dhkp-c’nin genel siyasal hattı, her türlü özgürlükçü eğilim ve çabayı, hem topluma yönelik politikalarında hem de iç ilişkilerinde dışla...
dhkp-c’nin genel siyasal hattı, her türlü özgürlükçü eğilim ve çabayı, hem topluma yönelik politikalarında hem de iç ilişkilerinde dışladığı için ve kendi dışındaki gruplara karşı sekterliğiyle benim açımdan kabul edilemez bir çizgi. ama şunun da farkındayım. türkiye’de bu hareket kadar özgürlükçülük karşıtı başka hareketler var, söylemleri özgürlükçü olup bunu örgüt içi eğitiminin, teamüllerinin bir parçası haline getirmeyen yapılar var, taş çatlasa on yıl önce benzer şekilde düşünüp dışsal etmenlerin etkisiyle özgürlükçü fikirleri söylemine katanlar var… ama cezaevleri ve gecekondu mahallelerinde barınma hakkı gibi konularda bu çizginin önemli adımlar attığını göz ardı etmek adil olmaz.
kitle derken?
tebessümle hatırlayanlar olacaktır, 1980 öncesi, zamanın en küçük gruplarından olan (ikinci) türkiye işçi partisi, zamanın en büyük gruplarından olan devrimci yol hareketini, faşizme karşı silahlı direniş hattı sebebiyle, goşist ve kitlelerden kopuk olduğu iddiasıyla eleştirirdi. benzer bir tutum bugün cephe ile ilgili de söz konusu. türkiye’de de, sistemle çelişkisi, huzurunu bozmayı göze almasına sebep olmayacak olan emekçiler var. ama ülkeyi, “kitleleri” onlardan ibaret saymak, onların endişelerini bir politik hat olarak sunmak doğru mu? ekmekleri tehlikede olan, mahallelerine, gecekondularına ve onurlarına göz dikilmiş yoksul alevi emekçilerin bir kesiminin cephe’nin kendilerini ifade ettiğini, yüreklerini soğuttuğunu hissettiklerini görmek için mitinglerdeki kortejlere şöyle bir bakmak yeterli olabilir bence. ama tabii bu ilgi, bu hareketin bütün çizgisini mutlak doğru ve kabul edilebilir hale getirmiyor. devrimci eylem sırtını yasladığı kitlelerin bilinç düzeyini, ideolojisini, hatta alışkanlıklarını hesaba katar. ama devrimci bir yapı, işleyişiyle, karar mekanizmaları tepeden aşağıya örgütlenen burjuva siyasetinden farklılaşmalı, manevi yanını, dini vb motiflerden uzakta inşa etmeli. cephe, bu açıdan çok sorunlu pratikler sergiledi. öte yandan, daha güçlü gruplar, örneğin kürt hareketi tarafından yapıldığında meşru sayılan bazı eylem ve kampanyaların cephe yaptığı zaman ağır eleştiri konusu olması da, yaygın bir ikiyüzlülük pratiği olarak karşımızda duruyor.
konuyu uzatmayacağım, dhkp-c’nin genel çizgisini ve birçok eylemini tasvip etmem mümkün değil. ama bu yazının amacı bu grubu değerlendirmek değil, çağlayan eylemi ve bu eylemin değerlendirilişi üzerine sorular sormak.
şunu hatırlatmak isterim. sol siyaset, son zamanlarda sık sık iddia edildiği gibi iki alanla -seçim ve sokak- sınırlı değil. (bu iddia çerçevesinde hdp’nin “meclis” kutucuğuna yazılması da bir başka tebessüm kaynağı; bırakın sokağı, dağa çıkmış bir hareketten söz ediliyor.) tarihte, yolu silahlı mücadeleden geçmeyen devrim olmadı, aynı şey ulusal kurtuluş hareketleri için de söylenebilir. bilmiyorum hatırlatmaya gerek var mı, devrimci eylem, direnişten ya da savunmadan ibaret olamaz. herhangi bir devrimi, kendisinden daha güçlü ve kalabalık güvenlik güçlerinin gaz fişeği, plastik/gerçek mermileri karşısına toz maskeleriyle çıkan kitlelerin gerçekleştirmesi mümkün mü?
deniz gezmiş, mahir çayan, ulrike meinhof taş mı attı?
malum, mahir çayan, deniz gezmiş, che guevara, ulrike meinhof gibi silahlı mücadele vermiş isimler büyük sempati topluyor. fakat isimlerin kitapları, yazıları, hayatları ve mücadeleleriyle ilgili bilgiler aynı rağbeti görmüyor; bu devrimciler, güzel cümleler, kahramanlık anları ve şık fotoğraflar olarak ele alınıyor. o kültleştirilen isimlerin bizzat formüle ettiği bir mücadele çizgisine ana akım medyanın ürettiği argümanlarla yaklaşılıyor.
silahsız hata olmaz mı?
silahlı bir eylem, amacının dışında sonuçlara yol açabilir ama bu sadece silahlı eylemler için mi geçerli? örneğin, suriye’de esad’a karşı çıkmak gibi halis bir niyetle yola koyulup islamcı çetelerden özgürlükçü hareket çıkartanların bu tahlillerinin hesap etmedikleri sonuçları olmadığını söyleyebilir miyiz? ya da tam aksi yönde, islamcı çetelerle mücadele için esad’a haziranımızın “boyun eğme” flamasını armağan etmek, verenin niyetinden bağımsız olarak, onu kitlelerin gözünde aklamamış mıdır? peki, yetmez ama evet’çilerin, yaşadıklarımızda hiçbir sorumluluğu olmadığını iddia edebilir miyiz? bir adım daha atıp düşünelim, avrupa’da kimi sol hareketlerin islamofobi konusundaki haklı endişeleri, islamcı çeteleri destekleyen görüşlere evrilmek üzere hiç mi manipüle edilmemiştir? örnekler çoğaltılabilir. hiçbir politik eğilim ve hareket yönlendirilmekten, manipülasyondan, hatalardan, hatta acımasızlıktan muaf değil. öyleyse yukarıda anılanlar da dahil pek çok hatanın çemberinden, tek bir özeleştiri bile vermeden geçmiş olanlar neden bu kadar sert ve uzlaşmaz biçimde çağlayan eyleminin karşısında durdu?
elvan ailesinin avukatı oya aslan, ayça söylemez’le yaptığı görüşmede savcı mehmet kiraz’ın eğilimini bilal’e anlatır gibi anlatmış. fakat bu röportajdan önce bile, bu hükümetin bir savcıyı değiştirmek ya da elimine etmek istediğinde adalet bakanlığı’na değil de bir sol örgüte başvurmaya ihtiyacı olduğuna inanılmasına ne sebep olabiliyor? bunu, komplo teorilerinin siyaset teorisinden daha fazla okunmasıyla açıklamak mümkün mü?
diğer yandan cephe’nin bugüne kadar gerçekten tartışılabilir çok eylemi oldu. neden örneğin taksim, vatan değil de, çağlayan eyleminin üzerinde bu kadar duruluyor?
dhkp-c’nin -diyelim ki bütün iddialar doğru olsun- zaafları, hakkındaki soru işaretleri bu eylemi değerlendirmenin tek aracı olamaz. bir eylemi değerlendirmek için belirli kıstaslar var. derdini iyi anlatabilmeli, genel kamuoyu açısından haklılığı açık olmalı, mümkün olan en az zararla son bulmalı, talepler, açıklamalar ve yöntem belirli bir siyasal bilinci ve olgunluğu yansıtmalı, sistemin ideolojik aygıtlarının üzerini örttüğü siyasal gerçekleri gözler önüne sermekte mahir olmalı, zamanlaması ve gündemi ne yönde değiştireceği tartılmalı, arkasından gelecek saldırı dalgasını göğüslemenin koşulları yaratılmış olmalı.
bu kriterlerle değerlendirildiğinde çağlayan eyleminin başarılı olduğunu düşünüyorum. berkin elvan’ın katillerinin açıklanması ve yargılanması için bir yıldan fazladır gösteriler, eylemler yapılıyor ve bunlar her seferinde ağır şiddetle karşılaşıyor. isimler ancak iki eylemcinin silahla savcının odasına girdiğinde kamuoyuyla paylaşılabiliyor. katillerin açıklanması talebi son derece mantıklı ve adil. bütün demagoji ve yalanlara rağmen, eylemcilerin savcıyı öldürmemek için çabaladığı ortada (örneğin müzakere süresini uzatmaları), bütün operasyonu kaydedebilmeleri başarılı, gençlikleri ve acemilikleri konuşmalarına yansıdı tabii ama naiflikleriyle bile kamuoyunun sevgisini kazandıkları öldükleri gece, birkaç mahallenin ayağa kalkmasından, twitter’da tt olan “biz de sizi seviyoruz”dan bile belli değil mi?
bu eylemin ardından gelen baskı dalgası, eylemin bunun için bir bahane oluşturduğu tezini güçlendirdi. ama mesela, gezi direnişi de, bir baskı dalgasına yol açmadı mı? bu herhangi bir eylemden, kalkışmadan vazgeçmek için bir sebep olabilir mi?
evet bu eylem, bugün çoğu solcunun seçimde akp’yi geriletme merkezli gündeminin dışında bir yerde duruyor. ama bir yandan da, rastgele bir örnek olarak veriyorum, kp’nin seçime katılması da aynı gündemden bağımsız gibi görünmüyor mu? aradaki en önemli fark, cephe eyleminin gündemi bir süreliğine bile olsa belirlemesi değil mi? buna hata diyebilir miyiz? şu açık, devlet başka bir tutum izleseydi savcı mehmet kiraz da, iki eylemci de hayatta olurdu. bizim için tek bir insanın, tek bir kedinin, kuşun hayatı bile değerlidir ve bu anlamda, iki “terörist”i “ölü ele geçirmek” için savcısını feda edenlerden farklı bir yerde duruyoruz. ama bu eylem, çok geniş bir kesime bunu düşündürtmedi mi? mahir çayan’ın ifadesiyle, “suni denge”yi kırmadıkları, hiç akla gelmeyecek bir işin kolaylıkla yapılabilir olduğunu, bu anlamda, uzak gibi görünen bir ihtimalin o kadar da uzak olmayabileceğini göstermedikleri söylenebilir mi? çağlayan eyleminin topladığı tepkinin, üretilen teorilerin temelinde bu yatıyor bence, cephe’nin en başarılı, en ilham verici eylemi olması. çünkü bu mümkün ve gerekliyse, bugün mümkün olanlarla yetinmek mi gerekir?
bence bu eylem, sadece siyasal hattındaki hatalar yüzünden değil, tabanının sınıfsal konumu ve gücünün sınırlılığı nedeniyle kolayca “harcanabilen” cephe’ye vurmanın aracı değil, yeni bir hattı tartışmanın fırsatı olarak görmek daha doğru. AYŞE DÜZKAN-SENDİKA.ORG