"Kaddafi'yi de Hüsnü Mübarek'i de Tayyip devirmiş lan! Esad'ı da yıkacakmış"
Oy verenlerin altını oyup kendisini 'dağları delen Ferhat' gibi sunmayı başaran Tayyip Erdoğan'ın on yıllık iktidarında geldiği nokta onu başkanlığa taşımaya yetecek mi?
Kızılcahamam'a giderken Kazan ilçesinden geçen Erdoğan, yol kenarındaki kavuncu tezgahında aracını durdurarak Kazan Belediye Başkanı Lokman Ertürk'ün ikram ettiği kavunların tadına bakıp, eşi Emine Erdoğan ve gazetecilere de ikram etmiş.
Tezgahtaki kavunların tadına bakıp domatesleri koklayan Erdoğan'ın Türk çiftçisinin içinde bulunduğu durumu algılayıp algılamadığını düşünmek hayli safdillik olur. Zira son günlerde AKP için sıklıkla kullanılan "çakallarla saldırıp, kuzularla meleşiyorlar" benzetmesi Türkiye'deki yöneten-yönetilen ilişkisini en iyi anlatan ifadeleri içeriyor. Giderek padişahvari bir kimliğe bürünen Erdoğan'ın yangın yerine dönmüş ülkenin yollarında halkla kurduğu diyalog bir yana bu diyaloğun yansıtılış biçimi de dalkavukluk geleneğinin geldiği yeri gösteriyor.
İçi boşaltılmış ve ilkel liberalizme teslim olmuş muhafazakarlığın hüküm sürdüğü Anadolu kentlerinde kahve sohbetlerinde, ev oturmalarında alışveriş tezgahlarında konuşulan cümlelere karışan kirli propaganda, Türkiye'nin hatırı sayılır bir coğrafyasının Kızılcahamam kampına dönüştürüldüğünü gösteriyor.
Memleket ve yurttaş karakterinden soyutlanarak iğdiş edilen, ülkesinin ve inancının değerlerini; toprağını, dağını taşını, deresini suyunu yağmalayanlara karşı içten içe sempati besleyen, çocuklarının geleceğini karartanları kahraman payesiyle ödüllendiren ilkel muhafazakarlığın ağır bir cehalet eşliğinde hüküm sürdüğü sokaklarda Tayyip Erdoğan'ın maceraları 'Boğaç Han' tadında bir üslupla anlatılıyor.
Öyle ki, "Libya lideri Muammer Kaddafi'yi de Hüsnü Mübarek'i de Tayyip devirmiş lan! Esad'ı da yıkacakmış " şeklinde başlayan 'Tayyip Han'ın maceraları, Obama'ya bile kafa tuttuğu şeklinde devam edip, Kılıçdaroğlu'nu sinek gibi ezip geçebileceği öngörüsüyle devam edip gidiyor. Asıl çarpıcı olansa son 29 Ekim yürüyüşlerine katılanları Tayyip Han'ın elinin tersiyle süpürüp geçeceği yönündeki benzetmeler...
Tayyip Erdoğan'ın da ruhunu beslediği bu iklim, aslında Türkiye'nin sosyal ve siyasi dokusuna son 60 yıldır nüfuz eden bir çeşit güce tapınma hastalığından başka bir şey değil. Bir bakıma birbirini besleyen bir kısır döngü. Korku ve öç alma histerisiyle toplumun kılcal damarlarına işleyen bu kısır döngü, hepimizde zifte bulanmış kaz tüyü etkisi yaratıyor.
Üniversite öğrencilerinin kasabalarına fuhuş getirdiği cehaletiyle yatıp kalkanların, geçmiş ve geleceğini TOKİ'ye tahvil edenlerin, çuvalla vergi ödeyip kaşıkla aldığı sosyal hizmeti lütuf gibi görenlerin zihnindeki Tayyip, mahallenin bıçkın kabadayısı soslu bir lider.
Biraz Keloğlan, biraz Şaban, biraz Recep İvedik. Jandarma'dan it gibi korkan ama kızını da jandarma subayına vermek isteyenlerin yarattığı sosyal geleneğin son ikonlarından biri. Sokağın dilini konuşup, dilini konuştuğu o sokağı kentsel dönüşüme kurban eden bir fenomen. Oylarını aldığı insanların yaşadıkları coğrafyanın altının oyan, ancak altını oyduğu insanlara kendisini "dağları delen Ferhat" olarak takdim etmekte bir sakınca görmeyen yıkım ustası.
Bugün AKP'nin iktidardaki 10. yılı. Türkiye'de köklü bir yaşam nakline başlanıldığı günün yıldönümü. Ne ABD'nin desteği, ne kirli kumpaslar ne de seçim hileleri iddiaları bugün içinde yüzdüğümüz bulamacı karşılamaya yetmiyor. Yüzlerce üniversite, binlerce bilim insanı, okumuş yazmış milyonlarca insanı on yıldır demir dağının arkasında hapsedebilen AKP'nin başarısının yalnızca kendi yeteneğinden kaynaklandığını düşünmek işin kolaycılık kısmı. "Abi adamlar çalışıyor ama yaa!" türünden akıl tutulması ifadeler, konformizme gömülmüşlüğün kabulünden başka bir şey değil. Yalnızca çamuru sorgulamak da yetmeyecek. Bu suyun nasıl bu kadar çamuru kaldırabildiği sorusuna hepimizin verecek dürüst bir yanıtı olması gerekiyor.
Sokağın söylemiyle 'Tayyip', Arapça'da 'iyi, hoş, çok temiz' anlamlarına da geliyor. Ancak giderek bir çok kavramın anlamını yitirdiği bu dönemde son sözü Divan Edebiyatının ünlü şairi Baki'ye bırakalım: "Batıl her zaman batıl ve beyhudedir velî! Müşkül odur ki, batıl hak suretinde zuhur ede…”