Sosyalistlerin gerek ideolojik hedefleri gerekse de politik/pratik tutum alışları hiçbir koşulda sosyal demokrasinin sınırları içerisine hapsolamaz. Açıktır ki bu seçimde de CHP’nin ve İmamoğlu’nun söyleyemediklerini söyleyecek, yapamadıklarını yapacaklardır...
“Tekrar seçime” bir ay kala AKP-MHP cephesinde (aslında Erdoğan cephesi demek daha doğru) işler çok da iyi gitmiyor. Seçimin iptal edilme gerekçesini en yakınındakilere bile anlatamadı (sen de anlamamışsın, sen de anlamamışsın deyip durdu). AKP seçmeninin mahalle baskısı oluşturmasını sağlayamadı, İmamoğlu’nun oluşturduğu gündemin arkasında sürükleniyor. Binali’nin ne inandırıcılığı kaldı ne tutarlılığı. Her şey bir yana “herkesin konuşmasını” bir türlü engelleyemiyor, konuşanları tehdit edip, şantaj yapabiliyor sadece. TÜSİAD üyelerine bile “Yeri gelir teşhir eder, gün gelir hesabını sorarım” diyor, sanatçılara “sanatçı, sanatıyla konuşur, dalkavukluk yapmaz” demekten geri durmuyor. Stattakiler de Erdoğan’dan nasibini alıyor: “Bunlar o kadar şirazeden çıktı ki, bunlara ‘eyvallah’ diyemeyiz.”
Ancak Erdoğan’ı tanıyanlar biliyor ki bu şahıs son dakikaya kadar “sandıktan kendi tercihini çıkartmak, çıktı göstermek” için her şeyi yapar. Şimdilik kara propagandayla, korku salmakla ve yeni ittifak arayışlarıyla zamanını harcıyor. Mesaisini Saadet’ten Vatan Partisi’ne, hemşeri derneklerinden küskün sermaye gruplarına oy potansiyelinden nasiplenebileceği kesimlere ayırıyor; kime neyi ne kadar dağıtarak hoşnut edebileceğini, kimi nasıl ikna edebileceğini dert edinmiş durumda. “Şimdilik” büyük başarılar elde edemediği de görülüyor. İmamoğlu moral üstünlüğü ve inisiyatifi elinde tutmakta, iş insanından sanatçısına, taraftarından sanal alemcisine herkes konuşmaya devam ediyor. Yine ancak bilinir ki bu ülkede bir gün bile siyaset için çok büyük bir zaman dilimidir. Uyanık olmak, tetikte olmak, hazır olmak gerek!
Erdoğan’ın koyduğu kuralları her seferinde kabul eden, o kurallarla Erdoğan’ı yenebileceğini düşünen CHP aklında ise değişen bir şey yok. Bu yöntemle hiçbir büyük başarı elde edememesine rağmen 19 Mayıs için Erdoğan’ın çağrısıyla Samsun’a koşan Kılıçdaroğlu, doğal olarak CHP kitlesi dahil herkeste “Yenikapı ruhu yeniden canlanıyor mu?” korkusunu uyandırmayı başardı. O “Yenikapı ruhu”dur ki hemen peşinden dokunulmazlıkların kaldırılmasının, KHK eliyle sosyalistlere, demokratlara karşı cadı avının başlamasının resmidir.
***
Erdoğan’ın koyduğu, duruma göre değiştirdiği tüm kural ve kural dışılıklara rağmen İmamoğlu’na çelme takılamıyor. En son deneyen daha doğrusu denettirilen şahıs Ahmet Hakan oldu. Yılların kurnaz gazetecisi diye güvenilip “iş verilen” Ahmet Hakan da İmamoğlu’nu oyun dışı bırakamadı; tersine, İmamoğlu’nun daha fazla puan toplamasını sağlarken kanalının ve kendisinin yerlerde sürünen itibarını bu sefer de yerin dibine gömdü.
CHP, İmamoğlu’nun performansıyla ilerliyor olsa da 100 bini aşan gönüllü başvurusu ve merkezden iteklenen parti teşkilatıyla “yaşadıklarından” ders aldığı varsayılarak 23 Haziran’a kadar bu sürecin belirleyici aktörü olacak. Ancak açıktır ki en ideal koşullarda bile olsa bu kadarının yeterli olacağı tartışma götürür. Çünkü sandık sonuçlarını belirleyebilecek iki önemli faktör var.
Birincisi; “adam, kaybedeceği bir seçime ikinci kez gitmez” diyenler, hatta 31 Mart’ta da “CHP’yi yetersiz bulma”, “CHP’nin sağ söylem ve programına onay vermemek” gibi nedenlerle oy kullanmamış olan sol, sosyalist, demokrat bir seçmen topluluğunun davranışının ne olacağı?
İkincisi; 31 Mart’ta sadece 900 bini sandığa giden toplamda 1 milyon 300 bin Kürt seçmenin bu seçimde nasıl davranacağı?[1]
Asıl olarak “ortalamayı” kazanmayı ve AKP seçmenine ulaşmayı önceleyen İmamoğlu’nun bu iki kesimin mütereddit unsurlarını kendi başına seferber edemeyeceği görülebiliyor. Açıktır ki bu görev “Türkiye sosyalist hareketi ve Kürt hareketinin sosyalist öznelerine” sosyalistlere düşecek. Ve politik hassasiyet “adam kaybetmez” ya da “CHP kesmez” söylemlerini bir kenara bırakıp gasp edeni hezimete uğratmaya, zorbaya haddini bildirmeye odaklanmak zorundadır.
Sosyalistlerden, seçim çalışmasını sadece sandığa indirgemelerini ya da basitçe İmamoğlu’nun söylemlerini yaygınlaştırmaya çalışmalarını beklemek kimsenin haddi değildir. Sosyalistlerin gerek ideolojik hedefleri gerekse de politik/pratik tutum alışları hiçbir koşulda sosyal demokrasinin sınırları içerisine hapsolamaz. Açıktır ki bu seçimde de CHP’nin ve İmamoğlu’nun söyleyemediklerini söyleyecek, yapamadıklarını yapacaklardır.
Bu seçim sürecinde sosyalistler birden çok hedefi gerçekleştirmeye çalışacaklar. Kuşkusuz İmamoğlu’nun kazanması sonucunu elde etmek önemli, çünkü bu sonucun anlamı Erdoğan’ın İstanbul’u kaybetmesidir. Sadece Erdoğan kaybetmekle kalmayacak, İstanbul’da 25 yıldır kurulmuş olan rant çetesi de tasfiye olacaktır. İstanbul’u kaybetmelerinin hiç kuşkusuz ülke genelini de etkileyecek bir siyasal krizi büyütmesi beklenecektir.
Bununla birlikte AKP’nin bu seçimde ve öncekilerde sandık sahtekarlığı yaptığı artık hiçbir kuşkuya yer vermeyecek şekilde kesindir.[2] Dolayısıyla başkanlık rejimi ve cumhurbaşkanı hukuksuz ve hükümsüzdür. Ve bu gündem sadece seçim döneminin değil bundan sonraki tüm siyasi gündemin temel argümanlarından biri olacaktır. Erdoğan’ın artık sadece sandığa dayandırabildiği meşruluğu, o sandık güçlü bir biçimde sorgulanır hale geldiğinde dayanaksız kalacaktır.
***
Açıktır ki İmamoğlu sempatisini sağlayan en önemli özelliklerden biri suda ve ulaşımda yapılan indirimlerdir. Bu durum göstermektedir ki kamusal hak talebi ve yıllardır sürdürülen kamusal hak mücadelesi toplumun nabzının attığı yerdir. Kamusal hizmetlerin seçim vaatlerinde veya iktidar hesaplarında pazarlık konusu olmaması, indirim oranlarıyla tartışılmaması, parasız, kalıcı birer hak haline getirilmesi sadece sosyalistlerin önderlik ettiği mücadeleler ile mümkündür.
CHP’nin ve İmamoğlu’nun bu seçim süreci boyunca “karşı tarafla” söylem düzeyinde bile olsa “sertleşmekten” kaçınacağı görülüyor. Erdoğan’ı ya da Binali Yıldırım’ı doğrudan hedef almak istemeyecekler. Ancak özellikle Binali Yıldırım’ın sadece seçim taktiği olarak bile olsa hedefe konması kaçınılmaz. AKP-MHP’nin belediye meclis üyeliklerinde aldığı oydan yüzde 1,1 daha fazla oy almış olan Binali Yıldırım, açıktır ki sağ seçmen için uygun bir tercih olarak görülmekte. Oysa ki İBB’deki geçmişi, Ulaştırma Bakanlığı’ndaki sicili, Erdoğan’a yapışıklığı, haksız elde ettiği mal varlığı ve hatta fareyi kullanma biçimi bile İstanbul’u yönetebilecek liyakatte ve yetenekte olmadığını kanıtlamak için yeterli.
Sandık sonucunu etkileyecek önemli etkenlerden bir diğeri ise hiç kuşkusuz İstanbul’daki Kürt seçmenin tercihi olacak. 9 günlük bayram tatili ile okulların kapanacak olması birleşince “köye göçün” başlaması kaçınılmaz görünüyor. Kürt seçmenin İstanbul’da kalmasını sağlayacak olan ağırlıklı tercih nedeni ise CHP’nin kazanması ya da belediye projeleri değil, seçimin sonucunun yaratacağı doğrudan siyasal sonuçlardır. Artık Kürt halkına karşı nefreti ve savaşı her alanda yaygınlaştırmayı hedeflemiş Erdoğan’ın siyasal olarak zayıflaması, bu iktidarın sonunun gelmesini hızlandıracaktır. İstanbul’da yaşayan Kürtler sadece kendilerinin değil, Kürt halkının tamamının geleceğini etkileyebilir.
Benzer bir biçimde İstanbul seçimleri aynı zamanda bu ülkenin her şehrinde her mahallesinde bulunan bütün sosyalistlerin de mücadele gündemidir. Olay İstanbul’da geçiyor olsa da bütün ülke, sonuçlardan (dolaylı değil) doğrudan etkilenecektir.
Sosyalistlerin tüm bu hedefleri gerçekleştirmesi için CHP’den bağımsız, güvenceyi İmamoğlu ve CHP siyasetinde değil halkın bağımsız çıkarlarının örgütlenmesinde gören ve gösteren bir çizgiyi, pratiği, örgütlenme ve hareket biçimini açığa çıkartması gerekiyor. Bu süreç tek tek örgütlerin sadece kendi temas yüzeylerini/çevrelerini harekete geçirmesini hedefleyen bir içerikte ele alınamayacağı gibi CHP ile koordineli bir sandık çalışmasına da sığdırılamaz. Açıktır ki uygun bir formda, özellikle örgütsüz solcuları, demokratları bir araya getiren, onları ortak bir politik söylemde birleştiren ve ortak bir pratiği birlikte planlayıp, birlikte harekete geçiren ortak irade hem sandığa giden sürecin hem de ondan sonrasının başarılı olmasını sağlayacaktır.
İstanbul kazanacaksa devrimci mahalle militanlarıyla, devrimci işçilerle, devrimci mühendislerle, devrimci kadınlarla, devrimci gençlerle… kısacası devrimcilerle kazanacak! (SENDİKA.ORG)
Dipnotlar:
[1] Erdoğan’ın da sandığa gitmeyen seçmenin kendi payına düşenini sandığa götürmek ve Kürtlerin gerici kesimlerini etkilemek üzere plan yaptığı rahatlıkla görülebilir.
[2] 31 Mart seçimlerinin iptal gerekçesi olarak gösterilen, sandık görevlilerinin kamu görevlileri arasından belirlenmemiş olması cumhurbaşkanlığı seçimi için de geçerlidir. Erdoğan bu durumu “24 Haziran seçiminde bunu tespit edemedik” diye açıklıyor.
“Tekrar seçime” bir ay kala AKP-MHP cephesinde (aslında Erdoğan cephesi demek daha doğru) işler çok da iyi gitmiyor. Seçimin iptal edilme gerekçesini en yakınındakilere bile anlatamadı (sen de anlamamışsın, sen de anlamamışsın deyip durdu). AKP seçmeninin mahalle baskısı oluşturmasını sağlayamadı, İmamoğlu’nun oluşturduğu gündemin arkasında sürükleniyor. Binali’nin ne inandırıcılığı kaldı ne tutarlılığı. Her şey bir yana “herkesin konuşmasını” bir türlü engelleyemiyor, konuşanları tehdit edip, şantaj yapabiliyor sadece. TÜSİAD üyelerine bile “Yeri gelir teşhir eder, gün gelir hesabını sorarım” diyor, sanatçılara “sanatçı, sanatıyla konuşur, dalkavukluk yapmaz” demekten geri durmuyor. Stattakiler de Erdoğan’dan nasibini alıyor: “Bunlar o kadar şirazeden çıktı ki, bunlara ‘eyvallah’ diyemeyiz.”
Ancak Erdoğan’ı tanıyanlar biliyor ki bu şahıs son dakikaya kadar “sandıktan kendi tercihini çıkartmak, çıktı göstermek” için her şeyi yapar. Şimdilik kara propagandayla, korku salmakla ve yeni ittifak arayışlarıyla zamanını harcıyor. Mesaisini Saadet’ten Vatan Partisi’ne, hemşeri derneklerinden küskün sermaye gruplarına oy potansiyelinden nasiplenebileceği kesimlere ayırıyor; kime neyi ne kadar dağıtarak hoşnut edebileceğini, kimi nasıl ikna edebileceğini dert edinmiş durumda. “Şimdilik” büyük başarılar elde edemediği de görülüyor. İmamoğlu moral üstünlüğü ve inisiyatifi elinde tutmakta, iş insanından sanatçısına, taraftarından sanal alemcisine herkes konuşmaya devam ediyor. Yine ancak bilinir ki bu ülkede bir gün bile siyaset için çok büyük bir zaman dilimidir. Uyanık olmak, tetikte olmak, hazır olmak gerek!
Erdoğan’ın koyduğu kuralları her seferinde kabul eden, o kurallarla Erdoğan’ı yenebileceğini düşünen CHP aklında ise değişen bir şey yok. Bu yöntemle hiçbir büyük başarı elde edememesine rağmen 19 Mayıs için Erdoğan’ın çağrısıyla Samsun’a koşan Kılıçdaroğlu, doğal olarak CHP kitlesi dahil herkeste “Yenikapı ruhu yeniden canlanıyor mu?” korkusunu uyandırmayı başardı. O “Yenikapı ruhu”dur ki hemen peşinden dokunulmazlıkların kaldırılmasının, KHK eliyle sosyalistlere, demokratlara karşı cadı avının başlamasının resmidir.
***
Erdoğan’ın koyduğu, duruma göre değiştirdiği tüm kural ve kural dışılıklara rağmen İmamoğlu’na çelme takılamıyor. En son deneyen daha doğrusu denettirilen şahıs Ahmet Hakan oldu. Yılların kurnaz gazetecisi diye güvenilip “iş verilen” Ahmet Hakan da İmamoğlu’nu oyun dışı bırakamadı; tersine, İmamoğlu’nun daha fazla puan toplamasını sağlarken kanalının ve kendisinin yerlerde sürünen itibarını bu sefer de yerin dibine gömdü.
CHP, İmamoğlu’nun performansıyla ilerliyor olsa da 100 bini aşan gönüllü başvurusu ve merkezden iteklenen parti teşkilatıyla “yaşadıklarından” ders aldığı varsayılarak 23 Haziran’a kadar bu sürecin belirleyici aktörü olacak. Ancak açıktır ki en ideal koşullarda bile olsa bu kadarının yeterli olacağı tartışma götürür. Çünkü sandık sonuçlarını belirleyebilecek iki önemli faktör var.
Birincisi; “adam, kaybedeceği bir seçime ikinci kez gitmez” diyenler, hatta 31 Mart’ta da “CHP’yi yetersiz bulma”, “CHP’nin sağ söylem ve programına onay vermemek” gibi nedenlerle oy kullanmamış olan sol, sosyalist, demokrat bir seçmen topluluğunun davranışının ne olacağı?
İkincisi; 31 Mart’ta sadece 900 bini sandığa giden toplamda 1 milyon 300 bin Kürt seçmenin bu seçimde nasıl davranacağı?[1]
Asıl olarak “ortalamayı” kazanmayı ve AKP seçmenine ulaşmayı önceleyen İmamoğlu’nun bu iki kesimin mütereddit unsurlarını kendi başına seferber edemeyeceği görülebiliyor. Açıktır ki bu görev “Türkiye sosyalist hareketi ve Kürt hareketinin sosyalist öznelerine” sosyalistlere düşecek. Ve politik hassasiyet “adam kaybetmez” ya da “CHP kesmez” söylemlerini bir kenara bırakıp gasp edeni hezimete uğratmaya, zorbaya haddini bildirmeye odaklanmak zorundadır.
Sosyalistlerden, seçim çalışmasını sadece sandığa indirgemelerini ya da basitçe İmamoğlu’nun söylemlerini yaygınlaştırmaya çalışmalarını beklemek kimsenin haddi değildir. Sosyalistlerin gerek ideolojik hedefleri gerekse de politik/pratik tutum alışları hiçbir koşulda sosyal demokrasinin sınırları içerisine hapsolamaz. Açıktır ki bu seçimde de CHP’nin ve İmamoğlu’nun söyleyemediklerini söyleyecek, yapamadıklarını yapacaklardır.
Bu seçim sürecinde sosyalistler birden çok hedefi gerçekleştirmeye çalışacaklar. Kuşkusuz İmamoğlu’nun kazanması sonucunu elde etmek önemli, çünkü bu sonucun anlamı Erdoğan’ın İstanbul’u kaybetmesidir. Sadece Erdoğan kaybetmekle kalmayacak, İstanbul’da 25 yıldır kurulmuş olan rant çetesi de tasfiye olacaktır. İstanbul’u kaybetmelerinin hiç kuşkusuz ülke genelini de etkileyecek bir siyasal krizi büyütmesi beklenecektir.
Bununla birlikte AKP’nin bu seçimde ve öncekilerde sandık sahtekarlığı yaptığı artık hiçbir kuşkuya yer vermeyecek şekilde kesindir.[2] Dolayısıyla başkanlık rejimi ve cumhurbaşkanı hukuksuz ve hükümsüzdür. Ve bu gündem sadece seçim döneminin değil bundan sonraki tüm siyasi gündemin temel argümanlarından biri olacaktır. Erdoğan’ın artık sadece sandığa dayandırabildiği meşruluğu, o sandık güçlü bir biçimde sorgulanır hale geldiğinde dayanaksız kalacaktır.
***
Açıktır ki İmamoğlu sempatisini sağlayan en önemli özelliklerden biri suda ve ulaşımda yapılan indirimlerdir. Bu durum göstermektedir ki kamusal hak talebi ve yıllardır sürdürülen kamusal hak mücadelesi toplumun nabzının attığı yerdir. Kamusal hizmetlerin seçim vaatlerinde veya iktidar hesaplarında pazarlık konusu olmaması, indirim oranlarıyla tartışılmaması, parasız, kalıcı birer hak haline getirilmesi sadece sosyalistlerin önderlik ettiği mücadeleler ile mümkündür.
CHP’nin ve İmamoğlu’nun bu seçim süreci boyunca “karşı tarafla” söylem düzeyinde bile olsa “sertleşmekten” kaçınacağı görülüyor. Erdoğan’ı ya da Binali Yıldırım’ı doğrudan hedef almak istemeyecekler. Ancak özellikle Binali Yıldırım’ın sadece seçim taktiği olarak bile olsa hedefe konması kaçınılmaz. AKP-MHP’nin belediye meclis üyeliklerinde aldığı oydan yüzde 1,1 daha fazla oy almış olan Binali Yıldırım, açıktır ki sağ seçmen için uygun bir tercih olarak görülmekte. Oysa ki İBB’deki geçmişi, Ulaştırma Bakanlığı’ndaki sicili, Erdoğan’a yapışıklığı, haksız elde ettiği mal varlığı ve hatta fareyi kullanma biçimi bile İstanbul’u yönetebilecek liyakatte ve yetenekte olmadığını kanıtlamak için yeterli.
Sandık sonucunu etkileyecek önemli etkenlerden bir diğeri ise hiç kuşkusuz İstanbul’daki Kürt seçmenin tercihi olacak. 9 günlük bayram tatili ile okulların kapanacak olması birleşince “köye göçün” başlaması kaçınılmaz görünüyor. Kürt seçmenin İstanbul’da kalmasını sağlayacak olan ağırlıklı tercih nedeni ise CHP’nin kazanması ya da belediye projeleri değil, seçimin sonucunun yaratacağı doğrudan siyasal sonuçlardır. Artık Kürt halkına karşı nefreti ve savaşı her alanda yaygınlaştırmayı hedeflemiş Erdoğan’ın siyasal olarak zayıflaması, bu iktidarın sonunun gelmesini hızlandıracaktır. İstanbul’da yaşayan Kürtler sadece kendilerinin değil, Kürt halkının tamamının geleceğini etkileyebilir.
Benzer bir biçimde İstanbul seçimleri aynı zamanda bu ülkenin her şehrinde her mahallesinde bulunan bütün sosyalistlerin de mücadele gündemidir. Olay İstanbul’da geçiyor olsa da bütün ülke, sonuçlardan (dolaylı değil) doğrudan etkilenecektir.
Sosyalistlerin tüm bu hedefleri gerçekleştirmesi için CHP’den bağımsız, güvenceyi İmamoğlu ve CHP siyasetinde değil halkın bağımsız çıkarlarının örgütlenmesinde gören ve gösteren bir çizgiyi, pratiği, örgütlenme ve hareket biçimini açığa çıkartması gerekiyor. Bu süreç tek tek örgütlerin sadece kendi temas yüzeylerini/çevrelerini harekete geçirmesini hedefleyen bir içerikte ele alınamayacağı gibi CHP ile koordineli bir sandık çalışmasına da sığdırılamaz. Açıktır ki uygun bir formda, özellikle örgütsüz solcuları, demokratları bir araya getiren, onları ortak bir politik söylemde birleştiren ve ortak bir pratiği birlikte planlayıp, birlikte harekete geçiren ortak irade hem sandığa giden sürecin hem de ondan sonrasının başarılı olmasını sağlayacaktır.
İstanbul kazanacaksa devrimci mahalle militanlarıyla, devrimci işçilerle, devrimci mühendislerle, devrimci kadınlarla, devrimci gençlerle… kısacası devrimcilerle kazanacak! (SENDİKA.ORG)
Dipnotlar:
[1] Erdoğan’ın da sandığa gitmeyen seçmenin kendi payına düşenini sandığa götürmek ve Kürtlerin gerici kesimlerini etkilemek üzere plan yaptığı rahatlıkla görülebilir.
[2] 31 Mart seçimlerinin iptal gerekçesi olarak gösterilen, sandık görevlilerinin kamu görevlileri arasından belirlenmemiş olması cumhurbaşkanlığı seçimi için de geçerlidir. Erdoğan bu durumu “24 Haziran seçiminde bunu tespit edemedik” diye açıklıyor.