En sonda söylenebilecek olanı şimdi söyleyelim: Türkiye'nin özellikle son 10 yılına baktığımızda, "devlet; burjuvazinin halk ...
En sonda söylenebilecek olanı şimdi söyleyelim:
Türkiye'nin özellikle son 10 yılına baktığımızda, "devlet; burjuvazinin halk üzerindeki baskı, sömürü ve tahakkümünü devam ettirebilmesinin en önemli aracıdır ve bu anlamda burjuvazinin sopasıdır" diye bilinen geleneksel sol / sosyalist tespitin geçerliliğini büyük ölçüde yitirdiğini görmek ve söylemek mümkündür.
Çünkü, cumhuriyet tarihi boyunca belki de ilk kez, ülke burjuvazisinin, öznelde iktidar, genelde de devlet üzerindeki inisiyatifinin zayıfladığının çeşitli emareleri görülüyor.
Örneğin Doğan grubunun medya ve enerji alanlarından üstelik de "pes" edip çekilmesi,
Sabancı grubunun devletin değil de, ne olur ne olmaz deyip doğrudan doğruya Erdoğan'ın yanında konumlanışı,
Demirören grubunun artık açıkça biat noktasına gelmesi,
bu anlamda Doğuş grubunun da Demirören grubundan geri kalmama yönündeki üstün çaba ve gayretleri sözünü ettiğimiz emarelerden birkaçı.
Burjuvazinin; öznelde iktidar, genelde de devlet üzerindeki inisiyatifinin zayıflamış olması gerçekliği Türkiye'nin özellikle son 10 yılına damgasını vurmuş, buna bağlı olarak da, Erdoğan'ın "vesayetle savaş"(!?) adı altında açtığı bayrağın aslında en önemli sonuçlarından biri olarak öne çıkmıştır. Bu bakımdan üzerinde durulması ve düşünülmesi gerekmektedir.
Burjuvazi-Asker-Bürokrat üçgeniyle tanımlanabilecek vesayet örgütlenmesinin, önce asker ve bürokrat ayaklarını kıran Erdoğan için bu örgütlenmenin finans ayağıyla mücadelesi oldukça kolaylaşmış fakat karşılıklı güç dengeleri, ilişkiler ağı, birbirlerine muhtaç olma nesnelliği gibi nedenlerden dolayı mücadele şimdilik inisiyatif geriletme noktasına kadar gelebilmiştir.
Hiç kuşkusuz böyle bir şekillenişte;
Erdoğan'ın hala bir türlü diş geçiremediği sermaye gruplarının varlığı,
iktidarın özellikle ve büyük ölçüde yüzü inşaat sektörüne dönük ekonomik örgütlenmesinin tıkanmasına bağlı olarak yeni ve kendisine bağımlı bir burjuvazi yaratma planının fiyaskoyla sonuçlanmış olması
ve...
Erdoğan önderliğinde kurulmak istenen yeni devlet yapısına yönelik hamlelerin,
kadro ve altyapı yetersizliği,
hazırlıksızlık,
bilgisizlik
ve donanımsızlık gibi bir dizi belirleyici nedenden dolayı gelinen noktada başarısızlıkla neticelenmesi gibi çok çok önemli etkenler asıl belirleyiciler olarak öne çıkmışlardır.
Bütün bunlara bakarak şunlar da söylenebilir...
Tehdir, baskı, şantaj, devlet olanaklarının ve neredeyse bütün kurum ve aygıtlarının sonuna kadar kullanılması, cemaatlerle işbirliği, gerektiğinde kullanılmak üzere dizayn edilmş olan paramiliter yapılar, tamamen Erdoğan'ın emrinde bir medya, sindirilmiş bir üniversite ve korkutulmuş bir ordu eliyle bertaraf edilmiş ve bir tehdit unsuru olma durumundan çıkarılmış olan asker-bürokrat cephesine rağmen henüz diz çöktürülememiş bir burjuva sınıfının varlığı bize göre Erdoğan'ın korkularının asıl kaynağıdır.
Bu noktada hiç kuşkusuz, burjuvazinin milli olmaması en temel belirleyicidir.
Erdoğan'ın önderlik ettiği şu an ki yapının, emperyalist kapitalizme bağımlı bir burjuvaziden korkmamasına pek olanak yoktur.
Bu bakımdan, Erdoğan karşısında şimdilik kaydıyla geriye çekilmiş ve inisiyatifi zayıflamış gibi duran Türkiye burjuvazisinin vesayetçi kliğinin bu durumu hiç kimseyi yanıltmamalıdır.
Yanıltmamalıdır, çünkü o zaman, örneğin bir TÜSİAD'ın her şeye rağmen ve zaman zaman da olsa, demokrasi, insan hakları, hukuk ve adalet gibi konularda yapmış olduğu çıkışları anlamak epey zorlaşacaktır.
Bu büyük fotoğrafa ekleyeceklerimiz de olacak elbette...
Getirildiğimiz noktada, çoğumuz görmeyecek ya da hissetmeyecek olsak da, özellikle önümüzdeki yılın önemli bir bölümünü Erdoğan ile onun çeşitli araç ve yöntemlerle gerilettiği ama diz çöktüremediği burjuvazi kliği arasındaki derinden derine yürütülecek olan savaş kaplayacaktır diyebiliriz.
Bu savaş, tek adam egemenliğini ne pahasına olursa olsun sağlam bir şekilde kurmak düşüncesi ile, ideologlarının "fabrika ayarları" diye tanımladığı "burjuvazi-asker-bürokrat" egemenliğini yeniden inşa etme düşüncesi arasındaki savaştır.
Böyle bir savaşta, şu ya da bu gerekçelerle asla taraf olmamak da...
bütün namuslu ve dürüst insanların, bütün gerçek dindarların, bütün vatanseverlerin, bütün yurtseverlerin, memleketini gerçekten seven bütün onurlu sağcıların ve solcuların, bütün namuslu devrimcilerin ve sosyalistlerin en temel görevleri arasında yer almaktadır.
Bu meseleye tekrar döneceğiz!
Sevgiyle, dirençli ve uyanık kalın! (HAYRİ GÜNEL)
İKİNCİ BÖLÜM İÇİN TIKLAYINIZ
Hiç yorum yok