Sabri Ok: "Türkiye’de faşist baskılar sürerken Kürt sorunu çözülmez"
Kandil’de KCK Yürütme Konseyi Üyesi Sabri Ok ile yaptığımız iki bölümlük söyleşinin ikinci bölümünde HDP’nin seçim sürecindeki rolü ve sol içinde Kürt hareketine ilişkin en çok tartışılan konulardan Gezi’deki tutum, Anayasa için AKP ile uzlaşılıp uzlaşılmayacağı, laiklik ve antiemperyalizm meselelerini konuştuk.
“AKP’nin en büyük kaygısı Gezi ruhu ile serhıldanların birleşmesi” diyen Sabri Ok sorularımızı yanıtladı:
Kürt hareketi parlamenter mücadeleye nasıl bir rol atfediyor? HDP barajı aşarsa ne olur, aşamazsa ne olur? İç Güvenlik Paketi’nin geçişi ve baskıların tırmanışı konusunda Kandil ne düşünüyor? Seçimden sonra Anayasa konusunda bir AKP-HDP uzlaşması olur mu? Hareketin laiklik konusundaki tutumu ne, dinsel grupları kapsayan etkinlik ve örgütlenmelerin hedefi ne? Emperyalizm karşısında tutumları ne? Kobane’nin yeniden inşası konusunda ne düşünüyorlar?
Aşağıdaki uzun söyleşide Sabri Ok’un bu sorulara somut mücadele gündemleri üzerinden verdiği yanıtları bulacaksınız.
(Editörün notu: Röportajı edit ederken mümkün mertebe konuşma dilini bozmamaya, olduğu gibi aktarmaya çalıştık. Yalnızca, sözlü olarak dinlerken jest ve mimiklerin tamamlayıcılığıyla anlaşılabilen ancak yazıya aktarıldığında anlaşılması güç olan cümleler üzerinde kimi düzeltmeler yaptık.)
Sendika.Org: 2015 seçimleri egemen siyaset aktörleri açısından da toplumsal muhalefet açısından da çok kritik bulunuyor. Erdoğan’ın en son AKP seçim beyannamesine de yansıyan başkanlık hedefi var, iktidarının varlığını ve sürekliliğini korumak üzere, yeni bir anayasa yapma iddiası var. Toplumsal muhalefet açısından da bu bakımdan seçimler kritik bir noktada. HDP ise parti olarak girme kararı ile Meclis aritmetiği açısından hiç olmadığı kadar kilit bir pozisyonda duruyor. Ve bu kritik seçimlerle ilişkin sürekli çeşitli senaryolar yazılıyor. HDP barajı geçemezse Türkiye’nin geleceğine ilişkin nasıl bir süreç olacak? İkincisi de barajı geçerse nasıl bir siyasi tablo oluşacak? Sizin iki duruma ilişkin öngörüleriniz nedir?
Sabri Ok: Bizce önderliğimizin Dolmabahçe’de okunan o on maddelik müzakere çerçevesi, Newroz’da okunan deklarasyonu çokönemliydi. AKP köklü bir zihniyet değişikliğine gidebilseydi, üzerindeki toplumsal, devrimci baskıyı hissedip kendisini mecbur kılabilseydi… Ben önemli olacağını düşünüyordum. Bu da bir mücadeleydi. Fakat AKP’nin zihniyeti, bulunduğu nokta buna pek geleceğe benzemiyor.
HDP kimden oy alarak parlamentoya gittiğini bilerek siyaset yapacak
Seçimlerde hakikaten HDP’nin rolü önemlidir. Şundan, CHP yüzde 25 değil de yüzde 30 alsa da AKP iktidardır. Bir değişiklik olmayacak. MHP oylarını yükseltse yine öyle. Fakat HDP barajı aşarsa AKP’nin kaderi değişiyor. AKP’nin bu seçimlerde güçlenerek çıkması ya da tek başına iktidar olamaması ya da olsa bile çok zorlanması HDP’nin seçimlerde alacağı sonuçlara bağlı. Bu açıdan çok önemli. Türkiye demokrasi güçleri, sosyalist hareketi açısından da mücadele alanlarının açılması, toplumda özgüvenin artması, daha demokratik koşullarda mücadele imkânları gelişebilir. Bu açıdan da önemlidir.
Mesela biz bugün Türkiye’de demokratik siyaset alanının olduğunu düşünmüyoruz. Sürekli baskılar, tutuklamalar, iç güvenlik paketleri… HDP’nin parlamentoya girmesi demokratik siyaset yolunun açılması açısından da önemlidir.
‘HDP nasıl bir sorumluluk altında olduğunu bilerek siyaset yapacak’
HDP, barajı aşarsa parlamentoda tabii ki bir mücadelesi, duruşu olur. Bu HDP’nin kendi bileşenlerinin bileceği iş. Ama bize göre HDP hangi kaynaktan beslendiğini, toplumun hangi kesimlerinden oy alarak parlamentoya gittiğini, dolayısıyla nasıl bir sorumluluk altında olduğunu bilerek siyaset yapacak. Örneğin demokrasi mücadelesini verecek, emekçilerin mücadelesini verecek. Kadın temsiliyeti yüksek olacak HDP’de. Kadın özgürlük mücadelesini verecek, ekolojik bir politikası olacak, özgürlük mücadelesi verecektir orada HDP. Tabii parlamento içindeki nicelik gücüne göre. Ama niteliksel olarak çok aktif bir siyaset parlamentoda geliştirebilir. Bu önemlidir.
HDP’nin parlamentoya girmesi bir kazanım, bununla demokrasi, sosyalizm gelmeyecek
Şöyle idealize etmiyorum; HDP’nin parlamentoya girmesi Türkiye’ye demokrasinin, sosyalizmin gelmesi, herkesin özgürleşmesi anlamına gelmiyor. Ama önemli bir merhaledir. Türkiye halkları için, devrimci demokrasi güçleri için kazanımdır. Ve HDP orada kendisini parlamentoya taşıyan tüm kesimlere karşı sorumluluklarını bilerek, çok geniş bir perspektifle, çok ilkeli, radikal şekilde bir demokrasi mücadelesi verebilmeli. Parlamentoda yapacağı bu olur. AKP’nin yalanlarını, hilelerini kamuoyuna açıklayabilmeli, dünyaya açıklayabilmeli, Türkiye gerçeğini izah edebilmeli, Türkiye’nin sorunlarının asıl nereden kaynaklandığını izah edebilmeli. Türk devletinin sürekli düşman üreten şoven, ırkçı, faşizan niteliklerini anlatabilmeli. Ama en önemlisi topluma hitap edebilmeli, toplumu örgütleyebilmeli, eğitebilmeli ve toplumun parlamentodaki sesi olmalı; kadınların, gençlerin, inançların, kültürlerin, herkesin…
AKP’nin Kürt sorununu çözemeyeceği 13 yıllık iktidarında görüldü
Bu, süreci nasıl etkiler? AKP’nin parlamentoda nasıl bir sonuç alacağına bağlı. AKP’nin ondan sonra ne düşüneceğine bağlı. Fakat söylüyorum. Kürt sorununu AKP yaratmadı, 100 yıllık sorundur. Dolayısıyla Kürt sorunu AKP ile çözülecek diye de bir şey yoktur. AKP’nin çözemeyeceği 13 yıllık iktidarında görüldü hem de en avantajlı konumdayken. Dolayısıyla parlamentoda da Türkiye’nin demokratikleşmesi, yeni bir demokratik anayasanın yapılması için bunun mücadelesinin verilmesi önemli olacak. Bu bir mücadeledir, bu bir süreçtir.
Ama Türkiye devrimci demokratik hareketi ve Kürt hareketi birleşerek, gücünü ve imkânlarını bir araya getirerek bir hamlesel mücadele geliştirirse Kürt sorunun çözümünün önü açılacak. Parlamento toplumun geliştirdiği demokrasi mücadelesinin karşısında bir ağırlık altına girecek yani kendini buna mecbur hissedecek, bunun mücadelesini vermek gerekiyor.
Ama diyelim ki HDP barajı aşamadı o zamanda da muhtemelen herkes kendi yolunda devam eder. Kürt hareketi kendi doğru bildiği şekilde mücadelesini sürdürür. AKP ya da artık Türk devleti kendi uygun gördüğü şekilde siyasetini götürür.
Biz o zaman da her zamankinden daha fazla Türkiye devrimci sosyalist hareketiyle, aslında büyük özlemimiz olmasına rağmen değişik nedenlerle bir türlü gerçekleştiremediğimiz devrimci, stratejik veya taktik -hepsine açık olmakla birlikte- ortak bir mücadele geliştiririz.
Gezi’nin özeleştirisini verdik, o dönem Kürdistan ayağı zayıf kaldı
Bunun somut örneği ne olabilir, mesela 90’lı yıllarda Kürt hareketi, Kürtler büyük acı çekti ve büyük bir direniş gösterdi. Türkiye’de devrimcilerin büyük bir duyarlılığı vardı ama örgütlülük düzeyi Kürdistan’daki o gelişmeleri karşılayacak durumda değildi. Şimdi bunun zemini ve imkanları var. Mesela Gezi ruhu önemlidir. Gezi’de bir ruh ortaya çıktı, bir direniş gelişti. Fakat o zaman da bizim aramızda da zaman zaman özeleştirisi verilen, zaman zaman değerlendirilen, değişik nedenlerle Kürdistan’daki ayağı zayıf kaldı. Çok önemli bir zamandı ama tam karşılık verilemedi. Bundan sonra Türkiye devrimci hareketi ile Kürt Özgürlük Hareketi’nin Kürdistan’da ve Türkiye’de ortak gündemle gerçekten omuz omuza mücadeleyi yükseltmesi gerekiyor.
Türkiye’de faşist baskılar sürerken Kürt sorunu çözülmez
Bizim iki amacımız var, bir Türkiye’nin demokratikleşmesi bir de Kürt halkının özgürlüğü. Bunun diyalektiği; biri olmadan diğeri olmaz. Şöyle bir şey düşünemiyoruz. Kürt sorunu çözülecek ama Türkiye’de faşizan yasalar, faşist baskılar olacak, Türkiye’de bir değişiklik olmayacak bu mümkün değil. Ya da tersi, Türkiye demokratikleşecek ama Kürt sorunu çözülmeyecek o da mümkün değil, bunlar birbirine bağlıdır. Eş zamanlı paralel çözülecek olan sorunlardır; Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürtlerin statü kazanması. 21.yy’ın bu çeyreğinde Kürtlerin halen özgürlükten ve statüden yoksun yaşamaları bizlerin kabul edebileceği bir şey değil.
Biz Kürtlerin özgürlüğü ve statüsü için her zaman iki seçenek önümüze koyduk. Bir, Türk devleti ile müzakere ve görüşmelerle bu sorunu çözmek. Bu olmazsa Kürt halkı kendi demokratik, devrimci iradesine ve mücadelesine dayanarak kendisi kendi statüsünü kurar, ilan eder, inşa eder.
Müzakere ile çözülmezse, Kürt halkı özgürlüğü ve statüsü için her düzeyde mücadele verir
Aslında şimdi bu noktada bir rol ayrımındayız. Şu anda denemeye çalıştığımız, geliştirdiğimiz müzakereler, görüşmeler yoluyla siyaset yoluyla bu sorunu çözmek ama AKP buna gelmezse, bunda tıkanma olursa, seçim sonrasında Kürt halkı elbette kendi özgürlüğü ve statüsünü kurmak, ilan etmek ve inşa etmek için mücadelesini her düzeyde geliştirecek. Eğer HDP parlamentoya giremezse toplumun tüm derinliklerinde, ülkenin bütün alanlarında mümkün olduğu ve gücümüzün yettiği kadar daha radikal bir mücadele geliştirmek gerekecek. Bu da Türkiye devrimci hareketi ile birlikte ve omuz omuza yapılacak.
Mücadele sokakta ortaklaşmazsa birkaç vekil ile çok bir şey değişmez
2015 seçimlerinde HDP’nin Meclis aritmetiği açısından kritik bir rol oynadığını söyledik. Haziran İsyanı’nın yarattığı siyasallaşma zemininde, Kobane direnişinin de etkisiyle ya da AKP’yi geriletme hedefiyle HDP’yi sandıkta destekleme eğiliminin de arttığını görüyoruz. Ancak bir de şu gerçek var; neoliberal politikalarla halkın örgütsüzleştirildiği, siyasetin dışına atıldığı, verili Meclis mantığının tamamen göstermelik hale geldiği, ülke politikalarının neredeyse teknokratlar eliyle ya da neoliberal programı yürütmekle işlevli iktidarın tekelinde belirlendiği bir parlamenter sistem var. Diğer yandan Türkiye özelinde Meclis kürsüsünden İçişleri Bakanı’nın Anayasa’yı tanımadığını ilan ettiği, Erdoğan’ın ‘parlamenter sistem bekleme odasında’ diyebildiği bir dönemden geçiyoruz. Meclis’te bağımsız adaylarla sonra grup kurarak var olan bir HDP pratiğini de birlikte yaşadık. İşte en son İç Güvenlik Paketi görüşmelerinde milletvekilleri direndi, slogan da attılar, dayak da yediler. Ancak sokakla buluşmayan bu direniş, paketin geçmesini engelleyemedi. Yine seçim HDP’nin barajı geçmesiyle sonuçlansa dahi HDP’nin parlamentodaki mevcut varlığının yaratacağı aritmetiği de boşa çıkarmak üzere AKP/Erdoğan Anayasayı değiştiremeseler bile mevcut anayasayı da tanımadıklarını ilan ederek fiili başkanlık zorlamasını sürdürebilir. Kürt hareketi asıl gücünü parlamentodan almıyor, ancak Türkiye sosyalist hareketinde temsili siyaseti esas alan, parlamento merkezli hedeflerle siyasi çizgisini belirleme eğilimi de güçlü. Tüm bu manzarada parlamento içinde güçlenmeye ne kadar anlam yüklenilebilir sizce? Toplumsal muhalefet güçlerinin sokakta kuracağı ilişkilerin bu bakımdan anlamı ne olacaktır?
Şüphesiz toplumsal güçler, devrimci demokratik hareketler; aşağıda, sokakta, meydanda halkın içinde mücadelelerini ortaklaştırarak geliştiremezlerse parlamento üstte birkaç milletvekili ile çok fazla bir şey değiştiremez. Parlameto bunun bir aracı, bir mücadele alanıdır. Belki bazı imkanlarla bazı şeyleri deşifre etmek, izah etmek, gündem belirlemek, gündeme katkı sunmak olabilir fakat asıl olan halkın demokratik ve örgütlü gücüdür. Bu olmazsa AKP zaten diktatöryal bir hareket, otoriter bir hareket. Yeri geldiğinde, ihtiyaç duyduğunda elinin tersi ile anayasayı da bir tarafa bırakıp, var olanı bile bir taraf bırakıp bildiğini okumaya açık bir zihniyet var AKP’de. Buna karşı bir mücadele gerekiyor.
İç Güvenlik Paketi’ne karşı yetersiz kalındı
Mesela o İç Güvenlik Paketi tartışmaları sırasında toplum ayağa kalksaydı, bunu mesela Haziran, Gezi olayları gibi bir gelişmeye gerekçe yapsaydı AKP bu rahatlıkla hareket edemezdi. Gündemi biraz gecikmeli takip etme, bir de önemine göre tutum belirleyememe var. Bu bir yetersizlik. Bu bizim cephemizde de görüldü. Belki Kürtler biraz tepki göstermeye çalıştılar birkaç yürüyüş, bazı protestolar ama bunlar süreklilik ve derinlik yakalayamadı. Türkiye’de de bu çok sınırlı oldu. AKP bunun vermiş olduğu rahatlıkla güvenlik paketini meclisten geçirdi.
Bu tür faşizan baskıcı tutumlara, politikalara, yasa girişimlerine karşı aslında toplum ayağa kalmalı. Buna öncülük edecek olan da devrimci güçlerdir. Gündem belirleyebilmeli. AKP’nin her bir yanlışı her bir baskıcı tutumu bir demokratik eylemliliğe, bir serhıldana gerekçe olabilmelidir. Eksik kalındı bu süreçte. Fakat burası Türkiye tabii. Türkiye’nin çok büyük çözülmeyen sorunları var aslında, her bir günü eylem ve mücadele için bir gerekçedir. Bunun için rehavete, rahatlığa, atalete düşmemeliyiz.
Türkiye’nin köklü bir devrime, dönüşüme ihtiyacı var. Hayatın neresine bakarsan bu ihtiyacı görebilirsin Türkiye’de, her gün katledilen kadınlar var. Türkiye’de kadının halen AKP zihniyetinde zaten kabul görmediği, reddedildiği, toplumda da halen ötelendiği, geri planda tutulduğu gerçeği var. Emek alanına, işçilere bakıyorsun. Yaşam koşullarında Soma örneğinden tut, diğer kazalara, ücretlere, örgütlülük ve sendikal mücadeleye kadar eyleme geçmenin gerekçesi çok fazla var. Gençliğe bakıyorsunuz, kapitalizmin pençesine yuvarlanan, liberalizmin insafına bırakılan bir gençliktir. Gençlik çaresiz ve çözümsüz ama muazzam bir potansiyel. Kürt sorunu orada duruyor.
Türkiye devrimi hak etmiştir
Türkiye’de yaşadığın, dokunduğun, hissettiğin her şey bir mücadele gerekçesidir. Burada önemli olan tüm devrimcilerin, demokratların stratejik olabilir, dönemsel olabilir, konjonktürel olabilir ama enerjilerini, birikimlerini, imkanlarını birleştirmeleri ve ortak mücadele vermeleridir. AKP’nin tekelci zihniyetine Türk Devleti’nin üstenci zihniyetine karşı o zaman ortak enerji ile mücadele etmek çok önemli bunu sağlayabilirsek, aslında dünyadaki gelişmeler de buna çok elverişlidir. Ortadoğu’daki gelişmeleri görüyoruz, halklar bir arayış içindedir. Muazzam bir baskı, katliamlar yaşıyorlar.
Türkiye hak etmiştir böyle bir devrimi, böyle bir gelişmeyi. Fakat AKP, CHP’den güç alıyor, muhalefetin olmayışından güç alıyor ve bir de bizim tabi devrimci hareketin, özgürlük hareketinin halen AKP’yi ya güçten tümden düşürme ya da köklü adım atmaya zorlayan bir düzeyde olmamamızdan güç alıyor. Yani biz buna sebep olmamalıyız. Önümüzdeki süreçte çok geniş bir yelpaze ile, aslında çok basit antikapitalist, anti-tekelci tüm güçleri bir araya getirmek önemli. İdeolojik farklılıklar olabilir. Ama şu önemlidir; neoliberal anlayışa ve politikalara karşı ortak bir demokrasi mücadelesi. Bence çok önemli. Bu tam da tüm ezilen kesimlerin, kültürlerin, emekçilerin üzerinde ortaklaşabileceği ortak paydadır. Bunu öne çıkarmak gerekiyor bence.
HDP seçimden sonra AKP ile anlaşacak iddiası üzerine
Daha önce Kandil’den yapılan açıklamalarda bu seçimlerin, yeni anayasanın hangi temelde olacağını belirleyeceğini söylemiştiniz: “Türkiye bir dikta rejimi mi olacak yoksa yüzünü demokrasiye mi dönecek?” AKP’nin hedefi yeni meclisi kurucu irade ilan edip yeni anayasa yapmak. 12 yıldır da bir anayasa masalı dinliyoruz. Her şey olağan gitse HDP meclise girse yine de AKP’nin çoğunluk olacağı bir meclis olacak. Yüzde 10 barajının olduğu, toplumun faşist yasalarla yönetildiği, örgütsüzleştirildiği, AKP zihniyetinin Meclis’te çoğunluk olduğu bu ortamda, HDP meclise girse dahi bu meclisin yeni bir anayasa yapabileceğini düşünüyor musunuz? Çünkü Anayasa yapım süreçleri önemlidir, halkın örgütlü güçlerinin katılımı esastır. Oysa AKP’nin ‘demokrasi’ gibi bir derdi, eğilimi olmadığı açık.
Bu noktada HDP’ye yönelik, destek açıklayanlara yönelik AKP karşıtı söylemi de kullanarak yapılan eleştirilerde şu vurgu öne çıkıyor; “HDP’nin Meclise girmesi AKP’yi geriletmek anlamına geliyor, başkanlık hedefine darbe vuruluyor diyorsunuz ama Meclis’e girerse AKP anayasa masasını HDP ile yani Kürt hareketi ile kuracak. Kürt sorunu merkezli göstermelik bir takım haklar tanınabilecek ama buradan demokratikleşme çıkmayacak.” Bu konuda ne düşünüyorsunuz.
Bir denemesi yapıldı biliyorsunuz geçen yıl. Anayasa Komisyonları kuruldu, anayasa yapılacak diye. Ama bu en baştan tıkandı. Türkiye’nin temel demokratikleşme sorunları gündeme geldiğinde, Kürt sorunu gündeme geldiğinde CHP de bunu reddetti, AKP de reddetti, kalakaldı, çözülmedi. Yeni anayasa bir ihtiyaç. Türkiye’nin demokratikleşmesi açısından bir ihtiyaç. Ama bu nasıl olacak, kim yapacak? AKP yeni bir anayasa istiyor. Ama nasıl istiyor, Erdoğan’ın söylediği gibi 400 milletvekili ile tek başına bir AKP iktidarı dolayısıyla AKP’nin tekelci zihniyetini ve iktidarını meşrulaştıran bir anayasa, hatta deniyor ya Türk tipi. Kendine göre bir yasa, anayasa yapmak isteyecek ama buna imkan ve güçleri yetmeyecek, böyle bir sayısal çoğunluğa ulaşamayacaklar. O zaman parlamentoda yeni bir anayasayı kim yapar? AKP’nin yapmadığı ortada, sayısı ve gücü çok fazlayken yapmadı, MHP’nin durumu ortada, MHP’den bir anayasa çıkmaz. CHP’nin yine geçen yıl üzerinde çalışılan anayasa komisyonlarındaki tutumu biliniyor.
Bu parlamento bileşiminden demokratik anayasa çıkmaz. Yeni bir anayasa devrimin ve mücadelenin baskısıyla oluşabilir
Yani eğer Türk Devleti, Kürt Hareketi ile Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözümü konusunda müzakereye gelmez ve anlaşmaz ise parlamentoda bir anayasa değişikliği olmaz. Bu ancak müzakere ve mücadelenin bir sonucu olabilir. Bunun da çerçevesi Dolmabahçe’de, o on maddede çok genel başlıklarla çizildi. Gerçekten demokratik bir çerçeveydi, perspektifti. Alt başlıkları olacak o ayrı. Ama diyelim Türk Devleti, Özgürlük Hareketi ile böyle bir müzakere ve çözüm sürecine girmez de yeni bir anayasayı kabul etmezse, o zaman şunu bilmek lazım, bu yeni anayasa artık parlamentonun işi değil. Halkın devrimci demokratik iradesinin örgütlenmesine bağlı gelişecek, yoksa olmaz.
Yani toplum örgütlenecek, direnecek, ayaklanacak, kendi demokratik özgür yaşamını örgütleyecek ve artık devlet ve hükümet yeni bir anayasaya kendini mecbur görecek, devrimin ve mücadelenin baskısıyla yeni bir anayasa oluşabilecek, böyle olabilir.
Yoksa mevcut bileşenle, AKP’nin sayısı az ya da çok olabilir, ama mevcut zihniyetle bu parlamentoda, halkların ihtiyaç duyduğu demokratik ve özgür bir anayasa çıkmayacak, bu kesin. HDP bunun mücadelesini verebilir, vermelidir de. Ama parlamento zihniyeti, aritmetiği öyle bir anayasaya imkan vermiyor. Şu koşulla olabilir; eğer AKP, Türk Devleti, Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt sorunu üzerinde müzakereye başlarsa temel ilkelerde, Dolmabahçe’deki temel çerçevede anlaşılırsa, sadece şifahen değil pratikte de gerçekten anlaşırsa, bunun anlamı yeni bir anayasadır. Yeni bir anayasa olmazsa bütün o maddelerin hepsinin ayağı havada kalacak. Olabilir, bu bir müzakere sonucudur, teorik olarak mümkün ama yok, realiteye baktığında öyle bir gelişme görülmüyor. Türkiye’nin demokratikleşmesi yeni bir anayasa ile mümkün. Bunu parlamento yapacak durumda değildir, Türkiye toplumu, Türkiye devrimcileri halkları, Kürt halkı bunu yapmalı, bunun mücadelesini vermelidir.
Kürt hareketinin laiklik konusundaki tutumu üzerine
Türkiye halklarıyla AKP arasındaki çatışmanın bir ekseni de laiklik. AKP’nin dinsel gericiliği temel alması, dinsel referanslarla bir toplumsal/kamusal düzen kurma girişimlerine karşı büyük bir tepki var. Bir yandan da IŞİD gericiliğinin kuşatması Ortadoğu’da genişliyor. AKP sadece Suriye iç savaşında cihatçılara destek vermiyor aynı zamanda bu toplumda dinsel gericiliğin, gerici örgütlenmelerin palazlanması için de zemin sunuyor, mezhepçiliği öne çıkarıyor. Bir dönem önce ordunun, CHP’nin içini boşaltarak savunucusu kesildiği ancak AKP dönemi boyunca yaşananlarla artık öne çıkarmadığı laiklik, Haziran İsyanı’nda aşağıdan, halkların kalkışmasında, toplum düzeninin dinsel gericilikle kurulmasına karşı temel bir talep haline gelerek yeni bir anlam kazandı, mücadelenin içinde yeniden anlamlandırıldı. Kobanê direnişine desteğin büyümesinde de IŞİD gericiliğine karşı mücadele etkili oldu. Ancak yine birtakım eleştiriler var. Özellikle ulusal hareketin stratejisine bağlı olarak geliştirilen taktikler içinde Demokratik İslam Konferansı-Kongresi ya da İslami kesimlerle ittifaklar çeşitli soru işaretleri yaratıyor. Demokratik bir anayasa, yeni bir toplum öngörüsü tartışırken laikliği, AKP iktidarının dinsel gericilikle ilişkisini nasıl tanımlıyor Kürt hareketi?
AKP’nin DAİŞ (IŞİD), Nusra gibi örgütleri stratejik düzeyde destekleyecek kadar kötü bir pozisyonda olduğu bir gerçek. Bunu Rojava politikasında da gördük, Suriye, Irak politikalarında, Ortadoğu politikalarında da görüyoruz, bir mezhep noktasındadır ve gerçekten Selefi ideolojisini, hareketini destekleyen ve bunu böyle aslında sapkın, bir ideolojiyle bağlantısı kurulamayacak IŞİD’i bile destekleyecek kadar mezhep ve iktidara kaptırmış bir zihniyettir AKP. Bu tehlikeli tabii Ortadoğu’da.
Bizim bu noktada anlaşılmamız lazım. Bize göre inançlara doğru bir perspektifle yaklaşmayan hiçbir devrimci hareket sağlıklı bir gelişme gösteremez. Bunu reel sosyalizm pratiğinde de gördük, reel sosyalizmin eski yerlerine bakın kiliseler, camiler, ibadet yerleri hepsi doludur. Oysa “onu çözdük” diye düşünmüşlerdi. Bunu tümden reddetmek mümkün değil. Bu bir kültürdür, inançtır. İnsanlar öyle inanıyorlarsa öyle yaşasınlar. Bu da onların demokratik hakkıdır.
Ortadoğu gibi bir yerde zor olanı gerçekleştirmek gerekiyor
Fakat bunun iktidarlaşması, bunun siyasete dönüştürülmesi ve iktidar unsuruna dönüştürülmesi tehlikelidir. Bir demokratik İslam ve demokratik inanç kültürünün geliştirilmesi, bu mümkündür. Nedir bu? Hem kendi inancını yaşayacaksın hem de demokrasiyi seveceksin, benimseyeceksin, bu mümkündür. Bu mesela, Kuzey Kürtlerinde çoğunlukla kabul görmüş bir şeydir. PKK’nin, HDP’nin etkilediği Kürt potansiyelinin gerçeği budur. İnançlı bir toplumdur ama sosyalizme karşı değildir, demokrasiye karşı değildir. Bu çok zordur ama bunu gerçekleştirmek gerekiyor Ortadoğu gibi bir yerde. Dinlerle karşı karşıya gelmek, politika olarak yanlış. Hem de tarihsel bir inanç, gelenek, kültürü yok sayamazsın, o halklara saygısızlık da olur, çünkü öyle inanıyorlar.
Din iktidar unsuru olursa halklar birbirini boğazlar
O zaman bunları demokratik şekilde değiştirmek dönüştürmek iktidar aracı haline getirmemek konusunda iyi bir mücadele vermek gerekiyor. Doğru olan bu. Bizim mesela Demokratik İslam Konferansı/Kongresi, belki yarın öbür gün Demokratik Aleviler Konferansı-Kongresi… Bunların hepsi gerçekten inanan insanların kendi inançlarını yaşaması ama demokrasi ile karşıtlaşan değil demokrasiyi benimseyen bir noktada, kendi kültürlerini böyle yaşaması… İnançlar ve ideolojiler iktidara dönüştükten sonra kötüleşmişlerdir. İslam’da da Hristiyanlık’ta da böyledir. İktidar olduktan sonra baskıcı olmuşlardır. O zaman biz diyoruz ki başa ve öze dönsünler. İlk çıktıklarında hakkaniyet, barış, sevgi diyorlarsa bugün de böyle olmalı. Eğer iktidara bulaşırlarsa, iktidar unsuru olurlarsa o zaman Ortadoğu’nun durumu gözler önünde o zaman mezhepler, inançlar adına savaşlarla halklar ve kültürler birbirini boğazlar. Bunun önünü almak gerekiyor. Bunun önünü almanın yolu, dinleri yani mesela kültürel İslam’ı kültürel Aleviliği kültürel diğer inançları kabullenmektir. Saygı duymaktır.
Mesela bugün Türkiye’de Aleviler az çok kendilerini örgütlüyorlar, siz de görüyorsunuz. Siz bu Alevilerden başka inançlara kötülük geleceğine inanıyor musunuz? Gelmez. Aleviler kendi inançlarını yaşıyorlar. Ve aynı bilinçle, aynı kültürle Sünniler ve diğer inançta olanlar kendi inançlarını demokratik yaşasalar, onlardan başkasına zarar gelir mi, gelmez. Çünkü demokrasi ile bir bağı vardır. O inançlarını kültürel anlamda yaşıyorlar. Ama siyasetle iktidar alanına dönüştürdün mü tehlikeli oluyor, işte Ortadoğu’da yaşananlar oluyor. Biz bu çok hassas çok önemli sorunun muhakkak devrimciler tarafından tarihsel bir bilinçle ele alınması ve doğru bir yaklaşım geliştirilmesi gerektiğine inanıyoruz. Aksi durumda reddetmek, karşıtlaşmak ne sosyolojik ne toplumsal tarihsel olarak doğrudur.
Demokrasiye, sosyalizme giden basamaklar
Olduğu gibi benimsemek de doğru değildir çünkü her biri bir iktidar aracına dönüşmüş. Doğru olan bu inançları tarihsel varlıkları ile günümüz koşulları ile doğru değerlendirmek, kültürel sınırlar içinde inançlar olması, saygı duymak hepsini demokrasi ile buluşturmak, demokrasiyi benimseyen bir düzeye getirmek ve inançlar arasında böyle bir bağ kurmak.
Biz bunu mesela Türkiye’de gerçekleştirmeye çalışıyoruz istiyoruz ki Ortadoğu’da da gelişsin. Mesela Rojava’da vardır. Süryaniler, Ermeniler, Ezidiler, Kürtler, Araplar beraber yaşıyorlar, inançları vardır ama demokratiklerdir de. Demokratik özerklik, toplumun yerelde örgütlendirilmesi, demokrasinin yerelde örgütlenmesi. Kadının özgürlüğü, kadının yönetimde olması, kadının karar süreçlerine katılması, yani bütün o inançların hepsinin benimsediği durumlardır. Bunu yapmak mümkündür biz böyle düşünüyoruz.
Yoksa şöyle değil; “PKK’nin yaklaşımında herhangi bir inanç palazlanacak yarın demokratik kesimlere, laik kesimlere karşı sorun olacak, bela olacak.” Çok yanlış. Tersi doğrudur. Bütün o yanlış, yönlendirmeye açık, bugün Ortadoğu’da olduğu gibi insanlığın başına bela olan uç noktalara gelmemesi için biz demokrasi bilincini geliştirmeye çalışıyoruz. İnançların kültürünü geliştirmeye çalışıyoruz. Ve bu da bence demokrasiye, aslında sosyalizme giden basamaklardır. Bunu atlayarak kimse sosyalizme gidemez. Denediler olmadı. Bunu yaşayarak, benimseyerek, saygı duyarak ama demokrasi içinde değiştirip dönüştürerek gidebilirsin.
Burada inanç toplulukları ile kurulacak ilişki ya da onların birbiriyle, demokrasi ile ilişkisinden öte. Sorum kamusal hayatın, toplumsal hayatın örgütlenmesine ilişkin. Örneğin yıllardır parasız bilimsel, anadilinde eğitim mücadelesi veriyoruz birlikte ancak bugün “laik eğitim” talebi giderek öne çıkıyor çünkü eğitimde ciddi bir dinselleştirme politikası ile karşı karşıyayız. Bu bakımından toplumsal-kamusal alanın örgütlenmesi açısından bir ilke olarak soruyorum.
O konuda bir ilkesel duruşumuz var. Şöyle değil tabii; mesela kızlar bir okulda okusun, erkekler ayrı okusun, veya işte siyaset aracına dönüştürülen kılık kıyafetler, öyle değil.
Mesela yani bizim saflarımızda da vardır namazını kılan arkadaşlar var. Ama bizi benimsiyorlar biz de karışmıyoruz ona. Bize göre demokratik yaşam, özgür yaşam alanına kimse girmez. Tabii özgür yaşam derken, neoliberalizmin özgürlük adına insanı baştan çıkaran anlayışından bahsetmiyorum. İnsanlar inandıkları gibi yaşayabilir, inandıkları gibi giyinebilirler. Örneğin bir kadının beyni ve ruhu özgürlükten, demokrasiden yana ama başını örtmek istiyor. Diyebilir miyiz, illa başını aç. Örneğin Erçiş’te belediye eş başkanı bir kadın arkadaş, başı örtülü bir arkadaş. Olabilir. Ama demokratik düşünen, kadın özgürlüğünü benimseyen bir arkadaş. Bu da insanların demokrasi bilinci, demokrasi kültürü, sosyalizm bilinci geliştikçe olabilir. İnsanın doğuşunda kimse şunu söyleyememeli, “şöyle yaşayacaksın böyle giyeceksin.” Öyle olmamalı. İnsanlar yaşadıkça, bilinçlendikçe, büyüdükçe tercihi neyse öyle olmalı. Doğru olan budur.
Ortadoğu’da savaş, mezhep çatışmaları ve Kobanê direnişi üzerine
Kobane’de bir direniş süreci yaşandı. Savaş hala Rojava sathında ve Suriye genelinde devam ediyor. Esad yönetimi varlığını koruyor, dengeler sürekli değişiyor. Diğer yandan geniş Ortadoğu’ya bakarsak savaş ve mezhep çatışmaları yayılıyor son örneğini Yemen’de yaşadık. Erdoğan’ın da destek açıkladığı bir müdahale süreci başladı, Arap Birliği ordusu kuruldu. Ortadoğu’da yaşanan savaş gerçeği ve onun içinde Rojava’nın geleceği hakkında ne düşünüyorsunuz? İkincisi de Kobane’nin yeniden inşası süreci nasıl örgütlenecek. Türkiye sosyalist hareketinden, demokrasi güçlerinden beklentileriniz neler? Birlikte neler yapılabilir?
Kobane direnişi ve zaferi sadece Kürtlerin değil aslında bütün devrimcilerin, sosyalistlerin, duyarlı olan herkesin, kadınların zaferidir. Hakikaten buna inanıyoruz, böyledir de. Vietnam devriminden sonra biliyorsunuz, böyle dünya devrimci hareketlerinin, sosyalist hareketlerinin, mücadeleci güçlerinin odak merkezi olan tek gelişme Kobanê’dir. Onun içindir ki dünyada 1 Kasım Kobanê günü ilan edildi. Kobanê ile ilgili olmayan, ziyaret etmeyen devrimci güçler kalmadı. Bu çok büyük bir moral güçtü. Türkiye devrimci sosyalist hareketi, gençlik hareketi, kadın hareketi de çok büyük bir ilgi gösterdi, Aleviler ve diğer kesimler. Bütün bunlar çok değerli ve bu anlamda Kobanê gerçekten herkesin zaferidir.
Şimdi Kobane harabe oldu tabi, yerle bir edildi. Yeniden inşa edilmek istiyor. Bu da herkesin sorunu olmalıdır. Kobane’nin böyle bir özgünlüğü vardır. Harabe olmuş bir şehir, halen cesetler var, kokuyor. Halen patlayıcılar, tuzaklar var. Böyle bir şehir yeniden inşa edilmeye çalışılıyor. Sanıyorum çok harabe olan küçük bir kısmı müze olarak tutulacak ve şehir yeniden yapılandırılacak.
Kobanê’yi sermaye değil halklar yeniden inşa etmeli
Bizim şöyle bir perspektifimiz var. Kobanê’nin yeninden inşasında tekellerin, inşaat sektörünün, sermayenin değil, bunlar buraya çok girmemeli. Hatta hiç girmemeli. Kobanê demokratik uygarlık, ekolojik perspektif, demokratik komünal yaşam perspektifiyle yeniden inşa edilmeli ve bunu da gerçekten halklar, emekçiler, devrimciler ve en başta da Kürtler kendi özgücüne dayanarak, yeniden bir şehir inşa edebilmeli. Bunun mümkün olduğunu gösterebilmeliler.
Her şey kapital, her şey tekelcilik değildir. Bunun dışında da bir şeyler başarılabileceğini gösterebilmeliler. Tabi burada STK’lar, yardımsever kurumlar, devrimci sosyalist güçlerin desteği çok önemli. Kobanê halkı da bunu bekler tabii.
Herhalde bir mimar-mühendislerden oluşan bir ekip şehir mimarisini çizecek. Bugünlerde zaten Diyabakır’da bu gündemle bir konferans da olacak, ondan sonra tabi yardıma ve desteğe muhtaç ve açıktır Kobanê. Devrimcilerin, sosyalistlerin, duyarlı kesimlerin kendi güçleri oranında, katkısı olmalı. Bu fiziki emek olabilir, parasal katkı olabilir, hammadde, materyaller olabilir… Kobanê bu anlamda yeniden inşa edilecek. Ve inşası da zaferi gibi herkesin olmalı, herkesin katkısı olmalı.
DAİŞ’in yenilebileceği görüldü ama savaş devam ediyor
Rojava’da savaş bitmedi devam ediyor. Kobanê’de zafer kazanıldı ama DAİŞ ve diğer güçler Irak’taki epey imkânları Suriye’ye taşıdılar. Rakka biliyorsunuz merkezleridir. Bu güçler Kobane yenilgisinin karşılığını savaşı daha çok Cizre bölgesine yayarak, Serekaniye’ye, Til Temir’e bir saldırı, bir zafer peşindedirler. Bu anlamda savaş devam ediyor. Şengal’e kadar devam ediyor. DAİŞ’in girdiği her yerde direnmenin olmayacağı psikolojisi ters yüz edildi Kobanê ile, yenilebileceği görüldü. Bir irade kırılması yaşatıldı DAİŞ’e şu anda da. Siyasi, askeri, psikolojik üstün YPG, YPJ güçlerindedir. İlerleme vardır. Ama savaş devam ediyor. Şuna inanıyoruz; eğer Suriye yeniden yapılanmazsa, demokratik bir Suriye inşa edilmezse Kobanê’de sıkıntılar, sorunlar, çatışma ve savaşlar hep olacak. Dolayısıyla Kobanê’nin savaşan bir halk gerçekliğine göre yaşamını düzenlemesi gerekiyor. Yani normal değil savaşa göre kendisini düzenlemesi gerekiyor. Savunmasını ona göre yapması gerekiyor, ekonomisini ona göre düzenlemesi gerekiyor. Ama eğer Suriye demokratikleşir ve yeniden bir Suriye yapılandırılırsa, Rojava ancak o zaman tam nefes alabilir.
Burada Rojava hem demokratik Suriye’nin yapılanmasına ilişkin bir öncü, moral bir güçtür. Hem de eğer olmazsa orada inanç adına hareket eden, yönlendirilen güçler vardır, Türkiye vardır, bir yere kadar güçten düşmesini isteyip de ama yaşamasını kabullenen Amerika ve diğer güçler vardır. Dolayısıyla savaş daha da karmaşık bir hal alıp devam edecek. Şu an Rojava’nın olumlu bir pozisyonu var ama Suriye ile bağlantılı bakarsak savaş, şiddet devam edecek. Savaşın maalesef mezhep eksenli yürümesi halklar açısından çok acı verici. Yemen’de böyle oluyor, yarın Ortadoğu’nun başka yerlerinde Şii ve Sünni mezheplerin iç içe yaşadığı yerlerde olabilir. Bahreyn’de olabilir, Irak’ta oluyor.
Burada da devrimci demokratik güçlere rol düşüyor. Kürt hareketi burada tarihsel bir sorumlulukla karşı karşıyadır. Rojava örneğinde olduğu gibi diğer inançlar ve kültürlerle beraber yaşanabileceğini Ortadoğu’da göstermek gerekiyor: Demokratik özgür yaşam modeli. Zorluklar, sıkıntılar vardır ama tarihin bu sürecinde böyle bir sorumluluğu yerine getirme zorunluluğu da vardır. Ortadoğu bu açıdan sıkıntılı ve önemli fırsatlarla beraber büyük tehditlerin yaşandığı bir süreçtedir.
Kürt hareketinin ABD ile ilişkisi üzerine
Abdullah Öcalan’ın Newroz mesajında da “Emperyalistlerin zorbalığı IŞİD görünümünde ortaya çıkmıştır” diye bir ifade vardı. ABD’nin Irak ve Afganistan bataklığından sonra IŞİD sayesinde bölgeye yeniden girmek için meşru bir zemin bulduğu, Kobanê savaşı sürecinde de IŞİD güçlerine müdahaleyi belirli bir sınırda tuttuğu onu yok etmeyecek düzeyde kaldığı söyleniyor. Bölgede Sünni eksen tartışmaları devam ediyor, hatta Yemen sürecinde Obama uzun süreden sonra Erdoğan’la görüşme yaptı. Siz ABD-IŞİD ilişkisini, IŞİD varlığının ABD emperyalizminin bölgeye dönük politikaları açısından anlamını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu önemli, çünkü Kürt hareketine yönelik sorgulama ve eleştirilerde koalisyonun Kobanê’de savaşındaki rolü, dolayısıyla hareketin ABD ilişkileri yoğun yer tutuyor. Üstelik bu eleştiriler anti-Amerikancılık, anti-emperyalist vurgularla yapılıyor. Bu eleştirilere yanıtınız nedir?
PKK hareketinin ideolojik ilkesel doğrultusuna baktığınızda, derinliğine baktığımızda en yaman antikapitalist, anti-tekelci olduğunu çok rahat söyleyebilirim. Tüm perspektiflerimizde Önder Apo’nun savunmalarında bu çok hakimdir. Antikapitalizm, anti-tekelcilik. Onun ahlakıyla, yaşam tarzıyla, kültürüyle mücadele konusunda çok nettir. Neoliberalizme karşı. Fakat tabi Ortadoğu’da bazı, Kürt hareketinin hak etmediği eleştirileri ya da bazı kaygıları biz de duyuyoruz, hissediyoruz. İşte Amerika ile ilişkileri, diğer bazı güçlerle ilişkileri konusunda.
Sen hiç kimse olmadan, kendin oluyorsun
Tabii Kürt hareketi bugün Ortadoğu siyasetini etkileyen bir unsurdur, halkları etkileyen bir unsurdur mücadelesiyle. Diyelim halklarda ulusal uyanış, kültürel uyanış, mücadele azmini geliştirmede önemli bir unsurdur. Ama bu hareket Ortadoğu’da aynı zamanda etkilenen bir harekettir de. Ve çok önemlidir; kendi özgücüne dayanarak, halkın gücüne dayanarak ayakta duran bir harekettir. Bu Ortadoğu’da çok kolay başarılacak bir şey değildir. Gerçekten Sırat köprüsü gibi bir şeydir. Tüm taraflar var, parsellenmiş her şey var. Ama sen hiç kimse olmadan, kendin oluyorsun. Biz bunun adına üçüncü çizgi dedik. Demokratik sosyalizm çizgisi dedik. Ne ulus devletçi ne kapitalist modernist çizgi. Halkların demokrasi çizgisi dedik, özgücüne dayanan çizgi dedik ve bununla mücadele verdik. Bunun zorluklarını çok yaşadık ama buna rağmen mücadeleyi geliştirdik. Kobanê’de de böyle oldu, Reber Apo’nun perspektifiyle, paradigmasıyla halen de geliştirdiğimiz budur.
Kürtleri “birileri gelsin kurtarsın” noktasına getirmek istediler
Ama mesela Kobanê’de Kürtler direnirken DAİŞ belası ile karşı karşıya geldi. Kobanê’de dikkat edilirse Uluslararası Koalisyon güçleri ne zaman DAİŞ’i vurmaya başladı? Aslında böyle Kobanê düştü düşecek denilen zaman vurmaya başladılar. O zamana kadar beklediler ki Kürtler yalvarsın yakarsın ‘aman ha birileri gelsin beni kurtarsın’, o noktaya getirmek istediler. Emperyalizmin şu politikası çok belirgindir. Kriz yaratan ve yöneten bir özelliği, politikası her zaman vardır. Bu DAİŞ gökten gelmedi. DAİŞ’i birileri var etti. Tarihsel toplumsal nedenleri bir tarafa, bizzat örgütleyen güçler oldu ve saldırttılar haklara; ve Kürt halkına. Çünkü Ortadoğu’da bir demokratik moderniteye uygun bir modelin olmasını istemediler. Hiç kimse istemedi bunu, ne ilkel milliyetçi Kürtler istedi ne Türk devleti istedi ne uluslararası güçler istedi. Dedim ya üçüncü bir çizgi biçiminde çıktı. Halklarda nasıl heyecan yarattıysa diğerlerini de tedirgin etti. Boğmak istediler. DAİŞ geldi.
Kobanê’de işte kamuoyu yaratıldı, direniş devam etti. Kobanê’nin kolay kolay düşmeyeceği görüldü. Koalisyon güçleri o zaman vurdu. DAİŞ’i vurmaya başladılar. Vuruşları da ‘vur ama öldürme’ tabii, aslında yok etme falan değil. Kendi kontrolünde tutacak kadar vurmaya başladılar. Bundan sonra ne yaparlar bilmiyorum çünkü inisiyatiflerini aştı DAİŞ.
Kürt hareketi özgücüne dayanıyor, 35 yıldır NATO ile savaşıyor
Kürt hareketi bu konuda tutarlıdır, ilkelidir kendi halkının özgücüne, halkların gücüne dayanarak mücadelesini veriyor. Ne bölgesel ulus devletçi güçlerin ne uluslar arası güçlerin çizgisinde değildir. İlişkilenmeleri olabilir, bunları konjonktürel ve yaşanan koşullarla birlikte değerlendirdiğimizde makul ve doğru da görmek gerekiyor ama önemli olan şudur ilkelerinde sapma var mı yok mu? Çizginde sapma var mı yok mu? Kürt hareketi bu konuda son derece ciddi ve ilkelerine bağlı mücadelesini yükseltiyor. Bunu çok rahatlıkla söyleyebilirim.
PKK açısından bu belirttiğiniz kaygılar da hiç yerinde olmaz. Çünkü PKK aslında 35 yıldır NATO ile savaştı, bu bir gerçek. Bunu NATO da iyi bilir. Türk ordusu bize karşı NATO’nun verdiği istihbaratla savaştı, verdiği teknikle savaştı. Türk ordusu NATO’nun uluslararası kapitalist emperyalist güçlerin verdiği destekle Kürtlerin varlığını reddetti, inkar etti biz bunu biliyoruz. Tüm bunlar bu sorunu var etti, bu kadar boyutlandırdı, bu kadar acı sonuçlara yol açtı, biz bunu biliyoruz.
Bunu daha somut olarak Kürt halk önderinin İmralı adasına götürülmesinde Amerika’nın ve bildiğimiz diğer güçlerin rolünün yüzde yüz belirleyici olduğunu biliyoruz. Bunun hangi nedenlerle yapıldığını biliyoruz. Çünkü Önder Apo hiçbir zaman kapitalizmin yörüngesine girmedi, tasfiye etmek istiyorlardı. Eğer Reber Apo tasfiye olursa kapitalizmin makul gördüğü bazı şahsiyetler ve çizgiler bütün Kürdistan’a egemen olacak. Hesap başka nedenlerle beraber buydu. Bizim kapitalizmle kavgamız derindir, ideolojik olarak da sonsuzdur. Bu bizim en ilkesel noktamızdır. İnanıyoruz en güçlü antikapitalist, antiemperyalist mücadeleyi verdiğimize. Bugün mesela DAİŞ Amerikan politikasına karşı gibi görünüyor ve Amerikan uçakları DAİŞ’i vuruyor ama aslında birbirini besleyen ve koşullandıran, aynı kapıya çıkan iki faklı durumdur bu. Yine İran Amerika’ya karşı gibi görünüyor ama bölgede birbirini koşullandıran birbirine hizmet eden politikalardır. Yani gerçek öyle değildir. Ama PKK’nin antikapitalist anti-emperyalist tutumu demokratik sosyalizm mücadelesi değerli görülmelidir.
Seçim sürecinde Kürt hareketinin sol ile ilişkisi üzerine
HDP’nin parti olarak seçime girme kararı seçim gündeminde ve sandık tutumlarında belirleyici oldu. Türkiye sosyalist hareketinde HDP içine dahil olarak seçim sürecini örgütleyenler var. Ancak 2015 seçimleri konjonktüründe daha geniş bir kesim, Halkevleri gibi sosyalist hareketin kimi önemli kesimleri de HDP’lileşmeden, bağımsız varlıklarını ve çizgilerini koruyarak sandıkta HDP’yi destekleme kararı aldı. Bağımsız güçler arası ilişki olarak bu desteği şekillendiriyorlar. Sol harekette de ciddi tartışmalar oldu sandık tutumu, HDP’nin desteklenip desteklenmeyeceği nasıl destekleneceği konusunda. Sizin açınızdan tablo nasıl görülüyor. Seçim sürecinde ve seçim sonrası için sosyalist hareketle kurulan ilişkileri nasıl değerlendiriyorsunuz.
Yani HDP’nin bir demokrasi cephesi gibi görülmesi doğrudur bunun doğrudan içinde yer alınabilir, veya dışında kalınır aynı amaçlara doğru mücadele verilebilir. Bunların her ikisi de çok değerli. Mesela HDP Kürdistan cephesinde Kürt hareketleriyle gruplarıyla ve örgütleriyle ittifak yaptı. Türkiye’de bunu denedi belirli bir noktaya getirdi. Bazı arkadaşlar HDP içinde olmadan, yer almadan desteklerini sundular bunu önemli görüyoruz. Mesela Halkevleri’nin bu desteği, tutumu da çok değerlidir. Ve ilk oluyor sanıyoruz bu açıklıkla bu netlikle bu kadar grubun, hareketin, örgütün bu seçimler üzerinde demokrasi cephesinde birleşmesi bu seçimlerin öneminden geliyor. Türkiye tarihindeki en önemli seçimlerden birisidir.
Her şey değişecek demiyoruz bu seçimlerle ama önemlidir. Bu nedenle tüm devrimci, demokratik kesimler bir ittifak içine girdiler. HDP içinde yer alarak bu mücadele verilebilir, anlamı vardır. Bazı örgütler, arkadaşlar HDP’nin içinde yer alarak değil de dışında kalarak kendi özgün mücadeleleriyle beraber ama demokrasi mücadelesine katkı sunmak, rol üstlenmek güç vermek anlamında mücadeleyi sürdürüyorlar biz bunu da çok değerli anlamlı görüyoruz. İçinde yer almanın avantajları vardır. Daha geniş kesimlere hitap etme kendi görüşlerini benimsetme imkânları vardır bunu değerlendirebilirler. Bu alanlar ideolojik birliğin olduğu alanlar değil. HDP bildiğim kadarıyla 30-35 bileşenden oluşuyor. Her biri kendi ideolojik kimliğini koruyor ama ortaklaştığı noktalar var. Bu önemlidir. İdeolojik mücadele ama aynı zamanda politik ve pratikte de ortak hedeflere doğru hareket etmek. Ama dışında kalmak da bir değerdir, onu da çok değerli görüyoruz. Hatta önemli görüyoruz. Her şey partilerle olmaz Siyaset sadece partiler değildir. Bence ondan çok yerelde demokrasi bilinci ve örgütlülüğün geliştirilmesidir. Toplumun bu anlamda örgütlendirilmesi daha değerlidir. Bazı arkadaşlar da bunu benimseyerek ortak hedefler doğrultusunda hareket ediyorlar, mücadele ediyorlar onu da çok değerli görüyoruz
Seçimlerden sonra da mücadelenin sürdürülmesi gerekiyor
Ortadoğu’daki gelişmelerle birlikte Kürt halkı ve bütün halklar çok önemli bir süreçtedir. Bu süreç hiçbir örgütün hiçbir devrimci hareketin sorumluluğunu üstlenmeyeceği bir süreç değildir. Bütün hareketlerin imkânlarını, birikimlerini birleştirerek, belirledikleri ortak hedeflere doğru ortak mücadeleyi yükseltmenin süreci olmalı. Seçimler bunun için iyi bir vesiledir bir siyasi mücadeledir. Ancak seçimlerden sonra da bu mücadelenin sürdürülmesi gerekiyor. HDP barajı aşsa da bunun sürdürülmesi gerekiyor barajın altında kalsa da bunu sürdürmek gerekiyor. Çünkü devrimci demokratik hareket sadece seçimler ekseninde mücadele vermez. Aksine toplumun bütün kesimlerine bütün derinliklerine inerek bir bilinçlenme, örgütlenme, demokratik irade ortaya çıkarılabilmeli. Buna ihtiyaç vardır. Buna ilişkin gösterilen duyarlılık sevindiricidir. Biz de hareket olarak bu konuda sorumluluklarımızı, yoldaşça, bütün örgütlerle, eşit koşullarda birbirini anlayarak, tanıyarak mücadele etmeye, görevlerimizi yerine getirmeye hazırız.SENDİKA.ORG