Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti’nin anlatıldığı gibi bir yer olmadığını görmek için sosyalist veya solcu olmaya gerek yok. Yalnızca önyargılarını kırmaya çalışan, meraklı ama gerçekçi bir gezgin olmak yeterli. Sorgulama eğer tek taraflıysa samimiyetini yitirir


Annelerin ninnilerinden

spikerin okuduğu habere kadar,

yürekte, kitapta ve sokakta yenebilmek yalanı,

anlamak, sevgilim, o, bir müthiş bahtiyarlık,

anlamak gideni ve gelmekte olanı.

Nazım Hikmet

Yazıya başlarken seyahat sonrasında aklımdan geçen ilk şeyi söylemek istiyorum: Eğer bütün bunlar bir tiyatroysa bile, eğer üç şehirde sokaklarda gördüğüm onbinlerce insan, konuştuklarım, alışveriş yapanlar, dans edenler, akordeon çalan çocuklar, sakura çiçekli güneş şemsiyeleriyle kadınlar; insanların bize gülmesi ve el sallaması emirse, bu koca sahne en azından takdiri hak ediyor.

Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti (KDHC), İkinci Dünya Savaşı’nın ardından 9 Eylül 1948’de bağımsızlığını ilan etti. Kuzeyi destekleyenler silah yardımıyla Sovyetler ve asker desteğiyle Çin olurken, güneyi destekleyen taraf ABD öncülüğündeki Batı bloku idi. Bu desteğe kuzeyde duyulan minnet, daha sonra ülkedeki çeşitli yerlere inşa edilen Mao heykelleri ve Sovyet Dostluk Anıtı ile kendini bulmuş. 1950’de çıkan Kore Savaşı’nda KDHC, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu BM’ye üye 21 ülkenin güçlerine karşı savaştı. Türkiye bölgeye asker göndererek NATO’ya üye olmak ve ABD’nin gözüne girmek istiyordu. Başarılı da oldu ancak kime ve neye karşı savaştığını bile bilmeden hayatını kaybeden 700’den fazla asker ve suçsuz yere öldürülen Kore halkı kaldı geriye. Sınırdaki Kaesong şehrinde gerçekleşen görüşmeler sonucu şiddetli çatışmaların yaşandığı 38. paralel sınır kabul edildi.

İki taraf tarih sahnesindeki rollerini kesin olarak ayırmıştı. Güney Kore, ABD’nin desteğiyle ve onu taklit etmesiyle bir kapitalizm başkentine dönüşürken geniş kitlelere ulaşan K-Pop, modern diziler, plastik cerrahi ve makyaj malzemeleri ile popüler kültür denince akla gelen ilk birkaç ülkeden biri oldu.

Kuzey ise yoluna bir süre SSCB ve Çin Halk Cumhuriyeti ile devam etse de daha sonra kendisini “en azından ideolojik olarak” bu iki güçten kısmen ayırdı. Artık KDHC, ne Maoist olarak tanımlıyordu kendini ne de Leninist. 14 yaşındayken yaşadığı evden ayrılıp önce Japon işgaline sonra da ABD’ye karşı savaşan ve ülkenin kurucusu olan Kim İl-sung, Juche Felsefesi’ni kabul etti.

Bu felsefeye göre insan kendinin ve kaderinin efendisidir. Her şeyi belirleyen insandır. Yaratıcılık, akıl ve bağımsızlık karakteri onu geliştirir ve ileri götürür. Bu sebeple KDHC’de yaygın bir dini inanç söz konusu değildir; çünkü her şeyin belirleyicisi insandır. Ülke kurulduğunda zaten bir hâlihazırda dini inanca sahip olan insanlar ve bazı dinler anayasayla koruma altına alınmış. Üstelik Halk Meclisi’ndeki üç partiden biri de Muhafazakâr Parti (Chondoist Chongu Partisi). Diğerleriyse Sosyal Demokrat Parti ve iktidarda olan KDHC İşçi Partisi.


Juche felsefesinin ülkeye en büyük etkisi ise eğitim alanında olmuş. Öyle ki, diğer sosyalist ülkelerdeki partilerden ya da anıtlardan farklı olarak işçiyi temsil eden çekiç ve çiftçiyi temsil eden orağın tam ortasında bir de yazı fırçası yer alıyor (Eskiden fırça ıslatılarak pirince basılır ve öyle yazı yazılırmış). Haftanın 6 günü okul var. Okuldan sonra da en az bir enstrümanın ve dans çeşidinin öğrenilme zorunluluğunun olduğu çocuk saraylarına gidiliyor. Bu saraylardan hemen hemen her şehirde var ve aralıksız eğitim veriyorlar.

Ekonomik açıdan ise ülkenin sistemi kooperatiflere dayanıyor. İki tip kooperatif var; özel kooperatif ve devlet kooperatifi. Özel kooperatifte mahsulün yüzde 30’u devlete verilirken geri kalanı çiftçilere dağıtılıyor ve çiftçilerin bunu satmalarına izin veriliyor. Devlet kooperatiflerindeyse her çiftçi memur olarak kabul ediliyor ve çalıştığı saat bazında maaş alıyor. Ülkenin en büyük üretim kaynağı pirinç. Geçtiğiniz yollarda kilometrelerce uzanan pirinç tarlalarını görebilirsiniz. Sadece Çin ve Rusya’ya ihraç edebilseler de en büyük gelirlerini ginseng bitkisinden elde ediyorlar. Öyle ki ginseng çayı, ginseng viskisi ve diğer ginseng içerikli ürünleri her yerde görmek mümkün.


Ülkeye ulaşım uçak ve trenle mümkün. Kore’nin havayolları Koryo veya Çin Havayolları ile Rusya (Vladivostok) ve Çin’den (Pekin) ulaşım mümkün. Ayrıca yine Çin ve Rusya’dan tren seferleri var. Gelecek günlerde Vietnam’a da uçuşların başlayacağı bilgisini aldım.

KDHC’nin kurucusu ve ilk lideri Kim İl-sung ölünce 1994’te yerine oğlu Kim Jong-il geçti. Kendisinin 2011’de ölümünden sonra ise İsviçre’de 12 sene sahte pasaportla kalıp eğitim almış olan, şu anda da özellikle ülkenin nükleer programıyla dünya gündeminde olan Kim Jong-un geçti.

Ülke, çiçekler ülkesi. Resmi çiçekleri de manolya. Ayrıca KDHC’de her lideri temsil eden bir çiçek de var. Bu yüzden Kim İl-sung’un dünyanın diğer yerlerinde de kendisinin adını taşıyan ve Endonezya’da görülen mor çiçeği, Kim Jong-il’i temsilen de kırmızı begonya çiçeğini ülkenin her yerinde görmek mümkün. Şu anki liderlerinin de çiçeği varmış ancak ismi, kendisinin ölümüne kadar sır gibi saklanacakmış.

Ülkenin her yerinde Kim İl-sung ve Kim Jong-il’in resimlerini ve heykellerini görmek mümkünken, şu anki devlet başkanının bir resmini görmek mümkün değil. Yalnızca devlet televizyonunu açarsanız ya da resmi bir törene katılırsanız, o da bir kere olmak üzere, onun resmini görebilirsiniz.


KDHC’nin güncel nüfusu yaklaşık 25 milyon. Para birimi Won ancak bu para birimini turistlerin kullanması yasak. Uluslararası piyasalarda 1 Euro’nun 9000 Won olmasından dolayı kur sabitlenmiş. Ülkeye turist olarak gelmişseniz bir Koreli’den yaklaşık 900 kat fazla ödüyorsunuz bu yüzden. Aynı durum Küba için de geçerli ancak orada olduğu gibi iki farklı para birimi yok Kore’de. Bunun yerine Euro, Dolar ve Yuan (Çin Parası) ile ödeme yapabiliyorsunuz. Tabi bunun bir de istisnası var. Eğer rehberinizden rica ederseniz ve birazcık da kendinizi sevdirmişseniz sizi bir süpermarkete götürüyorlar. Orada paranızı Won’a dönüştürmeniz mümkün. 10 Euro bozdurup pirinç rakısı ve yerel viski aldığımda elime geçen para 88 bin Won’du. Ancak yurttaşlara haksızlık olmasın diye turist olduğunuzu anlayan biri bu süpermarket haricinde elinizdeki Won’u kabul etmez. KDHC parasını yurtdışına çıkarmak prensip olarak yasak olsa da buna yönelik ne girişte ne de çıkışta bir aramaya maruz kaldık. Kontrol edilmiyor yani.


Rehberin sözü açılmışken, ülkeye geldiğinizde sayınız bir de olsa yirmi de olsa size iki rehber eşlik ediyor. Ancak başlangıçta çekinseniz bile bu iki rehber genelde gayet sıcakkanlı oluyor ve buzları kırmaya çalıştığınızda onlarla gerçekten dost olabiliyorsunuz. Bir ana rehber bir de onu denetleyen hocası oluyor otobüste. En az biri İngilizce, diğeri de başka bir yabancı dil konuşuyor. Mesela bizim iki rehberimiz de (Kim ve Rim) İngilizce konuşuyordu. Kim’in Japonca da bildiğini öğrendik sonra. İngilizce, okullarda öğretilen birinci yabancı dil artık. Eskiden Rusça veya Çince öğretilirmiş. İnanın bana en zorlayan soruları sormaya çalıştım ve nazik bir şekilde, çok da kibar bir üslupla cevap verdiler hepsine. Bu seyahatimde başıma gelen bir olayı anlatayım.

Daha önce 52 ülkeye gitmiş biri olarak başımda sürekli birilerinin olması beni çok rahatsız eder. Birlikte hareket ettiğim grupta da gerek yaş olarak gerekse gezilen ülke sayısı olarak en tecrübesiz olan bendim. Çok tatlı, aynı zamanda saygıdeğer bir çiftimiz vardı. Vural Abi ülkeye girdiğimizde rehberimize (Kim) bakarak, “Yahu ben bu ajan abiden çekiniyorum” dedi. Ülkeden çıkarken ise o çekindikleri “ajan abi” onun ve Saime Abla’nın elini öptü, başına koydu; “Siz benim Türkiye’deki ailemsiniz” dedi. Bana sarılarak “Sen benim yoldaşımsın, unutma beni” diye seslendi. Kadın rehberimiz Rim’e zaten ilk günden herkesin kanı ısınmıştı. Bize her gün Korece bir cümle öğretti. Ülkemiz hakkında sorular sordu. Kendi internet sistemleri Intranet’ten Türk bayrağı ile Ayasofya’nın fotoğrafını göstererek güldü ve ne zaman selfie çekilmek istesek kabul etti. Biz giderken de gözleri dolarak bize sarıldı.

Eğer bu ülkeye seyahat edecekseniz rehberlerinizin de duyguları olduğunun farkına varın. KDHC’yi sevebilirsiniz, sevmeyebilirsiniz; devlete karşı beslediğiniz duygulardan arınarak yaklaşmaya çalışın onlara. Çoluğu çocuğu olan insanlar ya da sizin yaşıtınız. Benim götürdüğüm nazar boncuklarını alırken gözlerinin içi gülüyordu mesela.


Turla gitmek ve rehberle gezmek dışında bir seçeneğiniz yok. Türkiye’de KDHC’nin dış temsilciliği dahi yok. En yakını Bulgaristan’ın başkenti Sofya’da bulunuyor. Rotayı da siz belirleyemezsiniz. 12 günlük turlarda başkent Pyongyang dahil 5-6, bir haftalık turlarda ise 3-4 şehir ve milli parklar gezdiriliyor (Çok yeşil bir ülke ve milli park sayısı oldukça yüksek). Evet bu “Ne kadar da mükemmel, yaşasın” diye ifade edilebilecek bir durum değil. Gezmeyi çok seven biri olarak bu en çok benim üzüntü duyacağım bir şey. Ancak bu durumu değerlendirirken şunu gözden kaçırmayın; dünyanın en büyük emperyalist gücü ve onun çevresinde toplanan ülkelerin, KDHC’ye kuruluş gününden bu yana ambargosu söz konusu. Dile kolay 71 yıldır 25 milyon insanıyla, kendi gücüyle ayakta durmak, mevcut kapitalist sistemden çıkış için alternatif yaratmak durumunda bu ülke. Rejim olarak da türünün tek örneği. Bunu koruması gerekiyor. Kuralları olan bir ülke, kuralların da her sene giderek esnetildiği bir yer. Turist alımına başlamaları bile çok yeni. ABD’nin yalnızca bir işkolunda Türkiye’ye ambargo uyguladığını düşünün, ekonomi ne hale gelir? Koydukları kurallara uymaya çalışıp ülkenin felsefesini algılamaya çabalayın çünkü kuralları sizin belirleme imkânınız yok ancak nedenlerini düşünme imkânınız var. Belki bundan on sene sonra ziyaret edeceğiniz KDHC çok farklı bir ülke olacak.


Fotoğraf çekebiliyorsunuz, yasak durumları ise istisna. Net olarak çekilmemesi söylenmediyse rahat şekilde çekim yapabilirsiniz. Fotoğrafını çekmenizin istenmediği birkaç şey var. Bunlardan bir tanesi askeri bölge. Zaten Türkiye’de de bir askeri bölgenin önünden geçerken 4 dilde fotoğraf çekiminin yasak olduğunu belirten bir tabelayla karşılaşırsınız. İkincisi, inşaatlar. Daha önce gelen Amerikalı turistler inşaatları çekip “Baraka, kaç senedir bitiremiyorlarmış” gibi ifadelerle paylaşımlar yapınca yasaklanmış. Üçüncüsü ise liderlerinin mozolesi. Liderlerin mumyalanmış bedenlerinin çekilemiyor olması da şaşırtıcı gelmedi bana. Ayrıca gözlemimi aktarmam gerekirse ülkeden çıkışta gereksiz yere panik yapıp fotoğraf makinelerinin hafıza kartlarını iç çamaşırları da dahil enteresan yerlere saklamaya çalışan birçok insan gördüm ama bunların kontrol edildiğini görmedim.

Evet, Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti bir kurallar ülkesi. Bu kuralların bazıları çok makul bazılarıysa mantıktan yoksun ancak ambargodan dolayı anlaşılabilir bir durum bu. Bu sebeple takdir yetkileri sınırlı olan rehberlerin yanına gidip “Yeaaa niye internet yok biee, siz yurtdışına bile çıkamıyormuşsunuz deme? Şömdö bön yotub kanalıma vödyo otomocom mo?” gibi ifadeler yerine ülkeyi gerçekten anlamaya yönelik sorular sorup yapıcı eleştiriler yöneltebilirsiniz. Aşağılayıcı, yıpratıcı ifadeler kullandığınızda ülkenin sistemi değişmiş olmuyor, sadece rehberlerinizi boş yere zorlamış ve ortamı, diğer insanları germiş oluyorsunuz.

Seyahatte bize eşlik eden saygıdeğer hocam Prof. Filiz Karaosmanoğlu, Korelilerin inşa ettiği dünyanın en büyük otelini göstererek şöyle demişti: “Heykellerin arkasında olması ve büyüklüğü silueti bozuyor. Çok yanlış.” Rehberimiz ise gülerek, “Bunu söyleyen ilk kişisiniz ve haklılık payınız var, evet” dedi. Daha sonradan fark ettik ki otel geceleri bayrak yansıtılarak aydınlatılıyor ve geceleri şehre farklı bir hava katıyor.

Ülkedeki her ev, her bina aynı değil elbette. Gökdelenlerde ve güzel evlerde bilim insanları, sanatçılar ve askerler oturuyor. Diğer evlerin kalitesi birbirine yakın. Bilim insanlarının oturduğu binaların bazılarının çatısı açılmış kitap figürü gibi tasarlanmış. Sanatçıların evleri de diğerlerinden farklı olarak manolya çiçeği şeklinde, bazıları oval bazıları köşeli güzel binalar.


Eğitim ve sağlık tahmin edeceğiniz şekilde parasız. Apartman doktoru diye bir kavram var. Her apartmandan bir doktor sorumlu tutulmuş ve düzenli aralıklarla apartman sakinlerini rutin kontrolden geçiriyormuş.

Kadın, ülkenin her alanında. Otobüs-tramvay şoförü, asker, memur, rehber. Kore’nin nihai hedefini gösteren Birleşme Anıtı’ndaki figürler kadın. Sebebini sorduğumda, “Bizi güneyle birleştirecekler kadınlar” diye cevap veriyorlar. Ev kadınlarına zorunlu motivasyon eğitimi var. Spor kıyafetlerle ve flamalarla çeşitli hareketler yapan kadınları sokakta görmek mümkün. Ayrıca askerlik de yapabiliyorlar. Gönüllü askerlik sistemi var. Erkeklerde 5, kadınlarda ise 3 sene. Hem toplumda prestijli bir konuma sahip olabilmek için hem de iyi bir maaş için tercih edilen bir şey askerlik. Üniversiteden önce veya sonra yapılabiliyor.


Işıklandırma ile ilgili duyduklarınız kısmen doğru. Ambargodan dolayı enerji temini problemli. Geceleri ışıklandırma da kısıtlı o yüzden. Ama geceleri mutlaka yanan bir şey var: Juche Kulesi’nin ucundaki alev. Bu da şehre başka bir hava katıyor.


Evlenene kadar aileyle yaşanıyor. Evi herkese devlet veriyor tabii ki. Evlenene yeni eve çıkma hakkı tanınıyor. Bu yüzden evlilik popüler ancak buna devletin müdahalesi söz konusu değil. İkiz veya üçüz çocuk doğurmak güzel bir şey olarak kabul ediliyor ve devlet bu çocuklara daha da çok sahip çıkıyor. (İleride burs verip yurtdışına yolluyor vs.)

Seyahat hakkı kısıtlı. İş insanları, bilim insanları ve sporcular bu haktan faydalanıyorlar. Ayrıca Oxford, Cambridge, Cenevre Enstitüsü gibi okullara devlet bursuyla giden hatırı sayılır öğrenci kitlesi var. Gönül ister ki her yurttaş eşit şartlarda seyahat edebilsin, başka yerleri de görebilsin. İleride bu sorunun çözüleceğine dair umudum yüksek çünkü geçmişle kıyaslandığında seyahat şartları giderek iyileşiyor, seyahat eden insan sayısı ve seyahat edilebilen ülke sayısı artıyor.

İnternet olayını sordum, aldığım cevap şuydu: “Yabancılar 200 Euro vererek internet paketi satın alabiliyor.” (İçiniz rahat etsin, bu parayı vererek ülkeden canlı yayın yapanlar bile var ama ben kafamı dinleme hakkımı kullandım.) Korelilerin ise İntranet adı verilen bir internet sistemleri, akıllı telefonları ve işletim sistemleri var. Buna her vatandaşın erişimi çok kolay şekilde sağlanıyor. Neden bizim gibi Google, Facebook kullanmıyorlar diye soracaksınızdır. Sizce neden kullanmıyorlar?


Rehberle aranızı iyi tutarsanız bir İtalyan kahvecisinde mola vermek için onu ikna edebilirsiniz. Halkla temasa geçmek yasak değil! Gittiğiniz yerlerde insanlara gülün, alacağınız karşılık gülücüktür. El sallarsanız size de sallayacaklardır. Selam verirseniz karşılık alacaksınız mutlaka. Zamanın olduğu ölçüde birini durdurup konuşabilirsiniz de. Kimse size bu konuda karışmıyor. Ben insanlarla rastgele sohbet ettim. Bununla ilgili bir kere bile uyarı almadım.

Ulaşım başkentte metro, otobüs ve tramvayla; taşrada ise dolmuşa benzeyen küçük otobüslerle sağlanıyor. Bisiklet kullanımı şimdiye kadar gördüğüm ülkelerin büyük bir kısmından daha fazla. Avrupa’da bisiklet kullanımını çevreci olduğu için övüp “Kore’de bisiklete biniyorlar çünkü fakirler” deme ikiyüzlülüğünden kaçınalım.


Güneydeki Koreliler ile ilgili fikirlerini sorduğumda da “Onlar bizim kardeşlerimiz. Günün birinde bir araya geleceğiz. Emperyalizmin işgalinden kurtulacak onlar da” diyorlar. “Peki başkent neresi olacak” diye sorduğumda ise, “Pyongyang tabii ki” diyor ve gülüyor samimi şekilde rehberimiz Kim.

Seyirci kapasitesi bakımından dünyanın en büyük stadı olan 1 Mayıs Stadı burada (150.000 kişi) ve belirli zamanlarda 100 bin gönüllü ve amatör öğrencinin katılımıyla Mass Games adı verilen bir organizasyon gerçekleştiriliyor.


Amerikalı, Rus, Çinli, Alman ve Belçika’dan gelen Türk ve turistlerle sohbet etme olanağı buldum. En olumsuz ayrılan kişi bile önyargılarının belli ölçüde de olsa kırıldığını söylüyor. Başka gezginlerin görüşleri farklı olabilir. Herkesin biriktirdiği anılar ve edindiği izlenim aynı olmayabilir. Ancak “bir şeyler” görmüş olan bir insanın görüşlerine en azından saygı duyulmasını bekliyorum. Hiçbir şey görmemiş olmaktan iyidir her ihtimalde. Örneğin usta Coşkun Aral’ın YouTube kanalında paylaştığı videoyu izleyin. Orada diyor ki, “Yahu tabii ki kapalı ülke, eksiklikler ve hatalar var ama bize anlatıldığı gibi de değilmiş.” Ben de kendisiyle aynı fikri paylaşıyorum. Evet, bana anlatıldığı gibi değildi, size anlatıldığı gibi de değil arkadaşlar! Kalıplarınızın esiri olmayın.

Rehberlerimize Otto Warmbier* olayını da sordum. Bu soruyu sorduğum için beni köpek balıklarına atmadılar, bana sinirlenmediler de. Sakince cevap verdiler. Posteri izinsiz sökmenin ve daha sonra da yırtmanın hem saygısızlık hem suç olduğu konusunda uyarıların önceden yapıldığını söylediler ve eklediler: “Kanunlarla bunun suçu sabit. Kanunları uygulamazsak vatandaşlarımızın bize güveni kalır mı? Biz hiçbir kötü muameleye maruz bırakmadık. Kendisi yüksek stresin etkisiyle fenalaştı ve ülkesine yolladık. Orada öldü. Bundan dolayı biz de gerçekten üzüntü duyuyoruz.” Doğru söylemiyor da olabilirler, doğru söylüyor da olabilirler ancak iki tarafı da dinlemeden, olayın ayrıntılarını bilmeden bir ülkeyi hemen suçlamak da yargısız infaz olur diye düşünüyorum.


“Bütün bunları sosyalist olduğun için yazıyorsun” diyenler olacak. Elbette payı vardır. Sempatimin olmaması garip olurdu zaten. Ancak ben KDHC’ye gitmeye bir arkadaşımın önerisi ve ısrarıyla karar verdim. O arkadaşım, Murathan, sosyalist değildir. Çünkü her ne kadar gurur duyulacak, benim de mutlu olduğum bir kimlik olsa da bir yerin anlatıldığı gibi bir yer olmadığını görmek için sosyalist veya solcu olmaya gerek yok. Yalnızca önyargılarını kırmaya çalışan, meraklı ama gerçekçi bir gezgin olmak yeterli. Sorgulama eğer tek taraflıysa samimiyetini yitirir.

Eğer seyahate gitmeden ülkenin kalemini kırmış, hükmünü vermişseniz o ülkeye gitmeyin. Seyahat bile önyargılarınızı kıramazsa başka hiçbir şey kıramaz zaten. KDHC’nin yeteri kadar düşmanı ve felsefesini anlamayan yeteri kadar insan var. Sizin dayanışmanıza ihtiyaç duyan taraf “düşman taraf” değil o sebeple. Bir an olsun önyargılarınızı kırmaya çalışmanız, ülkeyi ziyaret edip öyle karar vermeniz ve Juche’yi anlamanız dileğiyle.

KDHC’yle ilgili bir sonraki yazımda seyahatimden dipnotları anlatacağım…

*ABD’li öğrenci Otto Warmbier, Ocak 2016 yılında Pyongyang’da kaldığı otelde bulunan propaganda posterini çalmak suçlamasıyla havalimanında gözaltına alınmış ve daha sonra tutuklanmıştı. Yaklaşık 18 ay sonra Haziran 2017’de tıbbi nedenlerle serbest bırakılan Warmbier, ABD’ye geri döndükten kısa bir süre sonra hayatını kaybetmişti. (ALAZ SÜMER - SENDİKA.ORG)
Daha yeni Daha eski