Marka olmanın değil, onurlu, kişilikli ve becerikli bir kulüp ve takım olmanın peşinde olunması çok daha değerlidir. Örnek mi? Ticari futbolun tam ortasında yer alan birçok Avrupa kulübü ve takımı böyledir. Örneğin Ajax böyledir. Portekiz'in neredeyse bütün takımları böyledir. Barcelona bu anlamda karma bir modeldir. İngiliz takımları City ve Chelsea hariç yine karma modeldir...
Spor kulüpleri, marka olmak ve marka değeri üzerine
Marka olmak ve marka değerini yükseltmek yanıltıcı, ikiyüzlü ama bir o kadar da etkili kavramlardır.
Her şeyin endüstrileştiği ve ticarileştiği, değerlerin ve ilkelerin yerini “para ticaretinin” kurallarının aldığı ve daha da önemlisi üretmeden büyümenin mümkün kılındığı bir kavram setidir “marka” ve “marka değeri”.
Aslında uzun bir yazı konusudur. Şimdilik sadece iki konu açısından irdelemeye çalışalım.
Birincisi insanların markası olmaz. Dolayısıyla marka değeri de olmaz/olmamalı. Malların ve nesnelerin markası ve marka değerleri olur. İnsanlar ise mal değildir. Dolayısıyla insanların markası ve marka değerleri olamaz… Önemleri, değerleri, işlevleri, yararları olur. Düşünceler ve felsefeler de bu bağlamda marka değildir. İnsana özgü düşünsel ürünlerdir. Dolayısıyla önemli ve değerlidirler.
İkincisi marka ve marka değeri konusunu başka bir açıdan daha irdelemekte yarar var. Biliyorsunuz sporda ve özellikle futbolda en çok kullanılan yönetici ifadelerinden ve kavram setlerinden birisi de “marka olmak” ve “marka değerini yükseltmek” üzerinedir: Örneğin, “Kulübümüzün marka değerini yükseltmek için ne gerekiyorsa yapacağız” ve/ya “kulübümüzü uluslararası düzeyde marka yapacağız” gibi.
Buradaki marka ve marka değeri bilindiği üzere ulusal ve uluslararası düzeyde başarılı olmak ve dolayısıyla da görünür olmak, popüler olmak, tercih edilir hale gelmek ile ilgili olsa gerektir. Tabii bunun da pratik anlamda görüntüsü şampiyon olmak, ilgili turnuvalarda hep üst sıralarda yer almak ve dolayısıyla yayın hakları gelirleri başta olmak üzere ürün satışlarından, seyirci biletlerinden ve ilgili kurumun ödüllendirme ödeneklerinden daha fazla pay alarak kazanmayı sağlamaktır.
Nasıl olacak bu? İşte asıl problem, yalan ve aldatmaca da tam burada başlamaktadır. Marka olmak ve marka değerini arttırmak için iyi oyuncular satın alarak? Marka oyuncular transfer ederek marka takım ve marka kulüp haline gelerek. İlk bakışta doğru gibi geliyor. Evet ama bu durum gelir düzeyi, gider düzeyinden fazla takımlar için öyledir. Ya da sınırsız imkanlara sahip finans takım ve kulüpleri için söz konusu bir durumdur bu.
Marka olmak için satın alma yolunu seçenler, sadece transfere dayalı marka değeri yükseltme peşinde koşanların tüm hesapları ise şampiyon olunmadığında, şampiyonlar liginde yer alınmadığında çöker. Çünkü harcanan paralar kazanılan paralardan çok daha fazladır. Çünkü bir “markalı bir mal” haline getirdiğiniz takımınızı pazarlayamamış, dolayısıyla da “marka değerini yükseltememiş” olursunuz.
Başka türlüsü mümkün değil mi?
Yani marka ve marka değeri peşinde koşmak, eğer oyunun kurallarını bilmiyorsanız veya kendinize özgü modeller geliştirmeden, ticari futbol modasına ve onun gereklerine uyarak gerçekleştirilen sözde yatırımlar sizi iflaslara götürür. Oysa marka olmak ve marka değerini yükseltmenin başka yolları da vardır. Üstelik esas olan ise bir marka olmanın değil, onurlu, kişilikli ve becerikli bir kulüp ve takım olmanın peşinde olunmasıdır ki çok daha değerlidir. Örnek mi? Ticari futbolun tam ortasında yer alan birçok Avrupa kulübü ve takımı böyledir. Örneğin Ajax böyledir. Portekiz’in neredeyse bütün takımları böyledir. Barcelona bu anlamda karma bir modeldir. İngiliz takımları City ve Chelsea hariç yine karma modeldir.
Yani üreterek, geliştirerek ve gerektiğinde destekleyerek “marka” model peşinde olan ve bunu başarmış kulüplerdir…
Geliştirmeden, üretmeden, yetiştirmeden, uzun erimli yatırımlar yapmadan ve spor modelinizi çocuklardan en tepedeki yarışmacı profesyonellere kadar bütüncül bir temelde inşa etmeden “marka” olmak peşinde koşmanın mümkünü olmadığı gibi gereği de yoktur. Çünkü mesele marka ve marka değeri meselesinden çok daha başka bir şeydir. O başka şey sporu bir oyun ve amacı insan ve kendisi olan bir eylem görmek ideolojisi ve modeli üzerinden görmek ve inşa etmektir.
Buna rağmen var olan koşullarda ve pratikte dahi var olmayı sadece kapitalizmin spor modeli olan “kulübün ve takımın marka değerini yükseltme” modelinin biricik formülünü salt ve özellikle dış transfere bağlı olarak yapılandırırsanız, eninde sonunda siyasal iktidarların önünde el pençe divan durur, taraftarlarınızın ceplerine çöker ve zengin yeni ortaklar ararsınız. (İSMAİL TOPKAYA - SENDİKA.ORG)
Spor kulüpleri, marka olmak ve marka değeri üzerine
Marka olmak ve marka değerini yükseltmek yanıltıcı, ikiyüzlü ama bir o kadar da etkili kavramlardır.
Her şeyin endüstrileştiği ve ticarileştiği, değerlerin ve ilkelerin yerini “para ticaretinin” kurallarının aldığı ve daha da önemlisi üretmeden büyümenin mümkün kılındığı bir kavram setidir “marka” ve “marka değeri”.
Aslında uzun bir yazı konusudur. Şimdilik sadece iki konu açısından irdelemeye çalışalım.
Birincisi insanların markası olmaz. Dolayısıyla marka değeri de olmaz/olmamalı. Malların ve nesnelerin markası ve marka değerleri olur. İnsanlar ise mal değildir. Dolayısıyla insanların markası ve marka değerleri olamaz… Önemleri, değerleri, işlevleri, yararları olur. Düşünceler ve felsefeler de bu bağlamda marka değildir. İnsana özgü düşünsel ürünlerdir. Dolayısıyla önemli ve değerlidirler.
İkincisi marka ve marka değeri konusunu başka bir açıdan daha irdelemekte yarar var. Biliyorsunuz sporda ve özellikle futbolda en çok kullanılan yönetici ifadelerinden ve kavram setlerinden birisi de “marka olmak” ve “marka değerini yükseltmek” üzerinedir: Örneğin, “Kulübümüzün marka değerini yükseltmek için ne gerekiyorsa yapacağız” ve/ya “kulübümüzü uluslararası düzeyde marka yapacağız” gibi.
Buradaki marka ve marka değeri bilindiği üzere ulusal ve uluslararası düzeyde başarılı olmak ve dolayısıyla da görünür olmak, popüler olmak, tercih edilir hale gelmek ile ilgili olsa gerektir. Tabii bunun da pratik anlamda görüntüsü şampiyon olmak, ilgili turnuvalarda hep üst sıralarda yer almak ve dolayısıyla yayın hakları gelirleri başta olmak üzere ürün satışlarından, seyirci biletlerinden ve ilgili kurumun ödüllendirme ödeneklerinden daha fazla pay alarak kazanmayı sağlamaktır.
Nasıl olacak bu? İşte asıl problem, yalan ve aldatmaca da tam burada başlamaktadır. Marka olmak ve marka değerini arttırmak için iyi oyuncular satın alarak? Marka oyuncular transfer ederek marka takım ve marka kulüp haline gelerek. İlk bakışta doğru gibi geliyor. Evet ama bu durum gelir düzeyi, gider düzeyinden fazla takımlar için öyledir. Ya da sınırsız imkanlara sahip finans takım ve kulüpleri için söz konusu bir durumdur bu.
Marka olmak için satın alma yolunu seçenler, sadece transfere dayalı marka değeri yükseltme peşinde koşanların tüm hesapları ise şampiyon olunmadığında, şampiyonlar liginde yer alınmadığında çöker. Çünkü harcanan paralar kazanılan paralardan çok daha fazladır. Çünkü bir “markalı bir mal” haline getirdiğiniz takımınızı pazarlayamamış, dolayısıyla da “marka değerini yükseltememiş” olursunuz.
Başka türlüsü mümkün değil mi?
Yani marka ve marka değeri peşinde koşmak, eğer oyunun kurallarını bilmiyorsanız veya kendinize özgü modeller geliştirmeden, ticari futbol modasına ve onun gereklerine uyarak gerçekleştirilen sözde yatırımlar sizi iflaslara götürür. Oysa marka olmak ve marka değerini yükseltmenin başka yolları da vardır. Üstelik esas olan ise bir marka olmanın değil, onurlu, kişilikli ve becerikli bir kulüp ve takım olmanın peşinde olunmasıdır ki çok daha değerlidir. Örnek mi? Ticari futbolun tam ortasında yer alan birçok Avrupa kulübü ve takımı böyledir. Örneğin Ajax böyledir. Portekiz’in neredeyse bütün takımları böyledir. Barcelona bu anlamda karma bir modeldir. İngiliz takımları City ve Chelsea hariç yine karma modeldir.
Yani üreterek, geliştirerek ve gerektiğinde destekleyerek “marka” model peşinde olan ve bunu başarmış kulüplerdir…
Geliştirmeden, üretmeden, yetiştirmeden, uzun erimli yatırımlar yapmadan ve spor modelinizi çocuklardan en tepedeki yarışmacı profesyonellere kadar bütüncül bir temelde inşa etmeden “marka” olmak peşinde koşmanın mümkünü olmadığı gibi gereği de yoktur. Çünkü mesele marka ve marka değeri meselesinden çok daha başka bir şeydir. O başka şey sporu bir oyun ve amacı insan ve kendisi olan bir eylem görmek ideolojisi ve modeli üzerinden görmek ve inşa etmektir.
Buna rağmen var olan koşullarda ve pratikte dahi var olmayı sadece kapitalizmin spor modeli olan “kulübün ve takımın marka değerini yükseltme” modelinin biricik formülünü salt ve özellikle dış transfere bağlı olarak yapılandırırsanız, eninde sonunda siyasal iktidarların önünde el pençe divan durur, taraftarlarınızın ceplerine çöker ve zengin yeni ortaklar ararsınız. (İSMAİL TOPKAYA - SENDİKA.ORG)