“Kınından çıkmış tüccar!”
Günlerden 30 Mayıs 2019. Vatan Partisi Ankara’da Üretimde Atılım için Türkiye-Çin İşbirliği toplantısını düzenliyor. Doğu Perinçek ve Çinli diplomatlar aynı masada, Perinçek’in tipik tebessümü yüzünde. Buraya kadar her şey normal, değil mi? Fakat aynı toplantıda, Reisçi tabanın ‘İngiliz ajanı’, ‘FETÖcü’, muhaliflerin ‘yeşil sermaye’ olarak bildiği Murat Ülker “Hepimiz Çin tarafındayız” diyor. Erdoğan âşığı işadamı Ethem Sancak, “Perinçek’in eski yoldaşıyım” diye lafa başlıyor ve Perinçek’i göreve çağırıyor. Türkiye’deki büyük işadamlarının tescilli Avrasyacı olanı Bekir Okan masadaki konuşmaları dikkatle izliyor.
Biraz dikkatli bakan her göz bunun sıradan bir toplantı olmadığını anlayacaktır. Toplantı katılımcılarının her birisi temsiliyetleri itibariyle ayrı ayrı değerlendirilmeyi elbette hak ediyor. Biz ise bu manzarayı mimarlarından ikisi o salonda hazır bulunan, birisi ise bulunmayan üçünü inceleyerek anlamlı bir resme dönüştürmeye çalışacağız.
***
Mehmet Adnan Akfırat Nizipli bir eşraf ailesinin çocuğudur. İlçeyi akrabalık ağlarıyla yöneten ailelerin tamamının kanı akar damarlarında. Bu kökenlerini “Kurtuluş Savaşı’nda Nizip’in önder aileleri” olarak tarif edecektir. Aydınlık’ın seçkin kadrolarının ezici çoğunluğu gibi Amerikan tarzı eğitim görür. Liseyi AFS bursuyla ABD’de bitirir. Ardından, ancak 1994 yılında mezun olabileceği Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü’ne girer. Emsallerine benzer şekilde, Mao’nun kitaplarını ve Çin Komünist Partisi’nin diğer yayınlarını Pekin’deki Foreign Languages Press baskılarından okur, Maoist doktrini kaynağından özümser. 1976 yılında Aydınlık saflarına katılır. 1970’leri okur-yazarlığa yatkın, gencecik bir parti militanı olarak geçirir. Akfırat’ın ön plana çıkması için, Perinçek’in 12 Eylül ardından tutuklanmasını ve 1982 Temmuz’unda tahliye edildiğinde Aydınlık kadrolarına yeni bir yön çizmesini beklemek gerekecektir.
12 Eylül sonrasında, bazı gençler bozgunun faturasını o zamana kadar doğruluğundan şüphe etmedikleri Marksizm-Leninizme kesmeye başlamışlardır. Anarşizm, yeşil hareket, otonomi gibi akımlar Türkiye’ye bu arayış üzerinden giriş yapar. 1981 yılında Ankara’da yayımlanmaya başlanan ve görünüşte biraz politize bir kültür-edebiyat dergisi olan Yeni Olgu böyle konulardaki tartışmaların yürütüldüğü odak haline gelmiştir. Gelişmeleri Aydınlık kadroları içinden takip edenler Akfırat, Serhan Bolluk ve o dönem yanlarında yetişen Tunca Arslan’dır. Konuyu Perinçek’e açarlar. Perinçek eften püften tartışmalarla ilgili değildir ama arayış içindeki gençlikten kadro devşirme potansiyeli ilgisini çeker.
Perinçek tahliyesinden on ay sonra yeniden tutuklanır. Bu arada, Yeni Olgu’daki tartışmalar eski alışkanlıklarla, bölünme ve çatışma boyutuna gelmiştir. 1983 Ekim’inde son bir sayı çıkartılır ama dergi elinde kalan ekip yayın faaliyetini sürdürmeye niyetli değildir. İşte burada Akfırat devreye girer. Tunca Arslan’ın tabiriyle “biraz para ve kullanılmış bir palto karşılığında” isim hakkı satın alınır. Dergi İstanbul’a taşınır ve aynı tartışma başlıklarıyla ama bu sefer Aydınlık çevresinin kontrolünde, Ocak 1984 itibariyle yayın hayatına devam eder. Böylece, 1990’larda Yeni Toplumsal Hareketler adıyla anılacak akımları Türkiye gençliğine tanıtmak da Aydınlık’a nasip olur. Böyle tanıtım işlerinde kendilerini rakipsiz gören Birikimcilerin cevabı gecikmez. Mart 1984 itibariyle, Yeni Olgu’nun ilk dönem yazarlarından Tanıl Bora ve Mehmet Şenol’un yönetiminde Gençlik ve Toplum’u çıkarmaya başlarlar.
Yeni Olgu hakkında “TİKP/Aydınlık örgütü” bağlantısı nedeniyle soruşturma açılır ve dergi 1984 sonunda kapatılır. Aydınlık 1985 yılını gençlik dergisi olmadan geçirir. Ancak, Akfırat resmi gençlik dergicisi konumuna gelmiştir ve 1986 Ocak’ında yayımlanmaya başlayan Gökyüzü dergisi yine Akfırat’ın sorumluluğundadır. Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden 1984’te mezun olan Serhan Bolluk’un yerini aynı fakültede öğrenci Ümmühan Nihal Bilgili almıştır. Aynı yılın Ağustos ayında, Akfırat tutuklanır. Bu tutukluluk kısa sürer ama tahliyesi Akfırat için farklı bir dönemin başlangıcı anlamına da gelmektedir.
Akfırat’ın, kendisinden yalnızca 7 yaş büyük dayısı Bekir Okan ailenin memuriyete değil, ticarete düşkün kanadındandır. 1983’te kurduğu Okan Dış Ticaret A.Ş. hızlı bir büyüme kaydetmiştir. Okan yeğenini yanında çalışmaya davet eder. Akfırat Yeni Olgu ve Gökyüzü süreçlerinde fazlasıyla mimlenmiştir ve bu, ortalığın durulması için fırsattır. İşe başlar ama Okan Dış Ticaret’teki çalışması dayısının Genel Müdür Yardımcılığı teklifini kabul etmesine fırsat kalmadan sona erer. Çünkü Perinçek dönemin haber dergileri furyasına uygun bir haftalık dergi çıkarmaya başlamıştır. 2000’e Doğru 1987 Ocak’ında yayımlanmaya başlar ve Akfırat da derginin kadroları arasındaki yerini alır.
Bundan sonra Akfırat’ı 2000’e Doğru’da, Aydınlık gazetesinde, Ulusal Kanal’da, Sosyalist Parti’de, İşçi Partisi’nde, kısacası Aydınlık çevresinin oluşturduğu her zeminde emek veren, sebatkâr bir kadro olarak görüyoruz. Bu yıllar boyunca, Perinçek’in Akfırat’a güveni, Akfırat’ın Perinçek’e inancı perçinlenir. Hatta kimilerine göre Akfırat “Perinçek’in sağ kolu” konumuna gelir. Fakat onu ayrıksı kılacak ve bugün Aydınlık çevresindeki somut işlevini belirleyecek girişim 2006 yılında başlar.
2006 Mayıs’ında TUCEM Çin İktisadi Eşleştirme Merkezi Ltd. Şti. İstanbul’da kurulur. Şirketin başında Akfırat vardır. Akfırat dayısının yanında çalıştığı dönemde edindiği ve dayısıyla süren ilişkileriyle beslediği dış ticaret yeteneklerini burada sergilemeye çalışır. Şirketin amacı Çin ve Türkiye iş çevrelerine aracılık hizmetleri vermektir. Çin Komünist Partisi’nin ve dolayısıyla Çin Dışişleri Bakanlığı’nın onayını almak zor olmaz elbette. Bu himaye sayesinde, TUCEM Çinli girişimcilerle çeşitli fuarlar düzenler. Fakat aksayan ayak işin Çin değil, Türkiye ayağıdır. Türk girişimciler iktidarı kıyasıya eleştiren İşçi Partisi’nin şirketiyle çalışmakta çekingen davranırlar.
2008 Mart’ında, Perinçek ve İşçi Partisi’nin diğer yönetici kadrolarıyla birlikte Akfırat da Ergenekon soruşturması kapsamında tutuklanır. Ancak, Akfırat TUCEM’i büyütme planlarından hiç vazgeçmez. Aynı yıl, kurucular listesinde Aydınlık kadroları yanında iş çevrelerinden isimlere de yer verilen Türk-Çin İş Geliştirme ve Dostluk Derneği kurulur. Kamuoyuna derneğin işadamları tarafından kurulduğu duyurulsa da politik angajmanı yine apaçıktır. Kuruluş tarihi olarak Kunuri muharebesinin yıldönümü 29 Kasım seçilmiş, derneğin Türk-Çin ilişkilerinde ‘Atlantik’ etkisinden uzak, bembeyaz bir sayfa olduğu vurgulanmak istenmiştir. Başkanlığı için ise tutuklu Akfırat’tan vazgeçilemez elbette.
Akfırat 2009 Haziran’ında tahliye edilince Şanghay’a yerleşir ve TUCEM’in Çin şubesini açar. Ancak, Çin’deki Türk iş çevrelerinde TUSKON bağlantılı kuruluşlar etkilidir. Akfırat’a göre, devlet Çin’le ekonomik ilişkileri Gülen hareketine devrederek hayati bir yanlış yapmıştır. Böyle kuruluşların ortadan kaldırılması İşçi Partisi’nin Çin’deki en önemli faaliyeti olmalı ve bu konuda devlete gerekli destekler verilmelidir. Perinçek’in daha sonra “vatan savaşı mevzileri” olarak adlandıracağı, Gülen’e karşı ittifak formülünün ilk önce Çin’de hayata geçirildiği söylenebilir.
Akfırat’ın Ergenekon davasından hüküm giydiği 5 Ağustos 2013’e gelindiğinde, TÜÇSİAD, PASİAD, GUTİAD gibi Cemaat bağlantılı kuruluşlar Çin’de hâlâ faal durumdadır. Akfırat’ın onlara karşı ‘devlete destek’ mücadelesi ise hız kesmeden devam etmektedir. Kasım ayında, Akfırat’ın Pekin Büyükelçiliği’ndeki Cumhuriyet Bayramı resepsiyonundan görüntüleri servis edilir. Bu görüntülerin yalnızca Akfırat’ı değil, büyükelçi Murat Salim Esenli’yi de hedef aldığını tahmin etmek zor değildir. Terör suçundan 19 yıl hapis cezası almış, hakkında yakalama kararı bulunan birisi büyükelçiyle el sıkışmakta, sohbet etmektedir. Esenli’nin Akfırat’la ilişkisinin sadece kişisel tanışıklık üzerinden olmadığı da düşünülebilir. Nitekim Esenli 2012 yılında, Okan Üniversitesi’nde, Türkiye-Çin İlişkileri başlıklı konferans vermiş, Çin’in ekonomik potansiyelini anlatmıştır.
15 Temmuz 2016 ve ardından gelen olağanüstü hal Çin’de de etkisini gösterir. TUCEM’in objektif rakibi konumunda olan Cemaat kuruluşları devletin boy hedefi haline gelir. 22 Temmuz tarihli Aydınlık gazetesi müjdeyi nihayet vermektedir. Akfırat’ın üstün ve ısrarlı gayretleri sonucunda, Cemaat’e bağlı kuruluşlar faaliyetlerini askıya almış ve “yeraltına çekilmişlerdir”. Haberde anlatılmayan yönüyle de TUCEM artık rakipsiz kalmıştır.
Ancak, Akfırat’ın Çin’deki çalışmalarının yalnızca TUCEM eksenli olduğunu söylemek doğru olmaz. Akfırat Şanghay Üniversitesi Türkiye Araştırmaları Merkezi’nde ‘misafir araştırmacı’ olarak da görev yapmaktadır. Merkezin 2017’de düzenlediği Türkiye’nin Yeni İpek Yolu’ndaki Rolü ve Türk-Çin İlişkileri konferansının ilginç bir konuşmacısı vardır. Akfırat’ın yanı başında gülümseyerek poz veren bu isim Akfırat’la aynı yıl Aydınlık çevresine katılmış olan Ethem Sancak’tır.
Siirtli bir seyyid ailesinin oğlu olan Sancak üniversite eğitimi için 1971 yılında İstanbul’a gelir. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesine bağlı gazetecilik enstitüsüne girmek istese de kapatılması gündemde olan enstitüye 1973’e kadar kayıt yaptıramayacaktır. Medrese ve ticarethane arasında yetişen Sancak kendi yolunu çizmekte gecikmez. Yazlık sinema, lunapark işletmeciliği gibi işlerle uğraşır.
Bu arada, üniversite çevresindeki devrimci hareketlerle tanışır ve THKP-C çizgisini benimser. Sancak 12 Mart ile yetmişler arasında kalan bir kuşaktandır. Kadrolarının çoğu 12 Mart ve sonrasında tutuklanan, örgütsel yapısı dağılan THKP-C içindeki boşluğu görür ve girişken bir gençlik lideri olarak sivrilir. Zamanla Maoizmi benimseyen ekipte yer alır. Maoist hareketler içinde de ‘Üç Dünya Teorisi’ gibi konularda yoğun tartışmaların geçtiği bir dönemdir. Sancak Çin Komünist Partisi’nin güncel çizgisinin doğru olduğunu düşünen 1.500 civarında arkadaşıyla birlikte, Halkın Yolu adını almış çevreden ayrılır ve Halkın Sesi adıyla faaliyet gösteren Aydınlık çevresine 1976 yılında katılır.
Perinçek’in kadrolarının büyük çoğunluğu kendisi gibi bürokrat, memur çocuklarından oluşmaktadır. Perinçek Sancak’taki farklı meziyetleri görür. Kolej bebeleri burunları iyice sürtülsün diye fabrikalara işçi yazdırılırken, Siirt Lisesi mezunu Sancak İstanbul il komitesi sekreterliğine getirilir. Sancak önce Halkın Sesi’nde, sonra TİKP’de joker kadrolardan birisi haline gelmiştir. Ancak, en önemli görevi Perinçek’in özel dikkat gösterdiği ticari faaliyetlerin koordinasyonu ve mali işlerdir. Bu parti hayatı 1980’e kadar böyle devam eder. Sancak 12 Eylül’ü askerde karşılar. Terhis olduğunda ise eski görevine döner ve Perinçek dâhil olmak üzere merkez yöneticileri tutuklanmış TİKP’nin kalan malvarlığının başına geçer.
Ünlü 1982 tahliyesi Sancak’ın kariyerinde de dönüm noktasıdır. Perinçek’in baldızı Hamdiye Şive Zaloğlu’nun eşi Mehmet Nuri Emral Koz Ecza adında bir ecza deposu kurmuştur. Perinçek bunu Aydınlık için doğru yatırım olarak görür ve kasayı Koz Ecza’ya aktarırken, babası Sadık Perinçek’i şirkete ortak yapmayı da ihmal etmez. Aydınlık’ın boştaki kadroları firmaya ucuz emek olarak sunulur. Şirketin genel müdürü ise elbette Ethem Sancak’tır. İlginç bir not olarak, Emral’ın da Sancak gibi Siirtli olduğunu belirtelim. Emral ilerleyen yıllarda önce ANAP’a girecek, sonra JetPA yönetiminde yer alacak ve Fadıl Akgündüz’ün peşinden DYP saflarına katılacaktır.
Perinçek 1985 Mart’ında tahliye olduğunda, Sancak Aydınlık’ın parasını gerçekten çok iyi yönetmiştir. Ancak, aynı yıl Aydınlık çevresinden ayrılır. Ayrılığın tarafları herhangi bir neden belirtmiyorsa da her zaman espritüel Perinçek’in şaka kaldırmadığı tek konunun akçeli işler olduğunu Hasan Basri Özbey olayı gibi yaşanmışlıklardan biliyoruz.
Ayrılık gerekçesi ne olursa olsun, Sancak’ı Maoizm’den çıkıp liberalizme yol alan ‘Aydınlık dönekleri’ gibi değerlendirmek doğru olmaz. Öncelikle, Sancak bu kişilerin sahip olduğu eğitim düzeyine ve entelektüel meraka sahip değildir. Aydınlık’taki işi nereden ne çıkar elde edileceğini güzel hesaplayan, propaganda yönü de güçlü, daha açık söylemek gerekirse ağzı iyi laf yapan, pragmatist bir aparatçik olarak davranmaktır. Dolayısıyla, ilk eşi Nurperi İrtan’ın Perinçek’e kişisel bağlılığı, Aydınlık kadrolarının ve yakınlarının Sancak’ın şirketlerinde istihdam edilmeye devam edilmesi türünden haller bunun Sancak açısından ‘ilkesel’ bir kopuş olmadığını ortaya koyuyor.
Aydınlık çevresinden ayrıldıktan sonra, Sancak politika alanında düşük profilli hareket etmeye başlar. SHP’ye üye olur, hatta bu partide delegelik yapar ama asıl ilgi alanı ticarete gittikçe daha fazla ağırlık verir. Aile üyeleriyle, özellikle Abdulrezzak Sancak başta olmak üzere medrese eğitimli kuzenleriyle gerçekleştirdiği yatırımlar onu hırslı ama mütevazı girişimciden güçlü işadamı konumuna getirirken yeni bir dünyanın kapılarını da açar. İslamcı sermaye çevreleriyle ve onların ağlarıyla gittikçe daha fazla haşır neşir olur. Sancak işte böyle bir zeminde ‘hidayete erer’. Öyle ki Aydınlık’taki geçmişini hatırlayan kimse pek kalmaz. Ta ki Ergenekon davaları döneminde kendisini MİT-Cemaat çatışmasının ortasında bulana kadar.
2008’de MİT tarafından savcılığa sunulan raporda Sancak ‘Ergenekon Organizasyon Planı’ içinde gösterilince, gözler Sancak’ın Aydınlık mesaisine çevrilir. Ancak, Sancak hakkında soruşturma açılmamıştır. Tanık sıfatıyla ifade verir ve yargılamada da tanık olarak dinlenir. Sancak kendisini topun ağzına gelmekten kurtaran gücün kaynağını iyi bilmektedir. Minnetini bizzat ifade etmek için kalkar ABD’ye gider ve Fethullah Gülen’i ziyaret eder. Hatta Cemaat’in medya kurmaylarından Erkam Tufan Aytav’la yaptığı ve 2013 yılında yayımlanan röportajda kendisini “Gülen hareketinin bir parçası olarak gördüğü”nü ifade etmekten çekinmez.
Ne var ki Sancak’ın bu sadakati de çok uzun sürmez. 17-25 Aralık sonrasında, Erdoğan iktidar blokunda yer alan herkes gibi o da bir yol ayrımına gelir. TMSF satışlarının tahsisli alıcısı unvanı ve Erdoğan’ın Katarlı müttefikleriyle kârlı ilişkiler vazgeçilecek gibi değildir tabii ki. Sancak Erdoğan’a bağlılığını yüksek sesle, her zamanki abartılı ve ölçüsüz üslûbuyla belirtmekten asla geri durmaz. Cemaat’in buna yanıtı ise sert olur. BMC’nin Sancak’a satışı sırasında ve ardından yaşandığı ileri sürülen usulsüzlükler 12 Mayıs 2015 tarihli Zaman gazetesine taşınır. Bardağı taşıran bu son damla Sancak’ı Ergenekon yargılamaları sırasında kendisine demediğini bırakmayan Perinçek’le yeniden sarmaş dolaş olmaya doğru giden yola sokar.
Ancak, Sancak’ı öncelikle ve her zaman işadamı kimliğiyle, vizyoner kişiliğiyle düşünmek gerekir. İşte 5 Şubat 2018’deyiz ve Sancak MÜSİAD’ın Türkiye istişare toplantısında ‘yerli ve millî’ otomobil projesini ballandıra ballandıra anlatıyor. Prof. Dr. Nejat Tuncay ise işin teknik, bilimsel yönlerini ele alıyor. “O da kim?” derseniz, Sancak’ın danışma kurulu üyesi olduğu Okan Üniversitesi’nden, Enerji Sistemleri Mühendisliği bölüm başkanı. Okan Üniversitesi de tabii ki Bekir Okan demek.
Bekir Okan Nizip’in toprak sahipliği ve ticaretle nüfuz kazanmış bir ailesine mensup. Babası Ömer Ağa’yı çok küçük yaşta kaybedince anne ve baba tarafından akrabaları büyütür Bekir’i. Memuriyet hayatına atılması istense de onun aklı ticarettedir. Gazi Eğitim Enstitüsü’nü bitirdikten sonra atandığı öğretmenlikten istifa eder ve 1971 yılında, Gaziantep’te Fen Bilimleri Dershanesi’ni açar. Bu arada, babasından kalan mirası sürdürerek, buğday ve zeytin başta olmak üzere tarım ürünleri ticaretiyle uğraşmaktadır. 1978 yılında temelini attığı Beslen Makarna yatırımları arasında gittikçe geriye düşse de tıpkı Okan Un-İrmik, Okan Bakliyat gibi toprağa bağlı diğer şirketlerinin yanında Okan’ın moral üssü olmaya devam edecektir.
1980’lere gelindiğinde Okan henüz 30’larının başında, Gaziantep’in önde gelen işadamı konumuna yükselmiştir. Şirketlerini İstanbul’a taşır. Bu genç ve gözü pek girişimcinin çiçeği burnunda başbakan Turgut Özal’ın dikkatini çekmesi zor olmaz. 1983 yılında, Özal’ın teşvikiyle Okan Dış Ticaret A.Ş. kurulur. Bundan sonra, Okan’ın adı Özal’sız anılmayacaktır. Dönemin kaçınılmaz yatırım stratejisiyle, inşaat işleri genişler, turizm ve tekstil işlerine girilir. Turizm-inşaat-tekstil üçlüsü tamamlanır ama her nedense Okan Holding’in iki yakası bir araya gelmemekte, özellikle gıda yatırımları açık vermeye devam etmektedir.
Böylece, Beslen’i kurtarma operasyonları başlar. 1985 yılında, Ziraat Bankası yüksek miktarda borcu bulunan Beslen’e çok daha yüksek miktarda krediyi, hem de şaibeli olduğu ileri sürülen işlemlerle açar. Okan’ın Özal’la ve Hasan Celal Güzel’le kişisel ilişkileri yanında, dönemin başbakan yardımcısı Kaya Erdem’in kardeşleri Turgut ve Tarhan Erdem’in yine 1985 yılında Okan Holding’de çalışmaları ilginç bir ayrıntıdır. Bu kredi desteğine rağmen Beslen kan kaybetmeye devam eder. 1989’da üretim durur. Artık para değil, doğrudan hammadde verme aşamasına geçilmesi uygun bulunur. Ülkede özelleştirme fırtınaları estiren Özal hükümeti 1990’da Toprak Mahsulleri Ofisi’ni yüzde 45 payla Beslen’e ortak yapar, silolardan fabrikaya buğday akar. Bu sayede, Okan iş hayatının yeni bir dönemine yön verecek gücü toplar.
1991’de Özal’ın peşine takılarak Sovyetler sonrası Orta Asya’yı fethe çıkan işadamları arasında Okan da vardır. Önce Türkmenistan’da bir makarna fabrikası kurar, ardından Kazakistan’da. Ne var ki çok geçmeden Türkiye’de iktidar değişir ve 1993’te Özal ölür. Okan aradığı yeni devlet kapısını Kazakistan’da, Nursultan Nazarbayev’de bulur. Nazarbayev’le ilişkileri öyle bir noktaya gelir ki Türkiye’den işadamları Okan’ın referansı olmadan Kazakistan’ın tek hâkimiyle görüşemezler. Nazarbayev’in Astana’yı kurma kararı ve bu planda Okan’a imtiyazlı bir yer ayırması ise Okan Holding’i, özellikle inşaat yatırımlarını uçuşa geçirir. Okan Nazarbayev sayesinde dört başı mamur bir Avrasyacı oluvermiştir.
Ancak, bu toz pembe tablo kendi zenginlerini yaratmak konusunda Özal’dan bile daha hırslı Recep Tayyip Erdoğan’ın ekonominin iplerini eline almasıyla değişir. Kazak bozkırlarında bizzat Erdoğan tarafından kılıç kuşandırılan bir bahadır at koşturmaktadır şimdi: Fettah Tamince. Okan yüzünü daha doğuya çevirir ve belki yeğeninin de etkisiyle, uyuyan dev Çin’in uyanışına tanık olur. 1999’da kurduğu, 2003’te eğitime başlayan Okan Üniversitesi’ni Çin’le ilişkilerin zihinsel karargâhı konumuna getirmek için çalışmalara başlar. Yoğunlaştırılan akademik işbirliği sonucunda, 2013’te Konfüçyus Enstitüsü kurulur. Ancak, asıl vurgulanan ekonomik işbirliğidir ve bu konuda en çarpıcı etkinlik dizisi 2014’ten itibaren her yıl yapılan Türkiye-Çin Ekonomik Forumu olur.
***
Aydınlık Türkiye solunda bir çeşit yumuşak hedeftir, eleştirilere bolca hedef olur. Fakat bence bu eleştirilerin ezici çoğunluğunun ajitatif değeri, slogan vasfı bile yoktur. Çünkü eleştirdiği yapının en temel yapısal özelliklerini dikkate almaz. Aydınlık çevresi kitle değil, kadro hareketidir. Kendi başına dar, kısıtlı, kişi kültüne dayalı bir ‘network’tür ve etkisini, görünürlüğünü ancak başka ‘network’lerle ilişkilenerek sürdürebilir.
Müttefik algıları, ittifak zeminleri dönem dönem değişebilir ki hemen herkes bildiği için bunları tekrar etmeye hiç gerek yok. Değişmeyen şey böyle bir networking stratejisidir ve günümüzde Aydınlık’ın bu stratejide iki kozu var: Çin’in artan ekonomik gücü ve Erdoğan iktidarına sundukları destek. Bu strateji Erdoğan’ın uluslararası politikada ‘Avrasya seçeneği’ni cepte tutma çabası sayesinde Aydınlık’a daha geniş hareket alanı açabilmekte. Dahası, görünen o ki çıkar ortaklarına hizmet ettiği sürece yeni alanlara nüfuz etme, yeni ittifaklardan güç toplama fırsatını vermekte. (YUNUS BAKİHAN ÇAMURDAN - RED)