Kürt aydını Musa Anter'in katledilmesi üzerinden 27 yıl geçti. Cinayetle ilgili açılan tutuksuz dava Ankara’da zamanaşımına doğru ilerliyor. Kürt PEN Eşbaşkanı Sami Tan, Anter’in kaleminin yerde kalmadığını belirtirken, ÖGİ Sözcüsü Hakkı Boltan, Anter’in “Êdî bes e” sesinin hala yankılandığını söyledi... 


Kürt aydını, gazeteci-yazar Musa Anter, 20 Eylül 1992 yılında Kültür-Sanat Festivali’ne katılmak için geldiği Diyarbakır’da JİTEM elemanları tarafından Seyrantepe semtinde katledildi. Cinayetin üzerinden 27 yıl geçti, ancak bugüne kadar failler tek tek, isim isim bilinmesine rağmen yakalanmadı.

Hayatı cezaevi ve sürgünlerle geçen Musa Anter, 1920 yılında Mardin’in Nusaybin ilçesine bağlı Ziwinge  (Eskimağara) köyünde dünyaya geldi. 1944 yılında Ayşe Hale ile evlenen Ape Musa, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ndeki eğitimi yarım bıraktı.

KÜRT DİLİNE KATKILARI

Üniversiteden ayrıldıktan sonra Şark Postası ve Dicle Kaynağı’nda yazmaya başlayan Anter, İleri Yurt gazetesindeki Kürtçe şiiri “Qimil/Kımıl” sebebiyle 1959 yılında tutuklandı, idamla yargılandı. 1960 darbesinden sonra serbest kalan Anter, cezaevinden çıktıktan sonra Deng, Barış Dünyası ve Yön dergilerinde yazdı. Ape Musa, çeşitli tariflerde Dicle-Fırat, Azadiya Welat, Yeni Ülke, Özgür Gündem, Rewşen ve Tewlo’da yazdı. Bununla birlikte yedi kitap ve bir de Kürtçe-Türkçe Sözlük yayımladı.

11 YILI CEZAEVİNDE GEÇTİ

Daha sonra Türkiye İşçi Partisi’nde (TİP) aktif siyasete atılan Anter, 1965 seçimlerinde Mardin’den aday oldu. Ancak son anda gerçekleşen aday değişikliği yüzünden bağımsız olarak seçimlere giren Anter, 12 Mart 1971’de tekrar tutuklandı ve Seyrantepe Askeri Cezaevi’nde 3 yıl kaldı. 12 Eylül 1980’de ise “Kürtçülük” propagandası yapmaktan tutuklanıp Nusaybin Cezaevine konulan ve 1 yıl sonra tahliye edilen Anter’in, toplamda 11 yılı cezaevinde geçti.

JİTEM TETİKÇİSİ CİNAYETİ ANLATTI

Kürt bilgesi Anter, 20 Eylül 1992 yılında bir Kültür-Sanat Festivali’ne katılmak için geldiği Diyarbakır’da JİTEM elemanları tarafından Seyrantepe Semtinde katledildi. Cinayetle ilgili başlatılan soruşturma ve kovuşturmada bugüne kadar bir gelişme sağlanamazken, JİTEM tetikçisi Abdulkadir Aygan 2004 yılında Apê Musa cinayetine ilişkin itiraflarda bulundu. Apê Musa cinayetini JİTEM’in planladığını itiraf eden Aygan, JİTEM kurucusu Binbaşı Ahmet Cem Ersever, Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım, JİTEM elemanları Mustafa Deniz, Savaş Gevrekçi, Ali Ozansoy, itirafçı Cemil Işık (Hogir) ve Hamit Yıldırım’ın cinayetten sorumlu olduğunu söyledi.

TÜRKİYE MAHKUM EDİLDİ

Anter Ailesi, aradan geçen yıllara rağmen sonuç alınamayan cinayetin soruşturmasını 2000’de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) taşıdı. Mahkeme ön kabulden sonra 2005’te tarafları uzlaştırmak istedi ve aileye 15 bin Euro önerdi. Aile maddi tazminat yerine ihlal kararı çıkmasını istedi ve öneriyi reddetti. AİHM 19 Aralık 2006’da Musa Anter’in yaşam hakkının ihlal edildiği ve cinayet hakkında yeterli soruşturma yürütülmediği için, ailesinin mahkemeye “etkin başvuru hakkının elinden aldığı” gerekçesiyle Türkiye’yi 28 bin 500 Euro ödemeye mahkum etti.

2013’TE DAVA AÇILDI

Cinayet uzun süre “faili meçhul” kaldıktan sonra 29 Haziran 2012’de tetikçi zanlısı Hamit Yıldırım Şırnak’ta yakalandı. Yıldırım’ın 2 Temmuz 2012’de tutuklanmasıyla dava zamanaşımından kurtulmuş ve soruşturma sonucu hazırlanan 25 Haziran 2013 tarihli iddianame, 5 Temmuz 2013’te Diyarbakır 7’nci Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edildi.

JİTEM DAVASI İLE BİRLEŞTİRİLDİ

Musa Anter davası 23 Aralık 2014 tarihinde JİTEM Ana Davası ile birleştirilerek, 16 Ocak 2015 tarihinde “güvenlik” gerekçesiyle Diyarbakır 2’nci Ağır Ceza Mahkemesi’nden Ankara 6’ncı Ağır Ceza Mahkemesi’ne taşındı.  Ankara 6’ncı Ağır Ceza Mahkemesi, birleştirme kararına itiraz etti, ancak itirazı değerlendiren Yargıtay 5’inci Ceza Dairesi’nin 29 Ocak 2016 tarihli kararıyla iki davanın birleşmesi kesinleşti. Birleştirilen iki dava Ankara 6’ncı Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülmeye devam ediyor.

DAVA 14 KASIM’DA GÖRÜLECEK

Musa Anter cinayeti ile ilgili tanık ifadelerine ve delillere rağmen davada tek tutuklu sanık olan Hamit Yıldırım serbest bıraktı. Cinayette adı geçenlerden Cem Ersever ve Mustafa Deniz öldürülürken, Abdulkadir Aygan, İsveç’te yaşıyor, Yeşil’in akıbeti ise bilinmiyor. 11 Temmuz 2018 günü görülen Anter cinayetinin son duruşmasında Yeşil’in yaşadığını belirten Genelkurmay Başkanlığı İstihbarat Daire Eski Başkanı İsmail Hakkı Pekin’in dinlenmesine karar verilerek dava 14 Kasım’a ertelendi. Cinayet davası bu şekilde cezasızlıkla devam ederse zaman aşımına uğrayacak.


APÊ MUSA’NIN KALEMİ YERDE KALMADI

Kürt PEN Eşbaşkanı Sami Tan, 27 yıl önce Musa Anter’in katledilmesinden sonra Welat Gazetesi’nde çalışmaya başladığını ve Anter’in ölümünden sonra gazetedeki köşesinin sürekli Kürt yazarlar tarafından doldurulduğunu belirterek, yine Apê Mûsa’nın kurduğu İstanbul Kürt Enstitüsü’nün kapatıldığı güne kadar emeğinin sürdürüldüğünü ifade etti. Tan, “Apê Musa’nın kalemi yerde kalmadı” diyerek mirasının devam ettiğini söyledi.

‘ÇALIŞMALAR DİRİLEŞTİ MİLYONLARA ULAŞTI’

Karanlık güçlerin Apê Musa’yı katlederek verdiği mücadelenin önünü geçeceklerini sandıklarını dile getiren Tan, “Apê Musa, Gazeteci Hüseyin Deniz yine karanlık güçler tarafından öldürüldüğünde ‘Senin kalemini ben kaldırıyorum ve yazmaya devam ediyorum’ demişti. Bu sözü çok önemliydi. Ardından Apê Mûsa katledildiğinde onun izinde çalışmaları sürdüren generalleri ve öğrencileri kalemini yerde bırakmadılar. O çalışmalar o kalemle bugünlere dek sürüyor. Tabi hem Kürt basını alanında hem de Kürt dili ve entelektüeli alanından bu sürdü. O çalışmalar dirileşti ve milyonlara ulaşmıştır” ifadesinde bulundu.

Apê Musa’nın “Biz eksiden sıfır noktasına bu çalışmaları getirene kadar neler çektiğimizi bir bilseniz” şeklindeki sözünü hatırlatan Tan, “Kürt medyası ve Kürt dili için ağır koşullarda başlatılan o çalışmalar çok güçlü oldu ve temeli sağlam atıldı. Haftalık bir Kürtçe yayın yapan gazete ile başlatıldı, ancak bugün onlarca özgür Kürt medyasının kurum ve kuruluşları var. Bu kurumlar tüm Kürdistan ve Avrupa’ya yayıldı. Bu çalışmalar sayesinde Kürt statüsünün ve bilinçlendirmesine vesile olmuştur” diye konuştu.

‘ÇOK YÖNLÜ BİR AYDINDI’

Anter’in öldürüldüğü karanlık sürece de değinen Tan, “Çok sıcak bir savaş dönemi vardı. Katliam ve savaş kararlarına karşı çok büyük serhildanlar da vardı. Yani eğer bugünlerde milyonlar Newroz alanlarında toplanıyorsa kendiliğinden olan bir şey değildir. O günlerde tohumu atılan ruhun verdiği güçle milyonlarız” dedi. Basın alanında öldürülen gazetecilere rağmen, yakılan gazete bürolarına rağmen özgür Kürt basınının geri adım atmadığını söyleyen Tan, Anter’in ve katledilen diğer gazetecilerin kaleminin yerde bırakılmadığını belirtti.

Anter’in çok yönlü bir aydın olduğunu söyleyen Tan, şunları söyledi: “Sadece mücadele çalışmasıyla değil aynı zamanda çok espritüel bir şahsiyeti vardı. Gönümüzde bile bazı esprileri toplumda kullanılıyor. Yazıları çok önemliydi. Her bir yazısında bir ders alacak kadar önemli vurgulamalar vardı. Toplum keyifle Apê Musa’yı okurdu. Özellikle gençler onun gazetece çıkan yazısını beklerdi. Çok sıcak ilişkiler kurardı insanlarla. Aynı zamanda o bir hukukçuydu da diyebiliriz. Çünkü Kürtlere uygulanan tüm hukuksuzluğa dikkat çekmiş. Çok net ve kararlı duruşuyla hepimize örnek olmuştur.”

‘O SES HER GÜN BÜYÜYOR’ 

Özgür Gazeteciler İnisiyatifi (ÖGİ) Sözcüsü Hakkı Boltan da Anter’in çalışma yürüttüğü dönemin karanlık bir dönem olduğunu, ancak cesurca sözlerini esirgemeyen Apê Musa’nın ve yoldaşlarının özgür basının sesi olduklarını belirtti. Anter’in “Êdî bes e” sesinin hala yankılandığını dile getiren Boltan, “O ses her gün büyüdü. Bizim özgür basın geleneğinde tutum belirleyen arkadaşlar her gün sokakta katledilmelerine rağmen bu ses hiç gerilemedi. Her gün yükseldi, gürleşerek yayıldı. Bunun başlıca temsilci Apê Musa’ydı. Tabi korktular. Her gün büyüyen bu sese karşı katlederek sesini bastıracaklarını düşündüler. Ama Apê Musa’yı katlettiklerinden sonra bu ses daha da büyüdü. Apê Musa daha da büyüdü. Ape Musa büyüdükçe, onu katledenler ise küçüldü. Saklanmak zorunda kaldılar. O kadar büyük bir suça bulaşmışlardı ki, artık kendilerini göstermekten korkuyorlar. O günden bu güne, hem yazarlığı, hem de özgür basın geleneğini yan yana koyduğumuzda bugün görüyoruz, korkunun ecele faydası yoktur. Herkes bu anlamda Apê Musa’ya daha çok ihtiyaç olduğunu hissederek, onu daha fazla temsil etme adına tavır almış durumda” diye konuştu. 
(MA / Arjin Dilek Öncel)

Musa Anter cinayetinin 26 yılı: Failleri belli 'gayrı muayyen' dosya
Anter davasının son duruşması öncesi sorular aynı: Aygan konuşacak mı, Yeşil yaşıyor mu? (13.11.2018)

'Faili gayrı muayyen' dosya

20 Eylül 1992’de, Kültür ve Sanat Festivali’ne katılmak için geldiği Diyarbakır’da öldürülen, Kürtlerin 'Ape Musa' adıyla tanıdığı ve çok sevdiği gazeteci-yazar Musa Anter’in 1992/2598 esas numaralı dosyasının yanında yıllarca bu ifade yer aldı.

Oysa daha o yıllarda devletin önemli kademelerindeki onlarca kişi de, Diyarbakır halkı da failleri biliyordu. Ve toplumun önemli bir bölümü de elbette faillerin kim olabileceğini tahmin ediyordu: JİTEM.

Devletin uzun yıllar varlığını reddettiği, Jandarma Genel Komutanlığı bünyesinde oluşturulan, özel kadrolar tahsis edilen ancak teşkilatlanmada yasal olarak yer verilmeyen JİTEM, 90’lı yıllarda onlarca kişinin olduğu gibi Musa Anter’in de katiliydi.

Susurluk kazasıyla ortaya dökülen devlet-mafya ilişkisi, JİTEM’e yol veren devlet görevlilerinin de tedirgin olmasına yol açtı. Hava demokratikleşmeden yana esiyordu ve elleri eskisi kadar rahat olmayabilirdi. Yürekli birkaç savcı, bölgede olup biten konusunda açık açık JİTEM’i suçlamaya başlamıştı; Cem Ersever’in kopuşu ve öldürülüşüyle başlayan süreç, örgüt içinde büyük kavgaların yaşanmasına yol açmıştı. Ağızlar bantlandı, kayıtlar düzenlendi, JİTEM iyiden iyiye ve belki de günü gelince yeniden aktif kullanmak üzere yeraltına çekildi.

“En iyi Kürt ölü Kürttür”

Anter öldürüldüğünde yanında Orhan Miroğlu vardı. Miroğlu, 23 Eylül tarihli ifadesinde, cinayeti şöyle anlattı:

“Musa Anter’i alıp evinde yemeğe götürmek üzere Dağkapı semtindeki Büyük Otel’e gittim. Musa Anter, bir arazi ihtilafının çözümü için kendisini ihtilaflılarla görüştürmek üzere bir şahsın geleceğini söyledi. Bu şahıs geldi ve hep birlikte taksiye bindik. Bu şahıs yolu şaşırdı. Seyrantepe yerine Ergani yoluna doğru giden taksiyi geri döndürerek Seyrantepe’ye döndük. Silvan yoluna saptıktan sonra taksiden indik. Yanımızdaki şahıs, aradıkları kişinin ikametini bir bakkala sordu. Bakkal tanımıyordu. Bir üst sokağa yürüdük. Musa Anter yaşı dolayısıyla yavaş yürüyordu. Koluna girdim. Öndeki şahsın arkasından yürüyorduk. Bu kişi arkasını dönerek üzerimize ateş açtı.”


72 yaşındaki Musa Anter, yaşamını yitirdi. Miroğlu ise ağır yaralandı. Sonradan ifade veren bir polisin anlatımına göre, olay yerine gelen polisler, “En iyi Kürt ölü Kürttür. Bırak ölsün” dediler. İfadeyi veren polis buna rağmen Miroğlu’nun hastaneye kaldırılmasını sağladığını söyledi. Miroğlu ise daha sonra o polisin ifadesini, “Kamyonet kasasında hastaneye götürüldüm” diye yalanlayacaktı.

Kim vurdu?

Diyarbakır DGM’deki cinayet dosyasının yanına bir süre sonra “faili gayrı muayyen” notu düşüldü. Ama Anter’i kimin öldürdüğü yüksek sesle konuşuluyordu. PKK’nın öldürdüğünü iddia edenler de vardı ancak ağırlıklı görüş JİTEM’in cinayeti gerçekleştirdiğiydi.

Faili meçhuller artık Türkiye gerçeğiydi. JİTEM ve Hizbullah da bu gerçeğin mimarları. Konu, bir süre sonra TBMM’ye de yansıdı.

TBMM’nin 1995 tarihli “Faili Meçhul Cinayetler Komisyonu” raporunda Anter cinayeti ile ilgili bilgi olmadığı belirtildi. Ancak aynı raporda Cem Ersever’in öldürülüşü anlatılırken Anter’in de ismi geçti. Gazeteci Soner Yalçın, Ersever’in kendisine Anter cinayetini Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım’ın planladığını anlattığını söylemişti. Ve ismi devlet görevlileri arasında efsane haline gelen, kimi zaman MİT’in, kimi zaman JİTEM’in kullandığı Yıldırım’ın o tarihlerde aktif olarak çalıştığı da devlet nezdinde bilinmekteydi.

Ancak Diyarbakır Savcılığı, bu iddialara kulak tıkadı.

Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanı Kutlu Savaş’ın dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz’ın talimatıyla hazırladığı 22 Ocak 1997 tarihli Susurluk Raporu’nda da Yeşil’in ismine geniş yer ayrıldı.

“Oldu bir hata…”

Raporda, Anter cinayeti konusunda, “Tüm olayları tasvip edenlerin dahi pişman olduğu tespit edilmiştir. Öldürülmesinin yarattığı etki, kendisinin gerçek etkisini geçmiştir ve öldürülme kararının hatalı olduğu söylenmektedir” tespitleri yer aldı.

Diyarbakır DGM, bu pişmanlığı duyanların kim olduğunu da araştırmadı.

90’lı yılların sonuna kadar dosyada hiçbir ilerleme sağlanmadı.

2000’de dosya bu kez emekli MİT Kontr Terör Daire Başkanı Mehmet Eymür’ün internet sitesiyle gündeme geldi. Buradaki bir yazıda, Yeşil’in PKK ile bağlantılı kişileri kullanarak gerçekleştirdiği birçok eylem olduğu, Anter cinayetinin de böyle işlendiği, PKK’nın en kafa adamlarından biri kullanılarak Anter’in Diyarbakır’a getirildiği anlatıldı.

Ancak bu iddialar için de hiçbir işlem yapılmadı.

Aygan, JİTEM’i anlatıyor

Anter ailesi için başka yol kalmamıştı. AİHM’e başvuruldu. Başvurunun sonucu beklenirken, 2004’te, Abdülkadir Aygan adlı bir itirafçının ifadeleri gündemi sarstı. Aygan, JİTEM’in içinde yer almıştı ve kendisinin de dahil olduğu cinayetleri detaylarına kadar anlatmıştı.

Komutanlarla çekilen fotoğraflar, maaş bordroları Aygan’ı doğruluyordu. Dahası Aygan, devlet kayıtlarında 'öldü' gösterilmiş ve kimliği gizlenmiş bir eski çalışandı. Aygan, Anter cinayetini JİTEM’in işlediğini, cinayeti Yeşil’in planladığını, Hogir kod adlı Cemil Işık ile kendisinin bölgede olduklarını, telsizde Ali Ozansoy’un bulunduğunu, JİTEM Tim Komutanı Savaş Gevrekçi’nin nöbetçi olduğu o akşam, tetiği Şırnaklı Hamit’in çektiğini anlatıyordu.

Devlet, bu itiraflarla ilgili işlem yapmadığı gibi, itirafları yayımlayan gazeteye ceza verme yolunu seçti. Özgür Gündem gazetesinin sahibi ve haberi yapan muhabirler yargılandı.

2006’da ise AİHM, Türkiye’nin “dostane çözüm” önerisini kabul etmeyen Anter ailesinin başvurusu sonucunda, Türkiye’yi Anter cinayeti nedeniyle resmen mahkum etti. Kararda, cinayetin devlet görevlilerince işlendiğini, en azından devlet görevlilerinin bilgisi dâhilinde gerçekleştirildiğini ortaya koyan ciddi delillerin varlığına rağmen etkili soruşturma yürütülmediği kaydedildi. Türkiye, “dostane çözüm” önererek hatasını resmen kabul ettiği dosya için 28 bin 500 Euro tazminat cezası aldı.


2009’a kadar açılmayan dosyalar

2009’da ise Aygan’ın itirafları aniden kanıt kabul edilerek, dosyanın zaman aşımına uğramasına 3 yıl kala soruşturma başladıldı. PKK itirafçıları Cemil Işık, Ali Ozansoy, Abdulkadir Aygan, Hamit Yıldırım, ‘Yeşil’ kod adlı Mahmut Yıldırım hakkında yakalama kararı çıkartıldı. Öldürülen Emekli Binbaşı A. Cem Ersever hakkındaki soruşturma düşürüldü. Abdülkadir Aygan’ın İsveç’ten “ivedilikle” iadesi için Adalet Bakanlığına dosyası gönderildi. Ama dosya ilerlemedi. 2012’de ise tetikçi olduğu iddia edilen Hamit Yıldırım, Sabah gazetesinin haberiyle 'bulundu.' Haberi yapanlar, izini devlet kayıtlarından bulduklarını anlattı. Devlet ise bulamamıştı!

Aygan ve Miroğlu fotoğraftan Yıldırım’ı teşhis etmişti. Anter dosyasının zaman aşımı süresinin dolmasına 3 ay kala Yıldırım tutuklandı.

Özel Yetkili Savcılık, Mahmut Yıldırım, Aygan, Gevrekçi ve Hamit Yıldırım hakkında dava açtı. Böylece zaman aşımı süresi de 10 yıl daha uzadı. İddianame 5 Temmuz 2013 tarihinde Diyarbakır 7. Ağır Ceza Mahkemesince kabul edildi.

Ergenekon faktörü

Ancak bu gelişmeler olurken, İstanbul’da Ergenekon davası sürüyordu ve onlarca kişinin sahte kanıtlarla mağdur edildiği, insanların cezaevinde yaşamını yitirdiği, itibarsızlaştırma nedeniyle intihar ettikleri bir süreç inatla ve hükümetin desteğiyle yürütülüyordu.

Ergenekon savcılarının yöntemleri, onlarca suçsuz insanın yanında Susurluk ve JİTEM’le gündeme gelen ancak yargılanmayan kimi isimlerin bile ilgisiz suçlamalar nedeniyle mağduriyetine yol açtı. Bu yöntem, JİTEM dosyasından Zirve Yayınevi dosyasına, Şemdinli davasından Danıştay saldırısı davasına kadar birçok davanın da ekseninden kaymasına neden oldu. İlgisiz isimlerin eklendiği dosyalar, 'vesayetle' mücadele adı altında bazı isimleri etkisiz hale getirmek için yürütülen 'mücadele'nin aracı haline geldi. 

Davanın kapsamının büyümesi için JİTEM davası ile birleştirilmesi eğilimine girildi. Bir yandan yargılama ilerlemiyordu, bir yandan ise dosya Ergenekon soruşturmasını derinleştirmeye ve desteklemeye yönelik belgelerle dolduruyordu.

Zirve dosyasındaki, Ergenekon dosyasındaki kimi ifadeler JİTEM dosyasına eklendi. Savcılar ise bu ifade sahiplerinin doğrudan ifadesine başvurmadı. Jandarma Genel Komutanlığı’nın, JİTEM’in sadece 24 Kasım 1988 ile 14 Mayıs 1990 tarihleri arasında fiilen 17 ay 21 gün süreyle faaliyette bulunduğuna yönelik yazıları da dosyaya girdi.

Yazışmalara göre 18 Temmuz 1991’de lağvedilene kadar Jandarma İstihbarat Gruplar Komutanlığında yalnızca Emekli Tuğgeneral Veli Küçük’ün görev yaptığı bilgisi verildi. JİTEM’in kurucusu gösterilen Arif Doğan ise kendi kurduğu yapıyla bunun farklı olduğunu savunuyordu.

1991’de ortadan kaldırıldığı söylenen JİTEM’in en önemli isimlerinden Cem Ersever 1993’te, JİTEM’in hedef aldığı bazı isimler de sonraki yıllarda öldürülmüştü. Aygan da Anter cinayetini Ersever ile Yeşil’in birlikte Ankara’da planladıklarını iddia ediyordu. Lağvedildiği söylenen tarihte JİTEM aktifti.

İddianamede, Anter’i suç işlemek için oluşturulan JİTEM’in öldürdüğü, örgütün faaliyetlerini Susurluk’ta meydana gelen kazadan sonra azalttığı belirtildi. İddianamenin sonunda Anter dosyasının, Diyarbakır’daki JİTEM davası ile birlikte ele alınması gerektiği de kaydedildi.


Görev tartışması

31 Temmuz 2013’te Diyarbakır 7. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen ilk duruşmada sanıklardan sadece tutuksuz Gevrekçi vardı. Gevrekçi, cinayeti bilmediğini, JİTEM adlı bir yapı olmadığını, JİT adlı yapı içinde asker olarak resmi görev aldığını anlattı.

Sonraki duruşmada ise korkulan 'birleştirme' kararına yönelik adım atıldı. JİTEM davası, 1980’li yılların sonundan itibaren başlayan soruşturma dosyalarının birleştirilmesi ile ancak ilk soruşturmadan 13 yıl sonra 2005’te açılabilmişti. Görev tartışmaları nedeniyle ilk soruşturmadan ancak 17 yıl sonra, 2009’da davanın görülmesine Diyarbakır’da başlanabilmişti. Sanıklarının önemli bölümü kayıptı ve Yeşil dahil sanıkların önemli bölümünün yaşayıp yaşamadığı bile bilinmiyordu. Davanın birleştirilmesi, iki dosyanın da sürüncemede kalacağı anlamı taşıyordu.

Buna rağmen iki dava 23 Aralık.2014’te birleştirildi ve 16 Ocak 2015’te ‘güvenlik’ gerekçesiyle Ankara 6. Ağır Ceza Mahkemesi'ne nakledildi.

Miroğlu mu 'Tayfun' mu?

Cemaat mensuplarının yargıdan tasfiye edilmeye başlandığı süreçte yeniden görülmeye başlanabilen birleştirilmiş dava, 2015’ten bugüne kadar iki konuya kilitlendi:

İsveç’te yaşayan JİTEM mensubu Abdülkadir Aygan’ın ifadesinin alınması

Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım’ın yaşayıp yaşamadığı

3 yıllık süreçte yapılan duruşmalarda, Hafıza Merkezi’nin kayıtlarına göre, MİT’ten ve Jandarma’dan Anter cinayetiyle ilgili belgeler istendi. Ancak gelen belgeler öncekilerden farklı, bilinmeyen ipuçları içermiyordu. Mahkeme, bu süreçte Yeşil hakkında “kırmızı bülten” çıkartılması kararı aldı, Aygan’ın ifadesinin alınması için defalarca Adalet Bakanlığı’na yazı gönderildi. Yeşil kod adlı Yıldırım’a ait olduğu öne sürülen bir mezar açıldı ve cesedin ona ait olamayacağı belirlendi. İade edilemeyen Aygan’ın İsveç’te sorgulanabilmesi için adli yardım talebi gündeme geldi ancak Adalet Bakanlığı, uzun süre bu konuda da adım atmadı.

Duruşmalarda Veli Küçük, eski Ankara Emniyet Müdürü Orhan Taşanlar, emekli MİT’çi Eymür gibi isimler tanık olarak dinlendi. İfadeleri Eymür dışında bilinenden farklı değildi. Eymür ise ifadesinde Yeşil’in Anter ile birlikte vurulan eski AK Parti Milletvekili Orhan Miroğlu’nu 'Tayfun' kod adıyla bildiğine yönelik bir beyanını aktardı. Anter’in oğlu Dicle Anter, Miroğlu ile ilgili kuşkuların arttığına yönelik bir yazı kaleme alırken, Eymür daha sonra bunun kendi iddiası olmadığını, Miroğlu’nun MİT mensubu olmasını da akla yatkın bulmadığını söyledi. Miroğlu da iddiaları kesin bir dille reddetti.

Davanın tek tutuklu sanığı, Şırnaklı Hamit olduğu öne sürülen, fotoğrafı daha önce Aygan tarafından teşhis edilen Hamit Yıldırım, 28 Haziran 2017’de 5 yıllık tutukluluk süresi dolduğu gerekçesiyle tahliye edildi ve Şırnak’ta yaşadığı için duruşmalardan vareste tutuldu. Böylece, Türkiye’nin bir dönemine damga vuran, elemanlarının bir bölümü halen Türkiye’de bulunan JİTEM ve Anter dosyasında tutuklu kimse kalmadı.

Yeşil yaşıyor mu?

Davanın sonraki duruşması yarın (14 Kasım) Ankara 6. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülecek. Duruşmada, mahkemenin tanık olarak çağırdığı eski Genelkurmay İstihbarat Dairesi Başkanı İsmail Hakkı Pekin’in ifade vermesi bekleniyor. Pekin, katıldığı 2 Nisan 2018 tarihli bir televizyon programında, 4-5 ay önce aldığı bir habere göre Yeşil’in yaşadığını söylemişti. Pekin’e bu iddiasının dayanakları sorulacak. Ancak Pekin, detaylı bir anlatımda bulunsa bile sonuç alınması çok kolay değil.


Aygan’ın ifadesi hâlâ alınamadı, Yeşil’in yaşayıp yaşamadığını saptamak da ifadelere rağmen neredeyse imkansız gibi. Yaşayan ve Türkiye’de bulunan sanıkların tamamı tutuksuz yargılanıyor ve JİTEM dosyasının bütünü, hâlâ “Ben bilmiyordum”, “aslında JİTEM yok” ekseninde seyrediyor. En iyi ihtimalle Hamit Yıldırım’la ilgili bir süreç yaşanabileceği belirtiliyor ki bu da ne Anter ailesi ne de JİTEM cinayetlerinin diğer mağdurları için anlamlı değil. Dosyanın ise Anter yönünden 2022’de zamanaşımına girebileceği belirtiliyor. Oyalama taktikleri ve gerçeğin kenarında gezinilmesi ancak odağa alınmaması nedeniyle kaybeden yine adalet oluyor. (T24)
Daha yeni Daha eski