşlara faşistlerin yerleştirilmek istendiğini söyledi.
 
Olaylar 9 Şubat'ta da sürdü. Bu arada Tariş'ten çıkarılan işçilerin sayısı 5.000'i bulmuştu.
 
10 Şubat'ta Çiğli İplik Fabrikası'ndaki işga­li kırmaya giden polis panzerlerine ve Toplum Polisi ekiplerine Çimentepe mahallesinde yay­lım ateşi açıldı. I00 kadar maskeli kişinin uzun namlulu silahlarla açtığı ateşe polis de karşı­lık verdi. Bunun üzerine maskeli kişiler tepe­lere doğru çekildiler. Bu olayın ardından po­lis mahallede operasyona girişti. Operasyon sırasında kadın ve çocuklardan oluşan kalaba­lık bir grup güvenlik güçlerine engel olmak istedi. Topluluk su sıkılarak dağıtıldı.
 
1.000'den fazla jandarmayla takviye edi­len polis güçleri fabrikaya giden yolda Korting Fabrikası önünde büyük bir barikatla karşılaş­tı. Burada da 3-4 dakika süren bir çatışma oldu. Daha sonra Çimentepe sırtlarında mevzilenen 400-500 kişilik bir grup polisle çatış­tı. Grup daha sonra yollara barikatlar kurarak fabrikaya çekildi. Barikatları aşan güvenlik güçleri, sonunda fabrikaya ulaştı. Bu sırada Çimentepe'de büyük bir operasyon yapıldı, tüm evler arandı ve 500 kişi gözaltına alındı.
 
Çiğli'deki pamuk depolarına ulaşan gü­venlik güçleri buradaki barikatları yıkarak, işçileri dışarı çıkardı. Operasyon havanın ka­rarması nedeniyle fabrika önünde durdurul­du. Aynı saatlerde Konak, İkiçeşmelik ve Güzelyalı'da protesto gösterileri yapıldı; Gültepe'de polisle göstericiler arasında silahlı çatış­ma çıktı. Bu arada bir açıklama yapan CHP İz­mir Milletvekili Süleyman Genç, Gültepe Be­lediye Başkanı Aydın Erten'e işkence yapıl­dığını öne sürdü.
 
Olaylar 11 Şubat'ta daha büyük boyutlara ulaştı. AP İzmir il binasını basan bir grup, bina­yı bombaladı. Ege Üniversitesi ile Ankara'da-ki ODTU'de öğrenciler dersleri boykot etti. MİSK temsilciliğine ateş açıldı. 2 benzin is­tasyonu saldırıya uğradı. Çiğli'deki pamuk de­polarının yakınındaki yola pamuk balyalarıyla barikat kurularak balyalar ateşe verildi. Bari­kat daha sonra greyderlerle açıldı. Operasyo­na sadece jandarma komandoları katıldı.
 
Olaylar gece de sürdü. Bayraklı semtin­de gösteriler yapıldı. Bayraklı ve Karşıyaka'da elektrikler kesildi, 2 banliyö treni durduruldu. Bu arada İstanbul ve Ankara'da da olayları protesto etmek için gösteriler düzenlendi.
 
DİSK Genel Başkanı Abdullah Baştürk, 11 Şubat'ta Cumhurbaşkanı, Genel Kurmay Başkanı ve Meclis Başkanı'na birer telgraf gönderdi. Baştürk, siyasi iktidarın anayasa ve toplusözleşmeleri yok sayarak giriştiği uy­gulamalarla hukuk ve anayasa düzenini tartış­ma konusu yaptığını belirterek, siyasi iktida­rın anayasa ve yasalar çerçevesinde davran­masının sağlanmasının istiyordu.
 
13 Şubat'ta Tariş'in bazı bölümleri polis nezaretinde açıldı, ancak işçilerin çoğu işbaşı yapmadı. Sadece bekçi olarak işe alınan MHP eğilimli kişiler işbaşı yaptılar. Gıda-iş Genel Sekreteri Sait Aydoğmuş yaptığı açıklamada, işçilerin, Çiğli İplik Fabrikası işçileri ile daya­nışma ve kıyımları protesto amacıyla tezgâh başında oturmalarına karşın çalışmadıklarını söyledi. Aynı gün Tariş'ten çıkartılan bir grup işçi vilayet önünde slogan atarak protesto gösterisi yaptı. Bu arada Çiğli iplik Fabrikası'ndaki gergin bekleyiş de sürüyordu.
 
14 Şubat'ta güvenlik güçleri Çiğli İplik Fabrikası'ndaki işgali kırmak amacıyla büyük bir operasyona girişti. Operasyona 10.000 jandarma komandosu ve piyade askerinin ya­nı sıra çok sayıda polis, helikopter ve keşif uçakları katıldı.
 
Operasyonu yöneten İzmir il Jandarma Komutanı Albay Baha Metin'le işçi temsil­cileri arasında yapılan görüşme sonuçsuz kaldı. İşçiler fabrikayı terk etmeyeceklerini söylediler.
 
Saat 11'de harekete geçen polis 15 da­kika süren bir çatışma sonucu panzerlerle ka­pıları kırarak fabrika bahçesine girdi. Polisin fabrikanın boşaltılması için yaptığı çağrının ar­dından 1.000 kadar işçi fabrikadan çıkarak teslim oldu.
 
Saat 15.05'te operasyonun 2. aşaması baş­latıldı. 4 koldan sürdürülen operasyonda polis demir kapıları panzer ve diğer zırhlı araçlarla kırarak fabrikaya girdi. 500-600 işçi pamuk bal­yalarıyla oluşturulan barikatı ateşe vererek polisin fabrikaya girmesini engellemeye çalıştı. Fabrikanın çatısından da polise ateş açıldı. Bu sırada bir jandarma eri yaralandı.
 
Saat I6'da duruma hâkim olan polis ve asker 1.500 kadar kadın ve erkek işçiyi gözal­tına aldı. Daha sonra kadın ve yaşlı işçiler ser­best bırakıldı; erkekler Karşıyaka Spor Salonu'na götürüldü.
 
Fabrikanın boşaltılmasının ardından Çiğli'nin çeşitli mahallelerinde çatışmalar başladı. Çimentepe'de yüzleri maskeli kişilerle polis arasında silahlı çatışma çıktı. Çatışma sıra­sında denetim yapan polis helikopterine uzun menzilli silahlarla ateş açıldığı öne sürüldü.
Çimentepe girişi barikatlarla kapatıldı. Aynı gün İzmir'in çeşitli semtlerinde çatışmalar ol­du, protesto gösterileri yapıldı. Gültepe'de ki olaylarda 1 öğretmen öldü.
 
Olaylar devam ederken DİSK'e bağlı sen­dikalar İzmir'de 2 günlük greve gittiler. Aşa­malı olarak uygulanan greve 50.000 işçi ka­tıldı. Grev Tariş Zeytinyağı Kombinası'nda başladı. Bank-Sen örgütlü olduğu bankalarda, Tekstil Sümerbank'ta, Maden-İş Etap Maki­ne Sanayii'nde, Gıda-İş Turyağ, SEK ve un fab­rikalarında, Genel-iş de öğleden sonra bele­diye işyerlerinde iş bıraktı. Greve daha sonra çevre belediyelerde çalışan işçiler de katıldı.
 
Türk-İş'e bağlı Tekgıda-iş'in örgütlü oldu­ğu Tekel Sigara Fabrikası ve Şarap İşletme-si'nde çalışan işçiler de eyleme katıldı. Ali­ağa Rafinerisi'nde de üretim durdu.
 
2 gün süreceği belirtilen grev bu süre dolmadan 15 Şubat günü saat 12.30'da sona erdirildi ve işçiler işbaşı yaptı.
Aynı gün polis, girişleri barikatlarla ka­patılmış olan Çimentepe'yi kuşattı. Polisin panzerlerle barikatları aşmak istemesi üze­rine çatışma çıktı. Geri çekilen polis daha sonra yeniden barikatları aşmayı denedi. Ça­tışmalar sürerken halk mahallenin bütün so­kaklarında barikatlar kurdu. Büyük bir jandar­ma gücünün desteğinde harekete geçen polis sonunda mahalleye girdi. Bütün evler aran­dı, çok sayıda kişi gözaltına alındı.
 
Çimentepe olayları devam ederken Gül-tepe'de, Belediye Başkanı Aydın Eren'in öldü­ğü haberinin yayılması üzerine sokaklarda ba­rikatlar kurulmaya başlandı. Polis Gültepe'ye yönelik bir-gece operasyonu girişiminde bu­lunurken sağ görüşlü bazı gruplar da çevrede terör havası estirmeye başladılar. Bu kişiler sol görüşlü kişilerin oturduğu bir evi basa­rak 2 kişiyi yaraladılar. Bir başka grup ise İs­kender Gül adlı öğretmeni öldürdü.
 
16 Şubat'ta Gültepe'ye girmek isteyen polis direnişle karşılaştı. İlk çatışmada 3 po­lis ölürken, 17 polis, 2 er ve halktan 100 ki­şi yaralandı. Daha sonra jandarma koman­dolarının desteğinde yeniden harekete geçen polis 17 Şubat'ta 9 saatlik bir operasyondan sonra mahallede denetimi sağladı. Gültepe'de sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Tüm evler bo­şaltılarak arandı ve 700 kişi gözaltına alındı.
 
18 Şubat'ta Tariş Pamukyağı Kombinası'yla I ve 2 No'lu üzüm işletmeleri, polis ve jandarma nezaretinde açıldı. Üzüm işletmele­rinde iş akitleri feshedilen işçilerin yanı sıra diğer işçiler de içeri alınmadılar. Üzüm ve pa­mukyağı işletmelerine MHP eğilimli 800 işçi alındı. Bornova'daki 2 No'lu üzüm işletmesin­de çalışan işçiler içeri girdiler, ancak üreti­me başlamadılar. İncir, alkol ve kolonya işlet­melerinde de üretim yapılmadı.
 
Daha önce eylemlere katılmayan işçilerin işe alınacağının söylenmesine karşın, bu işçi­lerin bir bölümü işe alınmadı. Raporlu olan ve hastanelerde yatan 300 işçinin de işlerine son verildi. 1.200 işçi ve memur kooperatiflere atandı, işlerine son verilenlere tazminat ödenmedi. Çiğli İplik Fabrikası işçilerinin iş akitleri askıya alındı.
 
Olayların sona ermesinin ardından Tariş yönetimi tarafından hazırlanan kara listeler özel sektör işyerlerine gönderildi. Kendile­rine iş verilmemesi istenenler arasında bazı üst düzey yöneticiler de vardı.
 
20 Şubat 1980'de Tariş işyerlerinde üre­time yeniden başlandı. Tariş olaylarında, dö­nemin sağ ve sol siyasal güçlerinin sol için­deki çok çeşitli fraksiyonların tümü kendi kimlik ve yöntemleriyle yer almışlardı. Çeşit­li sol kesimlerin etkin olduğu gecekondu semtleri halkı da, olaylara büyük ölçüde katıl­mış ve işçilerin yanında saf tutmuştu. Sade­ce 1980'in değil, belki de Türkiye işçi hareke­tinin en şiddetli, çatışmalı ve uzun işçi olayı, 12 Eylül askeri müdahalesine doğru giden yolda önemli bir taş oldu.
İ. HAKKI YÜKSELEN
 
Kaynak: TÜSTAV (Türkiye Sosyal Tarih Araştırma Vakfı) Kütüphanesi Kitaplık Sendikacılık Ansiklopedisi Sayfa 155 – 156 – 157 – 158 - 159

EMEKÇİ KİTLELER EYLEM İÇİNDE ÖĞRENİYOR

Türkiye İşçi Partisi (TİP) yayın organı Yürüyüş Dergisi’nin 18 Mart 1980 tarihli 258. sayısında yayınlanan V.Pekel’in değerlendirme yazısı:
"Denebilir ki, TARİŞ Direnişini hiçbir örgüt yönetmemiş yönlendirmemiştir. Bu değerlendirmeye DİSK de dahildir. Herkesin kıyısından köşe­sinden bir şeyler yapmaya çalıştığı, ama hiçbir sendikal ve politik örgütün olayın bütünü üzerinde söz sahibi olmadığı bir direniş yaşanmıştır."

Emekçi kitleler eylem içinde öğreniyor
TARİŞ DERSLERİ
28 Mart 1980
 
Sınıf mücadelesi yeni bir aşamaya ulaştı. Burjuvazi eskisi gibi yönetemeyeceğinin farkında. İşçi sınıfı ve emekçi kitleler de eskili gibi yönetilmek istemiyorlar. Burjuvazi baskıya ve açık teröre dayalı bir yönetime gidiyor, emekçi kitleler ise buna karsı direniyorlar. Burjuvazi neyi, niçin yaptığım ve nereye varmak istediğini biliyor, amacı uğruna bütün güçlerini seferber ediyor. Buna karşılık isçi sı­nıfı her gün biraz daha, biraz daha öğ­reniyor. Burjuvazi güçlerini derleyip topluyor, saflarındaki gedikleri tah­kim ediyor. İşçi sınıfının safları ise henüz birik olmaktan çok uzak. Ancak birlik eğilimi günden güne güçle­niyor.
 
Burjuvazi bütün güçlerini yedekle­riyle birlikte cepheye sürerek saldır­maya hazırlanıyor. Burjuvazinin zorladığı çözüm, aynı zamanda çözüm­süzlüğünün, zayıflığının bir göstergesi­dir.
 
Olumsuzluklar beraberinde olum­lulukları da getiriyor. Zorunlu olarak getiriyor. En basta isçi sınıfı olmak üzere, emekçi katmanlar demokrasi kavgası içinde pişerek, kendi deney­leri ile öğrenerek, bilinç ve dövüşkenliklerini artırarak, daha ileri görevler İçin hazır hale geliyorlar. Grevde, di­renişte, bir barikatın arkasında, bir sokak çatışmasında onlarca ‘seminer’in öğretebileceğinden çok daha fazlasını bizzat yaşayarak öğreniyor­lar.
İs ve ekmek için, can güvenliği için direnen TARİŞ isçileri ve onları destekleyenler, fabrikalarının kapısında polisi, askeri, tankları, topları, panzerleri gördükleri zaman, devletin televizyonunu dinledikleri zaman, savcının karşısına çıktıkları zaman, burjuva basınını okudukları zaman, burjuva partilerinin demeçlerini duy­dukları zaman, basını, adliyeyi, hükü­meti ve çıplak bir biçimde devleti öğreniyorlar. TARİŞ isçileri bütün bunları yaşadı ve öğrendi.
 
Olayları bir tarihçi gibi izlemek ve kaydetmek, olaylar üzerine parlak cümlelerle donatılmış yazılar döktür­mek belki gerekli ama, yeterli değil. Sınıf mücadelesi açısından zorunlu olan sonuçlan çıkartmak gerekiyor.
 
TARİŞ DİRENİŞİNİN DERSLERİ
14 Ekim seçimlerinden sonra kılık değiştirmiş MC hükümeti ile bitikte yükselen işsizlik, pahalılık ve terör dalgası kitlelerin bilincinde köklü değişikliklere yol açıyor. 20 ilde uygu­lanan sıkıyönetime, durmadan tır­mandırılın resmi teröre karşın, yılgın­lık bir yana, grevler, direnişler, kitle eylemleri dalga dalga bütün yurda ya­yıldı, yayılıyor. İsçiler, köylüler. küçük esnaf ve zanaatkarlar diğer or­ta katmanlar, gençler her gün biraz daha hareketleniyor, direnişlerin poli­tik dozu her defasında bir öncekine göre daha ileri boyutlara ulaşıyor.
Sınıf mücadelesi baskıya ve teröre rağmen yükseliyor. 10 bin TARİŞ işçisinin bütün bir kentin desteğini ala­rak bir aydan çok direnmesi, Tekel ve Antbirlik işçilerinin direnişi, çay kuyruğunda bekleyen yüzlerce kişinin Vilayet konağına yürümeleri, Adalar halkının biletsiz vapura binme eylemi ve bunun diğer şehir içi hatla­ra sıçraması, esnaf ve zanaatkarların kepenk indirmeleri, neredeyse "yasal genel grev" boyutuna ulaşacak boyutta görünen ve yarım milyona yakın isçiyi kapsayan toplu sözleşme uyuşmazlıkları, sınıf mücadelesinin her döneminde ve bir arada rastlanabilen türden gelişmeler değildirler. Tam tersine, sınıf mücadelesinin ulaş­tığı düzeye ve kitlelerin içinde bulun­dukları devrimci hareketliliğe ışık tu­tan kılavuz gelişmelerdir. Bu tespit, sınıf mücadelesinin gereklerini yerine getirebilmek, olayların seyircisi duru­munda kalmamak için özel bir önem taşımaktadır.
 
Kanımızca TARİŞ direnişi böyle bir çerçeve içinde anlam kazanmaktadır. TARİŞ direnişinin bir başka önemi ise, hemen her yönü ile sınıf mücadelesinin bütünü açısından genellenebilir sonuçlar çıkartılmasına elve­rişli olaylar yumağı olmasıdır.
 
10 bin işçi, yaklaşık bir ay süre ile 20 bine yakın sürekli hareket halin­deki güvenlik kuvvetlerine karşı fabri­kaları elinde tutmuş ve boyun eğme­miştir!
 
Bu bir aylık süre İçinde 50 bin kişilik büyük bir kitle gösterisi yapılmış; ilki 2.5 saat, ikincisi bir gün, üçüncüsü iki gün olmak ürere üç kez dayanışma grevi uygulanmış: başta Çiğli, Çimentepe ve Gültepe emekçi­leri olmak üzere destek eylemleri ger­çekleştirilmiş; esnaf ve zanaatkarlar kendiliklerinden kepenklerini indirmişler; öğrenciler ve memurlar çeşitli türde boykot hareketlerine girişmiş­lerdir. Ülkemizdeki sınıf mücadelesin­de ilk kes bu boyutta bir dayanışma hareketi gözlenmektedir.
 
Olaylarda eylem türlerinin hemen tümü bir arada ve aynı amaca yönelik olarak sergilenmiştir. Fabrika işgali, miting, izinsiz gösteri yürüyüşleri, küçük çapta izinsiz mitingler, yollara barikat kurulması, duvarlara yazı yaz­ma ve afiş yapıştırma, dayanışma grevleri yer yer örgütlü, daha çok da yerel önderlerin insiyatifinde kendi­liğinden gerçekleştirilmiştir. Bütün bu olayların kamuoyunca yadırgan­maması, tam tersine genel bir anlayış ve sempati ile karşılanması son dere­ce önemlidir. Burada şu noktanın altını çizmek gerekmektedir: Burjuvazi kendi yasal dayanaklarını bir kenara iterek açık, haksız ve yasa dışı bir sal­dırıya geçmiş ye aynı biçimde karşı­lık görmüş tür!
 
İşçileri ve onlarla, birlikte bütün bir kenti direnişe iten, sıradan bir po­lis saldırın değildi kuşkusuz. Ne kışkırtma, ne macera hevesi ne de başka bir şey. TARİŞ direnişi bilinçli bir antifaşist direniş hareketi idi! Öyle örgütlendi, öyle başladı ve sürdü. TARİŞ'in düşmesi halinde olabile­cekleri gördüğünden, işçilerle birlikte faşizme boyun eğmeyeceğini göster­di.
 
DİRENİŞİN GÜVENCESİ: İŞÇİ KOMİTELERİ
Direnişin fabrikalar düzeyinde olabildiğince disiplinli ve işçilerin ta­mamını kapsayarak bir ay gibi uzun bir süre devam etmesinde belirleyici unsur, işçilerin oluşturdukları komi­teler oldu. Türlü olumsuzluklara, çe­şitli siyasi grupların oportünist tavırlarına, acemiliklerine, deneyimsizliklere rağmen, komiteler direnişin çekirde­ğini oluşturdu.
 
Anlık gelişmelere göre bu komite­ler dağıldı, yeniden kuruldu, kimi iş­yerlerinde ikiye ayrıldı, ama ne otursa olsun direniş boyunca komitelere da­yalı bir işyeri yönetimi egemen oldu. İşçiler eylem birliğinin gereğini kendi deneyleri ile kavradılar. Fabrikanın dışında TİP'li, CHP'li, Birlik Dayanış­macı ayrımı yapmayan bir saldırı söz konusuydu.
 
Bir fabrikadan Türkiye İşçi Partili bir işçi şöyle diyor: "Güç ve eylem birliği içerisinde yapılan çalış­malar direniş ve eylemleri etkiledi. Eylemler fabrikadaki işçiler arasında tartışılıyordu." Bir örnek daha: "Ge­rek direniş sırasında, gerekse daha sonrasında AP'lisi, CHP’lisi de. Birlik Dayanışmacısı da, Birlik Yol'cusu TİP'lisi de tek bir yumruk olabildiler. Bu gerçekten özellikle gece nöbetlerinde belli oldu. Diğer çalışmalarda da görüldü. Barikatların kurulmasında da belli oldu. Bütün arkadaşlar özveri ile çalıştılar. Bu çalışmalar sırasında sen şunu yaptın, ben bunu yaptım gi­bi çekişmeler de olmadı, sürtüşmeler de…."
 
Bilimsel sosyalist platformda yer alan örgütler TARİŞ direnişi boyun­ca her düzeyde birlikte hareket etme­nin yollarını aradılar ve buldular. Za­man zaman çeşitli fabrikalardan işçiler ortak toplantılar düzenlediler. Her yeni durumda öncelikle bir araya ge­lerek ortak durum değerlendirmeleri yaptılar. İşçi çoğunluğunun ve sosyal demokrat işçilerin genellikle bu birlikteliğin çözümlemelerine kulak vermesi, henüz yeterli olmasa da bera­ber olma eğilimini açığa vurması, ge­nel çözümlemelerin somut pratik içinde bir kez daha doğrulanışı idi.
 
Dört gençlik örgütünün direniş boyunca gerçekleştirdikleri ortak ey­lemler ise gerçekten kıvanç verici idiOrtak toplantılar, ortaklaşa alınmış kararlar ve bu kararlar uyarınca ya­şama geçirilen eylemler, duvarlara ya­zdan çeşitli sloganların altında dört örgütün birden adının bulunman ve bu yazıların her örgüt tarafından ayrı ayrı yazılmış olması güç ve eylem birliğinde ulaşılan düzeyi göstermesi bakımından son derece anlamlıydı.
 
Komiteler ve eylem süresince devam eden güç ve eylem birliği çalışmaları direnişin en büyük kazanımlarından biri oldu. Demokrasi güçleri, sonuçlan olumlu bir sınavdan geç­miş oldular.
 
SENDİKALARIN DİRENİŞTEKİ ZAAFLARI
TARİŞ Direnişi olumlulukları ya­nında bir dizi eksiği ve yanılgıyı da ortaya çıkarmıştır. DİSK'in içinde bulunduğu çıkmaz durum direniş vesilesi ile bir kez daha su yüzüne çıkmış bulunmaktadır. Olayların gerisin de kalma örgütsüzlük. hareketin bütününü kavrayıp gereklerini yerine getirmede aşırı yeteneksizlik sosyal de­mokrat sendikacıların ikircikli tutum­ları olaylar suresince gözlenen olumsuzluklardı. DİSK ve bağlı sendikalar büyük ölçüde olayların peşinden sürüklendiler.
 
İplik Fabrikasından bir işçi eylem sırasında sendikanın tutumunu şöyle değerlendiriyor: "Sendikacıların tutumundan da söz etmek gereki­yor. Gerçekten bu işin içine aktif olarak girmediler. Daha ziyade olayla­rın gelişimini beklediler ve neticeler­den sonra birtakım açıklamalarda bu­lunma yolunu tuttular." Pamuk Depolama'dan bir başka işçi ise şöyle diyor: "9 günlük direniş orasında DİSK ile işçiler arasında büyük bir kopukluk vardı. Ne zaman temsilci DİSK İle irtibat kurmaya gitse, toplantı halindeydiler. Toplantı bitme­mişti, sonucu bekleniyordu..." Bu ve benzeri değerlendirmeler direnişe ka­tılan işçilerin ortak eğilimini yansıtan değerlendirmelerdir. Sendikaların işçiler üzerinde güvene dayalı otorite­lerinin olmadığı ortaya çıkan bir baş­ka gerçektir. Bu olumsuzluk yer yer sendikacıların yuhalanmasına ya da itilip kakılmalarına kadar varabildi.
 
Öte yandan dayanışma grevleri sırmanda da açığa çıktığı gibi DİSK İn gerek genel merkez, gerekse bölge düzeyinde esaslı zaafları bulunmaktadır. Oleyis Sendikası’nın dayanışma grevlerine hiç katılmaması, Genel İş’in alınan kararlan dilediğince yorum­layıp eylemleri istediği zaman katılıp istediği zaman bitirmesi, aynı olay karşısında yürütme kurulu üyelerinin farklı farklı tavırlar almaları, altı çizilmesi ve giderilmesi gereken olum­suzluklardı. TARİŞ Direnişi, bilimsel sosyalistlerin katkısı ve etkinliği olmaksızın devrimci sendikal hareketi yönetip yönlendirmenin mümkün ol­madığını bir kez daha ispatladı.
 
Üç kes uygulanan dayanışma grevleri ilerici sendikal hareketin et­kinlik düzeyinin henüz çok sınırlı ol­duğunu gösterdi Gazeteler yazmasa kimsenin etkilenmeyeceği bu tür grevlerin yeterince güçlü bir silah ol­madığı açıktır. Enerji ve haberleşme iş kollan ile deniz, hava, kara ulaşımını kapsamayan genel ve bölgesel grevlerin istenilen sonucu vermesi pek mümkün değildir. Bu nedenle» DİSK, örgütlenmesini anılan işkolla­rına yaymalı, var olan etkinliğini ise mutlaka artırmalıdır.
 
İŞÇİ SINIFININ BİRLİĞİ DAYATIYOR
İşçi sınıfının birliği sorunu yakıcı önemini yükselen sınıf mücadelesi ko­şullarında daha da hissettirmektedir. DİSK Yürütme Kurulumdan Türk-İş İcra Kurulu’na çağrılar göndermek­ten öte bir somutluk kazanamamış olan bu yaşamsal sorun -dünya İşçi sınıfı hareketinin gündeminden hiç düşmeyen bu sorun- doğrultusunda yeni adımlar atmak gerekmektedir. İşçi sınıfının birliği her şeyden önce, işçi sınıfının burjuvazi karşısında tek bir sınıf olma gerçeğinden yola çıka­rak ve işçi sınıfının eylem birliğinden geçerek sağlanabilir. Faşist baskılara karşı direnme, çalışma koşullarının düzeltilmesi, asgari ücret düzeyi, ça­lışma hayatına ilişkin antidemokratik yasa girişimleri ve benzeri alanlarda bütün işçilerin ortak çıkarları vardır. Birlik politikası böyle bir anlayışla dinamik bir süreç haline dönüştürüle­bilir ve Türk-İş’in tavanında ve taba­nında yürütülecek çalışmalarla bir so­nuca ulaştırılabilir.
 
Denebilir ki, TARİŞ Direnişini hiçbir örgüt yönetmemiş yönlendirmemiştir. Bu değerlendirmeye DİSK de dahildir. Herkesin kıyısından köşe­sinden bir şeyler yapmaya çalıştığı, ama hiçbir sendikal ve politik örgütün olayın bütünü üzerinde söz sahihi olmadığı bir direniş yaşanmıştır. Politik otorite boşluğu baştan sona kendini hissettirmiştir. "En öndeydik", “Başını çektik" gibi değerlendirmeler tamda şarkı söyleyip kendi sesini beğenmeye benzemektedir.
 
Amacımız hiçbir örgütün, siyasi grubun olaylardaki rolünü küçümse­mek değildir. Amaç objektif bir gerçeği tu yüzüne çıkarmak ve buna ilişkin görevleri belirlemektir. Bilimsel sosyalist platformda yer alan üç hare­ket, işyerlerindeki örgütlülük düzeyle­ri ve sendikal plandaki güçleri ile ha­reketin fiil önderliğini üstlenebilecek konumdaydılar. Güç ve eylem birliği konusunda atılan ileri adımlara, bu adımların DİSK ve işyerleri dü­zeyinde etkilerini göstermesine karşılık kendi dışına karşı tek bir özne gi­bi hareket edebilmekten çok uzak kalmaları nedeniyle var olan politik otorite boşluğu doldurulamamıştır. Goşizmin etkinliğinin sınırlanması, hareketin alçalış ve yükselişlerine uygun taktiklerin zamanında saptanıp kitlelere ulaştırılması ve bu taktikle­rin uygulanmasında fiili öncülük mümkün olduğu halde gerçekleştirile­medi. Ancak bu doğrultuda atılan ilk adımların bile çok olumlu sonuçlar verdiğini ve kitleleri etkilediğini be­lirtmek gerekir.
 
GERİCİ - FAŞİST GÜÇLERİN PROVOKASYONLARI
 
Olaylarda hükümetin. Valinin ve TARİŞ yönetiminin tutumu ilginç olmuştur. Bir anlamda oyun içinde oyun sergilenmiştir. Hatırlanacağı üzere Demirel hükümetinin ilk sıkıyö­netim uzatmasında İzmir’de sıkıyönetim ilan edilmiş ancak daha sonra bundan vazgeçilmiştir. İz­mir'de sıkıyönetim ilanı için TARİŞ olayları bahane edilmiştir. Böylelikle TARİŞ operasyonunun önceden planlandığı anlaşılmaktadır. Bir di­ğer önemli konu, hiçbir gerekçe yok­ken boş belediye otobüslerinin ve ambulansların eşliğinde binlerce polis işyerlerine resmen saldırmıştır. Ve ni­hayet onbin dolayında işçinin iş akdi yasadışı lokavt uygulaması ile önce feshedilmiş sonra seçme yapılarak yenilenmiştir. Hükümet, Vali ve TARİŞ yönetimi yasa dışına çıkmış ve açık­ça suç işlemiştir.
 
Ancak sorun bununla bitmemek­tedir. Yeni Asır adındaki yerel gazete olaylar sırasında, "Türk askerini arkadan vur, Rus askerine selam dur' biçiminde slogan atıldığını manşette vermiştir. Böyle bir slogan atılmamıştır; duvarlarda da böyle bir yazı yok­tur. Ayrıca, Maocular ve goşist grup­lar da dahil olmak üzere, Türkiye'de hiç bir sol siyasal grubun böyle bir slogan atmayacağım herkesten önce istihbarat örgütleri bilir. Askerlerin ısrarla çatışmalara sokulması ile bu slogan arasında bir ilişki olduğu ve sloganın sadece Yeni Asır gazetesinin marifeti olmadığı, ortada ciddi bir provokasyonun bulunduğu anlaşılmaktadır. Nitekim son günlerde erlere yönelen saldırıların yoğunlaşması, Demirel'in ısrarla bu konuyu öne çı­karması bir tertibin varlığını göstermektedir.
 
Sonuç olarak denebilir ki, tekelci büyük burjuvazi kısıtlı burjuva demokrasisini redde yönelmektedir.
V.PEKEL
 
Kaynak: TUSTAV Süreli Yayın Kütüphanesi’nden yararlanılmıştır.

TARİŞ DİRENİŞİ DEVRİMCİLERE ZENGİN DERSLER VERMEKTEDİR

Devrimci Sol Dergisi’nin Mart 1980 sayısında yer alan değerlendirme, direnişe katı­lan diğer sol gruplardaki ana tavır, kendi gruplarına si­yasi prestij sağlamak biçi­minde olmuştur. Bu tavır örgütsüzlüğün, direnişin za­yıflamasının da ana nedeni­dir.

Tariş Direnişi, revizyonistlerin ve reformistlerin teslimiyetçi yüzü
Faşist Demirel hüküme­ti, TARİŞ, Ant-Birlik gibi kooperatif birliklerini, tekel­ci sermayenin emrine ver­mek ve tamamen faşist as­keri kışla fabrikaları haline getirmek için, kademeli pla­nını Ocak ayının sonunda uygulamaya soktu.
22   Ocak'ta polis, "ara­ma" yapmak bahanesiyle Tariş birliklerine saldırıya geçti. Arama sırasında kar­şılaştığı direnişi bahane ede­rek, yüzlerce işçiyi gözaltına aldı. Bu saldırıdan amaç, iş­çileri işten atmak için bir bahane yaratmaktı.
23   Ocak'ta, TKP, Dev­rimci Yol, Devrimci Sendika Muhalefeti (HK ve HY), Devrimci Sol, Kurtuluş, TİP SGB gibi tüm siyasetlerin katılımıyla, Birliklere işçiler tarafından sahip çıkıldı. Di­reniş devam ederken ilk tes­limiyetçi tavır, DİSK yöne­ticilerinden geldi. Rıza Gü­ven ve Rıdvan Budak, "25 Ocak'ta yapılan DİSK'in mitingiyle direnişin noktalan­dığını, ileride daha geniş çaplı direniş ve genel grev yapılacağını' söyleyerek, işçi­lerin direnişini kırmaya ça­lıştı. Bu iki reformist tesli­miyetçi hak ettiği dersi aldı. Fakat ilginç olan, reformist­lerin bu direniş kırıcı çağrı­sına TKP'nin uymasıdır. CHP ve TKP yanlıları böy­lece fabrikayı terk etmeye başladılar. Daha sonra, ge­nel örgütsüzlükten, hiçbir grubun gerekli insiyatifi sağlayamamasından dolayı, kendiliğinden başlayan dire­niş sona erdi.
 
Devrimci Sol'un tavrı, gözaltına alınan işçiler ser­best bırakılıncaya ve hiçbir işçinin işten atılmaması gü­vencesi alınana kadar dire­niş devam etmesi şeklin­deydi.
 
Direnişin bu şekilde sona ermesi süresi içinde, İzmir'­de korsan gösteriler, polis ekiplerine saldırma, karakol bombalama, kahve konuş­maları biçiminde eylemler Devrimci Sol tarafından ger­çekleştirildi.
 
Bundan sonra hükümet ve işveren planın ikinci kıs­mını sahneye koydu. İşyer­lerinin onarılması bahane­siyle, tüm işçilerin işyerleri­ni boşaltması, duyurusu ya­pıldı. İşveren 1. direniş sı­rasında, işçilerin üretim alet­lerini parçaladığı yalanını atarken, DİSK ve Tekstil'in tavrı, işçileri kesinlikle ken­di başına bırakmak, tesli­miyete çağırmak biçimin­de olmuştur.
 
Birlik'lerde, örgütsüzlüğe rağmen, kendiliğinden de olsa, Şubat başında direniş başlatıldı. İşçilerin, Birlik­lerden çıkartılması Oligarşi­nin planının hayata geçmesi demekti.
 
Bu arada direnişe katı­lan diğer Sol gruplardaki ana tavır, kendi gruplarına si­yasi prestij sağlamak biçi­minde olmuştur. Bu tavır örgütsüzlüğün, direnişin za­yıflamasının da ana nedeni­dir.
 
Birliklerin boşaltılması yani polisin, ordunun saldı­racağı gün gibi açık olduğu için, Çimentepe halkı, Çiğli İpliğe giden yolu barikat­larla kapattı. Aynı şekilde diğer Birlik'lerin de çevresi var olan siyasetlerin gücü oranında tutuldu.
Polis, Ordu, tüm birlik­leri bir anda ele geçiremeyeceğini anlayınca, tek tek birliklere saldırıp ele geçir­me taktiği uyguladı. Ve bu­nu hayata geçirdi. Bornova 2 nolu üzüm, Alsancak 1 nolu üzüm fabrikalarında dire­niş kırılarak polisin eline geçti. Bu arada polisin gü­cünü bölmek için, İzmir'in sokaklarında, caddelerinde, korsan, pankart, kahve ko­nuşmaları, kepenk indirme gibi, tüm siyasetlerin katıl­dığı eylemler yapılıyordu. AP İl binası baskını, şehir içinde yapılan eylemlerden biriydi. Ama ne yazık ki, "Demokrat" bu eylemi, "düşündürücü" olarak yo­rumlayıp, kamuoyuna ak­tardı. Bu Devrimci Yolun dar grup bağnazlığının bir örneğiydi.
 
Aynı günlerde Gültepede de, polisle sokak çatış­maları oluyor, belediye va­sıtasıyla hoparlörlerle pro­paganda yapılıyordu.
 
Çiğli İplik, direnişin son halkasıydı. Ordu-Polis, diğer vilayetlerden de getir­diği birlikleriyle tank, ha­van, roketatar vb. silahlarla Birlik’i sardı. İşçilere "tes­lim ol" çağrılan yapıldı.
 
DİSK'in reformist yö­neticileri oligarşiyle aynı çağrıyı paylaştılar. Onlar da işçilere "teslim ol" çağrıları yaptı. DİSK'in bu çağrısına yine 500 kişilik TKP ve CHP'li işçi uydu. TKP, bu tavrıyla, bütün "direniş ya­pıyorum" çağlıklarına kar­şın pratikte, reformistlerin, CHP'nin kuyruğunda oldu­ğunu pratikte gösteriyordu. TKP, eylem içinde, reformist, teslimiyetçi yüzünü açıkça ortaya koymuş ve oli­garşiye beyaz bayrak çek­miştir. Bu, TKP'nin devrim anlayışını, pek güzel ortaya seren bir örnektir.
 
Fabrikada Devrimci Sol, Halkın Kurtuluşu ve DK yanlıları direndiler. So­nuçta 1000 den fazla işçi gözaltına alındı, işkenceye çekildi.
 
Bundan sonraki günler­de ise, polis-ordu Çimentepe ve Gültepeyi sardı, ev ev ara­ma yaptı.
Tariş direnişi, devrimci­lere zengin dersler vermek­tedir.
 
İlkönce şunu belirtmek gerekir ki, devrimcilerin ör­gütlülüğü, bu tip direnişler­de önderliği, insiyatifi ele geçirecek bir esneklikte, ha­reketlilikte olmalıdır. Tariş direnişi, hantal, hareketsiz örgütlenmenin, pratikte önderliği, insiyatifi sağlayamayacağını göstermiştir.
 
Tariş direnişi, sendika yönetimlerini elinde 'tutan reformist CHP'li ve de TKP'li yöneticilerin, sınıf uzlaş­macısı olduğunu, pratikte, egemen sınıflardan yana davrandığını ortaya koy­muştur. Sendikalar, bu re­formist ve revizyonistlerin elinde kaldığı sürece işçi sınıfı hareketi, bundan çok zarar görecek ve gelişmesi önünde bir engel teşkil edecektir.
 
Tariş direnişi, direnişe katılan HK, DY gibi grupla­rın, kendi dar gruplarının propagandasını yapmak amacıyla hareket etmelerinin, hiçbir yarar sağlamadığını, tersine, direnişin gücünü böl­düğünü de ortaya çıkarmış­tır. "İşte kendi grubumun propagandası için fırsat" mantığıyla hareket eden DY, HK, aslında, kendi pasifizmlerini örtbas etmek sevdasındaydılar.
 
İzmir'de sivil faşistle­rin gücünün "artırılması, ma­hallelerin faşistlerin eline verilmesi düşünülmektedir. Sıkıyönetimin ilan edilmesi, bu planı uygulamakta kolay­lık sağlayacaktır.
Devrimcilerin görevleri asıl bundan sonra başlıyor.
 
İZMİR DEVRİMCİ SOL
Kaynak: TUSTAV (Türkiye Sosyal Tarih Araştırma Vakfı) kütüphanesinden yararlanılmıştır.

TKP'NİN TARİŞ DİRENİŞİ İÇİN ÇAĞRISI VE BİR DEĞERLENDİRME

Türkiye Komünist Partisi Merkez Komitesi yayın organı Atılım Gazetesi'nin 1 Mart 1980 tarihli 75. sayısında TKP Merkez Komitesi çağrısı ile gazetede yayınlanan bir değerlendirme yazısı:
"Eğer egemen sınıflar Evren'in deyimiyle çok daha yığınsal olarak «kan dökmeyi göze alamadıysa», bu, İzmir çapındaki genel grevin, köylü, esnaf dayanışmasının sonucunda oldu."

Çağrı:
Yiğit Tariş işçileri ile dayanışmayı güçlendirelim!
 
Yiğit Tariş işçileri günlerden beri şanlı bir direniş sürdürüyor. İzmir işçileri, emek­çileri 24 saatlik genel greve gitti. Bu direniş daha şimdiden Ege halkının desteğini kazandı. Tariş işçilerinin eylemi, memleketin dört bucağında yankılanıyor. Zincir­leme dayanışma eylemleri yükseliyor. Emperyalizmin, tekellerin, Demirel hükümetinin saldırılarına karşı işçi sınıfının, milyonlarca emekçinin savaşım gücü bileniyor. Genel direniş belgisi yayılıyor. İşsizliğe, pahalılığa, dayanılmaz vergilere, anti-demokratik baskılara, zorbalığa ve faşist saldırılara karşı, iş, ekmek, toprak, can güvenliği, demokratik haklar ve özgürlükler için direnmekten başka yol olmadığını, halkımız giderek daha iyi kavrıyor.
 
Yığınsal işten atmalara, Tariş'in faşistlere üs yapılmasına, tekellerce yağma edil­mesine karşı çıkan işçilerin bu istemleri tümüyle haklıdır. TKP, direnen yiğit Tariş işçilerinin yanındadır.
 
Demirel hükümeti, direnişe giden işçilere, halka karşı kanlı bir savaş açtı. Askeri, jandarmayı, polisi panzerlerle işgal ordusu gibi halkın üzerine sürüyor. Yakalanan işçiler canlı kalkan olarak kullanılıyor. Emekçi semtleri basılıyor. Binlerce işçi, emek­çi, kadın ve çocuk tutuklanıyor. Stadyumlara dolduruluyor. Daha dün, ABD ile köle­lik anlaşması bağlayan, memleketi emperyalizme satan Demirel hükümeti, Ameri­kan bankalarının, yerli, yabancı tekellerin planlarını zorbalık yasalarıyla, süngü gücüyle uyguluyor.
 
Bu kanlı saldırı karşısında emekçilerin, çolukları, çocuklarıyla barikatlarda, sınıf düşmanına karşı savundukları fabrikalarda sürdürdükleri direniş sonuna kadar haklıdır. Dökülen kanların suçlusu işçi düşmanı, halk düşmanı Demirel hükümetidir, gerici, sıkıyönetimci generallerdir. Gerçek gün gibi ortadadır.
Hükümet, militarist klik, işçi ve demokrasi hareketini ezmek ve böylece bunalımın yükünü halkın sırtına daha da yoğun yıkmak için kanlı provokasyonlar tezgahlıyor. Bu oyuna gelmemek, serüvenciliğe düşmeden, yığınsal direnişi örgütlü ve disiplinli sürdürmek günün parolası, başarının anahtarıdır.
 
İşçilerin haklı direnişini yasa dışı diye eleştiren CHP sağ yöneticileri, hükümetin, zorbaların kan dökmesine ses çıkartmıyor. Tüm CHP'liler mecliste hükümetin bu yasa dışı, kanlı zorbalığına karşı olan tüm saylavlar, Tariş işçileriyle dayanışmanızı gösterin!
Kaput giymiş emekçi halk çocukları, askerler, jandarmalar, «Biz işgal ordusu değiliz» diyen yurtsever subaylar! Faşistlerin kurşunladığı Yurdakul'un anısını yaşa­tan, ateş emri veren komiserin karşısına dikilen polisler! Kardeşlerinize, komşuları­nıza, yurttaşlarınıza kurşun sıkmayın! Kışlaya, karakola geri dönün!
MHP'nin «Tariş'e alacağız» diye kandırmaya çalıştığı emekçiler! Faşistlerin oyu­nuna gelmeyin! Grev kırıcılığı yapmayın! Sınıf kardeşlerinizin işini, ekmeğini elin­den almakta araç olmayın!
 
Sarı sözleşmeleri yırtmak için ayağa kalkan Seka, demir yolu, tekstil işçileri! Te­kellere karşı toplu sözleşme savaşımı içinde olan yüzbinlerce işçi! Pahalılığa, ver­gilere, yoklara karşı direnen kent ve köy emekçileri! Kıyıma, baskıya uğrayan öğret­men, memur ve aydınlar! Tariş işçileriyle dayanışmayı güçlendirin!
 
Kooperatifleri yerli-yabancı tekellerce yağma edilen, yıkılmak istenen, ürünlerine yok pahasına el konan Ege köylüleri! Direnişçi işçilere arka çıkın!
 
Tutuklu tüm işçilerin serbest bırakılması, Tariş'e bir tek faşistin sokulmaması ve Tariş'in tekellerin yağmasından korunması için, tüm ulusal demokratik güçler Tariş işçileriyle omuz omuza!
 
Türkiye Komünist Partisi Merkez Komitesi
12 Şubat 1980 
 
Atılım Gazetesinin 5. ve 6. Sayfasında yer alan Tariş Direnişi hakkındaki yazı;
Yaşasın Tariş direnişimiz!
 
Türkiye işçi sınıfı tarihine, Tariş direnişi kanla, kurşunla yazıldı. Türkiye proletar­yasının bu yiğit evlâtları, onlarla dayanışmaya geçen genel grevci işçiler, milyon­larca emekçiyi uyandırdı. Onlara direniş gücü aşıladı. Tariş direnişi çevrende küme­lenen fırtına bulutları arasında bir şimşek gibi çaktı, önümüzde duran görevleri aydınlattı. Komünistler, TKP yığınların bu savaşından ders çıkarıyor.
 
Taris direnişi, Türkiye işçi sınıfına dostlarını, düşmanlarını tanımak için eşsiz bir deney oldu. Demirel hükümeti, miiltarist klik yerli ve yabancı tekellerin çıkarı için Tariş'te görülmemiş boyutlarda saldırıya geçti. Direnişi ezmek için onbinlerce asker ve polisi, tankları, topları ve helikopterleri işçilerin, emekçilerin üzerine sürdü. Ege­men sınıfların değil erki, en doğal hakları bile kendi isteğiyle vermeyeceğini gös­teren bu deneyi halkımız unutmayacaktır. Sınıf savaşında burjuva yasalcılığının ve burjuva «parlamentarizm»inin zehirli etkisini kırmanın özel önemini kavrayacaktır. Devrim ister barışçı, ister barışçı olmayan yolu izlesin devrimci zor kullanım olma­dan utkuya ulaşılamayacağını böylesi deneylerde çelikleşerek öğrenecektir.
 
Gün silâha sarılma ve ayaklanma günü değil. Egemen sınıflar böylesi bir serüven yaratmak için yanıp tutuşuyor. Tariş direnişinde bu kanlı taktik en kaba biçimde uygulandı. Demirel hükümeti, direnişçileri silâhlı çatışmalara sürüklemek için her şeyi yaptı. Fabrikalarda disiplinle direnen işçilerin provokasyona gelmemesi üzerine, sal­dırıyı mahallelere yaydı, özellikle goşist gurupların var olduğu yerlerde, bunları bilinçli olarak kışkırttı. Tariş direnişinde ortaya çıkan tüm çatışmaların sorumlusu hükümettir, militarist kliktir. Direnen işçiler, emekçiler kendilerini barikatlarda savun­mak zorunda kaldılar. Bunun terörcülükle uzak yakın ilgisi yoktur. Bunu anlamayan bir kimse, değil Marksist, demokrat bile olamaz.
 
Komünisti hem serüvenciden, hem de sınıf uzlaşmacısından ayıran kızıl şerit bura­dan geçer. Tariş direnişinin ön sıralarında savaşan komünistler, tüm direniş bo­yunca işçileri ve emekçileri egemen sınıfların taktiğine karşı uyardılar. Goşist gurup­ların silâhlı serüvenciliğine karşı aralıksız savaştılar. Polisin, jandarmanın işçileri, emekçileri köşeye sıkıştırdığı, silâhlı çatışmaya bilerek yol açtığı zaman, bir tek komünist işçileri bu alçakça saldırı karşısında yalnız bırakmadı. Bugün de, TKP, şanlı Tariş direnişini burjuvazinin karalamalarına karşı en önde savunuyor. İşçiler, bu direnişten şimdi serüvenciliğin ve teslimiyetçiliğin işçi hareketi için ne denli zararlı olduğu sonucunu komünistlerin yardımıyla çıkarıyor. Yığınların bu savaşı, tüm ilerici güçleri eğitiyor.
 
Savaş sürüyor
Tariş direnişi bugün de başka biçimler altında sürüyor. TKP, Tariş direnişinin başarı yolunu daha en baştan çizdi. Bu yol, Tariş işçileriyle en geniş dayanışmayı aktif olarak örgütlemek, sınıf düşmanının tüm güçlerini Tariş'e yığmasını önlemekti. Türkiye işçi sınıfı bu yola koyulmuştur. Eğer egemen sınıflar Evren'in deyimiyle çok daha yığınsal olarak «kan dökmeyi göze alamadıysa», bu, İzmir çapındaki genel grevin, köylü, esnaf dayanışmasının sonucunda oldu. Şimdi işçilere tepeden akıl vermeye yeltenenler var. Kimileri «direnmemek daha iyiydi» diye papaz kılığında ortaya çıkıyor. Bunların başını CHP sağ kanat yöneticileri çekiyor. Kimileri de bir avuç Tariş işçisinin sonuna kadar «silâhlı eyleme» sürüklenmeyişine kızıyor. Bunlar da Halkın Kurtuluşu benzeri terör çeteleridir. Komünistler ise, «Tariş işçisinin saç­tığı kıvılcımı, milyonlara yaymak, dayanışmayı ülke ölçüsünde daha aktif olarak örgütlemek gerekir» diyorlar. Sınıf dayanışması ve demokrasi güçlerinin dayanışması bundan sonraki her yerel direnişin de utku anahtarıdır. İşçiler politik savaşımda yer alan partileri, örgütleri bu direnişteki taktikleriyle bir kez daha tanıma fırsatı bul­dular.
 
Çiğli operasyonunun gürültüsü CHP yöneticilerine Tariş direnişinin haklılığını çok­tan unutturdu. Goşist guruplara gelince, bunlar, binlerce işçinin işlerinden atıldığı, bir o kadarının tutuklandığı yangın yerinden başka serüvenlere doğru yelken açtılar. Şimdi Tariş direnişini kaldığı yerden başarıya ulaştırmak komünistlerin ve bağla­şıklarının omuzlarındadır.
 
Tutuklanan tüm işçilerin serbest bırakılması, için, işten atılanların işe alınmaları için, faşist komandoların fabrikalardan kovulması için, Tariş'e tekellerin el koyma­sını önlemek için; Tariş'te 11 bin işçinin ve 80 bin kooperatif ortağı köylünün dene­timi için savaş sürecektir.
 
Kaynak: TUSTAV (Türkiye Sosyal Tarih Araştırma Vakfı) kütüphanesinden yararlanılmıştır.

BASINDA TARİŞ DİRENİŞİ

20 Ocak 1980 tarihinden 20 Şubat 1980 tarihine kadar geçen sürede Tariş Direnişi nedeniyle yaşanan olayların basında yer alış şekli hakkında bazı örnekler.
 
 
 
 
 


Business News