Mültecilerin “suç”un ve toplumsal çürümenin kaynağı gösterilmesi yukarıdan aşağıya örgütleniyor. Mağdurun zanlı haline getirilmeye çalışıldığı Türkiye’de, gitmesi gerekenin Suriyeliler değil, AKP olduğunu en güçlü şekilde haykırmak gerekiyor...
GİTMESİ GEREKEN SURİYELİLER DEĞİL
Uzun süredir örgütlenen nefret artık ete kemiğe bürünmüş bir biçimde ve tüm saldırganlığıyla Suriyelilere yöneldi. Siyasi değeri artan bu nefret, AKP iktidarını da harekete geçirdi. “Kayıtsız göçmenler” sınır dışı edilmeye başlandı. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, bu yıl 80 bin mültecinin sınır dışı edileceğini söyledi, uygulamayı “Gerçekleştirmek zorundayız” ifadeleriyle savundu.
İstanbul Valiliği, kentteki Suriyelilerin, kayıtlı bulundukları illere geri dönmeleri için 20 Ağustos’a kadar süre verdi. Yalnızca uygulamada değil, söyleme de yansıyan değişiklikle ülkedeki Suriyeliler yeniden “kardeşlerimiz” yerine “misafir” olarak anılmaya başlandı.
Mülteciler ise artan operasyonlar nedeniyle hem korku iklimi altında yaşıyor hem de evlerinden ve işyerlerinden çıkamıyor. İstanbul’da yaşanan denetim, baskın ve operasyonlara tanık olan mülteciler il dışı ve sınır dışı edilme korkusu yaşıyor.
Nefret kampanyalarına 1 milyar 385 milyon imza
Bilindiği üzere Türkiye, Suriye’de 2011 yılından bu yana devam eden savaşla birlikte başlayan büyük insani krizde en çok sığınmacıyı ağırlayan ülke oldu. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) verilerine göre Haziran 2019 tarihi itibariyle ülkelerini terk etmek zorunda kalan Suriyeli sayısı 5,6 milyondan fazla ve bu nüfusun yüzde 60’ından, yani 3,6 milyonundan fazlası Türkiye’de bulunuyor.
PİAR Araştırma’nın yaptığı bir araştırmaya katılanların yüzde 18’ine göre “Türkiye’nin en önemli problemi” Suriyeliler. Her ne kadar araştırma sonucunda Suriyeliler “problem” olarak ikinci sırayı alsa da ilk sıradaki ekonomi başlığı ile bu birbirini destekliyor.
Geçen yazdan bu yana ekonomik kriz göstergelerinin arttığı Türkiye’de işlerini kaybeden, alım güçleri azalan vatandaşlar, bunların sebebi olarak Suriyelileri görüyor. Avrupa ülkelerinde iktidarları ele geçirmeye başlayan nefret, Türkiye siyasetinde de konumunu güçlendiriyor. Siyasette esen bu faşist rüzgârın da etkisiyle mültecilere karşı bugüne kadar nefret söylemi içeren 73 kampanya yürütüldü. Kampanyalara şimdiye dek dünya çapında 1 milyar 385 milyon 122 bin 43 kişi imza attı.
Suriyelilere ilişkin açılan kampanya başlıklarından öne çıkan ifadeler şu şekilde:
-Suriyeliler ülkelerine gönderilsin,
-TSK, 18-45 yaş arası Suriyeli erkekleri eğitip, IŞİD’le savaşa göndersin: Bu bizim savaşımız değildir,
-Bu insanlar bizi rahatsız ediyor. Birçok IŞİD üyesinin Suriye vatandaşı olduğunu biliyoruz,
-Suriyeli gençler adamakıllı para kazanma derdinde değil,
-Ülkemizin güzel yerlerinde insanları taciz etmekte, rahatsızlık verici olaylar yaşatmakta.
AKP için mülteciler “kullanışlı bir araç”
Siyasi çıkarların da etkisiyle kamuoyunda oluşan yaygın inanışın aksine mültecilik; çatışma, şiddet ve zulüm sebebiyle meydana gelen bir sonuçtur. Hiç kimse evinden, yaşam alanlarından uzak olmak istemez ve mülteciliği tercih etmez. Bunun tersi yaşanıyormuş gibi hareket eden siyasiler için mülteciler ülkelerini terk etmek zorunda kalan bir insan topluluğu değil bir enstrüman. Örneğin Suriyeliler, AKP iktidarı tarafından politik krizlere ve yaptırımlara karşı “kullanışlı bir araç” işlevi görüyor. Son olarak Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin petrol ve doğalgaz aramasını durdurmaya yönelik AB yaptırımlarına karşı yeniden Suriyeli mültecileri koz olarak öne sürdü, “Geri kabul anlaşmasını askıya aldık” ifadelerini kullandı.
Mağdurdan zanlıya
Sanılanın aksine hukuki statüleri olmayan ve yoksulluk içerisinde yaşayan mültecilerin nasıl bir yaşam sürdüğü İHD raporlarında şöyle özetleniyor:
Türkiye’deki sığınmacı kamplarında yaşanan hak ihlalleri, cinsel istismar vakaları hakkında halkın tanıklıkları ve anlatımlarının olmasına rağmen sivil toplum kuruluşlarının girmesine ve araştırma yapmasına izin verilmiyor ve bunlarla ilgili bir veri yok.
Barınma, çalışma, sağlığa erişim, eğitim ve hukuki sorunlar yaşıyorlar, şiddetle karşı karşıyalar.
Yoğun şekilde emek sömürüsüne maruz kalıyorlar. Tarım, inşaat ve küçük sanayi alanında kayıtsız ve köle mantığı ile gün doğumundan gün batımına kadar neredeyse yok denecek kadar bir ücrete ya da barınma ve yemek karşılığında çalıştırılıyorlar bu emek sömürüsü karşısında savunmasız durumdalar.
Emeklerinin sömürülmesi konusunda hiçbir yasal hakka sahip değiller; gerek dil problemleri gerekse çalışma hakkına resmi olarak sahip olmadıklarından kaynaklı, hukuksal başvuru yapamıyorlar.
Çocuklar ve kadınlar cinsel istismara uğrama tehlikesiyle karşı karşıya. Korunma mekanizmalarından yoksunlar. Çocuk yaşta evlilikler ve çocukların anne olma oranı çok fazla.
Bunların yanında geri gönderme merkezlerinde yaşanalar var. Geri gönderme merkezlerinde gün içinde 15-20 dakika havalandırmaya çıkarılan mülteciler, günün geri kalanında 5-6 kişilik odalarda kilit altında tutuluyor. Kadınlar ve çocuklar da dahil, temel haklardan yoksun, manevi ve sosyal ihtiyaçları karşılanmadan uzun süre bu merkezlerde tutuluyor, dışarıyla irtibat kuramıyorlar.
Harmandalı Geri Gönderme Merkezi’nde yaşananların da açığa çıkması mültecilerin yaşam koşullarının görünenden çok daha kötü olduğunu ortaya koyuyor. Harmandalı’nda çalışan bir güvenlik görevlisi merkezde yaşananları şöyle anlatıyor: “750 kişilik yerde 1500 kişi kalıyor. Çoğu yerlerde uyuyor. Binanın çoğunun camı kırık. Sınır dışı edilmek istemeyenler sürekli intihara kalkışıyor. Çalışanların da psikolojisi bozuldu.”
Mültecilerin “suç”un ve toplumsal çürümenin kaynağı gibi gösterilmesi Türkiye’de yukarıdan aşağıya örgütleniyor. Suriyelileri başta ülkemizde olmak üzere dünyanın dört bir yanında duvarlarla, dikenli tellerle, toplama kamplarıyla, zulümle günah keçisi haline getiriliyor. Mağdurun zanlı haline getirilmeye çalışıldığı Türkiye’de, gitmesi gerekenin Suriyeliler değil, AKP olduğunu en güçlü şekilde haykırmak gerekiyor.
(CEM SOLMAZ - SENDİKA.ORG)
(ÜST BAŞLIK TARAFIMIZCA KONULMUŞTUR - Gazete Demokrat)
KUMKAPI GERİ GÖNDERME MERKEZİ |
GİTMESİ GEREKEN SURİYELİLER DEĞİL
Uzun süredir örgütlenen nefret artık ete kemiğe bürünmüş bir biçimde ve tüm saldırganlığıyla Suriyelilere yöneldi. Siyasi değeri artan bu nefret, AKP iktidarını da harekete geçirdi. “Kayıtsız göçmenler” sınır dışı edilmeye başlandı. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, bu yıl 80 bin mültecinin sınır dışı edileceğini söyledi, uygulamayı “Gerçekleştirmek zorundayız” ifadeleriyle savundu.
İstanbul Valiliği, kentteki Suriyelilerin, kayıtlı bulundukları illere geri dönmeleri için 20 Ağustos’a kadar süre verdi. Yalnızca uygulamada değil, söyleme de yansıyan değişiklikle ülkedeki Suriyeliler yeniden “kardeşlerimiz” yerine “misafir” olarak anılmaya başlandı.
Mülteciler ise artan operasyonlar nedeniyle hem korku iklimi altında yaşıyor hem de evlerinden ve işyerlerinden çıkamıyor. İstanbul’da yaşanan denetim, baskın ve operasyonlara tanık olan mülteciler il dışı ve sınır dışı edilme korkusu yaşıyor.
Nefret kampanyalarına 1 milyar 385 milyon imza
Bilindiği üzere Türkiye, Suriye’de 2011 yılından bu yana devam eden savaşla birlikte başlayan büyük insani krizde en çok sığınmacıyı ağırlayan ülke oldu. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) verilerine göre Haziran 2019 tarihi itibariyle ülkelerini terk etmek zorunda kalan Suriyeli sayısı 5,6 milyondan fazla ve bu nüfusun yüzde 60’ından, yani 3,6 milyonundan fazlası Türkiye’de bulunuyor.
PİAR Araştırma’nın yaptığı bir araştırmaya katılanların yüzde 18’ine göre “Türkiye’nin en önemli problemi” Suriyeliler. Her ne kadar araştırma sonucunda Suriyeliler “problem” olarak ikinci sırayı alsa da ilk sıradaki ekonomi başlığı ile bu birbirini destekliyor.
Geçen yazdan bu yana ekonomik kriz göstergelerinin arttığı Türkiye’de işlerini kaybeden, alım güçleri azalan vatandaşlar, bunların sebebi olarak Suriyelileri görüyor. Avrupa ülkelerinde iktidarları ele geçirmeye başlayan nefret, Türkiye siyasetinde de konumunu güçlendiriyor. Siyasette esen bu faşist rüzgârın da etkisiyle mültecilere karşı bugüne kadar nefret söylemi içeren 73 kampanya yürütüldü. Kampanyalara şimdiye dek dünya çapında 1 milyar 385 milyon 122 bin 43 kişi imza attı.
Suriyelilere ilişkin açılan kampanya başlıklarından öne çıkan ifadeler şu şekilde:
-Suriyeliler ülkelerine gönderilsin,
-TSK, 18-45 yaş arası Suriyeli erkekleri eğitip, IŞİD’le savaşa göndersin: Bu bizim savaşımız değildir,
-Bu insanlar bizi rahatsız ediyor. Birçok IŞİD üyesinin Suriye vatandaşı olduğunu biliyoruz,
-Suriyeli gençler adamakıllı para kazanma derdinde değil,
-Ülkemizin güzel yerlerinde insanları taciz etmekte, rahatsızlık verici olaylar yaşatmakta.
AKP için mülteciler “kullanışlı bir araç”
Siyasi çıkarların da etkisiyle kamuoyunda oluşan yaygın inanışın aksine mültecilik; çatışma, şiddet ve zulüm sebebiyle meydana gelen bir sonuçtur. Hiç kimse evinden, yaşam alanlarından uzak olmak istemez ve mülteciliği tercih etmez. Bunun tersi yaşanıyormuş gibi hareket eden siyasiler için mülteciler ülkelerini terk etmek zorunda kalan bir insan topluluğu değil bir enstrüman. Örneğin Suriyeliler, AKP iktidarı tarafından politik krizlere ve yaptırımlara karşı “kullanışlı bir araç” işlevi görüyor. Son olarak Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin petrol ve doğalgaz aramasını durdurmaya yönelik AB yaptırımlarına karşı yeniden Suriyeli mültecileri koz olarak öne sürdü, “Geri kabul anlaşmasını askıya aldık” ifadelerini kullandı.
Mağdurdan zanlıya
Sanılanın aksine hukuki statüleri olmayan ve yoksulluk içerisinde yaşayan mültecilerin nasıl bir yaşam sürdüğü İHD raporlarında şöyle özetleniyor:
Türkiye’deki sığınmacı kamplarında yaşanan hak ihlalleri, cinsel istismar vakaları hakkında halkın tanıklıkları ve anlatımlarının olmasına rağmen sivil toplum kuruluşlarının girmesine ve araştırma yapmasına izin verilmiyor ve bunlarla ilgili bir veri yok.
Barınma, çalışma, sağlığa erişim, eğitim ve hukuki sorunlar yaşıyorlar, şiddetle karşı karşıyalar.
Yoğun şekilde emek sömürüsüne maruz kalıyorlar. Tarım, inşaat ve küçük sanayi alanında kayıtsız ve köle mantığı ile gün doğumundan gün batımına kadar neredeyse yok denecek kadar bir ücrete ya da barınma ve yemek karşılığında çalıştırılıyorlar bu emek sömürüsü karşısında savunmasız durumdalar.
Emeklerinin sömürülmesi konusunda hiçbir yasal hakka sahip değiller; gerek dil problemleri gerekse çalışma hakkına resmi olarak sahip olmadıklarından kaynaklı, hukuksal başvuru yapamıyorlar.
Çocuklar ve kadınlar cinsel istismara uğrama tehlikesiyle karşı karşıya. Korunma mekanizmalarından yoksunlar. Çocuk yaşta evlilikler ve çocukların anne olma oranı çok fazla.
Bunların yanında geri gönderme merkezlerinde yaşanalar var. Geri gönderme merkezlerinde gün içinde 15-20 dakika havalandırmaya çıkarılan mülteciler, günün geri kalanında 5-6 kişilik odalarda kilit altında tutuluyor. Kadınlar ve çocuklar da dahil, temel haklardan yoksun, manevi ve sosyal ihtiyaçları karşılanmadan uzun süre bu merkezlerde tutuluyor, dışarıyla irtibat kuramıyorlar.
Harmandalı Geri Gönderme Merkezi’nde yaşananların da açığa çıkması mültecilerin yaşam koşullarının görünenden çok daha kötü olduğunu ortaya koyuyor. Harmandalı’nda çalışan bir güvenlik görevlisi merkezde yaşananları şöyle anlatıyor: “750 kişilik yerde 1500 kişi kalıyor. Çoğu yerlerde uyuyor. Binanın çoğunun camı kırık. Sınır dışı edilmek istemeyenler sürekli intihara kalkışıyor. Çalışanların da psikolojisi bozuldu.”
Mültecilerin “suç”un ve toplumsal çürümenin kaynağı gibi gösterilmesi Türkiye’de yukarıdan aşağıya örgütleniyor. Suriyelileri başta ülkemizde olmak üzere dünyanın dört bir yanında duvarlarla, dikenli tellerle, toplama kamplarıyla, zulümle günah keçisi haline getiriliyor. Mağdurun zanlı haline getirilmeye çalışıldığı Türkiye’de, gitmesi gerekenin Suriyeliler değil, AKP olduğunu en güçlü şekilde haykırmak gerekiyor.
(CEM SOLMAZ - SENDİKA.ORG)
(ÜST BAŞLIK TARAFIMIZCA KONULMUŞTUR - Gazete Demokrat)