Buldan'dan İstanbullulara çağrı: YSK'nin 250 sayfalık hukuksuzluğuna karşı 23 Haziran'da öyle güçlü bir cevap verelim ki aradaki fark tam 250 bin olsun. Bunlar başka türlü anlamayacaklar.'
Partisinin TBMM Grup Toplantısı'nda grup toplantısında konuşan HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, YSK'nin gerekçeli kararı için "Asıl gerekçeli kararı İstanbul halkı 23 Haziran'da sandıkta yazacak. Hiç merak etmesinler. Ben İstanbul halkına da buradan çağrı yapıyorum: YSK'nın 250 sayfalık hukuksuzluğuna karşı gelin 23 Haziran’da öyle güçlü bir cevap verelim ki fark 250 bin olsun. Bunlar başka türlü anlamayacak çünkü" dedi. İmralı'daki tecridin kaldırılıp, diyalog sürecinin başlaması gerektiğini söyleyen Buldan, "Demokratik mücadelenin sonu mutlaka demokratik müzakere olacaktır" dedi. Demokratik çözüm ve barıştan başka çıkış yolu olmadığını belirten Buldan, "Ya Kürt sorunu, demokrasi ve adalet sorunları çözülecek ya da ülke, devlet, iktidar çözülecek. Devleti ve iktidarı, çözüm çizgisine getirecek olan da demokratik toplumsal mücadelenin büyüklüğüdür" şeklinde konuştu.
'YAŞAM KAZANDI'
Buldan, partisinin TBMM Grup Toplantısındaki konuşmasında şunları söyledi:
"Bugün grup toplantımızı yaşamın kazandığı, geleceğe dair umut ve beklentilerimizin biraz daha arttığı bir ortamda yapıyor olmanın büyük bir sevincini yaşıyoruz. Evet, tecride karşı Leyla vekilimizin 8 Kasım’da, cezaevlerindeki binlerce siyasi tutsağın da 27 Kasım'da başlattığı, Hewlêr'den Strazburg'a kadar yayılan açlık grevi ve ölüm orucu Sayın Öcalan'ın çağrısıyla 26 Mayıs itibariyle sona ermiştir. Açlık grevi ve ölüm orucunun daha fazla can kaybı ve kalıcı sağlık sorunu yaşanmadan sona ermiş olması, hepimizi ve tüm demokratik kamuoyunu umutlandıran önemli bir gelişme olmuştur. Hukuksuzluğa karşı bedenini açlığa yatıranların vermiş olduğu bu mücadele demokrasiye, barışa ve tüm Türkiye halklarına kazandıracaktır. En nihayetinde yaşam kazanmıştır. Artık şunu herkes bilmelidir ki, halkların taleplerine asla karşı durulamaz. Ve halklar da şunu iyi bilmektedir; Direnmek yaşamaktır, yaşamak direnmektir.
'ANNELER BEYAZ TÜLBENTLERİYLE ADALETİN BAYRAĞINI DALGALANDIRDI'
Değerli annelerimiz, sizler canınızın canına, insanlık için direnenlere yoldaş oldunuz, ses oldunuz, çığlık oldunuz. Barışa, adalete, aydınlığa, yaşama yürekten bir çağrı oldunuz. Sizler beyaz tülbentlerinizle yaşamın, barışın, adaletin bayrağını dalgalandırdınız. O beyaz tülbentler insanlığa karşı geliştirilen bütün saldırılara ve suçlara karşı birer siperdir. Her türlü zora ve hakarete karşı ulaştığınız her yerde güçlü mesajlarınızı iletmekten asla geri durmayan tavrınız, çabanız ve direnişiniz için her birinizin önünde saygıyla eğiliyor, ellerinizden öpüyorum. Bu değerli ve kararlı mücadeleniz değil şimdi, her zaman ve her yerde insanlık mücadelesine anlam katacak, güç katacak, ışık tutacaktır.
'AÇLIK GREVLERİ, TECRİT POLİTİKASIYLA ÜLKENİN YÖNETİLEMEYECEĞİNİ GÖSTERDİ'
7 ay süren açlık grevleri tecrit altında yaşam dayatmasına bir itirazdı. Hukuksuzluğa ve adaletsizliğe itirazdı. Demokratik çözüm, adalet ve barışın gelişmesi için içeriden ve dışarıdan yükselen bir haykırıştı. Açlık grevleri, bu karanlık sürecin böyle devam ettirilemeyeceğini, tecrit politikasıyla ülkenin yönetilemeyeceğini bir kez daha herkese göstermiştir. 4 yıl aradan sonra Sayın Öcalan'la avukat görüşlerinin yapılabiliyor olması elbette olumlu ve önemli bir aşamadır. Anayasal ve yasal bir hak olan avukat ve aile görüşünün kesintiye uğratılmadan sürdürülmesi oldukça önem taşımaktadır. Hatırlayalım; İmralı tecridinin başladığı 5 Nisan 2015'ten bu yana ülkenin nerelere savrulduğunu hep beraber yaşadık ve gördük. Çözüm sürecinin sonlandırılıp tecrit politikasının devreye konulmasıyla birlikte ülke darbe ortamından OHAL sürecine, bölgesel savaştan, derin ekonomik ve toplumsal krize varıncaya kadar her alanda kaos ve krizlerle karşı karşıya getirildi.
'TECRİT ÜLKEYE 4 YIL KAYBETTİRDİ'
Oysa çözüm sürecinde Türkiye çok daha farklı bir noktadaydı. Umutlar ve geleceğe dair güven hem artmıştı hem de devam ediyordu. Can kayıpları ve gözyaşları durmuştu. Annelerimiz artık ağlamıyor, gencecik evlatlarımız toprağın altına girmiyordu. Barışa yaklaşılmıştı. Cumhuriyetin demokratikleşmesi süreci hız kazanacaktı. Demokratik çoğulcu bir anayasa ile yönetiliyor olacaktık eğer o süreç sekteye uğratılmasaydı. Ancak ne yazık ki sürecin bitirilmesi Türkiye'ye ve topluma tam 4 yıl kaybettirdi. Bir kez daha vurgulamak isterim ki demokratik çözüm ve barış olmadan bu ülkenin düzlüğe çıkamayacağını, tam tersine daha da dibe vuracağını bu dört yıl içinde bir şekilde göstermiştir. İmralı tecridinin tümden kaldırılarak, diyalogun biran önce başlatılması; Kürt sorunu, demokrasi sorunu başta olmak üzere gerek içeride kangrenleşen sorunları gerekse Türkiye merkezli bölgesel sorunları demokratik müzakere yoluyla ve barışçıl bir perspektifle çözme imkânını yaratacaktır.
'YA DEMOKRASİ SORUNU ÇÖZÜLECEK YA DA DEVLET VE İKTİDAR ÇÖZÜLECEK'
Bu anlamda gerekli adımların atılması hükümet ve devlet başta olmak üzere tüm siyaset kurumunun, parlamentonun ve demokratik kamuoyunun önünde önemli bir görev ve sorumluluk olarak durmaktadır. Tek adama dayanan baskıcı yönetim anlayışıyla, demokratik toplum iradesini yok sayan zihniyetle, güvenlikçi politikalarla, hukuk dışılıkla ülkenin yönetilemeyeceği, demokratik taleplerin bastırılamayacağı görülmelidir. Tüm sorunların çözümü ancak ve ancak demokratik siyasetle, diyalog ve demokratik müzakere ile toplumsal uzlaşıyla mümkündür. Bunu her zaman deneyimledik. Türkiye eninde sonunda demokratik çözüm ve barış çizgisine evrilecektir. Başka bir çıkış yolu olmadığını hepimiz biliyoruz hükümet de bunun farkındadır. Ya Kürt sorunu, demokrasi ve adalet sorunları çözülecek ya da ülke, devlet, iktidar çözülecek. Bunun başka bir çıkış yolu yoktur. Devleti ve iktidarı, çözüm çizgisine getirecek olan da demokratik toplumsal mücadelenin büyüklüğüdür. Halkların barışa olan ısrarıdır. Demokrasiden, barıştan, adaletten, emekten yana olan tüm kesimlerin, demokratik siyaset yürüten herkesin bu ülkeyi faşizmin karanlığında tutmak isteyen tekçi zihniyet karşısında hep birlikte mücadele etmesi, tecrit karşısında olması demokratik çözümü zorlaması oldukça önemlidir.
'DEMOKRATİK MÜCADELENİN SONU DEMOKRATİK MÜZAKERE OLACAK'
Halkların Demokratik Partisi olarak demokratik siyasette ve barış çizgisinde ısrar edeceğiz. Tecrit başta olmak üzere tüm hukuksuzluklara, adaletsizliklere karşı demokratik barışçıl siyasal mücadelemizi daha da yükselteceğiz. Demokratik muhalefeti halkımızla ve demokrasi ittifakıyla daha da büyüteceğiz. Demokratik mücadelenin sonu mutlaka demokratik müzakere olacaktır, bundan hiç kimsenin kuşkusu olmasın. Bu topraklarda barış ve demokratik özgür yaşam gelişene, cumhuriyet demokratikleşene kadar bu mücadele bayrağını asla yere düşürmeyeceğiz. HDP var olduğu sürece demokrasi ve barış umutları büyümeye devam edecek, gelecek mutlaka aydınlık olacaktır.
'YSK'NİN 250 SAYFALIK GEREKÇESİ TAM BİR HUKUKSUZLUK BELGESİ'
Açlık grevleri bu ülkedeki tüm hukuksuzluğa karşı bir itirazdı dedik. İşte hukuk dışılıkta gelinen son noktayı YSK'nin İstanbul kararında gördük ve buna tanık olduk. YSK'nin, 250 sayfalık gerekçeli kararı tam bir hukuksuzluk belgesidir. Hukuk fakültelerinde hukuksuzluğa örnek olarak okutulmalıdır. YSK’nin 7 üyesi, 250 sayfalık gerekçeli kararıyla aynı zamanda kendileri hakkındaki iddianameyi de yazmış oldular. Şimdiden tarihe not olarak geçsin bu söylediklerim.
'ASIL GEREKÇELİ KARARI İSTANBUL HALKI 23 HAZİRAN'DA YAZACAK'
Herkes YSK'yi bekliyordu, irade gaspını nasıl savunacak diye bir beklenti içerisindeydi. 250 sayfa uydurdular. Çünkü savunamadılar. Minareyi çaldılar ama kılıfına uyduramadılar. Her şey ortada. AKP Genel Başkanı ne diyordu? 'Organize oy hırsızlığı var' diyordu. YSK kararında tek bir oy hırsızlığından söz edilmiyor. Çünkü ortada oy hırsızlığı yok, organize bir şekilde İstanbul halkının iradesinin YSK eliyle gasp edilmesi var. Şunu unutmasınlar: Asıl gerekçeli kararı İstanbul halkı 23 Haziran'da sandıkta yazacak, hiç kimse merak etmesin.
'İSTANBUL'DA FARKI 250 BİN YAPALIM'
Ben İstanbul halkına da buradan bir çağrı yapıyorum; YSK'nin 250 sayfalık hukuksuzluğuna karşı gelin 23 Haziran'da öyle güçlü bir cevap verelim ki aradaki fark tam 250 bin olsun. Bunlar başka türlü anlamayacak çünkü. O farkı 250 bin yapalım ki felekleri şaşsın. AKP'nin bir sözcüsü seçmenlerine '23 Haziran'a kadar bizi idare edin, sonrasında tövbe ederiz' diyor. 23 Haziran sonrası toplu tövbeye çıkacaklar. AKP artık öyle bir hale geldi ki toplu tövbe merasimleri düzenliyor çünkü günahları çok. Merak etmeyin, İstanbul halkı 23 Haziran günü size sandıkta tövbe ettirecek. Recep Bey, '7 Haziran, 24 Haziran, 31 Mart bize bir dersti' diyor. Ama bu dersten halen anlamadıklarını da görüyoruz. Şimdi 23 Haziran'da en büyük dersi İstanbul halkından alacaklar. Beklesinler ve görsünler.
'İSTANBUL SEÇİMİ AYNI ZAMANDA ŞIRNAK, MUŞ SEÇİMİDİR'
Haksızlık ve hukuksuzluk sadece İstanbul'da yapılmadı. Bizim belediyelerimize karşı her türlü hukuk dışı yol ve yöntemlere başvuruyorlar. Sandıkta kazanamadıklarını gayri meşru yollarla almaya çalışıyorlar. Buna izin vermeyeceğimizi her toplantıda söyledik bugün bir kez daha tekrar ediyoruz. Gerekirse halkımızla birlikte belediyelerimizin önünde 7/ 24 saat irade nöbeti tutarız ve o belediyelerimizi yine size teslim etmeyiz. Bu irade hırsızları şunu da bilsin ki çalınan oylarımızın da gasp edilen belediyelerimizin de hesabını 23 Haziran'da sandıkta bir bir soracağız. 23 Haziran İstanbul seçimleri bizim için aynı zamanda Şırnak seçimidir, Muş seçimidir, Bitlis, Tatvan seçimidir, Bağlar seçimidir. Gasp edilen 6 belediyemizin seçimidir. Hırsızlığa karşı halk iradesinin galip geleceği bir seçim olacaktır 23 Haziran seçimleri.
'HUKUKSUZLUĞU ÖNCE BÖLGEDE DEVREYE SOKUP SONRA TÜM ÜLKEYE YAYIYORLAR'
Türkiye'nin demokratik vicdanına, demokrasiden yana olan tüm kesimlerine buradan çağrıda bulunuyorum. HDP'nin kazandığı belediyelere yöneltilen hukuk dışı saldırılar karşısında sessiz kalmayın. Sesinizi, itirazınızı mutlaka yükseltin. Unutmayın; hukuk dışılığı önce Bölge'de devreye sokuyorlar sonra tüm ülkeye yayıyorlar. Tatvan'da 9 belediye meclis üyemizi görevden uzaklaştırarak, HDP'nin belediye meclisindeki çoğunluğunu kaybettirdiler. Belediyelerimize çöreklenmek isteyen bir çete var. Biz bu çeteyi gayet iyi biliyor ve tanıyoruz. Eğer demokratik kamuoyu ve demokrasi güçleri buna sessiz kalırsa bu çete bundan cesaret alarak ileride aynı gasp yöntemini batıda da uygular.
'TATVAN'A TAYVAN GİBİ YABANCI KALIRSANIZ BATIDAKİ HER BELEDİYEYİ TATVAN GİBİ YAPARLAR'
Demedi demeyin. O yüzden hukuksuzluklara karşı bir bütün olarak karşı çıkılması, topyekun mücadele edilmesi gereken bir dönemdeyiz. Tatvan’da yaşanan gaspa Tayvan Meclisi’nde yaşanan bir olaymış gibi seyirci kalırsanız, batıdaki her belediyeyi Tatvan gibi yaparlar. Bunu hiç kimse unutmasın. Sustukça sıra size gelir. Susmayın ve sıra hiç size gelmesin. Bu hukuksuzluklara, gayrimeşruluklara karşı hep birlikte omuz omuza mücadele edelim ki hep birlikte kazanalım, faşizmi hep birlikte yenelim.
'HALFETİ'DE HALKA İŞKENCE YAPILDI, SURUÇ'TA TARIM İŞÇİLERİNİN ARACI TARANDI'
Bu ülkeyi karanlıkta bırakmak, toplumu korkutarak sindirmek isteyenlerin varlığını biliyoruz. İşte Urfa Halfeti'de dünyanın gözü önünde insanlara yapılan insanlık dışı işkence ortada. Gözaltına alınanlar ters kelepçelendikten sonra yüzüstü yere yatırılarak işkence yapıldı. İşkence gözaltında da sürdürüldü. Gözaltına alınanların kafalarına torba geçirildiği; falaka, elektrik şoku, dayak, hakaret ve cinsel saldırıda bulunulduğu ve bu kişilerin gördükleri işkenceler sonucu kafa, kol ve bacaklarının kırıldığı, yüzlerinin tanınmaz hale geldiği bilgileri kamuoyuna yansıdı. Bu süreçte Halfeti'ye giriş-çıkışlar yasaklandı, bu olay bahane edilerek Suruç'ta aralarında çocukların da bulunduğu ve tarım işçilerini taşıyan bir minibüs tarandı. 6 tarım işçisi yaralandı, darp edildi, tehdit edildi. Suruç'ta polis tarafından araçları taranan mevsimlik tarım işçilerine, 'Kusura bakmayın, arkadaşları şehit olmuş, psikolojileri bozuk' denildi. Halfeti'de yapılanlar, insanlık düşmanı anlayışın son pratiğidir. Bu anlayışı biz Cizre'den, Sur'dan, Nusaybin'den Suruçlu Şenyaşar ailesinin başına gelenlerden, Mardin'den, Muğla'dan, Batman'dan, birçok yerden çok iyi tanıyoruz. Faşist devlet politikasının son örneğidir Halfeti.
'İŞKENCEYE SIFIR TOLERANS DEĞİL, İŞKENCECİYE SINIRSIZ TOLERANS'
'İşkenceye sıfır tolerans' diyen AKP iktidarının sorumluluğunda yaşanıyor Halfeti işkencesi. 'İşkenceye sıfır tolerans' değil, işkenceciye sınırsız tolerans anlayışıyla karşı karşıyayız. Uluslararası Af Örgütü çağrıda bulunurken, İngiltere'nin en büyük sendikası 'Kendi yurttaşına işkence yapan Türkiye'yi durdurun' çağrısı yaparken, hükümetten şu ana kadar hiçbir şekilde sesin çıkmamasını da hayretle izliyor ve buna tanık oluyoruz. Buradan hükümeti uyarıyor ve çağrı yapıyoruz: Halfeti'den elinizi çekin. Halfeti’deki işkenceciler hakkında derhal gereğini yapın.
'BU İŞKENCEYİ YAPANLAR BU İKTİDARA GÜVENMESİN, GÜN OLUR DEVRAN DÖNER'
Urfa'daki mülki amir ve emniyet yetkililerini derhal görevden alın ve işkencecileri yargı önüne çıkarın. HDP olarak Halfeti'de yaşanan işkencenin peşini bırakmayacağımızı, hukuki zeminde bunu hesabını soracağımızı bir kez daha belirtmek isterim. Bu işkenceyi yapanlar, emrini verenler bu iktidara asla güvenmesinler. Gün olur, devran döner; hukuk önünde herkes tek tek hesabını verir. O yüzden diyoruz ki bu suçu işleyen iktidar da memurlar da hesabını verecek. Çünkü zulüm ile abad olanın ahiri berbad olur!
'SİYASETÇİLER, GAZETECİLER İÇERİDE, HİZBULLAHÇILAR TAHLİYE EDİLİYOR'
Halfeti'de insanlık dışı işkence yapılırken, diğer yandan ise devlet adına faili meçhul cinayetler işleyen, aralarında DEP Milletvekili Mehmet Sincar suikastının failinin de bulunduğu Hizbullahçılar birer birer tahliye ediliyor. İnsan öldürenler, faili meçhul cinayetler işleyenler, kayıpları, yargısız infazları hayata geçirenler tek tek serbest bırakılıyor. Bugün demokrasiyi, barışı, adaleti savunanlar; Selahattin Demirtaşlar, Figen Yüksekdağlar, Sebahat Tunceller bugün içerideyken katiller dışarıda. Bunu asla kabul etmiyoruz, buna olan itirazımızı her yerde ifade edeceğiz Selahattin Demirtaşlar bu ülkeye lazım, Figen Yüksekdağlar bu ülkeye lazım. Barış için, adalet için Sebahat Tuncellerin, Selma Irmakların, Burcu Çeliklerin, Abdullah Zeydanların, Sırrı Süreyya Önderlerin, İdris Balukenlerin varlığına olan ihtiyaç, adalete barışa ve demokrasiye olan ihtiyaçtır. Siyasetçiler, milletvekilleri, belediye başkanları, gazeteciler düşünce ve ifadelerinden dolayı cezaevlerinde ama insan öldürenler tahliye ediliyor. Hukuk dışılığın ve devletin durduğu yerin resmidir bu ne yazık ki.
Hizbullahçıları tahliye eden yargı, Roboski Katliamı'nın faillerine dokunmuyor, katliamda kardeşi ve yakınını kaybeden Veli Encü'yü birkaç gün önce tutukladılar ve cezaevine gönderdiler. Yine o aileden milletvekilimiz Sevgili Ferhat Encü 3 yıldır rehin tutuluyor. Roboski’de aynı zamanda hukuku da, adalet duygusunu da katlettiler! Adaleti yok edenler unutmasın! Adalet ölürse insanlık da ölür! Daha geçenlerde Cumhurbaşkanı 'Adalet çökerse devlet çöker' dedi. Peki, sizin adaletiniz nerede? Bunu sormak isteriz. Nerede sizin hukukunuz? Mazlumu değil zalimi koruyan bir adalet, adalet midir? Bir gün o adalet herkese lazım olacak, size de lazım olacak Sayın Erdoğan, bunu da unutmayın! Biz, zalimin karşısında mazlumun yanında durarak adaleti ve hakikati haykırmaya her zaman devam edeceğiz! Adalet gelene kadar da susmayacağız, pes etmeyeceğiz."
'HALKLARIMIZ GEZİ RUHUYLA DESTAN YAZMAYA DEVAM EDECEK'
Gezi Direnişi'nin yıl dönümüne de değinen Buldan, "3 gün sonra 31 Mayıs Gezi Direnişi'nin başladığı tarihtir. Bu vesileyle Berkin Elvan, Ali İsmail Korkmaz, Abdullah Cömert, Ethem Sarısülük başta olmak üzere Gezi’de yaşamını yitirenleri saygıyla anıyorum. Buradan ayrıca tutuklu bulunan Sevgili Sırrı Süreyya Önder’e de özel selam ve sevgilerimizi yolluyoruz. Evet Gezi direnişi, halklarımızın eşitlik, özgürlük ve adalet talebiydi. Gezi ruhu bugün de aynı canlılığını korumaktadır. Bu ruh 7 Haziran'da, 1 Kasım'da, 16 Nisan'da, 24 Haziran'da, 31 Mart'ta halklarımıza ve demokrasiye kazandırdı. 23 Haziran'da da aynı özgürlük ruhuyla halklarımız kazanmaya ve destan yazmaya devam edecektir." (ARTIGERÇEK)
Partisinin TBMM Grup Toplantısı'nda grup toplantısında konuşan HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, YSK'nin gerekçeli kararı için "Asıl gerekçeli kararı İstanbul halkı 23 Haziran'da sandıkta yazacak. Hiç merak etmesinler. Ben İstanbul halkına da buradan çağrı yapıyorum: YSK'nın 250 sayfalık hukuksuzluğuna karşı gelin 23 Haziran’da öyle güçlü bir cevap verelim ki fark 250 bin olsun. Bunlar başka türlü anlamayacak çünkü" dedi. İmralı'daki tecridin kaldırılıp, diyalog sürecinin başlaması gerektiğini söyleyen Buldan, "Demokratik mücadelenin sonu mutlaka demokratik müzakere olacaktır" dedi. Demokratik çözüm ve barıştan başka çıkış yolu olmadığını belirten Buldan, "Ya Kürt sorunu, demokrasi ve adalet sorunları çözülecek ya da ülke, devlet, iktidar çözülecek. Devleti ve iktidarı, çözüm çizgisine getirecek olan da demokratik toplumsal mücadelenin büyüklüğüdür" şeklinde konuştu.
'YAŞAM KAZANDI'
Buldan, partisinin TBMM Grup Toplantısındaki konuşmasında şunları söyledi:
"Bugün grup toplantımızı yaşamın kazandığı, geleceğe dair umut ve beklentilerimizin biraz daha arttığı bir ortamda yapıyor olmanın büyük bir sevincini yaşıyoruz. Evet, tecride karşı Leyla vekilimizin 8 Kasım’da, cezaevlerindeki binlerce siyasi tutsağın da 27 Kasım'da başlattığı, Hewlêr'den Strazburg'a kadar yayılan açlık grevi ve ölüm orucu Sayın Öcalan'ın çağrısıyla 26 Mayıs itibariyle sona ermiştir. Açlık grevi ve ölüm orucunun daha fazla can kaybı ve kalıcı sağlık sorunu yaşanmadan sona ermiş olması, hepimizi ve tüm demokratik kamuoyunu umutlandıran önemli bir gelişme olmuştur. Hukuksuzluğa karşı bedenini açlığa yatıranların vermiş olduğu bu mücadele demokrasiye, barışa ve tüm Türkiye halklarına kazandıracaktır. En nihayetinde yaşam kazanmıştır. Artık şunu herkes bilmelidir ki, halkların taleplerine asla karşı durulamaz. Ve halklar da şunu iyi bilmektedir; Direnmek yaşamaktır, yaşamak direnmektir.
'ANNELER BEYAZ TÜLBENTLERİYLE ADALETİN BAYRAĞINI DALGALANDIRDI'
Değerli annelerimiz, sizler canınızın canına, insanlık için direnenlere yoldaş oldunuz, ses oldunuz, çığlık oldunuz. Barışa, adalete, aydınlığa, yaşama yürekten bir çağrı oldunuz. Sizler beyaz tülbentlerinizle yaşamın, barışın, adaletin bayrağını dalgalandırdınız. O beyaz tülbentler insanlığa karşı geliştirilen bütün saldırılara ve suçlara karşı birer siperdir. Her türlü zora ve hakarete karşı ulaştığınız her yerde güçlü mesajlarınızı iletmekten asla geri durmayan tavrınız, çabanız ve direnişiniz için her birinizin önünde saygıyla eğiliyor, ellerinizden öpüyorum. Bu değerli ve kararlı mücadeleniz değil şimdi, her zaman ve her yerde insanlık mücadelesine anlam katacak, güç katacak, ışık tutacaktır.
'AÇLIK GREVLERİ, TECRİT POLİTİKASIYLA ÜLKENİN YÖNETİLEMEYECEĞİNİ GÖSTERDİ'
7 ay süren açlık grevleri tecrit altında yaşam dayatmasına bir itirazdı. Hukuksuzluğa ve adaletsizliğe itirazdı. Demokratik çözüm, adalet ve barışın gelişmesi için içeriden ve dışarıdan yükselen bir haykırıştı. Açlık grevleri, bu karanlık sürecin böyle devam ettirilemeyeceğini, tecrit politikasıyla ülkenin yönetilemeyeceğini bir kez daha herkese göstermiştir. 4 yıl aradan sonra Sayın Öcalan'la avukat görüşlerinin yapılabiliyor olması elbette olumlu ve önemli bir aşamadır. Anayasal ve yasal bir hak olan avukat ve aile görüşünün kesintiye uğratılmadan sürdürülmesi oldukça önem taşımaktadır. Hatırlayalım; İmralı tecridinin başladığı 5 Nisan 2015'ten bu yana ülkenin nerelere savrulduğunu hep beraber yaşadık ve gördük. Çözüm sürecinin sonlandırılıp tecrit politikasının devreye konulmasıyla birlikte ülke darbe ortamından OHAL sürecine, bölgesel savaştan, derin ekonomik ve toplumsal krize varıncaya kadar her alanda kaos ve krizlerle karşı karşıya getirildi.
'TECRİT ÜLKEYE 4 YIL KAYBETTİRDİ'
Oysa çözüm sürecinde Türkiye çok daha farklı bir noktadaydı. Umutlar ve geleceğe dair güven hem artmıştı hem de devam ediyordu. Can kayıpları ve gözyaşları durmuştu. Annelerimiz artık ağlamıyor, gencecik evlatlarımız toprağın altına girmiyordu. Barışa yaklaşılmıştı. Cumhuriyetin demokratikleşmesi süreci hız kazanacaktı. Demokratik çoğulcu bir anayasa ile yönetiliyor olacaktık eğer o süreç sekteye uğratılmasaydı. Ancak ne yazık ki sürecin bitirilmesi Türkiye'ye ve topluma tam 4 yıl kaybettirdi. Bir kez daha vurgulamak isterim ki demokratik çözüm ve barış olmadan bu ülkenin düzlüğe çıkamayacağını, tam tersine daha da dibe vuracağını bu dört yıl içinde bir şekilde göstermiştir. İmralı tecridinin tümden kaldırılarak, diyalogun biran önce başlatılması; Kürt sorunu, demokrasi sorunu başta olmak üzere gerek içeride kangrenleşen sorunları gerekse Türkiye merkezli bölgesel sorunları demokratik müzakere yoluyla ve barışçıl bir perspektifle çözme imkânını yaratacaktır.
'YA DEMOKRASİ SORUNU ÇÖZÜLECEK YA DA DEVLET VE İKTİDAR ÇÖZÜLECEK'
Bu anlamda gerekli adımların atılması hükümet ve devlet başta olmak üzere tüm siyaset kurumunun, parlamentonun ve demokratik kamuoyunun önünde önemli bir görev ve sorumluluk olarak durmaktadır. Tek adama dayanan baskıcı yönetim anlayışıyla, demokratik toplum iradesini yok sayan zihniyetle, güvenlikçi politikalarla, hukuk dışılıkla ülkenin yönetilemeyeceği, demokratik taleplerin bastırılamayacağı görülmelidir. Tüm sorunların çözümü ancak ve ancak demokratik siyasetle, diyalog ve demokratik müzakere ile toplumsal uzlaşıyla mümkündür. Bunu her zaman deneyimledik. Türkiye eninde sonunda demokratik çözüm ve barış çizgisine evrilecektir. Başka bir çıkış yolu olmadığını hepimiz biliyoruz hükümet de bunun farkındadır. Ya Kürt sorunu, demokrasi ve adalet sorunları çözülecek ya da ülke, devlet, iktidar çözülecek. Bunun başka bir çıkış yolu yoktur. Devleti ve iktidarı, çözüm çizgisine getirecek olan da demokratik toplumsal mücadelenin büyüklüğüdür. Halkların barışa olan ısrarıdır. Demokrasiden, barıştan, adaletten, emekten yana olan tüm kesimlerin, demokratik siyaset yürüten herkesin bu ülkeyi faşizmin karanlığında tutmak isteyen tekçi zihniyet karşısında hep birlikte mücadele etmesi, tecrit karşısında olması demokratik çözümü zorlaması oldukça önemlidir.
'DEMOKRATİK MÜCADELENİN SONU DEMOKRATİK MÜZAKERE OLACAK'
Halkların Demokratik Partisi olarak demokratik siyasette ve barış çizgisinde ısrar edeceğiz. Tecrit başta olmak üzere tüm hukuksuzluklara, adaletsizliklere karşı demokratik barışçıl siyasal mücadelemizi daha da yükselteceğiz. Demokratik muhalefeti halkımızla ve demokrasi ittifakıyla daha da büyüteceğiz. Demokratik mücadelenin sonu mutlaka demokratik müzakere olacaktır, bundan hiç kimsenin kuşkusu olmasın. Bu topraklarda barış ve demokratik özgür yaşam gelişene, cumhuriyet demokratikleşene kadar bu mücadele bayrağını asla yere düşürmeyeceğiz. HDP var olduğu sürece demokrasi ve barış umutları büyümeye devam edecek, gelecek mutlaka aydınlık olacaktır.
'YSK'NİN 250 SAYFALIK GEREKÇESİ TAM BİR HUKUKSUZLUK BELGESİ'
Açlık grevleri bu ülkedeki tüm hukuksuzluğa karşı bir itirazdı dedik. İşte hukuk dışılıkta gelinen son noktayı YSK'nin İstanbul kararında gördük ve buna tanık olduk. YSK'nin, 250 sayfalık gerekçeli kararı tam bir hukuksuzluk belgesidir. Hukuk fakültelerinde hukuksuzluğa örnek olarak okutulmalıdır. YSK’nin 7 üyesi, 250 sayfalık gerekçeli kararıyla aynı zamanda kendileri hakkındaki iddianameyi de yazmış oldular. Şimdiden tarihe not olarak geçsin bu söylediklerim.
'ASIL GEREKÇELİ KARARI İSTANBUL HALKI 23 HAZİRAN'DA YAZACAK'
Herkes YSK'yi bekliyordu, irade gaspını nasıl savunacak diye bir beklenti içerisindeydi. 250 sayfa uydurdular. Çünkü savunamadılar. Minareyi çaldılar ama kılıfına uyduramadılar. Her şey ortada. AKP Genel Başkanı ne diyordu? 'Organize oy hırsızlığı var' diyordu. YSK kararında tek bir oy hırsızlığından söz edilmiyor. Çünkü ortada oy hırsızlığı yok, organize bir şekilde İstanbul halkının iradesinin YSK eliyle gasp edilmesi var. Şunu unutmasınlar: Asıl gerekçeli kararı İstanbul halkı 23 Haziran'da sandıkta yazacak, hiç kimse merak etmesin.
'İSTANBUL'DA FARKI 250 BİN YAPALIM'
Ben İstanbul halkına da buradan bir çağrı yapıyorum; YSK'nin 250 sayfalık hukuksuzluğuna karşı gelin 23 Haziran'da öyle güçlü bir cevap verelim ki aradaki fark tam 250 bin olsun. Bunlar başka türlü anlamayacak çünkü. O farkı 250 bin yapalım ki felekleri şaşsın. AKP'nin bir sözcüsü seçmenlerine '23 Haziran'a kadar bizi idare edin, sonrasında tövbe ederiz' diyor. 23 Haziran sonrası toplu tövbeye çıkacaklar. AKP artık öyle bir hale geldi ki toplu tövbe merasimleri düzenliyor çünkü günahları çok. Merak etmeyin, İstanbul halkı 23 Haziran günü size sandıkta tövbe ettirecek. Recep Bey, '7 Haziran, 24 Haziran, 31 Mart bize bir dersti' diyor. Ama bu dersten halen anlamadıklarını da görüyoruz. Şimdi 23 Haziran'da en büyük dersi İstanbul halkından alacaklar. Beklesinler ve görsünler.
'İSTANBUL SEÇİMİ AYNI ZAMANDA ŞIRNAK, MUŞ SEÇİMİDİR'
Haksızlık ve hukuksuzluk sadece İstanbul'da yapılmadı. Bizim belediyelerimize karşı her türlü hukuk dışı yol ve yöntemlere başvuruyorlar. Sandıkta kazanamadıklarını gayri meşru yollarla almaya çalışıyorlar. Buna izin vermeyeceğimizi her toplantıda söyledik bugün bir kez daha tekrar ediyoruz. Gerekirse halkımızla birlikte belediyelerimizin önünde 7/ 24 saat irade nöbeti tutarız ve o belediyelerimizi yine size teslim etmeyiz. Bu irade hırsızları şunu da bilsin ki çalınan oylarımızın da gasp edilen belediyelerimizin de hesabını 23 Haziran'da sandıkta bir bir soracağız. 23 Haziran İstanbul seçimleri bizim için aynı zamanda Şırnak seçimidir, Muş seçimidir, Bitlis, Tatvan seçimidir, Bağlar seçimidir. Gasp edilen 6 belediyemizin seçimidir. Hırsızlığa karşı halk iradesinin galip geleceği bir seçim olacaktır 23 Haziran seçimleri.
'HUKUKSUZLUĞU ÖNCE BÖLGEDE DEVREYE SOKUP SONRA TÜM ÜLKEYE YAYIYORLAR'
Türkiye'nin demokratik vicdanına, demokrasiden yana olan tüm kesimlerine buradan çağrıda bulunuyorum. HDP'nin kazandığı belediyelere yöneltilen hukuk dışı saldırılar karşısında sessiz kalmayın. Sesinizi, itirazınızı mutlaka yükseltin. Unutmayın; hukuk dışılığı önce Bölge'de devreye sokuyorlar sonra tüm ülkeye yayıyorlar. Tatvan'da 9 belediye meclis üyemizi görevden uzaklaştırarak, HDP'nin belediye meclisindeki çoğunluğunu kaybettirdiler. Belediyelerimize çöreklenmek isteyen bir çete var. Biz bu çeteyi gayet iyi biliyor ve tanıyoruz. Eğer demokratik kamuoyu ve demokrasi güçleri buna sessiz kalırsa bu çete bundan cesaret alarak ileride aynı gasp yöntemini batıda da uygular.
'TATVAN'A TAYVAN GİBİ YABANCI KALIRSANIZ BATIDAKİ HER BELEDİYEYİ TATVAN GİBİ YAPARLAR'
Demedi demeyin. O yüzden hukuksuzluklara karşı bir bütün olarak karşı çıkılması, topyekun mücadele edilmesi gereken bir dönemdeyiz. Tatvan’da yaşanan gaspa Tayvan Meclisi’nde yaşanan bir olaymış gibi seyirci kalırsanız, batıdaki her belediyeyi Tatvan gibi yaparlar. Bunu hiç kimse unutmasın. Sustukça sıra size gelir. Susmayın ve sıra hiç size gelmesin. Bu hukuksuzluklara, gayrimeşruluklara karşı hep birlikte omuz omuza mücadele edelim ki hep birlikte kazanalım, faşizmi hep birlikte yenelim.
'HALFETİ'DE HALKA İŞKENCE YAPILDI, SURUÇ'TA TARIM İŞÇİLERİNİN ARACI TARANDI'
Bu ülkeyi karanlıkta bırakmak, toplumu korkutarak sindirmek isteyenlerin varlığını biliyoruz. İşte Urfa Halfeti'de dünyanın gözü önünde insanlara yapılan insanlık dışı işkence ortada. Gözaltına alınanlar ters kelepçelendikten sonra yüzüstü yere yatırılarak işkence yapıldı. İşkence gözaltında da sürdürüldü. Gözaltına alınanların kafalarına torba geçirildiği; falaka, elektrik şoku, dayak, hakaret ve cinsel saldırıda bulunulduğu ve bu kişilerin gördükleri işkenceler sonucu kafa, kol ve bacaklarının kırıldığı, yüzlerinin tanınmaz hale geldiği bilgileri kamuoyuna yansıdı. Bu süreçte Halfeti'ye giriş-çıkışlar yasaklandı, bu olay bahane edilerek Suruç'ta aralarında çocukların da bulunduğu ve tarım işçilerini taşıyan bir minibüs tarandı. 6 tarım işçisi yaralandı, darp edildi, tehdit edildi. Suruç'ta polis tarafından araçları taranan mevsimlik tarım işçilerine, 'Kusura bakmayın, arkadaşları şehit olmuş, psikolojileri bozuk' denildi. Halfeti'de yapılanlar, insanlık düşmanı anlayışın son pratiğidir. Bu anlayışı biz Cizre'den, Sur'dan, Nusaybin'den Suruçlu Şenyaşar ailesinin başına gelenlerden, Mardin'den, Muğla'dan, Batman'dan, birçok yerden çok iyi tanıyoruz. Faşist devlet politikasının son örneğidir Halfeti.
'İŞKENCEYE SIFIR TOLERANS DEĞİL, İŞKENCECİYE SINIRSIZ TOLERANS'
'İşkenceye sıfır tolerans' diyen AKP iktidarının sorumluluğunda yaşanıyor Halfeti işkencesi. 'İşkenceye sıfır tolerans' değil, işkenceciye sınırsız tolerans anlayışıyla karşı karşıyayız. Uluslararası Af Örgütü çağrıda bulunurken, İngiltere'nin en büyük sendikası 'Kendi yurttaşına işkence yapan Türkiye'yi durdurun' çağrısı yaparken, hükümetten şu ana kadar hiçbir şekilde sesin çıkmamasını da hayretle izliyor ve buna tanık oluyoruz. Buradan hükümeti uyarıyor ve çağrı yapıyoruz: Halfeti'den elinizi çekin. Halfeti’deki işkenceciler hakkında derhal gereğini yapın.
'BU İŞKENCEYİ YAPANLAR BU İKTİDARA GÜVENMESİN, GÜN OLUR DEVRAN DÖNER'
Urfa'daki mülki amir ve emniyet yetkililerini derhal görevden alın ve işkencecileri yargı önüne çıkarın. HDP olarak Halfeti'de yaşanan işkencenin peşini bırakmayacağımızı, hukuki zeminde bunu hesabını soracağımızı bir kez daha belirtmek isterim. Bu işkenceyi yapanlar, emrini verenler bu iktidara asla güvenmesinler. Gün olur, devran döner; hukuk önünde herkes tek tek hesabını verir. O yüzden diyoruz ki bu suçu işleyen iktidar da memurlar da hesabını verecek. Çünkü zulüm ile abad olanın ahiri berbad olur!
'SİYASETÇİLER, GAZETECİLER İÇERİDE, HİZBULLAHÇILAR TAHLİYE EDİLİYOR'
Halfeti'de insanlık dışı işkence yapılırken, diğer yandan ise devlet adına faili meçhul cinayetler işleyen, aralarında DEP Milletvekili Mehmet Sincar suikastının failinin de bulunduğu Hizbullahçılar birer birer tahliye ediliyor. İnsan öldürenler, faili meçhul cinayetler işleyenler, kayıpları, yargısız infazları hayata geçirenler tek tek serbest bırakılıyor. Bugün demokrasiyi, barışı, adaleti savunanlar; Selahattin Demirtaşlar, Figen Yüksekdağlar, Sebahat Tunceller bugün içerideyken katiller dışarıda. Bunu asla kabul etmiyoruz, buna olan itirazımızı her yerde ifade edeceğiz Selahattin Demirtaşlar bu ülkeye lazım, Figen Yüksekdağlar bu ülkeye lazım. Barış için, adalet için Sebahat Tuncellerin, Selma Irmakların, Burcu Çeliklerin, Abdullah Zeydanların, Sırrı Süreyya Önderlerin, İdris Balukenlerin varlığına olan ihtiyaç, adalete barışa ve demokrasiye olan ihtiyaçtır. Siyasetçiler, milletvekilleri, belediye başkanları, gazeteciler düşünce ve ifadelerinden dolayı cezaevlerinde ama insan öldürenler tahliye ediliyor. Hukuk dışılığın ve devletin durduğu yerin resmidir bu ne yazık ki.
Hizbullahçıları tahliye eden yargı, Roboski Katliamı'nın faillerine dokunmuyor, katliamda kardeşi ve yakınını kaybeden Veli Encü'yü birkaç gün önce tutukladılar ve cezaevine gönderdiler. Yine o aileden milletvekilimiz Sevgili Ferhat Encü 3 yıldır rehin tutuluyor. Roboski’de aynı zamanda hukuku da, adalet duygusunu da katlettiler! Adaleti yok edenler unutmasın! Adalet ölürse insanlık da ölür! Daha geçenlerde Cumhurbaşkanı 'Adalet çökerse devlet çöker' dedi. Peki, sizin adaletiniz nerede? Bunu sormak isteriz. Nerede sizin hukukunuz? Mazlumu değil zalimi koruyan bir adalet, adalet midir? Bir gün o adalet herkese lazım olacak, size de lazım olacak Sayın Erdoğan, bunu da unutmayın! Biz, zalimin karşısında mazlumun yanında durarak adaleti ve hakikati haykırmaya her zaman devam edeceğiz! Adalet gelene kadar da susmayacağız, pes etmeyeceğiz."
'HALKLARIMIZ GEZİ RUHUYLA DESTAN YAZMAYA DEVAM EDECEK'
Gezi Direnişi'nin yıl dönümüne de değinen Buldan, "3 gün sonra 31 Mayıs Gezi Direnişi'nin başladığı tarihtir. Bu vesileyle Berkin Elvan, Ali İsmail Korkmaz, Abdullah Cömert, Ethem Sarısülük başta olmak üzere Gezi’de yaşamını yitirenleri saygıyla anıyorum. Buradan ayrıca tutuklu bulunan Sevgili Sırrı Süreyya Önder’e de özel selam ve sevgilerimizi yolluyoruz. Evet Gezi direnişi, halklarımızın eşitlik, özgürlük ve adalet talebiydi. Gezi ruhu bugün de aynı canlılığını korumaktadır. Bu ruh 7 Haziran'da, 1 Kasım'da, 16 Nisan'da, 24 Haziran'da, 31 Mart'ta halklarımıza ve demokrasiye kazandırdı. 23 Haziran'da da aynı özgürlük ruhuyla halklarımız kazanmaya ve destan yazmaya devam edecektir." (ARTIGERÇEK)