"Defalarca söyledik ama bir daha tekrar edelim. Türkiye’de resmen adı konulmuş bir şekilde olağanüstü bir durum var, anayasa, anayasa...
"Defalarca söyledik ama bir daha tekrar edelim. Türkiye’de
resmen adı konulmuş bir şekilde olağanüstü bir durum var, anayasa, anayasal
kurumlar, parlamento ve hukuk yok. Bu olağanüstü durumda olağan yöntemlerle muhalefet
yapılamaz, asgari demokratik şartlar varmış gibi seçimden söz edilemez, seçime
hazırlanılamaz, ittifaklar konuşulamaz. Yapılması gereken şey rejimin
olağanüstü halinin karşısına muhalefetin kendi olağanüstü halini koyması,
olağanüstü bir muhalefet tarzını geliştirmesi, hayata geçirmesidir. Çünkü ancak
bu şekilde bu yıkıcılıktan, bu kıyıcılıktan, bu çökertme operasyonundan en az
zararla çıkmak mümkün olacaktır"
Guantanamo Kampı, ABD’nin 11 Eylül saldırılarını bahane
ederek Afganistan ve Irak’ı işgal etmesinin ardından dünya kamuoyunun gündemine
geldi. ABD’nin fiili küresel olağanüstü hal ilanı ve Bush’un “ya bizdensiniz ya
onlardan” sözlerinde somutlaşan dost-düşman ikiliğine dayanan siyaset anlayışı,
bir yandan Batı ülkelerinin kendi içinde güvenlikçi politikaları
derinleştirmesini ve temel hakların askıya alınmasını rutinleştirirken, öte
yandan da Guantanamo örneğinde görüldüğü gibi hukukun mutlak olarak ortadan
kaldırıldığı “belirsizlik mıntıkaları” ortaya çıktı.
ABD’nin hayalet uçaklarının Guantanamo’ya taşıdığı esirler
burada “düşman savaşçı” gibi müphem bir statüye tabi kılınıyorlar ve hem
evrensel hukukun hem de ABD iç hukukun dışına yerleştirilmiş oluyorlardı.
Böylece herhangi bir tutukluluk ya da iddianame hazırlama süresi olmaksızın, bu
kampta belirsiz/sınırsız süreliğine tutulabiliyorlar, yoğun bir tecrit altında
bulunuyorlar ve ciddi işkencelere maruz kalıyorlardı. Tam da bu nedenle
Guantanamo bir hapishane olmaktan ziyade bir toplama kampına benziyor ve “kamp
olağanüstü halin mekânıdır” diyen İtalyan filozof Agamben’i doğruluyordu:
Küresel olağanüstü hal Guantanamo’yu doğurmuştu.
Guantanamo imgesi akıllara esirlere giydirilen tek tip
turuncu renkli tulumlar ve başlarına geçirilen çuvallarla kazındı, daha
sonrasında ise IŞİD bir tür intikam mesajı vermek için Hollywoodvari infaz videolarında
kurbanlarına aynı renk tulumları giydirdi ve turuncu tulum bir kez daha gündeme
geldi. Türkiye’de bir süredir devam eden siyasi tutuklu ve hükümlülere tek tip
elbise giydirilmesi tartışmalarında da referans hep Guantanamo oldu ki, eğer
kamp Agamben’in dediği gibi olağanüstü halin mekânıysa, önce fiilen sonra da
resmen OHAL’le yönetilen Türkiye’de hapishanelerin giderek toplama kampı
hüviyetine bürünmesi ve tek tip elbisenin gündeme gelmesi hiç şaşırtıcı
değildi.
Türkiye’de nicedir bir tür “düşük yoğunluklu iç savaş”
yaşanmaktaydı ve sembolik örneği Silivri olan hapishaneler “bu iç savaşın
esirleri”nin doldurulduğu toplama kamplarına dönüşmüştü adeta. Şimdi buna son
KHK ile bir de tek tip elbisenin eklenmesi şaşırtıcı olmadı, tıpkı bir zamanlar
başka bir olağanüstü yönetim biçimi olan 12 Eylül rejiminde, toplama kampına
dönüşmüş cezaevlerinde başka bir iç savaşın esiri olan devrimcilere tek tip
elbise giydirilmek istenmesi gibi.
İç savaş dedik, oradan devam edelim. İç savaş bir tür
“devletsizlik” hali olarak görülebileceği gibi, belli bir toprak parçası
üzerinde birden fazla otoritenin, ikili, üçlü iktidarın şekillenmesi, “şiddet
kullanma tekeli”nin ortadan kalkması ve şiddetin herkes tarafından bir diğerine
karşı kullanılabilmesi, “herkesin herkese karşı savaşı” demektir. Paramiliter
güçlerin ortaya çıkışı ise iç savaşların alamet-i farikası olarak görülebilir.
İç savaşlarda devlet aygıtının çöküşüyle birlikte güç ve şiddete başvurma
tekelinin yerini birden fazla güç alır, siviller silahlanmaya ve “iç düşman”
olarak gördükleri sınıfsal, etnik ya da mezhepsel başka gruplara karşı, çoğu
zaman dağılmış devlet aygıtının bir kanadına yaslanarak savaşmaya başlarlar.
Son KHK’daki 15 Temmuz ve devamı niteliğindeki hadiselere
müdahale eden sivillerin herhangi bir suç işlemiş sayılmayacakları yönündeki
düzenleme, açıkça bir iç savaş düzenlemesi, iç savaş hazırlığıdır.
Süreklileşmiş olağanüstü hal, süreklileşmiş dost-düşman siyasetiyle el ele
gitmekte, toplum siyasal iktidar eliyle ikiye ayrılmakta ve “iç düşman” olarak
addedilenlerin öldürülmesinin bunu gerektiren durumlarda suç sayılmayacağı
hukuki güvence altına alınmaktadır. Böylelikle potansiyel olarak toplumun en az
yarısı, “cinayet işlemeksizin öldürülebilenler” kategorisine dâhil edilecek,
öldürülmeleri suç sayılmayacaktır.
Bu düzenleme hukukun hukuk eliyle katledilmesi anlamına
geldiği gibi, bundan çok daha korkunç bir şeye, devletin güç/şiddet kullanma
tekelinden kendi isteğiyle vazgeçmesi, cezasızlık vaadiyle birtakım toplumsal
gruplara, başka toplumsal gruplara karşı şiddet kullanma, başkalarını öldürme
hakkı vermesi demektir ki, bu açık bir şekilde modernitenin tersine çevrilmesi,
medeniyet yitimi ve Ortaçağ’a dönüştür. Rejim, daha önce defalarca yazdığımız
gibi ancak kurumları, kurumsallığı, anayasal düzeni, hukuku çökerterek ayakta
kalabilmektedir ve burada da kendi bekası adına tam olarak yaptığı şey bu
çökertme operasyonunu derinleştirmektir.
Adını koyarak söyleyelim, bu bir iç savaş KHK’sıdır. Bir
yandan olağanüstü halin ve iç savaşın doğasına uygun bir şekilde cezaevlerini
“iç düşmanlar” için birer toplama kamplarına dönüştürmekte, onlara esir
muamelesi yaparak tek tip elbise giydirmek istemekte, öte yandan ise bir iç
savaşa hazırlık mahiyetinde cezasızlığı hukuki güvence altına almaktadır. Tüm
bunların ötesinde Demirtaş ve Berberoğlu gibi isimlere tek tip elbiseyi
dayatacağı ve bunun çeşitli toplumsal yansımalarının olacağı, toplumun yarısını
diğer yarısına karşı kışkırtacağı ve diğer yarısının da kendisini sürekli
tehdit altında hissetmesini beraberinde getireceği için bu KHK bir iç savaş
KHK’sıdır.
Defalarca söyledik ama bir daha tekrar edelim. Türkiye’de
resmen adı konulmuş bir şekilde olağanüstü bir durum var, anayasa, anayasal
kurumlar, parlamento ve hukuk yok. Bu olağanüstü durumda olağan yöntemlerle
muhalefet yapılamaz, asgari demokratik şartlar varmış gibi seçimden söz
edilemez, seçime hazırlanılamaz, ittifaklar konuşulamaz. Yapılması gereken şey
rejimin olağanüstü halinin karşısına muhalefetin kendi olağanüstü halini
koyması, olağanüstü bir muhalefet tarzını geliştirmesi, hayata geçirmesidir.
Çünkü ancak bu şekilde bu yıkıcılıktan, bu kıyıcılıktan, bu çökertme
operasyonundan en az zararla çıkmak mümkün olacaktır. (FATİH YAŞLI – BİRGÜN)