Bugünkü görünüme göre, uçurumun kenarındaki dans beş gün daha, Erdoğan-Putin görüşmesine kadar, uzayacak gibi görünüyor.
Ancak ne olursa olsun sonunda bir savaş kaçınılmaz gibi
Savaşı iki şey engelleyebilir. ABD ve Avrupa’nın Erdoğan’a Suriye’den çık demesi veya Erdoğan’ın, Rusya’nın önerdiği, M4 ve M5’i Suriye’ye bırakarak, İdlip’te Türk hududu yakınında beş on kilometre derinliğinde bir yerde mültecileri bloke etmek türü bir uzlaşmayı kabul etmesi.
Erdoğan’ın bunu kabul etmesi olanaksız. Bunu kabul ettiğinde geri adım atmış olur ve sonu gelir.
Suriye ordusu da geri çekilmez. Rusya bunu Suriye’den isterse, kendi sonunu getirmiş olur.
Bu uzlaşmaz durumdan tek çıkış savaş olur. Ve savaş kısa vadede Erdoğan’ın da ABD ve Avrupa’nın da çıkarınadır.
Rus stratejin Al Monitor’da çıkan şu satırları Rusya’nın içinde bulunduğu şu zor durumu iyi yansıtıyor:
“Emekli Albay Mikhail Kodarenok 21 Şubat’ta şöyle yazdı: “Türk ordusu Suriye’ye karşı büyük bir askeri müdahaleye kalkışırsa işler kontrolden çıkabilir. Geniş çaplı bir bölgesel askeri çatışma riski doğar.”
Türkiye’nin Suriye ordusunu sadece birkaç gün içinde dağıtabileceğini kaydeden Kodarenok, böylesi bir savaş durumunda nihai neticeyi Rusya, ABD ve NATO gibi üçüncü güçlerin pozisyonlarının belirleyeceğini belirtti: “Moskova müdahale etmemeyi seçerse bu, hem siyasi hem de askeri fiyasko olur. Kremlin’in jeopolitik oyuncu olarak Orta Doğu’daki varlığı sona erer. Moskova’nın Suriye’deki beş yılı aşkın emeği heba olur. Bunlar, Rusya’nın İdlib’e müdahil olmaması durumunda ödenecek bedellerdir.”
Öte yandan Rusya’nın Türkiye ile doğrudan askeri çatışmaya girmesine de eşit ölçüde ihtiyatlı yaklaşan Kodarenok, “Türkiye personel ve askeri donanım açısından ezici üstünlüğe sahip” uyarısını yaptı. Rusya’nın savaş alanından çok uzak olduğunu ve gereken personel ve teçhizatı Suriye’ye taşıyacak zaman ve kapasiteye sahip olmadığını belirten Kodarenok, “Rusya’nın bu savaşı kazanmak için bölgeye olağanüstü miktarda savaş uçağı, yakıt ve mühimmat sevk etmesi gerekir” diye yazdı.
Kodarenok’a göre Erdoğan’ı gerginliği daha fazla tırmandırmaktan caydıracak olan seçenek taktik nükleer silahlar olabilir ama bu da uluslararası yansımaları Rusya için çok ağır olacak bir seçenek.” ( Maxim Suchkov, “Rusya ve Türkiye İdlib yüzünden savaşa girer mi?”
Rusya’nın ekonomik ve Askeri gücü sınırlıdır. Şu ana kadar Rusya ve İran, karşı tarafın aptallıklarını kullanarak, dengeleri iyi gözeterek, çok hassas dengeler üzerinden bugünkü pozisyonu yakalayabildiler.
Ancak bu durum, sermayesi ve kaynakları kısıtlı bir şirketin uygun bir konjonktürü ve kimi kredileri kullanarak işlerini çevirip büyütebilmesine benzer. Piyasadaki en küçük bir durgunlukta veya krizde ödemeler aksayınca, yani zincirin kırıldığı noktada iflas veya iflastan kurtulmak için küçülme gereği dayatır.
Gerilememek veya iflas etmemek için Rusya’nın artık geri gidemeyip savaşacağı bir nokta vardır. İdlip’te M4 ve M5 karayollarının hükümette kalması. Türk askerlerin ve gözlem noktalarının geri çekilmesi.
Ne var ki Erdoğan da Suriye’nin tam da buralardan geri çekilmesini talep etti. O da geri adım atamaz. Attığında sonu gelir.
Bu kritik durumda ne olabilir?
Her iki tarafın da daha ileri gitmeyi göze almayıp, zımni bir uzlaşmayla bugünkü durumu sürdürmesi. Yani uçurumun kenarında dansın devam etmesi.
Ancak bu dans ilanihaye devam edemez. Bir yerde ister istemez savaşa dönüşür.
*
Savaşa dönüşmesini kim ister?
Rusya, İran ve Suriye isteyemez hepsi çok yorgun, kaynakları sınırlı. Çok zordalar. Bugünkü durumu korumak bile onların çıkarınadır.
Ama önce Erdoğan ister.
Erdoğan ancak böyle tekrar iktidarını pekiştirip diktatörlüğün sürdürebilir.
Peki Erdoğan bu isteğini nasıl yapabilir?
İçeride hiç muhalefet yok. Hatta muhalefet Demokrasi yerine milliyetçiliği ve Türklüğü seçerek Erdoğan’ın yedeği durumunda.
Geriye Avrupa ve ABD kalıyor.
Onlar çoktandır Rusya’dan Ukrayna ve Kırım’ın, İran’dan Irak Suriye’nin, Suriye’de Halep’in ve diğer yerlerin rövanşını almak için zamanlarının gelmesini bekliyorlardı.
Şimdi Erdoğan onlara kendisini, yani dünyanın en büyük ordularından biri olan Türk ordusunu ve Türkiye’nin stratejik yerini sunuyor.
Suriye’ye girerse
a) Rusya’nın, İran’ın ve Suriye’nin şimdiye kadarki bütün kazanımlarını olmamışa çevirebilir. Birkaç on bin kişiye düşmüş Suriye ordusu NATO’nun ikinci büyük ordusuna dayanamaz. Rusya ise birkaç atımlık baruttan fazlası olmadığından geri adım atar ama bu durumda da tüm kazanımlarını kaybedeceğinden, bir dünya savaşına yol açmayı göze alarak, taktik nükleer silah kullanabilir. Erdoğan için sorun değil “Benden sonra kıyamet”
b) Erdoğan içerdeki bütün eleştirmenleri zaferiyle susturur ve yerini iyice pekiştirir. Hatta Şam’da namaz bile kılabilir.
c) ABD ve Avrupa bir yandan alttan alta Türkiye’yi fişeklerken görünümde barış çağrıları yaparak “istemem yan cebime koy” politikası izleyip her bakımdan durum ve konumlarını güçlendirebilirler.
Hasılı İdlip’te Rusya ve Suriye ile savaş çıkarmak hem ABD ve Avrupa’nın hem de Erdoğan’ın çıkarınadır.
Karşı tarafın (Rusya, İran, Suriye) bir savaş çıkmaması için attığı her geri adım, Erdoğan ve Batı’nın şımarmasına ve daha fazla bastırmasına yol açacaktır.
Bu durumda, ellerine böylesine bir fırsat düşmüşken ve kestaneyi ateşten çıkaracak gönüllü Erdoğan varken ABD ve Avrupa’nın bu fırsatı değerlendirmemesi olacak iş değildir.
Aksine onlar bundan çıkarlıdırlar ve hatta böyle bir politikanın cesaretlendiricisidirler.
*
Bu durumda bir savaş ve hatta bir dünya savaşına gidebilecek gelişmeleri ne engelleyebilir?
Sadece geniş kitlelerin direnişi Türkiye’deki dengeyi bozabilir.
Türkiye’deki geniş kitleler ise Özel savaş Dairesi’nin kontrolünde.
Birkaç yerdeki küçük “Şehidine sahip çık gösterilerini” kimi aklı evveller hükümeti protesto gibi göstermeye çalışsalar da bunlar Özel savaş dairesinin kontrolünde ve yönlendiriciliğinde şovenizmi körükleyen eylemlerdir.
Özel savaş dairesi’nin nasıl örgütlü ve güçlü olduğunu görmek isteyenler Sputnik muhabirlerinin evlerinin önünde birikenlere veya Maraş’ta Suriyelilere yönelik Pogrom denemelerine baksınlar.
Halk örgütsüz ve korkmuş durumda.
Bu gidişi durdurmanın bir yolu yok mu peki?
Var.
Bu yolu çeşitli defalar her somut durumda önerdik.
2015’te 7 Haziran seçiminden sonra başlayan terör ortamında bizzat kendimiz başlattık #İSTİFA yazılı küçük kağıtlarla Kadıköy’de.
Ama gelen tehlikenin büyüklüğü ve seçimlerin ikinci bir 7 Haziran olacağı zannı, bunu duyurabilecek aydınların kendini beğenmişliği veya sol örgütlerin kireçleşmiş beyinleri önermizin kitleselleşmesine olanak vermedi. Yoksa asgari bir rritik kütle yakalanabilseydi Kadıköy’de başlayacak böyle bir kitlesel eylem bütün Türkiye’ye yayılır. Daha o zaman bu gidişe dur denebilirdi.
Daha sonra örneğin Anayasa oylamasında ve başka vesilelerle de önerdik. Hepsinde görmezden gelindi.
Gerek sosyalist örgütler gerek HDP görmezden geldi.
Halbuki HDP’nin, hatta birkaç orta büyüklükteki sol örgütün gücü bile böyle bir kitlesel eylemin başlatıcısı olmaya yeterdi. Bir kere başlayınca bir kartopu gibi kendini besleyen bir süreç devreye girerdi.
Şimdi bu öneriyi tekrar edelim.
Bugün savaş mevzii politik haklar alanı değildir. Böyle haklar falan yoktur. Bu hakları kullanma polisin müdahalesiyle karşılaşmakta ve bu da kitleselleşmeyi engellemektedir. Toplumdaki en korkak ve yılgınların bile cesaret edebileceği ve kitleselleşmeyi sağlayacak biçimler gerekmektedir.
Kıytırık biçimde olsa bile o politik haklar mevzilerinde durmak ve savaşmak mümkün değildir. Polis gelip en küçük bir hak kullanımını dağıtmaktadır.
Bireysel veya hukuki direnişlerden de bir sonuç çıkmaz. Bunlar aksine bugünkü diktatörlük altında sanki bir hak mücadelesi vermek mümkünmüş, sanki hukuk varmış gibi bir hayalin yayılmasına yol açar ve açmaktadır.
İşte KHK’lıların mücadeleleri. Bireysel veya hukuki alanda sürüyorlar. Politik hakkı kullanmaya kalkınca da polis şiddetiyle karşı karşıya kalıp kitleselleşemiyorlar.
Bugün bir tek yol vardır. Kitlesel olmak.
Bir tek mevzi vardır: Temel insan hakları kullanımı noktasında direnmek.
Temel insan hakları politik haklar alanının dışındadır. Yani bir yerden bir yere gitmek, bir yerde durmak, bulunmak, yürümek gibi haklardan söz ediyoruz. Bunlar politik haklar alanına girmez.
Bugün kitlesellik ancak bu alan içinde kalarak ve bu alan bir savaş alanına çevrilerek kazanılabilir.
Düşmanın istediği şartlarda savaşa girmemek savaşın ilk kuralıdır.
Bugün politik haklar alanı düşmanın istediği bir savaş alanıdır. Orada her zaman o kazanmaktadır.
Düşman bizlerin temel haklar alanında savaşa girmemizi istemez.
Çünkü orada silahları ve gücü işe yaramaz. Onları kullanamaz.
Ama orada biz esas gücümüzü, kitleselliğimizi hareket geçirebiliriz.
Bir tek silahımız vardır. Sivil direniş, direniş olmayan direniş ve bunun sağlayacağı kitlesellik.
Kitlesellik ve temel insan hakları alanında kalmak birbirinden ayrılmaz.
Ancak temel haklar alanında kalınarak kitlesellik sağlanabilir.
Kitle de ancak temel insan hakları alanında kalarak büyüyebilir, birliğini ve bütünlüğünü koruyabilir. En küçük bir slogan, en küçük bir rozet, bayrak, en küçük bir polisle takışma bile bu hareketin ve direnişin daha doğmadan ölümüne sebep olur. Bölünmesine yol açar. Çünkü Erdoğan’dan mustarip olanların aralarında da çok derin bölünmeler bulunmaktadır. Ancak bu biçim bu bölünmelerle bir bölünme sağlayabilir.
Bu genel ifadelerin somut biçimi şöyle olabilir.
Hiçbir slogan atmadan, bayrak, pankart, rozet taşımadan her gün aynı saatlerde aynı yerlerde bulunmak.
Milyonlarca insan sanki rastlantısal olarak her gün aynı saatlerde aynı yerlerde yürüyor, duruyor, konuşuyor, oturuyor gibi bulunduğunda, buna polis, iktidarın çeteleri hiçbir şey yapamaz.
Polis gelip burada durma derse, yürüme derse, burada arkadaşınla sohbet etme derse biraz öteye gidilir orada durulur, sohbet edilir, dolaşılır.
(Gezi bile kendiliğinden doğan buna benzer bir yöntemle başlamıştı Cuma akşamı. Polis saldırınca geriliyor, uzalaşıyordu gençler polis gerileyince yine eski yerlerine geliyorlardı.)
Bu en temel insan hakkıdır.
Diyelim ki Kadıköy rıhtımında insanlar her gün aynı saatlerde bulunmaya başlıyorlar. Kimi duruyor, kimi sohbet ediyor, kimi oturuyor, kimi ciklet çiğniyor, kimi birini bekliyor vs.. Her gün artan bir kalabalık hep böyle yapıyor. Bu kısa zamanda her gün orada yüz binlerin bulunmasına yol açar. Buna karşı polis hiçbir şey yapamaz. Yapacağı her şey kendi aleyhine çalışmaya başlar. Diyelim ki oraları çevirdi kimseyi geçirmiyor. Başka bir yerde, biraz ötede veya o çevreleyen engellerin etrafında sanki bir meraklı kitlesiymiş gibi bulunulur.
Böyle bir hareket geniş kitlelere memnuniyetsizliğini gösterme imkanı vereceğinden böyle bir hareket bir kere başlayınca bir anda milyonları kapsar. Türkiye’nin her şehrinde, her semtinde, her kasabasında her gün milyonlarca sessiz insanın belli saat ve yerlerde bulunması başladığında bu diktatörlüğün sonu gelir.
*
İnternette her gün her dakika görüldüğü gibi, bu rejimin ne kadar kötü olduğundan söz etmek, rejimin çelişkileri göstermeye çalışmak vs. falan hamamda şarkı söylemeye benzer.
Ayrıca bu dil kölelerin dilidir demokrasi savaşçılarının değil.
Yapılması gereken somut strateji ve taktikler, mücadele ve örgütlenme biçimleri üzerine tartışmaktır. Öneriler getirmektir. Toplumun ve insanların gündemine bunları almasını sağlamaktır.
Bu bile uğradığı haksızlıklara sızlanmaktan başka bir şey bilmeyen köle dilinin terki, strateji tartışan bir mücadele dilinin gelmesi demektir.
Sadece bu bile bütün atmosferi ve ruh halini değiştirmeye yeter.
Tekrar ediyoruz. Hiçbir pankart, bayrak, flama, rozet taşımadan, hiçbir slogan atmadan, şarkı, marş, türkü söylemeden, politik bir gösteri yapıldığına dair en küçük bir belirti bile bulundurmadan ancak en güçlü politik hareket yaratılabilir.
En temel yurttaşlık ve insan hakkı olan, bir yerde bulunmak hakkının sınırları dışına çıkmadan, polise en haksız ve keyfi müdahalelerine bile hiç bir direniş göstermeden her gün aynı yerlerde aynı saatlerde bulunmak.
Ancak böyle kitlesel bir hareket ortaya çıkabilir ve birliğini koruyup büyüyebilir.
Ancak böyle büyük bir birlik Erdoğan’ın diktasına son verebilir.
Ve ancak böyle bir hareket bir dünya savaşına dönüşebilecek savaşı engelleyip, Suriye’den çıkmayı sağlayabilir.
Sosyalist örgütler, Müslümanlar, Aleviler, HDP, demokrasi özlemli insanlar.
Lütfen bu denilenler üzerine düşününüz tartışınız ve küçük de olsa başlangıçlar yapmayı deneyiniz.
(DEMİR KÜÇÜKAYDIN - 1 Mart 2020 Pazar - demiraltona@gmail.com)