Erdoğan Kanal İstanbul ısrarını sürdürürse yeni bir toplumsal direniş dalgasıyla karşı karşıya kalacak. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı il müdürlüğü önündeki kuyruk bunun ilk göstergesi...
AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hesabı basitti.
İçerde ve dışarıda başarısız bir yönetimin ağır sonuçları üst üste ortaya çıkıyordu.
İdlip’te cihatçılarla birlikte oynadığı oyunun artık sonuna gelmişti. Orada ağır bir ricat yapmak zorunda kalacaktı. On binlerce, belki de yüz binlerce sığınmacı Türkiye sınırına dayanacaktı. İçlerinde ne kadar eli kanlı cihatçı olacağı şimdilik meçhuldü. Libya’da “oynadığı yanlış at” kaybetmek üzereydi. Bu da Doğu Akdeniz’de tek başına kalmasıyla sonuçlanacak felaketin kapısını açacaktı. ABD ambargosu gelip kapıya dayanmıştı.
Yeni zamlar, yeni vergiler geliyordu. İşsizlik tarihin en yüksek düzeyindeydi. İflaslar peş peşe geliyordu. Açlık ve sefaletten başka hiçbir şey vaat etmeyen asgari ücrette göstermelik bir artış olacaktı. Yokluktan, parasızlıktan insanlar intihar ediyordu.
Dış politika yere çakılmıştı. İçeride her geçen gün ağırlaşan bir ekonomik kriz yaşanıyordu. Hukuk ve adalet iflas etmişti. Parasızlıktan sağlık sistemi tıkanmıştı. Eğitim dikiş tutmuyordu.
İşte bu olumsuz koşulların giderek yoğunlaştığı süreçte Erdoğan, gündemi değiştirmek amacıyla İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun itirazına dört elle sarılıp birden bire Kanal İstanbul tartışmasını alevlendirdi.
Görünürde, etrafında daha çok çevre ve uluslararası sözleşmeler üzerinden tartışma yapılan “Kanal İstanbul” Türkiye’nin bir numaralı siyasi gündemi oldu.
Aslında kabul etmek gerekir ki Erdoğan’ın bu hatasını İmamoğlu karşı bir hamleyle çok iyi değerlendirdi.
Kanal İstanbul gündemiyle İmamoğlu kendi “gizli siyasi gündemi”ni başarıyla buluşturdu ve bugün açıktan açığa söylemese de rakibi olarak Erdoğan’ın karşısına dikildi.
Kabul etmek gerekir ki Kanal İstanbul’a karşı yaptığı basın toplasında İmamoğlu’nun kullandığı “Ya Kanal Ya İstanbul” sloganı “Her Şey Çok Güzel Olacak”ı bile gölgede bıraktı.
Bu sadece İmamoğlu için değil, CHP’nin hatta muhalefetin bütünü için Erdoğan’ın AKP’sine topluca karşı çıkmak için “herkese iyi gelecek” bir zemindi.
Çünkü “Kanal İstanbul”un içinde “Kürt sorunu” geçmiyordu. O nedenle CHP, İYİ Parti, Saadet Partisi bu “çılgın proje” üzerinden toplu halde Erdoğan’a karşı çıkabilirlerdi. Hatta bu karşı çıkışta HDP’nin de kendilerine destek vermesinden rahatsız olmazlardı.
HDP’li vekillerin dokunulmazlıkları kaldırılırken, Suriye’ye asker gönderilirken AKP’nin arkasında hizalanan, HDP’li belediye başkanları görevden alınıp yerlerine kayyım atanırken, tutuklanırken sessiz kalanlar, içinde “Kürt meselesi” olmayan “çılgın proje”ye karşı topluca seslerini yükseltebilirlerdi.
Böyle bir ortamın oluşması daha şimdiden Erdoğan’ın kimyasının bozulmasına, hatta gerçeklerden iyice kopmasına yol açtı. Erdoğan dün partisinin Genişletilmiş İl Başkanları Toplantısı’nda ağzını açtı, gözünü gerçeklere yumdu:
“İBB Belediye Başkanlığını nasıl olduysa aldılar ama İstanbul seçimlerini AK Parti kazandı. Şimdi çıkmış ‘kanal gereksiz’ diyor. Bunun kararını vermek sana düşmez, bu karar bize ve İBB Meclisi’ne aittir.”
Erdoğan karar mekanizmasına İBB Meclisi’ni katarken buradaki AKP çoğunluğuna güveniyor. Ama işin aslı öyle değil.
AKP’nin hileyle, oyunla yenilettiği 31 Mart seçimlerinde İmamoğlu 800 bin oy fark atmıştı. Daha doğrusu 31 Mart’ta 13 bin olan fark 800 bine çıkmıştı.
23 Haziran’da sadece İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimi yapıldı. İlçe belediye başkanlıkları ve İBB Meclis seçimleri yenilenmedi. Eğer 23 Haziran’da seçimler tüm kademeler için yenilenseydi AKP kazandığı ilçe belediyelerinden 11’ini daha kaybedecekti ve İBM Meclisi’nde çoğunluğu yitirecekti.
Şimdi Erdoğan Kanal İstanbul üzerinden her halükarda kaybedeceği bir oyuna girmiş bulunuyor.
Kanal İstanbul’dan geri adım atarsa bu İmamoğlu’nun ve muhalefetin kazanç hanesine yazılacak.
Yok eğer “çılgın projesinde” ısrar ederse karşısında çok ciddi bir “birleşik toplumsal muhalefet” bulacak.
İstanbulluların “Kanal İstanbul” projesine itiraz etmek için Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın il müdürlüğüne akın akın gitmeleri, yağmura rağmen saatlerce kuyrukta beklemeleri, bazı CHP’li belediyelerin itiraz için il müdürlüğüne yaptığı düzenli servis otobüslerinin tıklım tıklım dolması bu gelen toplumsal muhalefet dalgasının en belirgin göstergesi.
Erdoğan’ın Kanal İstanbul ısrarı yeni bir Gezi direnişi dalgasının tsunamiye dönüşmesine yol açacak. (CELAL BAŞLANGIÇ - ARTIGERÇEK)
AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hesabı basitti.
İçerde ve dışarıda başarısız bir yönetimin ağır sonuçları üst üste ortaya çıkıyordu.
İdlip’te cihatçılarla birlikte oynadığı oyunun artık sonuna gelmişti. Orada ağır bir ricat yapmak zorunda kalacaktı. On binlerce, belki de yüz binlerce sığınmacı Türkiye sınırına dayanacaktı. İçlerinde ne kadar eli kanlı cihatçı olacağı şimdilik meçhuldü. Libya’da “oynadığı yanlış at” kaybetmek üzereydi. Bu da Doğu Akdeniz’de tek başına kalmasıyla sonuçlanacak felaketin kapısını açacaktı. ABD ambargosu gelip kapıya dayanmıştı.
Yeni zamlar, yeni vergiler geliyordu. İşsizlik tarihin en yüksek düzeyindeydi. İflaslar peş peşe geliyordu. Açlık ve sefaletten başka hiçbir şey vaat etmeyen asgari ücrette göstermelik bir artış olacaktı. Yokluktan, parasızlıktan insanlar intihar ediyordu.
Dış politika yere çakılmıştı. İçeride her geçen gün ağırlaşan bir ekonomik kriz yaşanıyordu. Hukuk ve adalet iflas etmişti. Parasızlıktan sağlık sistemi tıkanmıştı. Eğitim dikiş tutmuyordu.
İşte bu olumsuz koşulların giderek yoğunlaştığı süreçte Erdoğan, gündemi değiştirmek amacıyla İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun itirazına dört elle sarılıp birden bire Kanal İstanbul tartışmasını alevlendirdi.
Görünürde, etrafında daha çok çevre ve uluslararası sözleşmeler üzerinden tartışma yapılan “Kanal İstanbul” Türkiye’nin bir numaralı siyasi gündemi oldu.
Aslında kabul etmek gerekir ki Erdoğan’ın bu hatasını İmamoğlu karşı bir hamleyle çok iyi değerlendirdi.
Kanal İstanbul gündemiyle İmamoğlu kendi “gizli siyasi gündemi”ni başarıyla buluşturdu ve bugün açıktan açığa söylemese de rakibi olarak Erdoğan’ın karşısına dikildi.
Kabul etmek gerekir ki Kanal İstanbul’a karşı yaptığı basın toplasında İmamoğlu’nun kullandığı “Ya Kanal Ya İstanbul” sloganı “Her Şey Çok Güzel Olacak”ı bile gölgede bıraktı.
Bu sadece İmamoğlu için değil, CHP’nin hatta muhalefetin bütünü için Erdoğan’ın AKP’sine topluca karşı çıkmak için “herkese iyi gelecek” bir zemindi.
Çünkü “Kanal İstanbul”un içinde “Kürt sorunu” geçmiyordu. O nedenle CHP, İYİ Parti, Saadet Partisi bu “çılgın proje” üzerinden toplu halde Erdoğan’a karşı çıkabilirlerdi. Hatta bu karşı çıkışta HDP’nin de kendilerine destek vermesinden rahatsız olmazlardı.
HDP’li vekillerin dokunulmazlıkları kaldırılırken, Suriye’ye asker gönderilirken AKP’nin arkasında hizalanan, HDP’li belediye başkanları görevden alınıp yerlerine kayyım atanırken, tutuklanırken sessiz kalanlar, içinde “Kürt meselesi” olmayan “çılgın proje”ye karşı topluca seslerini yükseltebilirlerdi.
Böyle bir ortamın oluşması daha şimdiden Erdoğan’ın kimyasının bozulmasına, hatta gerçeklerden iyice kopmasına yol açtı. Erdoğan dün partisinin Genişletilmiş İl Başkanları Toplantısı’nda ağzını açtı, gözünü gerçeklere yumdu:
“İBB Belediye Başkanlığını nasıl olduysa aldılar ama İstanbul seçimlerini AK Parti kazandı. Şimdi çıkmış ‘kanal gereksiz’ diyor. Bunun kararını vermek sana düşmez, bu karar bize ve İBB Meclisi’ne aittir.”
Erdoğan karar mekanizmasına İBB Meclisi’ni katarken buradaki AKP çoğunluğuna güveniyor. Ama işin aslı öyle değil.
AKP’nin hileyle, oyunla yenilettiği 31 Mart seçimlerinde İmamoğlu 800 bin oy fark atmıştı. Daha doğrusu 31 Mart’ta 13 bin olan fark 800 bine çıkmıştı.
23 Haziran’da sadece İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimi yapıldı. İlçe belediye başkanlıkları ve İBB Meclis seçimleri yenilenmedi. Eğer 23 Haziran’da seçimler tüm kademeler için yenilenseydi AKP kazandığı ilçe belediyelerinden 11’ini daha kaybedecekti ve İBM Meclisi’nde çoğunluğu yitirecekti.
Şimdi Erdoğan Kanal İstanbul üzerinden her halükarda kaybedeceği bir oyuna girmiş bulunuyor.
Kanal İstanbul’dan geri adım atarsa bu İmamoğlu’nun ve muhalefetin kazanç hanesine yazılacak.
Yok eğer “çılgın projesinde” ısrar ederse karşısında çok ciddi bir “birleşik toplumsal muhalefet” bulacak.
İstanbulluların “Kanal İstanbul” projesine itiraz etmek için Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın il müdürlüğüne akın akın gitmeleri, yağmura rağmen saatlerce kuyrukta beklemeleri, bazı CHP’li belediyelerin itiraz için il müdürlüğüne yaptığı düzenli servis otobüslerinin tıklım tıklım dolması bu gelen toplumsal muhalefet dalgasının en belirgin göstergesi.
Erdoğan’ın Kanal İstanbul ısrarı yeni bir Gezi direnişi dalgasının tsunamiye dönüşmesine yol açacak. (CELAL BAŞLANGIÇ - ARTIGERÇEK)