Meclis’te faaliyetlerini sürdüren TİP Genel Başkanı Erkan Baş, yerel seçimler, Gezi soruşturması ve HDP ile ayrılık konusundaki görüşlerini anlattı...


Uzun süren kuruluş çalışmalarından sonra 21 Ekim’de resmiyetini ilan eden Türkiye İşçi Partisi (TİP), Meclis’te çalışmalarını sürdürüyor.

TİP Genel Başkanı Erkan Baş ile Meclis’teki çalışmalarından ayırdığı bir vakitte Kadıköy’de buluştuk. TİP’in Meclis’teki çalışmalarından yerel seçimdeki politikasına, HDP ile ittifakı sonlandırmalarından, Gezi Parkı eylemlerine dönük yürütülen soruşturmaya kadar birçok başlıkta konuştuk.

TİP Genel Başkanı ve İstanbul Milletvekili Erkan Baş, “Tabi iki milletvekiliyle sınırlı bir faaliyetin doğal zorlukları var. Tüm faaliyetimiz bunu fiilen zorlamaya odaklanmış durumda” diyor.

Seçimlere giremeyen TİP’in seçimin dışında kalmayacağını dile getiren Baş, partilerinin ana bakış açısı ve görevinin, AKP-MHP ittifakını geriletmek olacağını ve kayyım tehdidiyle karşı karşıya olan HDP’nin seçimden başarıyla çıkması için uygun bir tavır alacaklarını belirtiyor.

Söz HDP’den açılmışken, konu HDP ile seçimlerde kurulan ittifakın sonlandırılmasına geliyor. Baş bunun bir ayrılık veya katılma olarak görülmemesi gerektiğini belirtirken, HDP ile seçimlerden önce kurdukları ilişkiyi halen sürdürdüklerini vurguluyor.

Geçtiğimiz haftalarda TKP eski üyesi emekli asker Murat Pabuç’un kendisiyle birlikte başka isimleri emniyete ihbar ederek Gezi Parkı eylemlerini uluslararası yapılarla ilişkilendirmesini de değerlendiren Baş’ın görüşü net: “Bir insan açısından alçalmanın en dibi itirafçılıktır, ihbarcılıktır dolaysıyla bunun üzerine çok konuşmaya gerek yok.” 


'TİP 24-25 İLDE ÖRGÜTLÜ'

-TİP, geçtiğimiz 21 Ekim’de Bostancı Kültür Merkezi’nde yaptığı etkinlikle kuruluşunu resmen ilan etti. Çalışmalarınız hakkında kısaca bilgi alarak başlayalım.

Erkan Baş: TİP’in kuruluşu Türkiye’deki klasik parti kuruluşları gibi İçişleri Bakanlığı’na bir dilekçe vermekten ibaret olmadı. Geçen Mart ayında yapılan bir çağrı ve ardından çeşitli il ve ilçelerde oluşan “Kurucu Meclisler” üzerinden süren çalışmalar nedeniyle resmen kuruluşu ilan ettiğimiz anda zaten inşa 24-25 ilde örgütlerimiz oluşmuş durumda. Bunların resmileşmesi ve ilçe örgütlerinin kurulmasıyla ilgili işlemler devam ediyor. 

TİP, sosyalizmi hedefiyle ve bugün kendisini açıkça işçi sınıfının çıkarlarını savunan ve esas olanın işçi sınıfının örgütlü mücadelesi olduğunu savunan bir parti. Türkiye’de bütün sorunların çözümü için öncelikle işçilerin, alın teriyle yaşayan insanların siyasal alana etkin bir biçimde müdahale etmesi gerektiğini söylüyoruz, ülkemizde böyle bir boşluk var. Şu aşamada doldurduk diyemeyiz ama doldurabilecek bir potansiyelimiz olduğunu görmüş olduk. 

'HDP İLE SEÇİMLERDEN ÖNCE BAŞLAYAN İLİŞKİLERİMİZ ŞU ANDA DA DEVAM EDİYOR'

-Sizin HDP'den aday olmanız ve ayrılıp TİP’e katılmanızda kamuoyunda gündem olmuştu…

Bunun ayrılık ve katılma diye tanımlanması yanlış. 24 Haziran baskın seçimleri öncesi, HDP’li arkadaşlarımızın önerisiyle TİP HDP ile ittifak yapma kararı almıştı. Dolaysıyla bizim HDP’den adaylığımız, nedenlerini çokça sıraladığımız için tekrar etmeyeyim, o dönem TİP’in merkez organı olan Kurucu Meclis’in ve HDP’nin merkez organlarının kararıyla gerçekleşti, sürecin her aşamasında zaten TİP’li idik ve TİP üyeleri olarak “HDP listelerinden aday olduk” demek lazım. 

HDP ile bir dostluk dayanışma özellikle iktidarın Kürt halkına dönük saldırıları karşısında görevlerimizi yerine getirmek konusunda herhangi bir çekincemiz yok. Ama TİP adlı adınca kendisini sosyalist olarak ifade eden sosyalist devrim iddiası taşıyan ve işçi sınıfı merkezli, bu siyaset anlayışını benimseyen bir parti. HDP de içinde farklı görüşler taşıyan çokça kişi ve siyasal grubun olduğu, programında belirttiği gibi radikal demokrasiyi benimsemiş parti. Biz  HDP’yi özellikle Kürt halkına dönük devletin çok boyutlu saldırılarına karşı, iktidarın ve devletin bu kapsamdaki saldırılarına karşı birlikte yan yana mücadele etme görevlerimiz olan dost bir parti olarak görüyoruz. O açıdan ilişkilerimiz de seçim öncesi, seçim sırasında olduğu gibi şimdi de devam ediyor. Birlikte mücadele etmenin dostluk ve dayanışma bağlarımızı güçlendirdiğini de söyleyebilirim. 


'TİP BÜROKRATİK ENGELLER NEDENİYLE SEÇİMLERE KATILAMIYOR'

-31 Mart’tan altı ay önce yani eylül gibi başvurmak gerekiyordu sanırım siz bu süreyi kaçırdınız. TİP seçimlere giremediği noktada ne yapacak? Nasıl hareket edecek?

Yıl sonunda seçimlere girebilme yeterliliğini almak gibi bir hedefimiz vardı. Ancak seçimlere girebilmek için altı ay önceden gerekli işlemleri tamamlamak gerekiyor, onunla ilgili bir takım bürokratik engeller çıkmış oldu. An itibariyle seçimlere parti olarak katılamayacağız ancak bu seçim çalışması yapmayacağımız ve seçimlerde tutum almayacağımız anlamına gelmiyor.

TEMEL BAKIŞ AÇIMIZ AKP-MHP İTTİFAKININ GERİLETİLMESİ

-Türkiye ittifakları konuşuyor. Sizin adaylar konusu başta olmak üzere görüşme yaptığınız partiler var mı? Hangi adayları destekleyeceksiniz?

Şu anda herhangi bir siyasi partiyle merkezi düzeyde resmi bir görüşmemiz olmadı. Bunu açıklıkla ifade edebilirim. Seçime sokulmadığımız doğru. Ama seçime fiilen giremiyor olmak seçim döneminde siyaset dışı olmak anlamına gelmiyor. Türkiye’de geniş emekçi halk yığınlarının gündemine giren her konuda taraf olmaya, tavır almaya çalışıyoruz. Dolaysıyla seçimlerde de böyle olacak. Bizim açımızdan bir çekince yok ama biraz tablonun netleşmesi gerekiyor. Şu aşamada çeşitli il ve ilçelerde halkın mümkün olan en geniş kesimlerini yan yana getirip bir seçim tavrı oluşturmaya dönük çeşitli girişimlerin içindeyiz. Seçimlere ilişkin temel yaklaşımlarımızdan biri de şu: AKP’nin ya da MHP ile girecekleri için Cumhur İttifakı demek doğru olur, bu halk düşmanı ittifakın mümkün olan her alanda bunun her düzlemde geriletilmesi, mevzilerinden sökülüp atılması TİP’in bu seçimlerdeki öncelikli bakış açısı ve görevi olarak ifade edilebilir. 

YEREL SEÇİMLER İÇİN GÖRÜŞMELERİMİZ 15-20 GÜN İÇİNDE NETLEŞECEK

Nasıl geriletmeyi hedefliyorsunuz?

Büyükşehir belediye başkanlıklarından muhtarlıklara kadar her düzeyde sol-sosyalist, ilerici halkçı adayların bir alternatif olarak şekillenmesi için elimizden geleni çabayı sarf ediyoruz. Bu kapsamda yerellerde düzeyinde illerde ilçelerde dernekler, sendikalar, meslek örgütleri, oralarda örgütlü olan siyasi partilerle çeşitli temaslar, tartışmalar sürdürülüyor. Mümkün olan her yerde ortak bir adaylaşma, ister belediye başkanlığı olsun isterse belediye meclis üyeliği isterse muhtarlık noktasında olsun, ortak bir adaylaşma faaliyetlerimiz sürüyor. Sanıyorum 15-20 gün içinde biraz daha netleşmiş bir tabloyla karşı karşıya oluruz ama bizim açımızdan kritik olan şey yerel seçim sürecinde de bu ülkenin yoksullarının tercihlerinin dillendirilmesi ve bunların mevzi kazanması olacak. Halkın siyasete katılım kanallarının genişlemesi, müdahale araçlarının geliştirilmesi için çaba harcayacağız. TİP esas olarak kendisini bu görevle bağlı hissediyor, buna uygun bir seçim taktiği ve yaklaşımı şekillendiği anda tüm kamuoyuna açıklıkla paylaşacaktır.


HDP’NİN KAZANMASI İÇİN TAVIR ALACAĞIZ

-AKP’nin HDP’ye dönük kayyım tehdidi var. Benim istediği adaylar olmazsa kayyım atarım diyor. Bu kayyım tehdidini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Şu aşamada partinin kurullarında yapılan bir ön değerlendirme olarak şunu söyleyebilirim: Parti olarak kayyım atanan bölgelerde HDP’nin seçimi kazanması, kayyımların yenilmesi son derece önemli. Buna uygun bir tavır alacağız çünkü halkın iradesiyle seçilmiş insanların tamamen hukuk dışı, tamamen keyfi ve iktidarın tercihlerine bağlı olarak görevlerinden alınması oraya devletin memurlarının atanmasını kabul etmiyoruz. Bunun karşısında verilecek bir mücadelede üzerimize düşen görevleri yapmak konusunda bir kararlılığımız var. 

'AKP SEÇİMLERİ KAZANMAK İÇİN BÜTÜN OLANAKLARINI SEFERBER ETMİŞ DURUMDA'

31 Mart seçimleri özellikle MHP tarafından bu sistemin test edileceği uğrak olarak görülüyor ve kaybetmeleri halinde sistemin de sorgulanacağına dikkat çekiyor. Sizin açınızdan bu seçimler ne kadar önemli?

Sonuçta her seçim kadar önemli. AKP iktidarı boyunca yani 16 yıllık süreçte bu seçimleri bir biçimde kendi meşruiyetlerini yeniden ürettikleri bir zemin olarak kullandı ve değerlendirdi. Cumhuriyet mitingleri ve Gezi sonrasındaki seçimler dahil olmak üzere bir takım kritik kırılma noktaları oldu ve neredeyse bütün seçimlerde, kritik bir merkezi başlık belirleyip seçimin esas olarak o başlığın tartışıldığı bir eksene oturtarak yaptı bunu. Dolaysıyla cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi oluşmuş ve fiilen yaşıyorken bundan sonra gerçekleşecek olan ilk seçimde bununla ilgili seçimlerde bu açıdan önemli olacaktır. İktidar da bütün olanaklarını bunun için seferber etmiş durumda. Bence önemli taraflarından biri bu.

'AKP TEK BAŞINA VİRAJI AŞAMAYACAĞIN GÖRDÜ'

Yerellerde yeniden oluşan bir ittifak da var…

Görebildiğimiz kadarıyla Türkiye’nin tarihinin en köklü krizlerinden birini yaşadığı, işsizliğin yoksulluğun her geçen gün arttığı bir dönemde iktidar bütün hesaplarını, bütün planlarını yerel seçimleri atlatabileceği bir manevra üzerine kuruyor. AKP’nin bütün konsantrasyonunu bunun üzerine kurmuş durumda. Hükümet bütün adımlarını buna uygun atıyor ve nihayetinde amaçladıkları şey 31 Mart seçimlerinden AKP’nin zaferle çıkması. MHP’nin önce vazgeçiyor gibi yapıp sonra yeniden bu sürecin parçası olduğunu ilan etmesi de yaşanan sıkışmanın boyutlarını göstermesi açısından önemli. AKP tek başına kaldığında bu virajı aşamayacağını görünce çok uzun süredir sistematik olarak ona yedek lastik işlevi gören MHP yeniden devreye girmiş durumda. Bu tabi AKP karşısında uzun yıllardır mücadele eden muhalefet güçleri açısından da önemle gözlemlenmesi ve değerlendirilmesi gereken bir süreç bize göre. Biz de bu eksende yaklaşacağız.


'MUHALEFET OLARAK ALTERNATİF ORTAYA ÇIKARMAK KONUSUNDA BAŞARISISIZ'

Muhalefetin hali ne durumda?

24 Haziran öncesinde umut yükselmiş durumdayken, 24 Haziran’dan sonra AKP’nin yeniden kazanmış olmasının, Erdoğan’ın seçilmiş olmasının moral bozucu etkisinin olduğunu kabul etmek lazım. Ama tersten ben şöyle de bakmamız mümkün; AKP parlementoda çoğunluğu kaybetmiş durumda. Sorun şu: AKP aslında hak etmediği kadar bir gücü aldığı için ciddi bir düşüş yaşamasına rağmen hala güçlü. Daha önceki seçimlere baktığımızda AKP’nin gerileme içinde olduğunu görmemiz gerekiyor. Ancak kuvvetli bir alternatifin ortaya çıkması AKP’nin nasıl yenilenebileceğine ilişkin daha somut, elle tutulur ve gözle görülür seçeneklerin doğması gerekiyor. Ben halen aynı noktadayım uzun süredir, Türkiye’de bu iktidar ne yaparsa yapsın ona teslim olmayacak milyonlarca insan var ve bunlar fırsat bulduları inandıkları her an mücadelede aktif rol almaktan geri durmayacaklardır. Muhalefet bunun zeminlerini yaratmalı, muhalefet henüz bu noktada başarılı değil. Bu teslim olmayacağını söylediğim milyonlar kendilerini yalnız hissediyor. Bizim TİP olarak onların bu yalnızlığını kıracak onlara yalnız olmadıklarını gösterecek zeminler yaratmak için arayışlarımız devam ediyor. 

'TÜRKİYE SOLU 1980 YENİLGİSİNDEN SONRAKİ İZLEDİĞİ HATTAN ÇIKAMADI'

-Türkiye solu 24 Haziran’da başarısız bir sınav verdi. ÖDP EşBaşkanlar Kurulu üyesi Alper Taş “bunun için özeleştiri vermek gerekir” dedi. Sizce 24 Haziran’da sol neyi yanlış yaptı? Ne yapması gerekiyordu?

Bir kere şunu unutmamak lazım, 24 Haziran seçimleri baskın ve korsan bir seçimdi. Toplumu hazırlıksız yakalamaya dönük bir girişimdi. Bu iktidarın planladığı bir şeydi. Bizim bir eksiğimiz varsa buna yanıt verememiş olmaktır. Biz kendimizi sadece seçim dönemlerinde alternatif oluşturmaya değil de genel olarak siyasete etkin biçimde müdahale eden bir pozisyon almaya, her zaman her türlü gelişmeye hazır olmaya odaklanmalıyız. Dolaysıyla özeleştiri verilecekse sadece seçim başlığına sıkıştırmanın yanlış olacağını düşünüyorum, bize göre bunun temel eksiklik Türkiye solunun 1980 yenilgisinin sonrasında ortaya çıkan ana çizgide hareket etmesidir. 

Ana çizgiden kastınız nedir?

Tarihsel açıdan baktığımda doğru bulduğum ama artık aşılması gereken bir çizgi bu. 1980 ile 1990’a kadar olan süreçte yani dünyada reel sosyalizmin çözüldüğü, 12 Eylül Darbesi’nin solu ezdiği ana güzergahta sol “yıkılmadık, ayaktayız”, “Marksizm bitmedi”, “sosyalizm insanlığın geleceğini temsil ediyor” gibi bizim de doğru bulduğumuz ve benimsediğimiz bir ilkeler siyaseti gözetti.


SOL HALEN KORUMACI/SAVUNMACI BİR ÇİZGİDE

Daha korumacı bir çizgiden bahsediyorsunuz anladığım kadarıyla…

Evet. Karşı taraf ağır bir saldırı süreci başlatmış, buna karşı bir direnme savaşı veriyorsunuz. Bu dediğim gibi tartışmasız son derece önemli bir görevdir. Son derece onurlu bir duruştur. Ama artık milyonların sosyalizmi sorguladığı “sosyalizm bitti mi, Marksizm öldü mü” dönemi kapandı. Tam tersine Kapitalizmin insanlığa bir çare üretemediği gün gibi ortada. Bir çıkışsızlığa girmiş. Uluslararası anlamda da böyle Türkiye’de de… O zaman sosyalistler açısından şöyle bir soru ve sorumluluk ortaya çıkıyor: Kapitalizm, yeni dünya düzeni, küreselleşme masallarının hepsini tüketmiş durumda. İnsanlığa bir alternatif sunmamız gerekiyordu, bu cesareti gösteremiyoruz ve halen esasen kendisini korumaya çalışan bir çizgide durma mücadelesi veriliyorsa bu eksikliktir. Oysa “en iyi savunma saldırıdır” deyip kapitalizmin bütün kalelerine saldırmamız gereken bir dönemdeyiz. 

SOSYALİST HAREKET ‘KÜLTÜREL SOLCULUK’ DİYE BİR ALANA SIKIŞMIŞ DURUMDA

Neden cesaret edemiyor?

Buna uygun bir altyapıya ihtiyaç vardı. Nedir bu? Örneğin biz kendimiz için yerelleşme, Türkiyeli sol-sosyalist çizgiyi inşa etme görevi biçiyoruz, bunun başarılması Türkiye sosyalist hareketinin gerçek anlamda enternasyonalist bir kimliği de gelişir diyoruz. Örneğin işçi sınıfı içerisinde, emekçi yoksul halk kitleleri yani solun doğal tabanı içinde son 20-30 yıla  baktığımızda, kalıcı mevziler tutma, milyonları siyasete dahil etme noktasında ciddi başarılar göremiyoruz. Bir tür “kültürel solculuk” diyebileceğimiz bir alana sıkışılmış durumda. Bunun aşılması gerekiyor. Az önce konuştuk, halkın siyasete katılımı kanallarının genişletilmesi gerekiyor. Sol genel olarak bu çizginin sahibidir aslında. Bizim hedefimiz ne? Milyonların siyaset yapabileceği bir düzen inşa etmeye çalışıyoruz. İnsanların kendi geleceklerine dair kendilerinin karar vermesini savunuyoruz. Kendimizi buna göre yeniden yapılandırmamız gerekiyordu. Bunları yapamadığınız zaman, seçim dönemlerinde de bunun sonucuyla karşı karşıya kalır siyasetin dışına itilirsiniz.  

SOL ÖNCE BİR GÜÇ OLSUN SEÇİMLER SONRA BAKIŞI SOLUN GÜÇSÜZLÜĞÜNÜN NEDENİ

TİP olarak HDP ile ittifak olarak sonuçlanan kararımızın en temel nedenlerinden biri bu. Temel hedefimiz Türkiye’de emekçiler, yoksullar ve halklar adına siyaset yapan sosyalist hattın inşası gerekiyordu. Bu kendisini uygun bulduğu her fırsatta ortaya koymak durumunda. Seçimlerde bunun dışında kalmamalı yaklaşımı içine girdik. Ama bunu hep başka bir bahara başka bir evreye bırakmak ya da “sol önce bir güç olsun, ondan sonra bunu yaparız diye ötelemek” solun güçsüzlüğünün de önemli nedenlerinden bir tanesi.


SOSYALİZM, DEVRİM FİKRİNİ GÜNCELLEMEK GEREKİYOR

Nasıl yapmalı peki?

Önce güç olalım sonra siyasete müdahale edelim gibi bir mantık kurulamaz. Siyasete müdahale ederek güç kazanabilirsiniz. Bence sol bunu yapabilecek güce ve etkiye sahip ancak bunu yapabilmesi için bir paradigma değişikliğine ihtiyaç var. O 12 Eylül’ün dönemi açısından devrimci sayılabilecek korumacı ve savunmacı stratejisini yeni dönemde işte 2000’li yılların Türkiye’sinde yeniden üretilmesi ve karşı saldırıya geçilmesi fikri önemlidir. Eğer biz marksizmi, sosyalizmi, leninizmi, devrim iddiasını bugün ve Türkiyeli bir bakışla güncelleyemezsek, devrimcileşemez, emekçilerle buluşamazsak söylediğimiz en güzel sözler hayatta karşılığını bulunmayan bir takım fikirler olarak kalır. Kimsenin de sosyalizmi böyle bir alana sıkıştırma hakkının olduğunu düşünmüyorum. 

GEZİ DİNAMİKLERİ ORTAYA ÇIKARDI AMA TUTUCULUK ONUN KARŞISINDA DA GELİŞTİ

Gezi dediğiniz bu paradigma değişikliğine yol açmadı mı?

Gezi bunun tüm dinamiklerini ortaya çıkardı. Ama tutuculuk tam da onun karşısında gelişti. Gezi ya da 2013 Haziran’ı bu iddianın somutlandığı, toplumda bir karşılığının olduğu ortaya çıkmış oldu. Sol buna hazır değildi. Gezi sonrası ise çeşitli denemeler oldu, örneğin Haziran Hareketi’ni bu açıdan önemli bir deneyim olarak görüyorum ama sonuç itibariyle orada da geri çekici alışkanlıklar rolünü oynadı. O alışkanlıklardan kopamadı. Solun 1990’larda ve 2000’lerde doğan kuşaklarla buluşması ve onların enerjisinin, bakışının, yönelimlerinin sol-sosyalist hareket içinde etkinlik kazanması gerekiyor. Siyaseti halkın en geniş kesimlerinin söz sahibi olacağı, açık tartışmalardan korkmayan, herkesin fikirlerini geniş emekçi kesimler içinde tartışma cesaretini sahip olduğu zeminler, hepimizi geliştirir. 

90’LARIN KADROLARIN GÖREVİ BİTTİ, ONLAR YERLERİNİ GENÇLERE TESLİM ETMELİ

12 Eylül yenilgisinin ve Sovyetlerle birlikte reel sosyalizmin çözülmesinden sonra sosyalizm fikrini omuzlarında taşıyarak bugünlere yani 2000’lere kadar getiren bir kadroların  görevi orada bitti. Orada bunu genç kuşaklara devrettiklerinde önemli bir başarıya imza atmış olurlardı ama buna cesaret edemedikleri noktada tarihin karşısında bir yanılgının temsilcisi haline gelmiş oluyorlar.


ÖNKOŞULSUZ, ÖNŞARTSIZ HERKESLE BİRLEŞİK MÜCADELE İÇİN GÖRÜŞMEYE HAZIRIZ

-İleri Haber’de parti yöneticileriniz TİP olarak Birleşik Haziran Hareketi’ne dahil olmayacağınızı açıkladı. Haziran benzeri gibi yeni bir arayış içinde olacak mısınız?,

Mevcut durum açısından baktığımızda sol-sosyalist güçlerin tümünün yan yana getirmenin bile yetmeyeceği büyük bir birleşik mücadeleye ihtiyaç olduğu açık. Bütün sol sosyalist güçleri yan yana getirseniz bile bugün sosyalizm cephesinden üretilecek yanıtta yine yetersiz kalırsınız. Bu kuvvetlerin yan yana gelmesi ama bu kuvvetlerin şu anda kendisi herhangi bir biçimde örgütlü sol-sosyalist güçlerin arasında tarif etmeyen insanlarla kendisini eşitlemeyi göze alması gerekiyor. Önümüzde somut görevler koymalı ve bu görevler doğrultusunda ortak mücadele çizgileri, cepheleri, güç birlikleri oluşturmalıyız.

Örneğin, 3. Havalimanı işçilerinin mücadelesine bakalım. Türkiye’de bir devrimci, sosyalist olarak “tahtakurularıyla aynı yatakta yatmak istemiyorum. Tahtakurtlarının olmadığı bir yatak istiyorum” diyerek isyan eden işçilerin yaşadığı bir ülkede yaşamaktan utanmıyorsanız hiç bir şey yapamazsınız. Bu herhalde 1800’li yıllarda işçi sınıfının bir talebi olabilirdi. Geri çekildiğimiz nokta burası. Neredeyse kölece çalışma koşullarını reddediyorum diye isyan edecek hale gelmiş işçi sınıfı Türkiye’de. Bu toplumda büyük bir yankı bulmuş ama sosyalistlerden önce iktidar da bu öfkenin farkında ve işçileri eziyor. Şimdi sol sosyalist güçler bu işçilerle yan yana durmak, omuz vermek ve mücadeleyi toplumsallaştırmak görevlerini üstlenmeyecekse ne yapacaklar? 3. Havalimanı İşçileriyle Dayanışma Platformu olarak ortaya çıkan ve bence solun en geniş kesimlerini birleştirebilecek ortak mücadele zemininde yan yana duramayacaksak nerede duracağız? sorularını sormak gerekiyor. Birlikte mücadele ederek ve somut kazanımlar elde ederek solun bir takım ortak zemin arayışlarını tartışabilir ve inşa edebiliriz. Yoksa bunun dışında bugüne kadar olduğu gibi üç, beş ya da daha fazla kişinin masa başında yan yana gelerek solu birleştirme çabalarının yapay birlikleri doğurduğunu ve bunların da orta vadede sonuç alıcı olmadığını görüyoruz. O yüzden biz yüzümüzü biraz daha buraya döneceğiz. Herhangi bir ön şart, ön koşul ve ön yargı olmadan, solun sürece devrimci bir müdahalede bulunmak iddiası ve iradesi taşıyan, birlikte müdahale etmeye açık olan herkesle ama esas olarak emekçilerin en geniş kesimleriyle açık siyasi tartışmalar yürütme cesareti  olan, öğrenmeye ve değişmeye de açık bütün kesimleriyle değişik başlıklarda değişik biçimlerde yan yana gelmeye açık olacağız. Gerçek bir bileşik mücadelenin de bunun sonucunda ortaya çıkabileceğini düşünüyoruz.


İKİ MİLLETVEKİLİYLE SINIRLI FAALİYETİN ZORLUKLARI VAR

-TİP’in Meclis’teki faaliyetleri nasıl gidiyor? Alışabildiniz mi?

Tabi iki milletvekiliyle sınırlı bir faaliyetin doğal zorlukları var. Meclisin kendisi zaten çoğunluk partisini esas alan bir yaklaşıma sahip. Bunun bir tık genişlemiş hali olarak ise grubu olan partileri referans alıyor. Dolaysıyla bunun dışında kalan bağımsız milletvekilleri ya da grubu olmayan parti temsilcilerinin neredeyse hiçbir hakkı yok. Tüm faaliyetimiz bunu fiilen zorlamaya odaklanmış durumda.

MECLİS’TE CHP VE HDP’NİN YARDIMLARI OLUYOR

Mecilis’te konuşmalarınızı nasıl yapabiliyorsunuz?

Esas olarak fiilen zorlanabilecek kimi boşlukları kullanarak yapıyoruz. CHP ve HDP’nin zaman zaman kolaylaştırıcı katkısının olduğunu söyleyim. Bazen kendi haklarından feragat ederek bunu yapıyorlar. Ama şu açık: örneğin önümüzdeki günlerde bütçe görüşmeleri Meclis’e geliyor. Türkiye’deki milyonlarca insanın hayatını doğrudan etkileyecek bir takım kararlar alınırken bu milyonların kendilerini ilgilendiren süreçte söz kullanabilmesi, söz hakkına sahip olabilmesini bırakalım, haberdar bile olmalarının engellendiği bir süreçle karşı karşıyayız. Normalda bu bütçe görüşmelerinin açık yürütülmesi gerekir. Bütçenin hayatını nasıl etkileyeceğine ilişkin bilgi sahibi olabileceği süreçler bile engellenmek isteniyor. Bu açıdan Meclis Türkiye’nin bir minyatürü. 

ASALET-VEKALET İLİŞKİSİNİ KIRMAYA ÇALIŞIYORUZ

Türkiye’de konuşabilmeniz sesinizi duyurmanız için mücadele etmeniz gerekiyor, Meclis’te de buna benzer bir mücadele devam ediyor. Biz ezberimizde ısrar ediyoruz, halk ile asalet-vekalet ilişkisini kaldıran daha organik bir vekillik tanımı yapmaya çalışıyoruz. Alışık olunan bir tarz değil, hemen sonuç almıyor ama bunda ısrar edeceğiz. Partiler grup toplantıları yapıyor biz ise haftalık mütevazi basın toplantıları bunun yanı sıra hafta sonu ilçelerde halk toplantıları yapıyoruz. Azız ama bundan şikayet etmek yerine çok üyesi olan bir partinin milletvekilinden daha çok çalışarak bu eksikliği kapatmaya ve elimizden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyoruz. Bu zorlukları aşmaya dönük hukuki çalışmalarımız da devam ediyor  bunları da önümüzdeki günlerde gündeme getirmeye çalışacağız. 


ANA AKIM BİZİ YOK SAYIYOR

-Gittiğiniz yerlerde halkın ilgisini nasıl buluyorsunuz bu anlamıyla medyada görünürlüğünüzün yeterli olduğuna inanıyor musunuz?

Medyada görünürlük denince gülesim geldi, “ana akım” denilen medya biz yokmuşuz gibi davranıyor. Bu sadece TİP’e dönük de değil neredeyse ana muhalefet partisini görmezden gelecek noktaya gelmiş durumdalar. Onun dışında alternatif medya kaynaklarının daha iyi değerlendirmemiz gerektiğini düşünüyorum. Sağolsunlar onların da farklı seslerin duyurulması noktasında hassasiyetleri oluyor. Bir de sanırım Meclis’te yıllarca söylenmeyen şeyleri söylemenin kendisi ilgi çekiyor. Doğrudan kendi başına konunun muhatabı olan insanlar bizim konuşmalarımızı, değerlendirmelerimizi ve eylemlerimizi kendileri paylaşıyorlar. Bence en heyecan verici tarafı o. Diyelim ki benim Meclis’te yaptığım hiçbir konuşmam dokuzdan sonra yayımlandığı için MeclisTV’de bile yayımlanmıyor, hiçbir medya vermiyor ama örneğin konuşmam emeklilikte yaşa takılanlarla ilgili olduğu için emeklilikte yaşa takılanlar derneği veya platformu, o konuşmanın milyonlarca kişiye ulaşmasını sağlıyor. Eğer halka değen şeyler söylerseniz konunun muhatabı, o sorunun sahipleri sizin sesinizin daha geniş kesimlere ulaşması için yardımcı oluyorlar. Bu da işimizi yaptığımız gösteriyor. Doğru noktalara değinirsek sesimiz sözümüz milyonlarca insana ulaşabiliyor. 

PARTİLERE ADAY ADAYLIĞI İÇİN BAŞVURANLAR BİZİ DE ZİYARET EDİYOR

Meclis nasıl bu aralara yerel seçim, aday adayları…

Meclis aday adayları havuzu gibi bu aralar. Parti yöneticileriyle görüşmeye ve kendilerini tanıtmaya çalışıyorlar. Sanıyorum diğerleri yani bize gelmeyenler alınmasın ama en iyileri de bize uğruyor. TİP olmanın öyle bir avantajı var. Farklı partilerde aday adaylığı başvurusu yapan arkadaşlar, TBMM’ye kadar gelmişken en azından bir hayırlı olsun ziyareti yapıyorlar. Biz de onlarla oturuyoruz, dertleşiyoruz. Bir de TİP ile Meclis’te temas etmenin şöyle bir farklılığı var: İktidar partisine gitseniz işinizi hallettirebilirsiniz, muhalefet partisine gitseniz az da olsa böyle olanaklar yaratılabilir. Bize gelenler ise beklentisizler. Gerçekten memleketin bizim ilgilenebileceğimiz sorunlarını yaşayan insanlar gelip o sorunlar hakkında bizi bilgilendiriyorlar. Bu da iyi bir şey. Meclis’de sesini duyurmayı isteyen her işçi mutlaka bize uğruyor, bu da en önemli sevinç ve gurur kaynağımız.


İHBARCILIK VE İTİRAFÇILIK ALÇALMANIN EN DİP HALİ 

-Osman Kavala soruşturmasında TKP’li bir emekli askerin size de emniyete ihbar ettiği ifadeleri ortaya çıktı. Gezi’yi uluslararası yapılarla ilişkilendirmiş. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bir insan açısından alçalmanın en dibi itirafçılıktır, ihbarcılıktır dolaysıyla bunun üzerine çok konuşmaya gerek yok. İtirafçı ve ihbarcı olan insan artık yok hükmündedir, onu çok önemsemiyorum. Diğer kısmında ise biz Gezi Direnişi veya Haziran İsyanının bir parçası olmaktan gurur duyuyoruz ve bunu hiçbir zaman hiçbir yerde saklamadık. Gezi Direnişinde gözaltına alınıp yargılandım, mahkemelerde verdiğimiz ifadeler de sabit. Gezi direnişinin herhangi bir anını hayatımızın başka bir anına değişmeyiz, çok kıymetlidir. Dolaysıyla meselenin siyasi ve toplumsal sorumluluğunu üstlenmek bizim için ancak bir gurur vesilesi olur. 

İktidar belli ki yerel seçim öncesinde yeni bir canavara ihtiyaç duyuyor. Gezi onların gözünde kullanılabilecek bir enstrüman, böyle değerlendirecekler ama ben altında kalırlar diye düşünüyorum. Çünkü Gezi tüm Türkiye’de bu iktidara karşı en masum, en temiz, en halka ait olan isyan diye değerlendirilebilir. Bunun dışında en ufacık lekenin bile üzerine düşürülmesi mümkün olmayan devletin kayıtlarına göre milyonlarca insanın dahil olduğu büyük bir halk isyanından söz ediyoruz. 

Tek üzüldüğüm şey şu: bizi bunun organizatörü olmakla suçladıkları zaman valla yüzümüz kızarıyor. Keşke Gezi’yi ben organize edebilmiş olsaydım, keşke biz organize edebilmiş olsaydık, emin olun bu iktidar yerinde olmazdı. Bunu mahkeme önünde söylemiştim. Gezi’nin o mükemmelliğinin yanında bekli tek eksiği yeterince örgütlü olmaşıydı. Ben tarihsel açıdan bir özeleştiri vermemiz gerektiğini düşünüyorum. Gezi yeterince örgütlü olsaydı bugün Türkiye AKP tarafından yönetilmiyor olurdu. Tayip Erdoğan sultası son bulmuş olurdu. Bizim eksiğimiz bu, öyle bakıyoruz. Gezi’nin halen iktidar üzerinde bir korku yaratıyor olmasından da gizli bir haz duyduğumu söylemek isterim. Gezi’nin bir bedeli para seve seve öderiz. (ARTIGERÇEK)
Daha yeni Daha eski