“Teröre karşı vatanı savunmak” gerektiğine inanan Karadenizli bir gençti o. Ama hayat onu öyle bir değiştirdi ki önce barış aktivisti ol...
“Teröre karşı vatanı savunmak” gerektiğine inanan
Karadenizli bir gençti o. Ama hayat onu öyle bir değiştirdi ki önce barış
aktivisti oldu, sonra Roboski’ye yerleşti.
Gönüllü olarak askere giden, gönüllü komando olan, rahat
askerlik yapabileceği Kıbrıs yerine doğuya gitmeyi de gönüllü seçen komando
İbrahim Yaylalı şimdi de ismini Yannis Vasilis Yaylalı olarak değiştirmek için
mahkemeye başvurdu.
İbrahim Yaylalı, 1994 yılında çatışmada yaralanmış, PKK
tarafından esir alınmış, 2 yıl 3 ay esir kalmış, esirliğinin sekizinci ayından
itibaren de bir dönüşüm geçirerek savaş karşıtı olmuştu.
Bırakıldıktan sonra Türkiye’de de 3,5 ay hapis yatan
İbrahim Yaylalı PKK’nin elindeyken, devlet ailesine “Rum olduğunuzu biliyoruz,
bu olayı fazla kurcalamayın” deyince neye uğradığını şaşırdı.
Türklük için savaşa gitmiş yaralanmıştı. Ölseydi şehit
olacaktı, yaralı olarak esir alınınca Rum kökenli olduğu fısıldanarak ailesinin
susması istendi.
O gün bugündür Türkiye’deki barış mücadelesinin bir
parçası olan, vicdani retçi Halil Savda’nın Roboski’den başlattığı ve Ankara’da
son bulan 50 günlük barış yürüyüşüne katılan, ardından da Meral Geylani ile
birlikte Roboski’ye yerleşen eski esir asker İbrahim Yaylalı’yla neden Yannis
Vasilis adını almak istediğini konuştuk:
Rum olduğunuz ailede biliniyor muydu?
Annem babamla ilgili “dönme” lafını kullanırdı ama bu ne
demek diye hiç araştırmadım. Annem sohbet ederken babama ‘dönme’ diye
takılırdı, ‘ne dönmesi’, ‘nasıl dönme’ deyince cevap vermezdi. Daha sonradan
öğreniyoruz, büyük halamız anneme babamların durumunu anlatmış. Sonra da üstünü
kapatmışlar. Türk aileye verilince dönmüşler ve olay bitmiş. Bize de hiç
anlatılmadı. Bunun altında korku da olabilir, kabul etmeme de olabilir. Çünkü
bizim oralarda küfür olarak kullanılır müslüman olmama… Bizim ailede de bununla
ilgili bir şey paylaşılmadı.
Peki ilk nasıl öğrendin Rum kökenli olduğunu?
1994’ün Eylül ayında PKK’ye esir düşünce. Nisan ayında
askere geldim, acemiliği Isparta’da yaptım sonra Mardin Jandarma Komutanlığına
gittim, 25 gün orada kaldıktan sonra Şırnak’ta Gabar’a gönderildik. Acil
ihtiyaç varmış, 25 günlükken gönderildik, gittiğimizde köyler büyük oranda
boşaltılmıştı. O dönem köy basma ve yakmaların en yoğun olduğu dönemlerdi. O
zaman devlet gücünü kabul ettirmek için köylülere baskı yapıyordu. Bunları
gidince orada gördük..
O gittiğim bölgede bir buçuk ay sonra Kela Mehmet denen
yerde çatışma çıkıyor, 30’un üzerinde asker ölüyor, bizim birlikten yardım
isteniyor. O zaman çok ünlü bir birlik bizimki de, gerilla gibi sürekli dağda
kalıyoruz.
Kela Mehmet bölgesine gittik, iki gün dolandık, üçüncü
gün korucular bize ‘gerilla tespit ettik’ dedi. Ben de keşif birliğindeydim.
Koruculara da çok güvenemiyorsun o zaman, çünkü korucu yapana kadar adama
yapmadığın eziyeti bırakmıyorsun, adam mecbur kalıyor. Kabul etmezse ürününü
ekmesine izin verip, toplarken izin vermiyorsun. Bu yüzden korucular çok kabul
etmiyor çatışmaya katılmayı filan.
“KÜRT DÜŞMANI BİR İNSANDIM”
Peki senin motivasyonun ne, korucu çatışmaya gitmek
istemiyor, sen istiyorsun en önde?
Benim motivasyonum bayrak, ben kendim askerlik şubesine
gidip kendim gönüllü oldum komando için.. Acemilikte “el kaldırın isteyeni
Kıbrıs’a yollayalım” dediler, ben el kaldıran arkadaşımın elini indirdim
‘napıyorsun o kadar eğitimi kaçmak için mi aldık’ diye. Ben vatan, millet
motivasyonlu, Kürt düşmanı bir insandım.
Kela Mehmet bölgesine 3. gün gittik, kimse var mı yok mu
diye bakıyoruz, baktık kimse yok, tam artık geri dönme kararı aldık, saat akşam
altı yedi gibi, hava kararıyor, bir anda 3 bölgeden üzerimize yaylım ateşi
başladı, ama öldürmek için ateş etmiyorlardı. Onu orada fark ettik. Gerilla
kendi ihtiyaçları dışında insan öldürmemek için elinden geleni yapıyor. Çünkü
dönen asker cenazelerinin savaş sistemini tekrarlayacak bir ritüele dönüştüğünü
çok iyi biliyorlar…
Ön tarafı topladık, arka tarafa doğru giderken seken bir
mermi benim sağ ayağımın üstünü kemiğe kadar parçalayıp açmış, şu an hala hissetmiyorum
orayı. Olayın sıcaklığı ile ben fark etmedim, kaçıyorum ama koşamamaya
başladım.. Pusuya düşmüşüz ve karanlıktan faydalanarak kaçmaya çalışıyoruz.
Gidip kendimizi toplayıp geri saldırmak hedefimiz. Koştururken köprü gibi bir
yerde kendimi bir anda boşlukta uçarken gördüm, 30-40 metrelik bir yerden
düşmüşüm sırtüstü, neyse ki sırt çantam vardı o beni korumuş…
Sonra kendime bir geldim, etrafta kimse yok, elimde G3
tüfeğim var, onu bırakmamışım ama çalışmıyor, bombaları kontrol ettim, tamam…
Uyandım ama bulunmamak için ses çıkarmıyorum, güvenli bir yere çekilip askeri
bekleyeceğim.. Baktım sağ ayak gitmiş, elleyince deriler geldi elime… O zaman
karanlık da, hiç görmüyorum, tişörtümü çıkarıp ayağıma dolayıp sıktım…
Dinlendim, ama ayağa kalkamadım.. Tüfeğim çalışmıyordu, düşmanın eline geçmesin
diye tüfeğimi taşa vurarak parçaladım… Bombaları da hazırda tuttum bir şey
olunca birini karşı tarafa birini ortaya atacağım… Hem onlar gitsin hem ben..
Gerilla ile aynı eğitimi alıyorsun bu konuda, karşıya esir
düşmemek için her şeyi yaparsın. Onların ki mantıklı ama, yakalanınca işe yarar
bilgi vermeyince hemen öldürülüyordu bile gerillalar.. Ben yanımda öldürülmüş
gerillanın parçalandığını da gördüm… Bunların birinde gerilla cesedi
parçalanıyordu, bunu görünce dayanamamıştım. Koştum geri kustum, savaş ezberden
olmuyor, vatan millet sakarya demekle bunları görmek başka şeyler. Ben gidip
kusunca uzman çavuş gelip bana ‘sen erkek misin, sen Türk müsün, neden kustun’
diye çıkıştı.. Cesede işkence etmenin nedeni ise insanları savaşa motive etmek.
Gerilla ne olursa olsun, itirafçı değilse askerin elinden sağ çıkamazdı..
“BİZE YEMEK VEREN KÖYÜ YAKMAYA GİTTİK”
Gabar’da bir köy yakma olayına tanık oldum. Bize verilen
yemek yeterli değildi.. Birkaç tane koruculuğu kabul etmeyen ve köyünü de terk
etmeyen yerler vardı.. Bu tip köyler her türlü şiddetin hedefiydi. Amaç
köylerin boşaltılmasını sağlamaktı. Askerde yeterli yiyecek almadığımız için
köye gitme kararı aldık birkaç kişi. Gittik, bir yandan da korkuyoruz, diğer
askerler bunu bilse devrecilikten dolayı bize eziyet çektirebilir. Ama o kadar
yürüyoruz, yemek yetmiyor, köyde de bal var, badem var.. Geldik, baktık bir
ihtiyar amca bekliyor, parasıyla badem ve bal almak istediğimizi söyledik
amcaya.. Adam, tamam veririm ama bizden olsun, parayı almayız dedi.. O kadar
eziyet görmüş askerden hala bunu diyor.. Bunu korkudan demiyor, adam korkuyu
filan aşmış her gün eziyet görüyor zaten, ona rağmen bizden para almayacağını
söyledi. Olmaz deyip illa parayı uzattık.. O da tamam ama o zaman bir çorap
verecem size diye örme bir çorap verdi bize..
“BU YAPTIĞIMIZ NE?”
O akşam askeriyede toplantı oldu. O köy için karar alınmış,
neler neler yapılmış, insanlar gitmemiş köyden. Dediler ki yarın bu köyü
boşaltacağız, bunlar teröristlere yardım ediyor. O gün bal ve badem aldığımız
ve bize çorap hediye edilen köy. Mantıklı düşününce etrafı komple sarılı bir
köy, kimseye yardım edemezler zaten… Ertesi gün köye gittik, az çok hukuksal
bir şey bekliyorsun, filmlerdeki gibi… ‘Sizden rica etsem köyü boşaltır
mısınız’ demek gibi, Mahsun Kırmızıgül’ün filmindeki gibi. Bir baktık pat küt
sesler geliyor, önceki tim içeri girmiş insanları tekme tokat dövüyor,
eşyalarını kırıyorlar. Ben dedim ki dünkü ihtiyar adamı bulup koruyayım.. Yirmi
senelik ırkçılığıma rağmen adama bakıyorum orada.. Baktım adam yok, evi ateşe
verilmiş, bize verdiği çorap gibi bir çorap daha vardı evinde asılı, o da alevler
içinde.. İnsanlar ağlıyor, bağırıyor, dayak altındalar… Ben orada bunları
gördüm, insanların dövüle dövüle çıkartıldığını da gördüm.. Orada bu işi
yapanlar yaptıklarının ne kadar kötü olduğunu biliyorlar. O yüzden her akşam
insanları toplayıp biz bunları yaptık çünkü bu insanlar şöyle kötü, böyle
yaptılar deyip duruyorlar. Çünkü orada tereddüte düşüyorsun, ‘bu yaptığımız ne’
diye..
“ÜLKÜCÜLER KAHRAMANIMDI”
Ben Samsun Bafra’da büyüdüm, bir sürü solcu, devrimci
vuran abiler bizim kahramanımızdı, biz hayrandık onlara. Yaşar abi vardı
ülkücü, hayranıydık. Polisle de çatışıyorlardı… Bir kere onların çatışmasının
arasına girdim çocukken beni çıkardı oradan.. Benim kahramanım olmuştu. Bu
abileri mahalleyi savunuyor diye görüp hayrandık hepimiz. Ne bilelim solcuları
öldürüp, ardından gelen polislerle de çatışıyorlar. O anlayışla ben okulda,
camide, her yerde onları aradım. Camilerde sürekli Kürtlere küfür ediliyordu,
okulda ırkçı hocalarımız vardı. Ve biz göğsümüzü gererdik..
En son yaralanma anında kalmıştık, sonra ne oldu..
Dinlendim, biraz kendime geldim, buradan çıkamazsam
gerilla beni bulup öldürür, ben buradan çıkayım ve bizimkileri bekleyeyim
dedim.. Dereyi bile sürüne sürüne geçtim, yürüyemiyordum… Dere yatağının
kenarında bir ev vardı. ‘Buraya gireyim’ dedim, orada dinlendim, boşaltılmış
bir köy eviydi. Hiçbir şeylerini alamadan gitmişlerdir onu biliyorum, üstüme
elbise bulayım diye girdim.. Yağmur yağıyordu… İçerideyken kapı sesi duydum.
Ben hemen bombaları elime aldım. Daha hiç canlı gerilla görmemişim. Benim
gözler büyüdü, el bombalarını hazırladım. Kapı yavaşça açıldı. Baktım kedi.
Dedim ki ben çıkayım buradan bu böyle olmayacak. Oradan çıkıp mağara gibi küçük
bir yer buldum, birinci gün öyle bitti, ikinci gün akşam hava kararırken kan
kaybından bayılmışım..
Gerillalar da orada yemek yiyecekmiş. Bir kadın gerilla
ateş için çalı çırpı toplarken beni baygın olarak buluyor. Künyemi de görüyor
boynumda, asker olduğumu anlıyor. Aşağıya seslenmeden önce beni uyandırdı sonra
aşağı seslendi. Aslında yapmaması lazım, üzerimde bombalar var, önce onları
alması lazımdı. Uyandım baktım kadın, burada ne işi var, üzerimde de bombalar
filan var.. Elimi kaldırayım dedim kalkmıyor… Aşağıdan diğer gerillalar koşup
gelip üzerimdeki bombaları aldılar.. Kendimde olsaydım, kolumu kaldırabilseydim
patlatacaktım bombaları..
“TEDAVİ KABUL ETMEDİM, YEMEKLERİNİ YEMEDİM”
Beni alanlar üç takım gerilla idi, yaklaşık 60 kişilik
bir guruptu. Irak sınırına yakın bir bölgede. Aşağı indirdiler beni.. Tedavi
önerdiler ama ben kabul etmedim. Yemek ister misin dediler, kabul etmedim
yemeklerini yemeyi. Birliğin doktoru geldi, pansumana izin vermedim
yaralarıma.. Onlar benim savaş esiri olduğumu uluslararası sözleşmelere uygun
davranacaklarını söylediler.. O arada ben bayılmışım, fırsat bu fırsat hemen
pansuman yapıp kan durdurucu iğnelerden yapmışlar.. Kendime gelince dedim ki
bunlar benden işkence ile bilgi almaya çalışacaklar. Hiç iyi bir şey
beklemiyordum onlardan. Çünkü sen hiçbir hukuka uygun davranmamışsın, karşı
taraftan da aynısını bekliyorsun. Dedim bunlar beni parça parça yapacaklar
kesin..
Benden bir ay önce asteğmen alınmış rehin, bir de ben
olunca iki kişi olduk.. Önceden alınanları da devlet sonra pişman etmek için
her şeyi yapmış. Astsubay’a mesela yapmadıklarını bırakmamışlar. Yener Soylu,
sonra kitap yazdı hatta, o da çoluk çocuğunu alıp Avrupa’ya yerleşmiş.
Bir süre sonra röportaja gelenler oldu oraya, mesela
annelere çağrı yapıyorum, içiniz rahat olsun diye, orayı kesiyorlar. Benimle o
zaman röportaj yapanlar çoğunu eksik verdiler.
‘KÜRTLERİ DÖVERDİK, NE OLDU SANA?’
‘Terörle mücadele’ etmeye giden bir komando iken, yakında
Yannis Vasilis olacaksın, bu süreç nasıl gelişti?
Valla ben bile şaşırdım buna. Bana otuz sene önce ileride
Rum olacağımı söyleseler, küfrederdim onlara. Bizim Samsun Bafra’da Kürtler en
ağır, en kötü işleri yaparlar ve bizde ırkçılık çok fazladır. Birçok kez
gençken Kürt gençlerini dövdüğümüz oldu.. Ben bu süreci yaşadıktan sonra bana
bir arkadaşım, ‘ya biz seninle Kürtleri döverdik, ne oldu sana?’ dedi.. Ben
dedim o zaman çocuktuk, ne yaptığımızı bilmiyorduk.. Böyle bir düşünceden bu
hale geldim.
Bende bu çelişkileri başlatan şey şu… Yirmi senelik bir ezber
varken, iki buçuk aylık bir savaş sürecinde o yirmi sene ile hesaplaştım.
İnsanlara savaş suçu olacak şekilde kötü davranmayı, köy yakmaları veri olarak
aldım. Ama bunları sonuçlandıramıyordum. Sonra gerillanın eline düştüm. Onların
dediklerini de oyun ve propaganda olarak algıladım önce. Bana oyun oynuyor
bunlar diye düşündüm. Gerillada sorumlu biri konuşup duruyordu. Ben hiç
dinlemiyordum, teröristi ne dinleyeceğim, kaçabilir miyim ona bakıyorum.
Bir yandan da halı içinde bir ceset var orada ateşin yanında.
Ona bakıyorum… Ölmüş bir gerillayı kendi şehitliklerine gömüyorlar. İki günlük
yol boyunca o gerilla cenazesiyle Güney’e indim. Bir katırda yaralı olan ben,
diğer katırda gerilla cenazesi, iki gün boyunca gittik.
Oyun oynayabilirsin ama bunu nasıl devam ettirirsin..
Bana ne zaman işkence yapacaklar diye bekledim günlerce… Yanımda ölmüş
arkadaşları var ve bana nefretle yaklaşmıyorlardı. O yol, Güney’e geçene kadar
gördüğüm davranışlar, beni dönüştürdü.
Oradayken İsmail Beşikçi’nin bir kitabını okumuştum,
‘Bilim Yöntemi’ diye, o da etkiledi beni. Onun dışında diğer kitaplar beni
etkilemedi, onlar hikaye idi.. Beni etkileyen asıl şey bana davranışları ve
kendi aralarındaki sosyal ilişkileri idi. Bizim kendi aramızda seksen tane ayak
oyunumuz var. Bi bakıyorsun orda kimse kimseye dalavere yapmıyor, küfür
etmiyor, arkasından konuşmuyor. Ben orayı darmadağın, şimdiki IŞİD gibi bir
güruh olarak görüyordum.
Dönüşüm sürecin ne kadar sürdü?
Sekiz ay… Sence sekiz ay uzun mu?… Yirmi sene işte sekiz
ayda değişti, yirmi senenin yanında sekiz ay nedir ki… Sekiz ay sonra sistemin
dışına çıkmıştım. Haftanin kampında bir tane daha esir askerle birlikteydik…
İyiyim diyorsun, köy yakıyorsun, işkence yapıyorsun,
ölüsünü de parçalıyorsun. Adama kötü diyorsun, adam seni alıyor iyi davranıyor.
Askerleri esir alınca direk Kızılhaç’a bildiriyorlar.
Kızılay’a bildiremiyorlar çünkü adamların umurunda değil.. Kızılay devletin
kurumu değil aslında, bağımsızdır, sivildir, Kızılhaç’tan alır yönetmeliğini.
Yedinci maddesi esirlerle temasa geçmekle ilgilidir. Onu oradan kurtarıp
isterse kendi ülkesine, istemezse başka bir ülkeye iletmesi ile ilgili
yükümlüdür. Ama bizdeki devletin kurumu gibi davranıyor.. Birinci haftada
Kızılhaç’ı çağırdılar gelip benim sağlık durumuma baktılar, bana kağıt verip
ayrıntılı bir şekilde durumumu iletmemi sağladılar. Seni kim yaraladı,
alındıktan sonra sana nasıl davranıldı vs.
2 sene 3 ay orada kaldım ben.. Artık böyle devam
edemeyeceğimi anladım. Bu zengin coğrafya tek tipleştirilmeye çalışılmış ama
bunun olamayacağını gördüm orada.
Zaman zaman ailelerimize mektup yazabiliyor, telefon
edebiliyorduk. Esirliğimin üçüncü ayında babamı aradım.. Böyle böyle dedim,
annem inanmadı, sonra bayılmış, babam aldı telefonu, ona böyle bir durum var
diye anlattım. İnsan hakları şubesine gidin, askerlik şubesine gidin ve benim
durumumu sorun dedim.. Ben önceden arayıp anne ben dağa çatışmaya gidiyorum,
altı yedi ay haber alamazsın merak etme demiştim, o yüzden onlar da hiç
sormamış.. Devlet de hiçbir şey söylemiyor aileme.
Devlet PKK’yi iyi tanıyor. Onlara esir alınan kişilerin
mutlaka dönüşeceğini biliyor, ben hiç olumsuz döneni görmedim.
Askerlik şubesi bilgi veremeyeceğini söylüyor, babam
sonra Türk mafyasına gidiyor, onlar da Kürt mafyasına gidip beni kurtarırlar
diye düşünüyorlar. Emekli de olmuş yeni, onlara para yediriyorlar. Amcamın
Ankara’da genel kurmayda tanıdığı subay var, onunla konuşmaya gidiyorlar. Başka
bir adam geliyor onun yerine, babam ‘bize hiç bilgi verilmiyor, oğlumun savaşa
gittiğini bile kabul etmiyorsunuz’ diyor. Adam ‘amca biz sizi biliyoruz,
Rum’sunuz zaten, PKK’li Rumlar deriz, bunu söylersek siz kötü duruma
düşersiniz, bu işi kurcalamayın’ diyor..
Baban ne hissediyor?
Bi şey diyemiyor… Onlar dönme olduklarını biliyorlar ama
artık Türk hissediyorlar, kendilerini Türk gördükleri için devletin de öyle
göreceğini zannediyorlar ama işte devlet unutmuyor.
Bana da gazeteciler söyledi, Namık Durukan filan gelip
gidiyordu sürekli… Biz onlara mektup veriyorduk, onu götürüp ailemden haberleri
getiriyorlardı.. Bu haberi sekiz veya dokuzuncu ayda aldım, yani Rum kökenli
olduğumun aileme söylendiğini, bu işi kurcalamayın dendiğini. Gazeteciler
ailemle röportaj yaparken öğrenmiş, bana aktardılar.
Türklük için savaşırken Rum olduğunu öğrendin. Nasıl bir
duyguydu?
Artık kafam değişmişti, bu da bana denilenin doğrulanması
oldu. Asker ne derse yalan çıktı, diğer taraf ne derse hayat onları doğrulattı.
Ben bunları okuyarak değil, edimlerimle, devletin yaptıklarıyla, gerillanın
yaşam biçimiyle öğrendim..
Peki bu kafa ile neden döndün Türkiye’ye, senin canın
bunlardan sonra tehlikede değil miydi?
Barışa katkım olsun dedim. Bırakılınca bir minibüs bir
Mercedes’le yola çıktık, ben Mercedes’teyim, diğer dolmuşta askerler var,
kollarıma siviller girdi. İstihbarata götürüp harita üzerinde bilgi istediler,
‘her şeyi biliyorsunuz ne soruyorsunuz’ diye bilgi vermedim. Sonra Diyarbakır
DGM’ye çıkardılar.. Hakim dedi ki ‘ben de Karadenizliyim, anlat bakalım İbrahim
ne oldu sana?’ Ben tam başladım ‘bu süreçte…’ diye, hakim bağırmaya başladı,
‘vatan haini, ne biçim Karadenizlisin, PKK’lı ağzıyla konuşuyorsun’ diye…
“Süreç lafını PKK’lılar kullanır. ‘PeKeKe diye teröristler kullanır” dedi.
Sürekli hakaret, küfür… Ben de mahkemeye hiç hiyerarşik yaklaşmayıp her
dediğini bildiğim gibi açıkça cevapladım. Adam astsubayı çağırdı, ‘hemen bunu
alın, içeride iyi bakın buna’ dedi… Ben tabii bunun mesaj olduğunu anlamadım o
zaman..
İçeri girer girmez üzerime atladılar, vurmaya
başladılar.. Beni örgüt propagandası yapmaktan ve askeri firardan tutukladılar.
Hakkımda bir sürü ifade tutmuşlar, kaçtığımı iddia ediyorlar. Halbuki ben
vurulmuşum, onları beklemişim… İkinci gün gerillanın eline düştüğümü Kızılhaç
belgelerinden biliyorlar. Yedi gün birlikten ayrı kalmalısın ki firar olsun,
sonra düştü tabii, bunu hukuki olarak ispatlayamadılar.
Hapiste 3,5 ay boyunca dayak yemekten göğüs kafesim
incindi, suçlamayı örgüt propagandasından örgüt üyeliğine dönüştürdüler.
Tutuksuz yargılanmak üzere tahliye edildim. Bu mahkeme 2013’e kadar devam etti
ve beraat aldım. Bu arada ben gittikçe netleştim. Devletin saldırıları ile bu
sistemin nasıl olduğunu kendi yaşamımda öğrendim.
İADE-İ KİMLİK ZAMANI
Peki Yannis Vasilis olma kararını nasıl aldın?
İsmimi değiştirme istemim kardeş ve komşu halka, Türk
halkına düşmanlık değil. Bu tamamen kendi hakkımı almak, iade-i kimlik
amaçlıdır.
Bunun için mahkemeye başvurdum. Bunu da parayla
yapıyoruz. İsim düzeltme mahkemesi. Benim normalde bunu yapmadan
değiştirebilmem lazım. Bu evrensel bir hak, bunu kısıtlayamazsın. Ama bizim
gibi ülkelerde Türki kimliğin dışında bir isim almak isteyince sana özel zorluk
çıkarıyorlar. Normalde kimseyi şahit göstermeden bana bu hakkı vermeleri lazım…
Benden iki şahit istiyorlar. Benim Rum kökenli olduğumu bilen dostlarım bu
şahitliği yapmayı kabul ettiler..
Nüfus kütüğünü araştırmaya kalktığında da engellemeler
getiriliyor. Geçmişimi araştırmak isterken devletin bunu kolaylaştırması
gerekiyor ama en fazla iki kuşak ötesine gidebiliyorsun… Sen, baban ve deden. O
zaman ben de babamı götürdüm ve onun babası ve dedesine kadar uzanabildik.
Dedemin babasının ismi Konstantin imiş.. Bafra’nın Asar
mahallesinin köyleri var. Yayla mahallesinde devletin saldırarak oradaki Rum
halkını öldürdüğü devletin arşivinde de var. Dedemin babası Konstantin orada
öldürülüyor ve henüz 3 yaşındaki dedemi de Rum yetimhanesi yerine bir aileye
veriyorlar. Bunların benzeri Dersim ve Ermeni katliamlarında da yapılıyor,
yetim çocukları çeşitli ailelere veriyorlar. 1908’de daha sonra dedem olacak
olan bu çocuğu alan aile ona Mehmet ismini veriyor. Kendi soyadlarını
vermiyorlar nedense, geldiği yerin mahallesinden kaynaklı soy ismini Yaylalı
yapıyorlar.
Mehmet deden belki de hiç bilmiyor Rum olduğunu.. Baban
peki?
Onlara halam söylüyor.. Amcam mesela bize yalanlar
uydururdu, büyük dedemiz savaşa gitmiş, kurtuluş savaşına falan filan…
Babanın adı ne?
Yavuz… Hep katil isimleri vermişler..
Peki neden Yannis Vasilis adını almak istiyorsun, özel
bir sebebi var mı isim seçimi olarak?
Yannis’i telaffuz olarak seviyorum. Vasilis ise Karadeniz
Rumlarında etkili, oradaki Rumların saldırılara karşı kendini savunması için
ilk partizan örgütlenmeleri yapan kişi.. Aslında ‘Vasilis’ Kral demek, köken
olarak karşısındayım tabii bunun. Ama bu ismi taşıyan kişinin değerleri için
seçtim bu ismi..
Bana İbrahim de diyebilirler, Yannis de diyebilirler.
Benim derdim, böyle bir sürü insan var, ama korkularından dolayı açığa çıkmak
istemiyorlar. Onlara cesaret vermek istiyorum. Ben insanlar milliyetçilik
yapsın demiyorum ama insanlar değerlerine ve kimliklerine sahip çıksınlar. Türk
halkına yapılanlar da adil değil. Sürekli ezen ulus psikolojisini sabit tutmaya
çalışıyorlar. Herkes kendi kültürüne sahip çıkarsa o zaman belki bu sistemin
dayattığı tek tip kimliği aşabiliriz. Benim derdim bu.
Şimdi Roboski’ye yerleştin ve oradan barış mücadelesi
yürütmeye çalışıyorsun. Peki Yannis Vasilis yerine İbrahim Yaylalı’nın
Roboski’de olması daha iyi olmaz mıydı? Zaten Rumları baş düşman olarak
göstermeye çalışıyorlar, “Yannis Vasilis Roboski’yi karıştırmak için oraya
yerleşti” demesinler?
Roboski’yi geçerken sekiz bölge var, ben İbrahimken de
oradan zorla geçiyorum zaten, Yannis iken nasıl olacak tavırları ben de merak
ediyorum.
(http://devrimcikaradeniz.com/turkluk-icin-savasirken-rum-oldugunu-ogrendi/)