Dilimizde “İnat da bir murattır” sözü, kendisinin de zarar göreceğini bile bile bir kişinin fikrinde ve eyleminde sonuna kadar direnmesine vurgu yapar. Eğer inadının zararını sadece fikrinde inat edenin kendisi görecekse eyvallah, buyursun etsin. Ama inadından başkaları, hele hele koca bir toplum zarar görüyorsa bunun hoşgörülebilir, affedilebilir bir tarafı olamaz.
Önceki geceden beri hem acı hem öfkeyle kabaran yüreğimizi teskin edecek bir söz olmadığı gibi, şehitlerimizin sayısının kaç olduğuna ve yaralılarımızın durumuna ilişkin açıklamaların da Hatay Valisi tarafından yapılması da duygularımızı tahrik etmekten öte bir işe yaramıyor.
Vatan savunması için verilen şehitleri bu millet hiçbir zaman sorgulama ve şikâyet konusu yapmamıştır. Ama elin cihatçılarına yaşam alanı bulunması, onların özerk bir bölgeye sahip olması bizim karar vereceğimiz bir konu olamaz, olmamalıdır. Evet, o bölgede sivillerin zarar görmemesi, bu karda kışta çoluk çocuk, yaşlı, kadın, hastaların yerlerinden yurtlarından olmaması insan olan herkesi ilgilendiren bir konudur. Ama bunun ülke olarak sadece bizim sağlayabileceğimiz bir iş olmadığını da bilmemiz gerekiyor. Biz ancak diplomasi yoluyla uluslararası topluma çağrıda bulunabilir, dünya kamuoyunun dikkatini çekebiliriz.
İdlib’de Suriye devletine karşı mücadele eden silahlı muhalif gruplar ile ailelerini korumak için Türk ordusunu açık hedef haline getirmek akla ziyan bir iştir.
Şimdi şehitler üzerinden Suriye politikasının ve özellikle de İdlib’deki inadımızın sorgulanmasını önlemek amacıyla hamaset nutukları atılıyor, yazılar yazılıyor. Suriye politikamızı eleştirenleri ve şehitlerimizi sorgulayanları neredeyse vatan haini ilan edecekler. Hadi oradan...
Asıl vatanseverlik, yurt savunması dışında bir tek insanımızın bırakın şehit olmasına, burnunun kanamasına dahi göz yummamaktır.
Perşembenin gelişi çarşambadan belliydi. Geçen günlerde verdiğimiz 8 şehidimize, Suriye ordusunun Soçi Mutabakatı öncesindeki sınırlarına çekilmemesi halinde operasyona başlayacağımız tehdidine karşı Rusya’nın tutumunda bir değişiklik olmaması ve Rusya’ya “Komşu, bi maniniz yoksa 5 Mart’ta diğer komşularla birlikte size geleceğiz” dememize karşın, “Kusura bakmayın, o tarihte kayınçolar bize gelecek” türünden yanıtlar verilmesi önceki gece yaşadıklarımızın bir habercisiydi aslında. Restimize restle karşılık verildi.
İdlib’de ne istediğimizi biliyor muyduk?
Türk ordusunun İdlib’de hangi amaçla bulunduğu konusunda da bırakın dünya kamuoyunu, kendi kamuoyumuzu bile ikna etmekte zorluk çekiyorduk. Çünkü resmi ağızdan açıklamalar bile birbirini tutmuyordu. İdlib ve çevresinde bulunma nedenlerimizi bir gün “sivillere yönelik saldırı önleme”, bir başka gün “Afrin’deki terör unsurlarından arındırılmış bölgenin korunması”, bir başka gün “masada elimizi güçlü kılmak” diye açıkladık. En son Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın CNN’de Hande Fırat’ın programında yaptığı açıklamalarda ise bunların hiçbirinin olmadığını öğrendik.
Programda Hande Fırat’ın sorduğu “Türk ordusu Suriye’den ne zaman çıkacak” sorusuna Akar şöyle yanıt vermişti:
“Anayasa yapılacak, meşru bir seçim yapılacak, meşru bir yönetim olacak, demokrat bir devlet olacak, herkes yerini alacak, biz de yerimizi alacağız.”
Başka bir devletin yapacağı anayasa bizi neden ilgilendiriyor, yapılacak seçimler kime ve neye göre meşru ya da gayri meşru sayılacak ve en önemlisi “Kurulacak bu demokrat devlette herkes gibi biz de yerimizi alacağız” demek ne anlama geliyor? Bu cümlede sarf edilen “biz”den kasıt ne? Biz Suriye’de koalisyon ortağı mı olmak istiyoruz yoksa “biz” derken İdlib’de başımızı bin türlü belaya sokan silahlı muhalif güçlerden mi bahsediyoruz?
Allah aşkına, sağduyulu biri bize Milli Savunma Bakanı Akar’ın bu söylediklerini şerh etsin. Akar’ın şerhe muhtaç başka sözleri de vardı o programda söylediği.
“Türkiye geçmiş yıllarla karşılaştırılmayacak bir şekilde, uluslararası sahada iddiası, yeri olan bir ülke...”
Yani?
Türkiye’nin artık emperyal amaçları olan bir ülke olduğunu mu demek istedi Sayın Akar?
Programda Mehmetçiğin can güvenliğiyle alakalı hiçbir sorunun olmadığı, tüm tedbirlerin alındığını da söylemişti Akar. Tüm tedbirler alındığında bir ay içinde 51 şehit veriyorsak, bir de söylenen tedbirler alınmasaydı acaba kaç şehit verecektik?
Şehit haberleri gelince hemen sosyal medya hesapları kısıtlandı. Sarıkamış faciasının duyulmasını önlemek için Enver Paşa da basına tam 7 yıl sansür uyguladı da ne oldu? Cephede olan bitene tanıklık etmiş 9. Kolordu Komutanı Emekli Yarbay Köprülü Şerif 1922’de hatıratını yazınca gecikmeli de olsa yurdum insanı olan biteni öğrendi. Bu iletişim çağında mı bilgiye ulaşılamayacak? (MİYASE İLKNUR - CUMHURİYET)