Bir siyasi hareketin gün be gün tükenişini izliyoruz. Birileri, kurulmak istenen yeni rejimin sahiplerine bundan üç beş ay önce, “Öyle şeyler yapın ki, herkes ne halde olduğunuzu iyice anlasın,” deseydi; kaybedilmiş İstanbul seçimini inatla tekrar ettirir, ardından açık farkla seçilmiş üç HDP’li belediye başkanını görevden alır, duramadığı için Egemen Bağış’ı büyükelçi yapar ve siniri iyice bozulduğundan Canan Kaftancıoğlu’nun aşırı bağımsız yargı tarafından mahkum edilişini izlerdi.

“İzlemek” diyorum, çünkü Türkiye’de yargının bağımsız, hatta lüzumundan fazla bağımsız, hâkimlerinse insanı rahatsız edecek ölçüde tarafsız olduğu kanısındayım. İdarenin, mahkeme kararlarına herhangi bir müdahalesi olduğunu düşünmüyorum. Siz muhterem okurların da mahkemelerin bağımsızlığından ve nadide hâkimlerin yansızlığından kuşku duymadığınızdan eminim. Nitekim kuşku duymamakta, hem bu satırların yazarı olarak benim, hem de okuru olarak sizlerin selameti açısından sayısız yararlar var.

İşte o ileri derecede bağımsız yargı ve daha önce Selahattin Demirtaş’ı, Selçuk Kozağaçlı’yı da mahkûm eden son derece tarafsız bir hâkim, şimdi de Kaftancıoğlu’na ceza yağdırdı. Sebep? 2012-2017 arasında attığı twitler! Eh yıllardır neden soruşturma açılmamış peki? Soruya bak bal kabağı! Ayol sayın okur, siz bilmez misiniz devletin meşguliyetlerini, belli ki yoğunluktan zaman bulunamamış.

Tamamen tesadüf eseri, Kaftancıoğlu’nun İstanbul il başkanlığı için gündeme gelmesiyle ‘ihbarlar’ başlamış ve aday olduğu ay ‘dosya’ açılmış. Peki iddianame ne zaman hazırlanmış? Bugün Ali Duran Topuz’un (Duvar) “Kaftancıoğlu niye korkuttu?” yazısından öğrendiğim kadarıyla, yine olağanüstü bir tesadüfün sonucu olarak, 31 Mart-23 Haziran 2019 arasında. Mayıs ayında. Bunlar hep Allah’ın bir hikmeti sizlerin de takdir edeceğiniz gibi.

Bütün bu ‘tesadüfler’ sonucunda Kaftancıoğlu dün (6 Eylül), ileri derecede bağımsız yargı karşına çıktı. Kendisine yaraşır, omurgalı, cesur ve geri adım atmayan bir savunma yaptı. Yetmezmiş gibi bir de Nazım Hikmet şiiri okudu. Bağımsız yargı da, çeşitli suçlardan mahkûmiyetine hükmetti Kaftancıoğlu’nun. Cumhurbaşkanına hakaret, devleti alenen aşağılama, kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret, halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik, terör örgütü propagandası yapmak…

Tümü, ‘düşünce suçu’ (!) kapsamındaki söz konusu ‘ortaya karışık suçlardan’ birini Erdoğan da işlemişti zamanında hatırlarsınız ve ‘şiir okuduğu’ için cezaevine girmişti. Yani, ‘düşünce ve dile getirme özgürlüğü’ ihlal edilmişti, zamanın ileri derecede bağımsız yargısı tarafından. Hani şu 28 Şubat döneminde. ‘Muhtar bile seçilemez’ denilen, Cumhurbaşkanı oldu. Askeri ve bürokratik vesayetten şikâyet ediliyordu o yıllarda. Ay ne fenaydı be!

Yok şimdi hiç hukuk vs. lafazanlıkları yapacak değilim. Oturup şu koşullarda ciddi ciddi ‘hukuk reformu’ üzerine çalışan muhaliflere ‘ne diyeceğimi bilememekle’ yetinmeyi tercih ediyorum. Yalvarıp yakarsam, ne olur ‘hukuk reformu’ sözcüklerini ağzınıza dahi almayın, iktidarın ‘top çevirme’ hevesini kolaylaştırmayın, ekmeğine yağ sürmeyin, yaşadıklarımızın ‘norm’ ile ne ilgisi var, yapmayın etmeyin, desem faydası olur mu? Olmuyor, hiç olmadı ve bundan sonra da olmaz muhtemelen!

Canan Kaftancıoğlu, İstanbul galibiyetinin en önemli mimarlarından. Başına gelenin nedeni bu. İmamoğlu’yla birlikte, ‘ortalama CHP seçmeni’ olmayan farklı kesimlerle temas etmeyi deneyip başardılar. İktidar açısından en ürkütücü olanı, anlayacağınız. Temas etmek. Konuşabilmek, muhabbet kurmak, anlamaya çalışmak, derdini anlatabilmek. Bir de ‘omurga’ tabii. “İyi de ‘Clio’ pahalı araba markası değil ki,” arsızlığının dillendirilebildiği bir toprakta, nadide ve çok değerli bir haslet.

Solcu bir kadın, farklı kesimlerle iletişim kurulabiliyor, Kürt sorununa son derece makul yaklaşıyor, söz ve davranışlarının arkasında duruyor. Yıllardır, tepki çeken her ifade ve davranışlarının sorumluluğundan, ‘sehven’ ve ‘çarpıtıldı’ diyerek kurtulmaya çalışanların, tahammül edemeyeceği bir dürüstlük.

Uzatmaya gerek yok sanırım…

Seyredenlerin yüzünü kızartarak sona ermekte olan bir hikâyedir tanık olduğumuz. O sona ererken, yenisi yazılıyor. Çırpındıkça daha da batan, dünyanın ve memleketin nasıl dönüştüğünü algılayamayan, algılama ihtimali olmayanların çektirdikleri çile. Korkut Boratav hocanın, “Son kırk yılın dönüm noktaları” başlıklı yazısının sonunda, ekonomik hali tasvir ederken altını çizdiği gibi; yolun sonuna gelen iktidar, “alternatifleri tasarlayacak fikri enerjiden dahi yoksun.” Hoca’nın tespitinin doğruluğu, kuşkusuz her alan için geçerli.

İşte bu koşullarda her şey aynı anda ve yerde gerçekleşiyor. Bir yandan yeni rejimin doğasına uygun biçimde kayyımlar atanır, Egemen Bağış büyükelçi oluverir, Kaftancıoğlu mahkûm edilirken; diğer yandan alanlarda ihtiyaç fazlası araçlar sergileniyor, on yedi rap sanatçısının seslendirdiği “Susamam” adlı klip milyonlarca kez izlenip (bu satırlar yazılırken izlenme rakamı dokuz milyona yaklaşmıştı!) gündem oluyor.

Aynı günlerde, aynı toprakta.

Hal böyleyken umutsuzluk mümkün mü? Değil.

Omurgalı bir insan, kadın ve siyasetçi Canan Kaftancıoğlu, halen yazılmakta olan yeni hikâyelerin en mutluluk verici olanlarından. Çileden çıkardıkları ne yaparlarsa yapsınlar, sonuç değişmeyecek.

Unutmadan, yarım akıllı 28 Şubatçılar “Bin yıl sürecek” demişlerdi. Üç yıl sürdü!

Kuşkusuz, Canan Kaftancıoğlu yalnız değildir.

Yazı önerisi: Korkut Boratav hocanın nefis yazısını buraya bırakıyorum. İhmal etmeyiniz.

Bir not: CHP’nin, tercih ettiği siyaset dilinin sonucunda ‘yolsuzluğu’ ‘israf’ sözcüğüyle karşılaması belki ‘koşullar’ nedeniyle anlaşılabilir bir tutum olabilir, ancak her anlaşılabilir tutum, ‘kabul edilebilir’ olmuyor ne yazı ki. “Çubuk fazla bükülürse” sonuç malum! Umuyorum bu siyaset dilinin sonu, ‘trafik kazasına,’ rahatsızlık olmasın diye ‘çarpışan arabalar’ diyecekleri bir noktaya varmaz. (MURAT SEVİNÇ - DİKEN.ORG)
Daha yeni Daha eski