Erdoğan’ın konuşması onun derdinin insanlar ve onların yaşaması değil, milletin ve devletin yaşaması, kar ekonomisinin devamı olduğunun açık ilanıdır.
Bizzat kendi sözleriyle bunu nasıl ifade ve itiraf ettiğini görelim.
Erdoğan sorunun adını yanlış koyarak, yanlış tanımlayarak halkı yanıltmakta ve yanlış bir hedef tanımı yapmaktadır.
Erdoğan sorunu "hastalığın kontrol altında tutulması" ve "hastalığın salgın haline dönüşmesini engelleme" olarak tanımlamaktadır.
Dünkü yazımızda, sorunun tanımını, hastalığın yayılmasını yavaşlatma olarak yapmamanın iktidarın oyununa gelmek olacağını muhalefete hatırlatıyorduk.
Tam da dediğimiz gibi oldu.
Muhalefet önce şu gerçeği halka açıklamalıydı: bu "hastalığın kontrol altında tutulması" mümkün değildir, "salgın haline dönüşmesi" engellenemez. Ortalama olarak nüfusun yüzde yetmişi enfekte olana kadar hızla, geometrik diziyle, toplumu gibi değil, çarpma gibi artarak hızla yayılır.
İnsan hayatına değer veren bir ülkede yapılması gereken ve yapılması mümkün olan, bu yayılma hızını yavaşlatıp, yoğun bakım gerekecek hastaları kapasitenin altında tutabilmektir.
Sorunu bunun haricinde, “hastalığı kontrol altına almak”, “salgın haline dönüşmesini engellemek” olarak koymak, ölen ölür kalan sağlar bizimdir demektir.
Çünkü hastalık her halükarda, (hatta ne kadar hızlı yayılırsa o kadar çabuk) doğa yasaları gereği, nüfusun yüzde yetmişi enfekte olduğunda “kontrol altına” alınmış olacaktır.
Çünkü ölenler yüzde bir veya altında, çoğu da yaşlı ve hastalar olacağından, aslında ölenler kişi hakları falan denerek ilan edilmez ve gizlenirse ya da az gösterilirse ölümler toplumsal hafızada yer etmeden, bireysel hafızalarda veya aile hafızalarında kalacaktır.
*
Bütün ülkeler niçin en eğir olağanüstü tedbirler alıyor?
Hhastalığı kontrol altına almak”, “salgın haline dönüşmesini engellemek” için mi?
Hayır.
Örneğin Almanya başbakanı çıkıyor niye yüzde yetmişimiz enfekte olacağız diyor?
Ne için yurttaşların yardımını ve katkısını istiyor?
Ne için alınacak hiç hoş olmayan tedbirleri anlayışla karşılamalarını istiyor?
Bir tek şey için. Hastalığın yayılma hızını yavaşlatmak için.
Sürü bağışıklığının, yani ortalama nüfusun yüzde yetmişinin enfekte olmasının bir an önce değil, olabildiğince yavaş ve zamana yayılarak olması için.
Peki niye bir an önce olup bitmesinden ise zamana yayılması?
Çünkü bir an önce hastalık yayılırsa, ki zaten normal yayılma hızı çok büyük, yoğun bakım gerektirecek, solunum cihazına bağlanacak vs. hastalara eldeki kapasite yetmeyeceği ve hastaların çoğu ölüme terk edileceği için. Böyle bir durumu düşmemek için.
İşte Erdoğan’ın hiç söz etmediği gerçek sorun budur?
Erdoğan’ın ve Türk devletinin amacı hastalığın yayılmasını yavaşlatarak böylece kapasiteyi aşmamasını sağlayarak her ihtiyaç duyacak hastayı yaşatmak için gereken her şeyi yapabilir durumda olmak değildir.
O bir an önce “ülkenin sağ salim çıkmasını” hedef olarak ilan etmektedir.
Sinizm ve yanıltma buradadır. Milliyetçiliğin ve faşizmin gerçek yüzü buradadır.
Ülkeler salgınlarda yok olmazlar, hepsi sağ salim çıkarlar.
Çünkü bu salgın da nihayetinde, en kötü durumda bile, nüfusun yaşlı ve hasta yüzde biri veya ikisini öldürecektir. Dolayısıyla Türkiye de bu salgından sağ salim çıkacaktır. Hatta yaşlı ve hastalıklılardan “kurtulduğu” için, salgın öncesinden çok daha “sağ salim” çıkacaktır.
Yani bir “ülkenin sağ salim çıkması”ndan söz etmek, ölen ölür kalan sağlar bizimdir demektir.
Hatta Erdoğan’ın dediğinden şu anlam da çıkar.
Hastalık ne kadar hızlı yayılır ve ölenler ne kadar hızlı ölürse ve nüfusun yüzde yetmişine ne kadar çabuk yayılır ve sürü bağışıklığı geçekleşirse, "ülke" bu süreçten o kadar hızlı, ekonomisi çok yara almadan, hatta diğer ülkeler karşısında avantaj sağlayarak ve "sağ salim" çıkmış olacaktır.
Erdoğan'ın bütün konuşması bu yaklaşımın itirafından başka bir şey değildir.
Sorun en dayanıksız ve yaşlıları yaşatmak değil, ülkeyi yaşatmak olarak koyulunca, bu otomatikman yaşlıların ve hastaların ölüme terk edilmesi, ülkenin sağ salim çıkması için bu insanların feda edilmesi anlamına gelmektedir.
Erdoğan'ın nasıl bir sinizm içinde ülke diyerek karları düşündüğünün kavranabilmesi için, bir parça insan olsa yapması gereken konuşmanın kısa bir örneğini verelim.
“Değerli yurttaşlar,
Çok zor günlerin eşiğindeyiz ve bazı çok zor ve tatsız kararlar almak zorundayız.
Öncelikle çok geç hareket ettiğimiz, çok az hastaya test uyguladığımız, testi pozitif çıkanları gizlediğimiz veya şüpheli gibi tanımladığımız, ölenlerin koronavirüsten öldüğünü söylemeyip, “solunum yetmezliği” veya “zatürre” olarak tanımlayarak hem kendimizi, hem de tüm yurttaşları kandırdığımız, tedbirleri geciktirdiğimiz için özür dilerim.
Hastalık geldi, enfekte olanlar geometrik diziyle artmaya ve bakım kapasitemizi zorlamaya başladı. Bu geç kalışımızın cezasını birçok can kaybına ve ailenin acılara gark olmasına yol açacaktır. Bu yanlışımızdan bir an önce dönerek hiç olmazsa bundan sonra hastalığın yayılma hızını yavaşlatarak, yoğun bakım gerektirecek hastaların sayısını eldeki yoğun bakım olanaklarını (yatak, araç, personel ve doktor) aşmayacak düzeye indirmek ve orada tutmak, böylece ölümleri azaltabilmek için elimizden gelenin azamisini yapmaktır.
Bunu yapamadığımız takdirde, doktorlar ya da hükümet, hastaların bir kısmını seçmek, yani bir kısmını ölüme terk etmek zorunda kalacaktır. Eğer yayılmayı yavaşlatmazsak, bu korkunç durumla karşı karşıya kalacağımız kesindir.
Bir tek yurttaşın bile, bu durumda kalmaması için, hastalığın yayılmasının yavaşlatılması için devlet ve yurttaşlar olarak her şeyi yapmamız gerekmektedir.
Öncelikle sokağa çıkma yasağı şarttır. Ancak bununla temsları minimuma indirip, yayılma hızını yavaşlatabiliriz. Ki bunun etkileri de ancak haftalar sonra ortaya çıkacaktır.
Bu ilk elde acil olarak almamız gereken bir tedbirdir. Bu yurttaşların en temel hakkı olan seyahat özgürlüğünü kısıtlamak için değil, olabildiğince çok yurttaşın yaşatılabilmesi için gerekli bir tedbirdir.
Ülkedeki bütün hastaneler kamulaştırılmıştır. Ölüm karşısında zengin fakir demeden tüm olanaklar yurttaşlar arasında eşitçe dağıtılacaktır.
Ayrıca buna ek olarak, bir aydınlatma seferberliği gerekmektedir.
Bunun için tüm televizyonlar ve basın, Tabibler Birliği, Sağlık İşçileri Sendikaları, Tıp Fakülteleri gibi sağlık ve halk örgütlenmelerinin denetimide olacaktır. Çünkü doğru ve bilimsel bir aydınlatma çabası ve açık bir bilgilendirme esastır.
Her hastane ve yerleşim birimi ve ildeki hasta, ölüm, yayılma hızı gibi haberleri bu devletten bağımsız örgütler yayınlayacak ve yurttaşları bilgilendirecektir ve yurttaşlar da bu bilgilerin doğruluğunu denetleyebileceklerdir.
Sokağa çıkma yasağında yurttaşların ihtiyaçlarını karşılamak için, her sokakta, her mahallede, yaşı 25 altında olanlar, insanların ihtiyaçlarını gidermek üzere birlikler oluşturup, ihtiyaçları gidereceklerdir.
Temaslarda ve yayılmada ani bir düşüş sağlayabilirsek, çok geç kalmış olmamıza ve bir iki hafta sonra kapasitenin üstünde hastaları ölüme terk etmek zorunda kalacağımıza rağmen, bu kapasite aşma durumunu orta vadede, tekrar kapasitenin altına çekebilir ve her yoğun bakım gerektiren hasta yurttaşı kurtarabilmek için tekrar bu olanakları sunabilir hale gelebiliriz.
(…)”
Devam etmeye gerek yok.
Türkiye’de olmayan bu.
Olması gereken de bu.
Demokratlar, muhalefet böyle bir yaklaşımla örgütlenmelidirler. Bu devlet ve hükümet karşısında halkın kendi öz örgütlenmelerini yaratmalıdırlar.
Onu buna laf yetiştirmek değil böyle bir örgütlenme için somut öneriler ve girişimler gerekiyor.
(Demir Küçükaydın - 18 Mart 2020 Çarşamba - demiraltona@gmail.com)
Bizzat kendi sözleriyle bunu nasıl ifade ve itiraf ettiğini görelim.
Erdoğan sorunun adını yanlış koyarak, yanlış tanımlayarak halkı yanıltmakta ve yanlış bir hedef tanımı yapmaktadır.
Erdoğan sorunu "hastalığın kontrol altında tutulması" ve "hastalığın salgın haline dönüşmesini engelleme" olarak tanımlamaktadır.
Dünkü yazımızda, sorunun tanımını, hastalığın yayılmasını yavaşlatma olarak yapmamanın iktidarın oyununa gelmek olacağını muhalefete hatırlatıyorduk.
Tam da dediğimiz gibi oldu.
Muhalefet önce şu gerçeği halka açıklamalıydı: bu "hastalığın kontrol altında tutulması" mümkün değildir, "salgın haline dönüşmesi" engellenemez. Ortalama olarak nüfusun yüzde yetmişi enfekte olana kadar hızla, geometrik diziyle, toplumu gibi değil, çarpma gibi artarak hızla yayılır.
İnsan hayatına değer veren bir ülkede yapılması gereken ve yapılması mümkün olan, bu yayılma hızını yavaşlatıp, yoğun bakım gerekecek hastaları kapasitenin altında tutabilmektir.
Sorunu bunun haricinde, “hastalığı kontrol altına almak”, “salgın haline dönüşmesini engellemek” olarak koymak, ölen ölür kalan sağlar bizimdir demektir.
Çünkü hastalık her halükarda, (hatta ne kadar hızlı yayılırsa o kadar çabuk) doğa yasaları gereği, nüfusun yüzde yetmişi enfekte olduğunda “kontrol altına” alınmış olacaktır.
Çünkü ölenler yüzde bir veya altında, çoğu da yaşlı ve hastalar olacağından, aslında ölenler kişi hakları falan denerek ilan edilmez ve gizlenirse ya da az gösterilirse ölümler toplumsal hafızada yer etmeden, bireysel hafızalarda veya aile hafızalarında kalacaktır.
*
Bütün ülkeler niçin en eğir olağanüstü tedbirler alıyor?
Hhastalığı kontrol altına almak”, “salgın haline dönüşmesini engellemek” için mi?
Hayır.
Örneğin Almanya başbakanı çıkıyor niye yüzde yetmişimiz enfekte olacağız diyor?
Ne için yurttaşların yardımını ve katkısını istiyor?
Ne için alınacak hiç hoş olmayan tedbirleri anlayışla karşılamalarını istiyor?
Bir tek şey için. Hastalığın yayılma hızını yavaşlatmak için.
Sürü bağışıklığının, yani ortalama nüfusun yüzde yetmişinin enfekte olmasının bir an önce değil, olabildiğince yavaş ve zamana yayılarak olması için.
Peki niye bir an önce olup bitmesinden ise zamana yayılması?
Çünkü bir an önce hastalık yayılırsa, ki zaten normal yayılma hızı çok büyük, yoğun bakım gerektirecek, solunum cihazına bağlanacak vs. hastalara eldeki kapasite yetmeyeceği ve hastaların çoğu ölüme terk edileceği için. Böyle bir durumu düşmemek için.
İşte Erdoğan’ın hiç söz etmediği gerçek sorun budur?
Erdoğan’ın ve Türk devletinin amacı hastalığın yayılmasını yavaşlatarak böylece kapasiteyi aşmamasını sağlayarak her ihtiyaç duyacak hastayı yaşatmak için gereken her şeyi yapabilir durumda olmak değildir.
O bir an önce “ülkenin sağ salim çıkmasını” hedef olarak ilan etmektedir.
Sinizm ve yanıltma buradadır. Milliyetçiliğin ve faşizmin gerçek yüzü buradadır.
Ülkeler salgınlarda yok olmazlar, hepsi sağ salim çıkarlar.
Çünkü bu salgın da nihayetinde, en kötü durumda bile, nüfusun yaşlı ve hasta yüzde biri veya ikisini öldürecektir. Dolayısıyla Türkiye de bu salgından sağ salim çıkacaktır. Hatta yaşlı ve hastalıklılardan “kurtulduğu” için, salgın öncesinden çok daha “sağ salim” çıkacaktır.
Yani bir “ülkenin sağ salim çıkması”ndan söz etmek, ölen ölür kalan sağlar bizimdir demektir.
Hatta Erdoğan’ın dediğinden şu anlam da çıkar.
Hastalık ne kadar hızlı yayılır ve ölenler ne kadar hızlı ölürse ve nüfusun yüzde yetmişine ne kadar çabuk yayılır ve sürü bağışıklığı geçekleşirse, "ülke" bu süreçten o kadar hızlı, ekonomisi çok yara almadan, hatta diğer ülkeler karşısında avantaj sağlayarak ve "sağ salim" çıkmış olacaktır.
Erdoğan'ın bütün konuşması bu yaklaşımın itirafından başka bir şey değildir.
Sorun en dayanıksız ve yaşlıları yaşatmak değil, ülkeyi yaşatmak olarak koyulunca, bu otomatikman yaşlıların ve hastaların ölüme terk edilmesi, ülkenin sağ salim çıkması için bu insanların feda edilmesi anlamına gelmektedir.
Erdoğan'ın nasıl bir sinizm içinde ülke diyerek karları düşündüğünün kavranabilmesi için, bir parça insan olsa yapması gereken konuşmanın kısa bir örneğini verelim.
“Değerli yurttaşlar,
Çok zor günlerin eşiğindeyiz ve bazı çok zor ve tatsız kararlar almak zorundayız.
Öncelikle çok geç hareket ettiğimiz, çok az hastaya test uyguladığımız, testi pozitif çıkanları gizlediğimiz veya şüpheli gibi tanımladığımız, ölenlerin koronavirüsten öldüğünü söylemeyip, “solunum yetmezliği” veya “zatürre” olarak tanımlayarak hem kendimizi, hem de tüm yurttaşları kandırdığımız, tedbirleri geciktirdiğimiz için özür dilerim.
Hastalık geldi, enfekte olanlar geometrik diziyle artmaya ve bakım kapasitemizi zorlamaya başladı. Bu geç kalışımızın cezasını birçok can kaybına ve ailenin acılara gark olmasına yol açacaktır. Bu yanlışımızdan bir an önce dönerek hiç olmazsa bundan sonra hastalığın yayılma hızını yavaşlatarak, yoğun bakım gerektirecek hastaların sayısını eldeki yoğun bakım olanaklarını (yatak, araç, personel ve doktor) aşmayacak düzeye indirmek ve orada tutmak, böylece ölümleri azaltabilmek için elimizden gelenin azamisini yapmaktır.
Bunu yapamadığımız takdirde, doktorlar ya da hükümet, hastaların bir kısmını seçmek, yani bir kısmını ölüme terk etmek zorunda kalacaktır. Eğer yayılmayı yavaşlatmazsak, bu korkunç durumla karşı karşıya kalacağımız kesindir.
Bir tek yurttaşın bile, bu durumda kalmaması için, hastalığın yayılmasının yavaşlatılması için devlet ve yurttaşlar olarak her şeyi yapmamız gerekmektedir.
Öncelikle sokağa çıkma yasağı şarttır. Ancak bununla temsları minimuma indirip, yayılma hızını yavaşlatabiliriz. Ki bunun etkileri de ancak haftalar sonra ortaya çıkacaktır.
Bu ilk elde acil olarak almamız gereken bir tedbirdir. Bu yurttaşların en temel hakkı olan seyahat özgürlüğünü kısıtlamak için değil, olabildiğince çok yurttaşın yaşatılabilmesi için gerekli bir tedbirdir.
Ülkedeki bütün hastaneler kamulaştırılmıştır. Ölüm karşısında zengin fakir demeden tüm olanaklar yurttaşlar arasında eşitçe dağıtılacaktır.
Ayrıca buna ek olarak, bir aydınlatma seferberliği gerekmektedir.
Bunun için tüm televizyonlar ve basın, Tabibler Birliği, Sağlık İşçileri Sendikaları, Tıp Fakülteleri gibi sağlık ve halk örgütlenmelerinin denetimide olacaktır. Çünkü doğru ve bilimsel bir aydınlatma çabası ve açık bir bilgilendirme esastır.
Her hastane ve yerleşim birimi ve ildeki hasta, ölüm, yayılma hızı gibi haberleri bu devletten bağımsız örgütler yayınlayacak ve yurttaşları bilgilendirecektir ve yurttaşlar da bu bilgilerin doğruluğunu denetleyebileceklerdir.
Sokağa çıkma yasağında yurttaşların ihtiyaçlarını karşılamak için, her sokakta, her mahallede, yaşı 25 altında olanlar, insanların ihtiyaçlarını gidermek üzere birlikler oluşturup, ihtiyaçları gidereceklerdir.
Temaslarda ve yayılmada ani bir düşüş sağlayabilirsek, çok geç kalmış olmamıza ve bir iki hafta sonra kapasitenin üstünde hastaları ölüme terk etmek zorunda kalacağımıza rağmen, bu kapasite aşma durumunu orta vadede, tekrar kapasitenin altına çekebilir ve her yoğun bakım gerektiren hasta yurttaşı kurtarabilmek için tekrar bu olanakları sunabilir hale gelebiliriz.
(…)”
Devam etmeye gerek yok.
Türkiye’de olmayan bu.
Olması gereken de bu.
Demokratlar, muhalefet böyle bir yaklaşımla örgütlenmelidirler. Bu devlet ve hükümet karşısında halkın kendi öz örgütlenmelerini yaratmalıdırlar.
Onu buna laf yetiştirmek değil böyle bir örgütlenme için somut öneriler ve girişimler gerekiyor.
(Demir Küçükaydın - 18 Mart 2020 Çarşamba - demiraltona@gmail.com)