“Halka zulüm edilince, halkın kendinden başka güveneceği kimse kalmayınca, halka ayaklanmasını söylemiyen insan alçağın biridir. Bütün kanunlar çiğnenince, istibdat artık herkesin sabrını taşırınca, iyi niyet ve haya ayaklar altına alınınca, halk isyan etmek zorundadır. İşte o saat gelip çatmıştır.” (Robespierre)


Bilinen ilk ve en şiddetli burjuva devrimi olan Fransız Devrimi’nin muazzam bir laboratuar olduğuna itiraz edecek kimse yoktur herhalde. Dönemin Fransa’sının barındırdığı dinamikler, yaşanan alt üst oluşlar, siyasi erkin ele geçirilmesi ve korunması noktasında kurulan ilişkiler, Avrupa’nın bütününe yayılan devrim coşkusu ve aralanan devrimler çağı kapısı, her biri, insanlık tarihi için, kendi başlarına bile oldukça büyük ve zengin deneyimlerken, tüm bunların sıkıştığı on yılı bile bulmayan bir zaman dilimi bir bilim insanı için de, bir tarihçi için de, bir siyaset bilimci için de, bir hukukçu için de, bir devrimci için de…. ancak ve ancak büyük bir merak ve heyecan uyandırır.

Buradaki önemli nokta Fransız Devrimini ve devrimin derslerini hâlâ güncel ve sıcak tutan ideallerin tarihte kalmaması, bu ideallerin işçi sınıfı mücadelesine devrolmuş olmasıdır. “Égalité, liberté, fraternité”, yani “eşitlik, özgürlük, kardeşlik” uzun yıllar önce kendisine ihanet eden burjuvaziden uzaklaşıp geleceği temsil eden yeni sınıfın, proletaryanın talebi olurken, bu ideallerin en samimi savunucuları olan Jakobenler de, idealleriyle birlikte proleter mücadelenin mirasının parçası haline gelmişlerdir. Bu nedenledir ki, Jakobenler ya da Jakobenizm burjuva sınıfının türlü temsilcileri için hep hedef tahtasına oturtulan bir düşman, hep burjuva düzenin muhaliflerine yakıştırılan bir suçlama olmuştur. İşin aslı, bunu haketmişlerdir de!

Fransız Devriminin gelişimini anlatan en sade ve zihin açıcı cümleleri Marx 18 Brumaire’de kurmuştur: “Birinci Fransız Devriminde anayasacıların iktidarını Jirondenlerin iktidarı ve Jirondenlerin iktidarını Jakobenlerin iktidarı izler. Bu partilerin her biri, daha ileri olanına yaslanır. Devrimi, onu artık izleyemeyeceği ve önüne hiç geçemeyeceği noktaya ulaştırır ulaştırmaz, arkasında duran daha cesur müttefik tarafından kenara itilir ve giyotine gönderilir. Böylece devrim yükselen bir çizgi üzerinde hareket eder.”

Jakobenler bu gelişimdeki zirveyi temsil eder. Devrimi götürmeye çalıştıkları nokta burjuvazinin gerçek çıkarlarının çok daha ötesini işaret eder ve burjuvazi öncülük ettiği devrime ilk ihanetini Jakoben iktidarının devrilmesini sağlayarak gerçekleştirir. Başka bir bakışla, burjuvazi, eşitlik-özgürlük-kardeşlik ideallerini en uç noktasına kadar taşımaya kararlı davranarak kendisine ihanet eden Jakobenlere aynı şekilde cevap verir ve Jakoben iktidarı da giyotinle sonlanır. Giyotinin fiili olarak son verdiği devrimci siyaset tarzı ise tüm dünyadaki devrimci hareketlerin ilham kaynaklarından biri haline dönüşür.

Jakobenlerin devrimcilikleri ve ideallerini gerçekleştirmek için sergiledikleri tutku, Jakoben iktidarının yıkılması ve Jakobenlerin dünyadaki devrimci hareketler -özel olarak komünistler- tarafından sahiplenilmesiyle birlikte, bilinçli bir çarpıtmanın da etkisiyle, “terörle”, “darbecilikle”, “özgürlüklerin yok sayılmasıyla”, “tepeden inmecilikle” vb. birlikte anılır hale getirilmeye çalışıldı. Unutulmamalıdır ki, bu bilinçli çarpıtmanın temelinde burjuvazinin tüm toplumun çıkarlarını temsil ettiği yalanının beslenmesi, devrimci hareketlerin ideallerinden/hedeflerinden vazgeçmemelerine karşı yürütülen ideolojik saldırının güçlendirilmesi yatmaktadır.

Jakobenleri ve geliştirdikleri devrimci siyaseti anlamak için Fransız Devrimi’ni yaratan dinamiklere biraz daha yakından bakmak gerekir. Oldukça karmaşık, iç içe geçmiş, dengelerin sürekli değiştiği, yeni yeni ittifakların kurulup bozulduğu politik, ekonomik ve sosyal krizler içindeki Fransa’da bir devrimin gerçekleşmesi pek sürpriz değildir. Aydınlanma düşünürlerinin önderlik ettiği şiddeti ve etkisi artan toplum/düzen eleştirileri devrimin sinyallerini çok önceden vermektedir. Üzerinde durulması gereken önemli noktaysa ülkenin içinde bulunduğu nesnel koşullardır.

Fransa’daki feodal toplumsal sistem üçlü bir yapı üzerine kuruludur: Rahipler, soylular ve halk. Rahipler (kilise) ve soylular siyasi ve ekonomik yapının büyük bölümünü elinde tutmaktadır ve özel ayrıcalıklara sahiptir. Halk ise çoğunluğunu yoksul köylülerin ve işsizlerin oluşturduğu, öncülüğünü ise, özellikle girdikleri ticari faaliyetlerle parasal bir güce ulaşan, burjuva sınıfının yaptığı oldukça heterojen bir toplamı ifade etmektedir.

Feodal Fransa’da bir tür kast sistemi mevcuttur; doğumdan kan bağıyla gelen haklar ve imtiyazlar söz konusudur. Soylu sınıfı aileden soylu olanlar ve sonradan bu sınıfa dahil olanlar şeklinde ikiye ayrılır, devletteki tüm üst düzey memurlar, ordunun, yargının, maliyenin tüm üst düzey kadroları soylu sınıfın aileden soylu olanlarından oluşur. Nüfusun yaklaşık yüzde 1,5’unu oluşturan bu soylular, ülke topraklarının da yaklaşık beşte birine sahiptir.

Benzer durum rahipler için de geçerlidir. Toplumsal, ekonomik ve siyasi yapı üzerinde birincil sıradan söz sahibi olan Katolik kilisesi üst sınıf din görevlileriyle, halka daha yakın olan alt sınıf din görevlilerinden oluşur (toplamda yaklaşık 120 bin kişi); ülke topraklarının yaklaşık onda biri kilisenin kontrolündedir ve vergi toplama hakları vardır.

Aileden soylu olanlarla rahipler vergilerden muaflardır. Vergi ödeyenler soylu sınıfa sonradan dahil olan (unvan satın alarak ya da aileden soylu biriyle evlenerek soylu sınıfa dahil olunabiliyordu) burjuvalar ve halktır. Fransa’daki feodal sistemde soyluların ticaretle uğraşması soyluluk ünvanlarının alınması sonucunu doğurur ve bu nedenle ticaret soylu olmayan, halktan kişiler tarafından yapılır. Burjuva sınıfının doğuşunda ve güçlenmesinde bu durumun önemli bir etkisi olması, ticaretle uğraşarak zenginleşen burjuvazinin bir süre sonra devlete ait farklı alanlarda söz sahibi olmak  istemesi bir vakıadır. Ekonomik yapıyı ayakta tutan, krallığa/aristokrasiye borç veren ama siyasal hakları olmayan bir sınıfın varlığı, mevcut sistemdeki eşitsizlik ve adaletsizliklerle birlikte, bir tıkanmaya neden olup, krizi sürekli derinleştirir.

Özetle tariflemeye çalıştığımız bu toplum yapısı Fransız Devrimi’ndeki gelişim çizgisini ve Jakobenlerin zorladıkları sınırları anlamak için önemlidir. 14 Temmuz 1789’da Bastille basıldığı zaman ortalıkta kral, kan bağlı soylular, sonradan soylu olanlar, kilise, aristokrasinin farklı klikleri, ticaret burjuvazisi, mali burjuvazi, krallık rejimine muhalif aydınlar, emeğiyle geçinenler, yoksul köylüler, hiçbir mülke sahip olmayan baldırı çıplaklar ve bunların her birinin kendilerince talepleri vardı. Tüm bu farklı gruplar çok kısa zaman dilimleri içerisinde farklı ittifaklar kurup, çok kısa zaman içerisinde ayrışıp düşmanlaşıyordu.

Jakobenler, bu karmakarışık koşullar içinde, kendileri de burjuva sınıfın bir parçası olmalarına rağmen, en baştaki devrim ideallerine sonuna kadar sahip çıkar ve fakat bu ideallerin gerçekliğe dönüşeceği maddi koşulları yaratamadıkları noktada karşı devrime yenilirler. Ama iktidarda oldukları (ya da iktidar ortağı oldukları) kısa zaman diliminde krallığın devrilip cumhuriyetin kurulması, genel oy hakkının kabulu, halkın yönetime katılımının sağlanması, ekonomik ve politik eşitsizlerin ve adaletsizliklerin giderilmeye çalışılması, kilisenin imtiyazlarının kaldırılması gibi bir çok adımı, hem de Avrupa’nın kalanı Fransa’ya savaş açmışken, hem de Fransa içindeki kralcı, aristokrat ve burjuva kesimler Jakoben iktidarını yıkmak için çaba sergilerken atabilmişlerdir.

O yüzden, bugün, Lenin’in Dekabristler için kullandığı “soyluluğun en güzel çocukları” sözüne öykünerek şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Jakobenler burjuvazinin belki de sevebileceğimiz tek ve en tutkulu, en erdemli çocukları oldular… (ORHAN DENİZ - GAZETE MANİFESTO)
Daha yeni Daha eski