Kürt sorununu tartışmak, konuşmak gerekli midir? (1)
Aşağıdaki satırlar, bu ve yakın konulara dair yazacağım diğer ‘kısa’ yazılarda yer alacak sözcükler; küfür kıyamet olmadan cümle kuramaz hale gelmiş olanları, faşistleri, ‘bilinçli’ ırkçıları, her şeyi bilen ‘baş öğretmenler‘i, “Yaaa bu ülkeden bir şey olmaz, boşuna hep bunlar” bıktırıcı korosunun mensuplarını hedeflemiyor. Allah’a olabildiğince yakın, benden fersah fersah uzak olsunlar.
Onlar dışında kalan her okura ‘bir dert’ anlatmayı deneyeceğim. İnsanca yaşamanın ve sosyalistçe eşitliğe ulaşmanın başka yolu olmadığını düşünüyorum. Ya da benim bildiğim ve anladığım tek yol bu.
Adetim olmadığı üzere bu ‘kısa yazılarda’ bir iki soru yöneltmeyi, hatta belki bir kısmını yarım bırakmayı istiyorum. ‘Birlikte düşünme’ çabası olarak görmenizi dilerim. Haliyle, birlikte düşünmek isteyenler açısından bir anlam ifade edebilir ancak. İki yazı mı olur, üç mü, bilmiyorum.
Aslında yıllardır amatör bir köşe yazarı olarak yapmaya çalıştığım da bu biraz. Ülkede ne yaşanırsa yaşansın, o yaşananların kökeninde olduğunu düşündüğüm, ancak o esnada gündeme getirmenin ‘enayilik’ olarak görüldüğü konuları ‘da’ yazmak. ‘Enayiliğin’ büyük yararları olduğu kanısındayım.
Örneğin yıllar önce Mülkiye’de saçma, saçmalığı ölçüsünde heyecan verici bir iş yapıp meraklı öğrencilerle haftalar süren anayasa tartışmaları düzenlemiştim. Öyle çok verimli olmadı, fakat kötü de değildi doğrusu. Söylenen her şeyi not edip tutanağa dönüştürmüştük hep birlikte. Ardından Mülkiyeliler Birliği yayınlamıştı. İlk ve sondur memlekette, üniversite öğrencilerinin serbestçe anayasa tartıştığı bir yayın. Belki ilginizi çeker, buraya bırakayım. https://mulkiye.org.tr/wp-content/uploads/2015/09/49.pdf
Keşke bu yazıları okuyan herkesle aynı tartışmaları yüz yüze yapabilsek ve oradan da kitaplar çıksa. Herkes, içindekini serbestçe, tedirgin olmadan söyleyebilse. Ama mümkün değil ne yazı ki!
Bu yazıyı düşünürken, Gazete Duvar’da değerli Kemal Can’ın çok iyi bir makalesini okudum: ‘Nereden başlamalı, nereye uzanmalı?‘ Kemal Can, bir süredir bağıra çağıra yazmaya çalıştığım bir konuyu, benden çok daha iyi formüle etmiş. Özetlersem, sorduğu kısaca şu: Velev ki AKP gitti, biz bu enkazın altından nasıl kalkacağız?
Beni de bu satırları ve umuyorum devamını yazmaya yönelten kaygı aynı. ‘Kaygı’ diyorum çünkü ne kadar direnç gösterirseniz gösterin, ülkenin durumu ve olup bitenlerin yoğunluğu, bizleri ‘güncel‘in bataklığına çekiyor. Bir şey düşünemez halde, sükuneti kaybedip sinirli (kuşkusuz haklı bir sinirle) tepki veriyor ve asıl soruları soramaz hale geliyoruz. İşte sanırım bu duruma daha fazla direnmek, daha fazla çaba harcamak ve aynı tuzağa hiç olmazsa ‘sürekli’ düşmemek gerekiyor.
Değerli okur, biz ne yapıyoruz? “Biz kimiz” diyeceksiniz ki, haklısınız. Bilmiyorum tam olarak. AKP’ye muhalif olanlar mı? Böyle bir ‘biz’ var mı? AKP’ye oy veren milyonlarca yurttaş içinde, ‘bizden’ olan yok mu? Demokrasi bloku muyuz? Bizim yüzde 50’yi oluşturan herkes demokrat mı? Diğerleri peki, hepsi otoriter yönetimden mi yana? Böyle olmadığını, hiçbir grubun birörnek olmadığını biliyoruz değil mi?
Her iki yüzde 50 de farklılıklar barındırıyor. Fakat bazı ortak noktalar da var. Örneğin tümü aynı milli eğitim tornasından geçmiş durumda ve tümü, yeryüzündeki her bir insan evladı gibi, toplumsallığının, koşullarının ürünü. O milli eğitim tornasından geçip kendisini ‘sonradan’ kurtarabilmiş olanların oranı düşük. Hal böyleyken, yüzde 50’liler arasında geçişkenlikler ve uzlaşmazlıklar mevcut. Her uzlaşmazlık üzerine düşünmeyi gerektirdiği gibi, her geçişkenlik az çok fırsat sunuyor aslında.
İşte, hangi yüzde 50’de olursanız olun ve kendinizi o yüzdelerin bir yerlerine ne kadar ait hissederseniz hissedin, bazı ortak sorunlarla yüz yüze gelmek kaçınılmaz. Bu yüzden Kemal Can’ın kaygısı anlamlı. AKP, bugün ‘ben sıkıldım, gidiyorum’ dese, karşı karşıya olduğumuz açmazların üstesinden nasıl geleceğiz? Hangi önerilerle? Hangi insan/yurttaş gücü ve kumaşıyla? Hangi ilkeleri benimseyerek?
Bunun için önce şunu kabul edelim isterseniz: Perişan haldeyiz. Tel tel dökülüyoruz. Dokunup ah işitmeyeceğiniz tek bir toplumsal/siyasal/ekonomik konu yok. Bakın bir araştırmaya göre, okul çocuklarının yüzde 40’ı ‘okuduğunu anlamıyormuş.’ Anlamıyormuş. Yarısı. Bir daha yazayım: Anlamıyormuş. Bu cümleden sonra diğer açmazları saymayı artık çok lüzumsuz görüyorum. Benim bildiğim, bir toplumun başına gelecek daha büyük felaket yok.
Başta dedim ya, bu başlık altında yazacağım yazılar ‘kısa’ olacak, okuru uyutmayacağım! Bu nedenle yazı bitmeden başlığa gelmek istiyorum.
Bana kalırsa, Türkiye’nin en ‘devasa’ sorunu Kürt sorunudur.
Kürtler dışında sorun yaşayan olmadığından, başka derdimiz bulunmadığından değil kuşkusuz.
İki temel gerekçeyle: Kürt sorununun tarihsel kökenlerini oluşturan olaylar zinciri, onunla bağlantısızmış gibi görünen başkaca sorunlarımızın da ‘nedenlerinden’ olduğu için. Ve ırkçılığı ‘harlayan’ Kürt sorunu devam ettiği müddetçe, diğer can yakıcı sorunların aklı başında bir biçimde ‘konuşulması dahi’ mümkün olmadığından, olamadığından.
Hadi bu yazının sonu, bir soruyla gelsin:
Bana zaman zaman, ‘bir anayasacı olarak neden bu konuya kafayı taktığım’ soruluyor. “Başka konu mu kalmadı kardeşim?” “Ay kimlikçilik şeydiyorsunuz…” filan fıstık.
On binlerce yurttaşın ölümüne, on yıllardır dinmeyen büyük acılara neden olması bir yana; doğrudan ‘devlet’ ve ‘siyasal sistem‘le ilgili devasa boyutta ‘tarihsel’ ve ‘güncel’ bir sorundan söz ediyoruz.
Bu durumda, her ne kadar soruyu ‘benim gibiler‘e yöneltmenizde bir terslik olmasa da; karşılaştığınız diğer anayasacılara, kamu hukukçularına, siyaset bilimcilerine, sosyologlara, tarihçilere vs. “Siz neden Kürt sorunuyla hiç ilgilenmiyor, yazıp çizmiyorsunuz; önemsemiyor musunuz?” sorusunu yöneltmeyi düşünmez misiniz?
Evet, ilk tavsiyem bu olsun…
Not: Diken’e İngiltere’de yaşanan ‘anayasal’ krizi yazmıştım. Dün, İngiliz yüksek yargısı (Supreme Court), başbakanın parlamentoyu bir süre askıya almasını ‘hukuka aykırı’ buldu. Ayrıntılı bir haber burada.
Yargı adlı organın neye benzediğini merak edenler, buradan okuyabilir. (MURAT SEVİNÇ - DİKEN.ORG)