Bana göre mevcut sermaye birikim modeli çoktan tehlikedeydi. Protesto hareketleri neredeyse her yerde gerçekleşiyordu ve bunların çoğu nüfusun büyük çoğunluğunun iyi şartlarda çalışmamasını getiren hâkim ekonomik modele odaklanmıştı. Bu neoliberal model giderek hayali sermayeye ve para arzındaki ve borç yaratılmasındaki büyük bir genişlemeye dayanıyor. Bu zaten sermayenin üretebileceği değerleri paraya çevirmek için yetersiz etkin talep sorunuyla karşı karşıya. Öyleyse hâkim ekonomik model, çöken meşruiyeti ve kırılganlığıyla bir salgın hastalık haline gelebilecek şeyin kaçınılmaz etkilerini nasıl sönümlendirebilir ve hayatta kalabilir?
Günlük haber akışını yorumlamaya, anlamaya ve analiz etmeye çalışırken, kapitalizmin nasıl işlediğine dair iki özgün ama kesişen modelin arka planında neler olup bittiğini bulma eğilimindeyim. İlk düzey, üretim, gerçekleşme (tüketim), dağıtım ve yeniden yatırımın farklı “uğrakları”nda (Marx’ın dediği gibi) kar arayışındaki para akışı olarak sermayenin dolaşım ve birikiminin içsel çelişkilerini haritalandırmasıdır. Bu, kapitalist ekonominin sonsuz genişleme ve büyüme sarmalı olarak düşünüldüğü bir modeldir. Model, örneğin, jeopolitik rekabet, düzensiz coğrafi gelişmeler, finansal kurumlar, devlet politikaları, teknolojik yeniden yapılandırmalar ve sürekli değişen işbölümü ve sosyal ilişkiler ağı üzerinden detaylandırıldıkça daha da karmaşıklaşıyor.
Ben bu modeli, daha geniş bir toplumsal yeniden üretim bağlamıyla (hanelerde ve topluluklarda), doğa ile süregiden ve sürekli evrilen metabolik ilişkiyle (kentleşmenin “ikinci doğası” ve çevre inşası dahil) ve toplumların zaman ve mekâna karşı yarattığı her türlü kültürel, bilimsel (bilgi temelli), dinsel ve rastlantısal toplumsal formasyonlarla bütünleşik olarak zihnimde canlandırıyorum. Bu sonraki “uğraklar”, tamamı belirli bir coğrafi, kültürel, toplumsal ve siyasal çeşitlilik dünyasında gerçekleşen insan isteklerinin, ihtiyaçlarının ve arzularının aktif ifadesini, değişen kurumsal düzenlemelerin arka planını bilmeye, anlamaya ve buna karşı pratik yanıt üretmeye yönelik isteği, politik inkarları, ideolojik yüzleşmeleri, yenilgileri, zaferleri, hayal kırıklıklarını ve yabancılaşmaları içermektedir. İlk model tarihsel ve coğrafi evrimin belirli izleklerindeki toplumsal formasyonlarına güç veren iktisadi motor içindeki çelişkilerle alakalıyken bu ikinci model, bir bakıma, benim küresel kapitalizmi özgün bir toplumsal formasyon olarak gördüğüm çalışma anlayışımı oluşturuyor.
Sarmal
İlk defa 26 Ocak 2020’de Çin’de yayılan koronavirüsle alakalı bir şey okuduğumda ilk olarak sermaye birikiminin küresel dinamikleri üzerine düşündüm. Ekonomik model hakkındaki çalışmalarımdan, sermaye akışının sürekliliğindeki tıkanmaların ve kesintilerin devalüasyonlara yol açacağını ve devalüasyonların yaygınlaşıp derinleşmesi krizlerin başlangıcına işaret edeceğini biliyordum. Ayrıca Çin’in dünyanın ikinci büyük ekonomisi olduğunu ve 2007–8 sonrasında küresel kapitalizmi etkin bir şekilde kurtardığını çok iyi biliyordum, bu nedenle Çin ekonomisine herhangi bir darbe gelmesi zaten tehlikeli bir durumda olan küresel bir ekonomi için ciddi sonuçlar doğuracaktı. Bana göre mevcut sermaye birikim modeli çoktan tehlikedeydi. Protesto hareketleri neredeyse her yerde (Santiago’dan Beyrut’a) gerçekleşiyordu ve bunların çoğu nüfusun büyük çoğunluğunun iyi şartlarda çalışmamasını getiren hâkim ekonomik modele odaklanmıştı. Bu neoliberal model giderek hayali sermayeye ve para arzındaki ve borç yaratılmasındaki büyük bir genişlemeye dayanıyor. Bu zaten sermayenin üretebileceği değerleri paraya çevirmek için yetersiz etkin talep sorunuyla karşı karşıya. Öyleyse hâkim ekonomik model, çöken meşruiyeti ve kırılganlığıyla bir salgın hastalık haline gelebilecek şeyin kaçınılmaz etkilerini nasıl sönümlendirebilir ve hayatta kalabilir? Yanıt büyük ölçekli kesintinin ne kadar sürebileceğine ve yayıldığına bağlı, Marks’ın işaret ettiği gibi, devalüasyon metalar satılamadığı için değil zamanında satılamadığı için ortaya çıkar.
Uzun zamandır “doğa” kavramını kültür, ekonomi ve günlük yaşamın dışında ve onlardan ayrı tutmayı reddetmekteyim. Doğa ile metabolik ilişkinin daha diyalektik ve ilişkisel bir görüşünü benimsiyorum. Sermaye, kendi yeniden üretiminin çevresel koşullarını değiştirir, ancak bunu istenmeyen sonuçlar (iklim değişikliği gibi) bağlamında ve sürekli olarak çevre koşullarını yeniden şekillendiren özerk ve bağımsız evrimsel güçler zeminine karşı yapar. Bu açıdan bakıldığında gerçekten doğal bir felaket diye bir şey yok. Virüsler sürekli mutasyona uğrar. Ancak bir mutasyonun hayatı tehdit edici hale geldiği durumlar insan eylemlerine bağlıdır.
Bununla ilgili iki bakış açısı var. Birincisi, uygun çevre koşulları, etkili mutasyon olasılığını artırır. Örneğin, nemli subtropiklerde yoğun veya düzensiz gıda tedarik sistemlerinin buna katkıda bulunmasını beklemek mantıklıdır. Bu tür sistemler Yangtse’nin güneyinde Çin ve Güneydoğu Asya da dahil olmak üzere birçok yerde bulunmaktadır. İkincisi, konukçular (asalakların barındığı canlılar) yoluyla hızlı iletimi destekleyen koşullar büyük değişkenlik gösterir. Yüksek yoğunluklu insan popülasyonları kolay bir konakçı hedefi gibi görünmektedir. Kızamık salgınlarının sadece daha büyük kentsel nüfus merkezlerinde yaygınlaştığı ancak seyrek nüfuslu bölgelerde hızla tükendiği bilinmektedir. İnsanların birbirleri ile nasıl etkileşime girdikleri, nasıl hareket ettikleri, kendilerini nasıl disipline ettikleri veya ellerini yıkamayı nasıl unuttukları, hastalıkların nasıl bulaştığını etkiler. Son zamanlarda SARS, kuş ve domuz gribi Çin’den veya Güneydoğu Asya’dan gelmiş gibi görünüyor. Çin, geçtiğimiz yıl domuzların kitlesel katliamını ve domuz fiyatlarının yükselmesini beraberinde getiren domuz ateşinden de büyük zarar gördü. Bütün bunları Çin’i suçlamak için söylemiyorum. 1918 İspanyol gribi Kansas’tan gelmiş olabilir ve Afrika HIV / AIDS’i kuluçkaya yatırmış ve kesinlikle Batı Nil humması ve Ebola’yı başlatmış olabilirken, dang (sivrisineklerden bulaşan viral bir hastalık) Latin Amerika’da gelişiyor gibi görünüyor. Ancak virüsün yayılmasının ekonomik ve demografik etkileri, hegemonik ekonomik modeldeki önceden var olan çatlaklara ve zafiyetlere bağlıdır.
COVID-19’un başlangıçta Wuhan’da bulunmasına (oradan kaynaklanıp kaynaklanmadığı bilinmese de) şaşırmadım. Açıkçası yerel etkiler önemli olacaktır ve bu ciddi bir üretim merkezi olduğu için küresel ekonomik yansımalar olacaktır (büyüklük hakkında hiçbir fikrim yoktu). Asıl soru, bulaşma ve yayılmanın nasıl meydana gelebileceği ve (bir aşı bulunana kadar) ne kadar süreceği idi. Daha önceki deneyimler, küreselleşmenin artmasının dezavantajlarından birinin, yeni salgın hastalıkların hızlı bir uluslararası yayılımını durdurmanın ne kadar imkânsız olduğunu göstermişti. Neredeyse herkesin seyahat ettiği çok bağlantılı bir dünyada yaşıyoruz. İnsan ağları, yayılma için büyük ve açık bir potansiyel. Tehlike (ekonomik ve demografik), kesintinin bir yıl veya daha fazla sürmesi idi.
İlk haber geldiğinde küresel borsalarda ani bir gerileme yaşanırken, piyasalar yeni zirvelere ulaştığında şaşırtıcı bir şekilde bir ay ya da daha fazla sürdü. Haberler, Çin dışındaki her yerde işi normal olarak gösteriyor gibi görünüyordu. Yüksek bir ölüm oranına sahip olmasına ve finansal piyasalarda gereksiz (geçmişe nazaran) bir panik yaratmasına rağmen, oldukça hızlı bir şekilde kapsanan ve düşük küresel etkiye sahip olduğu ortaya çıkan bir SARS tekrarını deneyimleyeceğiz gibi görünüyordu. COVID-19 ortaya çıktığında, hâkim olan bir tutum bunu bir SARS tekrarı olarak tasvir etmek ve paniği gereksiz olarak yorumlamaktı. Çin’in salgının etkilerini kontrol altına almak için hızlı ve acımasızca harekete geçmesi hastalığın, dünyanın geri kalanının da sorunu “orada” ve dolayısıyla gözden ve gönülden ırak bir şey olarak hatalı bir şekilde ele almasına yol açtı. (Dünyanın bazı yerlerinde eşlik eden Çinli karşıtı yabancı düşmanlığı ile birlikte) virüsün Çin’in başarılı büyüme hikayesine soktuğu çomak Trump yönetiminin bazı çevrelerince sevinçle karşılandı.
Bununla birlikte, Wuhan’dan geçen küresel üretim zincirlerindeki kesintilere dair hikayeler dolaşmaya başladı. Bunlar büyük ölçüde göz ardı edildi ya da belirli ürün grupları veya şirketler (Apple gibi) için sorun olarak ele alındı. Devalüasyonlar sistemik değil, yerel ve özeldi. Her ne kadar McDonald’s ve Starbucks gibi Çin iç pazarında büyük alışveriş hacmi olan şirketler bir süre orada kapılarını kapatmak zorunda kalsa da tüketici talebindeki düşüş belirtileri de en aza indirildi. Çin Yeni Yılı’nın virüs salgını ile çakışması ocak ayı boyunca sürecek etkileri maskeledi. Bu tepkisizliğin verdiği gönül rahatlığı oldukça yersizdi.
Virüsün uluslararası yayılımına dair ilk haberler, Güney Kore’deki ve İran gibi birkaç sıcak noktada görülen ciddi salgınların yanında rasgele ve süreksizdi. İlk şiddetli tepkiyi başlatan İtalyan salgınıydı. Şubat ortalarında başlayan borsa çöküşü bir miktar dalgalandı ancak Mart ortalarında dünya genelinde borsalarda neredeyse yüzde 30’luk net bir değer kaybına yol açtı.
Enfeksiyonların katlanarak artması, genellikle tutarsız ve bazen panik gibi tepkiler vermiştir. Başkan Trump, hastalık ve ölümlerin yükselen potansiyel gelgitine karşı Kral Knud[1] taklidi yaptı. Müdahalelerin bazıları garip geçti. ABD Merkez Bankası’nın virüs tehlikesi karşısında daha faiz oranlarını düşürmesi, hareketin virüsün ilerlemesini engellemek yerine piyasa etkilerini hafifletmek anlamına geldiği anlaşılsa bile tuhaf görünüyordu.
Devlet makamları ve sağlık sistemleri yetersiz personelle yakalandı. Kuzey ve Güney Amerika ve Avrupa’daki kırk yıllık neoliberalizm, önceki SARS ve Ebola paniklerinde yapılması gerekenler hakkında bol miktarda uyarı ve ders ortaya çıkmasına rağmen toplumun bu sağlık kriziyle karşı savunmasız ve yetersiz hazırlanmış şekilde yüzleşmesine neden oldu. Sözde “uygar” dünyanın birçok yerinde, bu tür halk sağlığı ve güvenliği acil durumlarında her zaman savunma hattını oluşturan yerel yönetimler ve bölge/eyalet yönetimlerinin, finansal kaynakları şirketlere ve zenginlere vergi indirimleri sübvansiyonlar sağlanması için tasarlanan kemer sıkma politikaları yüzünden fonları tükenmişti.
Büyük İlaç Şirketleri’nin (Big Pharma[2]) bulaşıcı hastalıklar hakkında bol kazançlı olmayan (1960’lardan beri bilinen tüm koronavirüs sınıfı gibi) araştırmalara ilgisi yoktur veya çok azdır. Büyük İlaç Şirketleri nadiren korunmaya yatırım yapar. Bir halk sağlığı krizine hazırlıklı olmaya dair ilgisi çok azdır. Tedavi üretmeyi sever. Biz ne kadar hastaysak o kadar çok kazanırlar. Önleme, hisse değerine katkıda bulunmaz. Halk sağlığı hizmetine uygulanan iş modeli, acil bir durumda gerekli olacak başa çıkma kapasitelerini sınırlandırdı. Önleme, kamu-özel sektör ortaklıklarını gerektirecek kadar cazip bir çalışma alanı bile değildi. Başkan Trump, Hastalık Kontrol Merkezi’nin bütçesini kesmiş ve Ulusal Güvenlik Konseyi’ndeki pandemi çalışma grubunu iklim değişikliği de dahil olmak üzere tüm araştırma fonlarını kestiği gibi dağıtmıştı. Bu konuda antropomorfik ve eğretileyici olmak isteseydim, COVID-19’un doğanın kırk yılı aşkın süredir şiddetli ve düzensiz neoliberal talanın (istihracın) ellerinde iğrenç ve istismarcı şekilde kıyımının bir intikamı olduğu sonucuna varırdım.
Çin, Güney Kore, Singapur ve Tayvan (İran her ne kadar bu ilkeye ters düşmekteyse de) gibi en az neoliberal ülkelerin pandemiyi İtalya’dan daha iyi şekilde geçirmeleri bunun belirtisi olabilir. Çin’in SARS’ı ilk başta gizleme ve reddetme ile oldukça kötü ele aldığına dair çok sayıda kanıt olsa da Başkan Şi bu kez Güney Kore gibi raporlama ve testte şeffaflığı zorunlu kılmak için hızla harekete geçti. Buna rağmen, Çin’de değerli vaktin kaybı yaşandı. (Sadece birkaç gün bile fark yaratır.) Bununla birlikte, Çin’de dikkat çeken şey, salgının, merkezindeki Wuhan ile Hubei eyaletine hapsedilmesiydi. Salgın Pekin’e, Batı’ya ya da daha da güneyine yayılmadı. Virüsü coğrafi olarak sınırlamak için alınan önlemler acımasızdı. Siyasi, ekonomik ve kültürel nedenlerle başka yerlerde taklitlerini uygulamak neredeyse imkânsız olurdu. Çin’den gelen haberlere göre tedaviler ve politikalar şefkatli olmaktan çok uzaktı. Dahası, Çin ve Singapur kişisel gözetim güçlerini istilacı ve otoriter seviyelere getirdi. Karşı hamleler yalnızca birkaç gün erken uygulanmışsa da topluluklar içinde oldukça etkili görünüyor ve modeller birçok ölümün önlenebilir olduğunu gösteriyor. Bu önemli bir bilgidir: herhangi bir katlamalı büyüme sürecinde, artan kitlenin tamamen kontrolden çıktığı bir kırılma noktası vardır. (Burada bir kez daha, kitlenin orana göre önemini not edin.) Trump’ın haftalarca aylaklık etmesinin insan hayatı olarak bedeli ağır olabilir.
Ekonomik etkiler şimdi hem Çin’de hem de başka yerlerde kontrolden çıkıyor. Şirketlerin ve bazı sektörlerin değer zincirleri üzerindeki aksaklıklar, aslında düşünüldüğünden daha sistematik ve önemli hale geldi. Uzun dönemli etki daha az emek-yoğun üretim biçimlerine (istihdam için muazzam etkileri olan) ve yapay zekâ üretim sistemlerine doğru ilerlerken tedarik zincirlerini kısaltmak veya çeşitlendirmek olabilir. Talep tarafındaki bu etkiler kendi başlarına en azından hafif bir durgunluk yaratacaktır.
Ancak en büyük zafiyet başka yerlerde vardı. 2007–8 sonrasında patlayan tüketim biçimleri yıkıcı sonuçlar doğurdu. Bu tüketim biçimleri, tüketim devir süresini mümkün olduğunca sıfıra indirmeye dayanıyordu. Bu tür tüketim biçimlerine yapılan yatırımlar, mümkün olan en kısa devir süresine sahip tüketim biçimlerine katlanarak artan sermaye hacminin maksimum emilimi ile ilgiliydi. Uluslararası turizm sembolikti. 2010-2018 yılları arasında uluslararası ziyaret 800 milyondan 1,4 milyara çıktı. Bu türden anlık tüketim, havaalanları ve havayolları, oteller ve restoranlar, tema parkları ve kültürel etkinliklere büyük altyapı yatırımlarını gerektiriyordu. Bu sermaye birikimi alanı artık hareketsiz vaziyette: havayolları iflasa yakın, oteller boş ve konaklama endüstrilerinde toplu işsizliğin eli kulağında. Dışarıda yemek iyi bir fikir değildir ve birçok yerde restoranlar ve barlar kapatılmıştır. Paket servisi olan restoranlar bile riskli görünüyor. Esnek çalışma ekonomisinde veya diğer güvencesiz çalışma biçimlerindeki geniş işçi ordusu, görünür bir destek olmaksızın işten çıkarılıyor. Kültürel festivaller, futbol ve basketbol turnuvaları, konserler, iş toplantıları ve mesleki toplantılar ve hatta seçimlerle ilgili siyasi toplantılar gibi etkinlikler iptal edilmekte. Bu “etkinliğe dayalı” deneyimsel tüketim formu kapanmış durumda. Yerel yönetimlerin gelirleri azaldı. Üniversiteler ve okullar kapanıyor.
Çağdaş kapitalist tüketimciliğin son modelinin büyük bir bölümü mevcut koşullar altında kullanılamaz durumda. Andre Gorz’un bahsettiği “dengeleyici tüketimcilik”’e (yabancılaşmış işçilerin ruhlarını tropik bir plajda paket tatil yoluyla kurtarmaları gerekiyordu) yönelim körelmiş durumda. Ancak çağdaş kapitalist ekonomiler %70 hatta %80 oranda tüketimle sürdürülmekte. Tüketici güveni ve duyarlılığı son kırk yılda etkili talebin seferber edilmesinin anahtarı haline geldi ve sermaye artan bir şekilde talep ve ihtiyaç odaklı hale geldi. Bu ekonomik enerji kaynağı (Atlantik uçuşlarını birkaç hafta boyunca engelleyen İzlanda volkanik patlaması gibi birkaç istisna dışında) sert dalgalanmalara maruz kalmamıştı. Ancak COVID-19, sert bir dalgalanmayı değil, en varlıklı ülkelerde egemen olan tüketim biçiminin kalbinde büyük bir çöküşün temelini oluşturuyor. Sonsuz sermaye birikiminin sarmal formu, dünyanın bir bölümünden diğerine içe doğru çöküyor. Onu kurtarabilecek tek şey, hükümet tarafından finanse edilen ve canlandırılan kitlesel tüketimdir. Bu, örneğin ABD’deki ekonominin tamamının sosyalizm olarak adlandırılmadan sosyalleştirilmesini (toplumsallaştırılmasını) gerektirecektir.
Cepheler
Bulaşıcı hastalıkların sınıfı veya diğer sosyal engelleri ve sınırları tanımadığı yönünde kabul gören bir efsane vardır. On dokuzuncu yüzyılın kolera salgınlarında, sınıf engellerinin aşılması, bugüne kadar süren bir halk sağlığı ve sağlık hareketinin doğmasına yol açacak kadar etkileyiciydi. Bu hareketin herkesi mi yoksa sadece üst sınıfları mı korumak için tasarlandığı her zaman net değildi. Fakat bugün farklı sınıfsal ve toplumsal etkiler başka bir hikaye anlatıyor. Ekonomik ve toplumsal etkiler, her yerde görülen “alışılmış” ayrımcılardan geçerek yaşanıyor. Başlangıç olarak, giderek artan sayıda hastayla ilgilenmesi beklenen işgücü, dünyanın çoğu yerinde tipik olarak yüksek oranda cinsiyetlendirilir, ırksallaştırılır ve etnikleştirilir. Bu durum örneğin, havaalanları ve diğer lojistik sektörlerinde bulunacak sınıf temelli işgücünü yansıtır.
Bu “yeni işçi sınıfı” ön plandadır ve işleri yoluyla virüs bulaşmasından en fazla risk altında olan işgücü olmakta ya da virüs nedeniyle uygulanan ekonomik tasarruf programları nedeniyle işsiz bırakılmakla yüz yüzedir. Örneğin, kimin evde çalışabileceği ve kimin çalışamayacağı sorusu var. Bu, bir mikrop bulaşması veya teması durumunda kimin kendini izole edebileceği ya da karantinaya alabileceği sorununun yaptığı gibi toplumsal ayrışmayı keskinleştirmektedir. Nikaragua (1973) ve Mexico City (1995) depremlerine “sınıf depremleri” demeyi öğrendiğim gibi COVID-19’un ilerlemesi, sınıfsal, cinsiyetçi ve ırkçı bir salgının tüm özelliklerini sergiliyor. Hafifletme çabaları “hepimiz hep beraberiz” diyen söylemlerde rahatça gizlenirken, uygulamalar, özellikle ulusal hükümetler adına, daha kötü niyetli şekilde teşvik ediliyor. Bugünkü ABD işçi sınıfı (ağırlıklı olarak Afro-Amerikalılar, Latin kökenliler ve ücretli kadınlardan oluşuyor) temel hizmetleri sağlama adına (market zincirleri gibi) mikrop kapmaya açık şekilde olmak ya da yeterli bir sağlık hizmetinden faydalanamamak gibi bir yoksunluk durumu yaratacak bir işsizlik arasında seçim yapmakla karşı karşıya. CEO’lar özel jetlerde ve helikopterlerde uçarken benim gibi ücretli personeller de evden çalışır ve daha önceki gibi maaşını alır.
Dünyanın pek çok yerinde işgücü, iyi bir neoliberal özne olarak davranabilecek şekilde toplumsallaştırıldı. (Yani, işler ters gittiğinde asla kapitalizme karşı çıkmadan kendilerini veya Tanrı’yı suçlayacakları bir hale getirildiler.) Ancak iyi neoliberal özneler bile bu pandemiye yanıt üretme biçiminde yanlış bir şey olduğunu görebilir.
Asıl soru şu: bu ne kadar sürecek? Bir yıldan fazla olabilir ve ne kadar uzun sürerse, işgücü dahil değer düşürümü o kadar fazla olur. İşsizlik seviyeleri neredeyse büyük devlet müdahalelerinin yokluğundaki 1930’larla karşılaştırılabilir seviyelere yükselecek ki bu da neoliberal çizgiye karşı gelinmesini gerektirecek. Toplumsal yaşam için olduğu kadar ekonomi için de ilk sonuçları çok yönlü olacak. Ancak hepsi kötü değil. Marx’ın da “Aşırı tüketim ve çılgın tüketim, canavarca ve tuhaf hale gelince, tüm sistemin çöküşünü gösterir” sözünde anlattığı gibi çağdaş tüketim, aşırılaştığı ölçüde buna meyleder. Bu aşırı tüketimin pervasızlığı çevresel bozulmada önemli bir rol oynamıştır. Havayolu uçuşlarının iptali, ulaşım ve hareketin radikal bir şekilde engellenmesi sera gazı emisyonları açısından olumlu sonuçlar doğurmuştur. Wuhan’daki hava kalitesi, birçok ABD şehrinde olduğu gibi çok daha iyi hale gelmiştir. Ekoturizm mekanları, ayaklar atında çiğnenmeyi telafi etmek için yeterli zamanı bulacak. Kuğular Venedik kanallarına geri döndü. Pervasız ve anlamsız aşırı tüketim düşkünlüğüne hâkim olunduğu ölçüde uzun vadede faydaları olabilir. Everest Dağı’nda daha az ölüm iyi bir şey olabilir. Kimse bunu yüksek sesle söylemese de virüsün demografik eğilimi, sosyal güvenlik yükleri ve “bakım endüstrisinin” geleceği üzerinde uzun vadeli etkilerle yaş piramitlerini etkileyebilir. Sosyal mesafenin önerilen kuralları, eğer acil durum yeterince uzun sürerse kültürel değişimlere yol açabilir. Tek kazanç sağlayacak tüketimcilik biçimi ise benim “Netflix ekonomisi” olarak adlandırdığım, halihazırda “izleyici alemine” hizmet sunan kesim olacak.
Ekonomik cephedeki yansımalar, 2007-8 kırılmasında meydana gelen çıkıştan kaynaklanmıştır. Bu, Çin’deki altyapı yatırımlarının büyük ölçüde genişlemesi ile üretken tüketimdeki dramatik bir artışla desteklenen, bankaların kurtarılmasına dayanan aşırı gevşek bir para politikası gerektirdi. Çin’in o gün oynadığı rol bugün gerekli ölçekte tekrarlanamaz. 2008 yılında çıkarılan kurtarma paketleri bankalara odaklanmış, ancak General Motors’un fiilen kamulaştırılmasını gerektirmişti. İşçi memnuniyetsizlikleri ve çökmekte olan pazar talebi karşısında, üç büyük Detroit otomobil şirketinin en azından geçici olarak kapanması dikkate değer görülebilir.
Çin 2007–8 rolünü tekrarlayamazsa, mevcut ekonomik krizden çıkma yükü şimdi Amerika Birleşik Devletleri’ne kayıyor ve işte en büyük ironi: Hem ekonomik hem de politik olarak işe yarayacak tek politika Bernie Sanders’in önerebileceği her şeyden çok daha sosyalisttir ve bu kurtarma programlarının, muhtemelen Amerika’yı Yeniden Büyük Yapmak maskesi altında Donald Trump himayesinde başlatılması gerekecektir.
2008 kurtarma operasyonuna bu kadar içtenlikle karşı çıkan tüm Cumhuriyetçiler tükürdüğünü yalamalı ya da Donald Trump’a meydan okumalı. Trump ise, eğer aklı varsa, seçimleri acil olarak iptal edecek ve sermayeyi ve dünyayı “isyan ve devrimden” kurtarmak için emperyal bir başkanlığın doğuşunu ilan edecek.
Dipnotlar:
[1] Kral Knud ve gelgit hikayesi, 12. yüzyılda Huntingdon Henry tarafından kaydedilen Büyük Kral Knud’un dindarlığını veya alçakgönüllülüğünü gösteren kıyamet bir anekdottur.
Hikâyede Knud, dalkavukluk yapan tebasına doğa olayları (gelen gelgit) üzerinde hiçbir kontrolü olmadığını gösterir, bu da dünyevi gücün Tanrı’nın yüce gücüne kıyasla boş olduğunu açıklar. Hikâye sık sık, istenmeyen bir olayın “gelgitini durdurmaya çalışmanın” boşluğunun işaret edildiği bağlamlarda belirtilir.
[2] Büyük İlaç Şirketleri (Big Pharma) Komplo Teorisi, ilaç şirketlerinin, özellikle büyük şirketlerin, halk sağlığını hiçe sayarak kendi ürettikleri ilaçlarını satma odaklı olduklarını, hatta ilaç satabilmek için laboratuvarlarda hastalık üretildiğini savunan bir teoridir. Bu teoriye dayandırılarak da bu şirketler Big Pharma şirketleri diye anılabilmektedir.
[Jacobin’deki İngilizce orijinalinden Tankut Serttaş tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]
Günlük haber akışını yorumlamaya, anlamaya ve analiz etmeye çalışırken, kapitalizmin nasıl işlediğine dair iki özgün ama kesişen modelin arka planında neler olup bittiğini bulma eğilimindeyim. İlk düzey, üretim, gerçekleşme (tüketim), dağıtım ve yeniden yatırımın farklı “uğrakları”nda (Marx’ın dediği gibi) kar arayışındaki para akışı olarak sermayenin dolaşım ve birikiminin içsel çelişkilerini haritalandırmasıdır. Bu, kapitalist ekonominin sonsuz genişleme ve büyüme sarmalı olarak düşünüldüğü bir modeldir. Model, örneğin, jeopolitik rekabet, düzensiz coğrafi gelişmeler, finansal kurumlar, devlet politikaları, teknolojik yeniden yapılandırmalar ve sürekli değişen işbölümü ve sosyal ilişkiler ağı üzerinden detaylandırıldıkça daha da karmaşıklaşıyor.
Ben bu modeli, daha geniş bir toplumsal yeniden üretim bağlamıyla (hanelerde ve topluluklarda), doğa ile süregiden ve sürekli evrilen metabolik ilişkiyle (kentleşmenin “ikinci doğası” ve çevre inşası dahil) ve toplumların zaman ve mekâna karşı yarattığı her türlü kültürel, bilimsel (bilgi temelli), dinsel ve rastlantısal toplumsal formasyonlarla bütünleşik olarak zihnimde canlandırıyorum. Bu sonraki “uğraklar”, tamamı belirli bir coğrafi, kültürel, toplumsal ve siyasal çeşitlilik dünyasında gerçekleşen insan isteklerinin, ihtiyaçlarının ve arzularının aktif ifadesini, değişen kurumsal düzenlemelerin arka planını bilmeye, anlamaya ve buna karşı pratik yanıt üretmeye yönelik isteği, politik inkarları, ideolojik yüzleşmeleri, yenilgileri, zaferleri, hayal kırıklıklarını ve yabancılaşmaları içermektedir. İlk model tarihsel ve coğrafi evrimin belirli izleklerindeki toplumsal formasyonlarına güç veren iktisadi motor içindeki çelişkilerle alakalıyken bu ikinci model, bir bakıma, benim küresel kapitalizmi özgün bir toplumsal formasyon olarak gördüğüm çalışma anlayışımı oluşturuyor.
Sarmal
İlk defa 26 Ocak 2020’de Çin’de yayılan koronavirüsle alakalı bir şey okuduğumda ilk olarak sermaye birikiminin küresel dinamikleri üzerine düşündüm. Ekonomik model hakkındaki çalışmalarımdan, sermaye akışının sürekliliğindeki tıkanmaların ve kesintilerin devalüasyonlara yol açacağını ve devalüasyonların yaygınlaşıp derinleşmesi krizlerin başlangıcına işaret edeceğini biliyordum. Ayrıca Çin’in dünyanın ikinci büyük ekonomisi olduğunu ve 2007–8 sonrasında küresel kapitalizmi etkin bir şekilde kurtardığını çok iyi biliyordum, bu nedenle Çin ekonomisine herhangi bir darbe gelmesi zaten tehlikeli bir durumda olan küresel bir ekonomi için ciddi sonuçlar doğuracaktı. Bana göre mevcut sermaye birikim modeli çoktan tehlikedeydi. Protesto hareketleri neredeyse her yerde (Santiago’dan Beyrut’a) gerçekleşiyordu ve bunların çoğu nüfusun büyük çoğunluğunun iyi şartlarda çalışmamasını getiren hâkim ekonomik modele odaklanmıştı. Bu neoliberal model giderek hayali sermayeye ve para arzındaki ve borç yaratılmasındaki büyük bir genişlemeye dayanıyor. Bu zaten sermayenin üretebileceği değerleri paraya çevirmek için yetersiz etkin talep sorunuyla karşı karşıya. Öyleyse hâkim ekonomik model, çöken meşruiyeti ve kırılganlığıyla bir salgın hastalık haline gelebilecek şeyin kaçınılmaz etkilerini nasıl sönümlendirebilir ve hayatta kalabilir? Yanıt büyük ölçekli kesintinin ne kadar sürebileceğine ve yayıldığına bağlı, Marks’ın işaret ettiği gibi, devalüasyon metalar satılamadığı için değil zamanında satılamadığı için ortaya çıkar.
Uzun zamandır “doğa” kavramını kültür, ekonomi ve günlük yaşamın dışında ve onlardan ayrı tutmayı reddetmekteyim. Doğa ile metabolik ilişkinin daha diyalektik ve ilişkisel bir görüşünü benimsiyorum. Sermaye, kendi yeniden üretiminin çevresel koşullarını değiştirir, ancak bunu istenmeyen sonuçlar (iklim değişikliği gibi) bağlamında ve sürekli olarak çevre koşullarını yeniden şekillendiren özerk ve bağımsız evrimsel güçler zeminine karşı yapar. Bu açıdan bakıldığında gerçekten doğal bir felaket diye bir şey yok. Virüsler sürekli mutasyona uğrar. Ancak bir mutasyonun hayatı tehdit edici hale geldiği durumlar insan eylemlerine bağlıdır.
Bununla ilgili iki bakış açısı var. Birincisi, uygun çevre koşulları, etkili mutasyon olasılığını artırır. Örneğin, nemli subtropiklerde yoğun veya düzensiz gıda tedarik sistemlerinin buna katkıda bulunmasını beklemek mantıklıdır. Bu tür sistemler Yangtse’nin güneyinde Çin ve Güneydoğu Asya da dahil olmak üzere birçok yerde bulunmaktadır. İkincisi, konukçular (asalakların barındığı canlılar) yoluyla hızlı iletimi destekleyen koşullar büyük değişkenlik gösterir. Yüksek yoğunluklu insan popülasyonları kolay bir konakçı hedefi gibi görünmektedir. Kızamık salgınlarının sadece daha büyük kentsel nüfus merkezlerinde yaygınlaştığı ancak seyrek nüfuslu bölgelerde hızla tükendiği bilinmektedir. İnsanların birbirleri ile nasıl etkileşime girdikleri, nasıl hareket ettikleri, kendilerini nasıl disipline ettikleri veya ellerini yıkamayı nasıl unuttukları, hastalıkların nasıl bulaştığını etkiler. Son zamanlarda SARS, kuş ve domuz gribi Çin’den veya Güneydoğu Asya’dan gelmiş gibi görünüyor. Çin, geçtiğimiz yıl domuzların kitlesel katliamını ve domuz fiyatlarının yükselmesini beraberinde getiren domuz ateşinden de büyük zarar gördü. Bütün bunları Çin’i suçlamak için söylemiyorum. 1918 İspanyol gribi Kansas’tan gelmiş olabilir ve Afrika HIV / AIDS’i kuluçkaya yatırmış ve kesinlikle Batı Nil humması ve Ebola’yı başlatmış olabilirken, dang (sivrisineklerden bulaşan viral bir hastalık) Latin Amerika’da gelişiyor gibi görünüyor. Ancak virüsün yayılmasının ekonomik ve demografik etkileri, hegemonik ekonomik modeldeki önceden var olan çatlaklara ve zafiyetlere bağlıdır.
COVID-19’un başlangıçta Wuhan’da bulunmasına (oradan kaynaklanıp kaynaklanmadığı bilinmese de) şaşırmadım. Açıkçası yerel etkiler önemli olacaktır ve bu ciddi bir üretim merkezi olduğu için küresel ekonomik yansımalar olacaktır (büyüklük hakkında hiçbir fikrim yoktu). Asıl soru, bulaşma ve yayılmanın nasıl meydana gelebileceği ve (bir aşı bulunana kadar) ne kadar süreceği idi. Daha önceki deneyimler, küreselleşmenin artmasının dezavantajlarından birinin, yeni salgın hastalıkların hızlı bir uluslararası yayılımını durdurmanın ne kadar imkânsız olduğunu göstermişti. Neredeyse herkesin seyahat ettiği çok bağlantılı bir dünyada yaşıyoruz. İnsan ağları, yayılma için büyük ve açık bir potansiyel. Tehlike (ekonomik ve demografik), kesintinin bir yıl veya daha fazla sürmesi idi.
İlk haber geldiğinde küresel borsalarda ani bir gerileme yaşanırken, piyasalar yeni zirvelere ulaştığında şaşırtıcı bir şekilde bir ay ya da daha fazla sürdü. Haberler, Çin dışındaki her yerde işi normal olarak gösteriyor gibi görünüyordu. Yüksek bir ölüm oranına sahip olmasına ve finansal piyasalarda gereksiz (geçmişe nazaran) bir panik yaratmasına rağmen, oldukça hızlı bir şekilde kapsanan ve düşük küresel etkiye sahip olduğu ortaya çıkan bir SARS tekrarını deneyimleyeceğiz gibi görünüyordu. COVID-19 ortaya çıktığında, hâkim olan bir tutum bunu bir SARS tekrarı olarak tasvir etmek ve paniği gereksiz olarak yorumlamaktı. Çin’in salgının etkilerini kontrol altına almak için hızlı ve acımasızca harekete geçmesi hastalığın, dünyanın geri kalanının da sorunu “orada” ve dolayısıyla gözden ve gönülden ırak bir şey olarak hatalı bir şekilde ele almasına yol açtı. (Dünyanın bazı yerlerinde eşlik eden Çinli karşıtı yabancı düşmanlığı ile birlikte) virüsün Çin’in başarılı büyüme hikayesine soktuğu çomak Trump yönetiminin bazı çevrelerince sevinçle karşılandı.
Bununla birlikte, Wuhan’dan geçen küresel üretim zincirlerindeki kesintilere dair hikayeler dolaşmaya başladı. Bunlar büyük ölçüde göz ardı edildi ya da belirli ürün grupları veya şirketler (Apple gibi) için sorun olarak ele alındı. Devalüasyonlar sistemik değil, yerel ve özeldi. Her ne kadar McDonald’s ve Starbucks gibi Çin iç pazarında büyük alışveriş hacmi olan şirketler bir süre orada kapılarını kapatmak zorunda kalsa da tüketici talebindeki düşüş belirtileri de en aza indirildi. Çin Yeni Yılı’nın virüs salgını ile çakışması ocak ayı boyunca sürecek etkileri maskeledi. Bu tepkisizliğin verdiği gönül rahatlığı oldukça yersizdi.
Virüsün uluslararası yayılımına dair ilk haberler, Güney Kore’deki ve İran gibi birkaç sıcak noktada görülen ciddi salgınların yanında rasgele ve süreksizdi. İlk şiddetli tepkiyi başlatan İtalyan salgınıydı. Şubat ortalarında başlayan borsa çöküşü bir miktar dalgalandı ancak Mart ortalarında dünya genelinde borsalarda neredeyse yüzde 30’luk net bir değer kaybına yol açtı.
Enfeksiyonların katlanarak artması, genellikle tutarsız ve bazen panik gibi tepkiler vermiştir. Başkan Trump, hastalık ve ölümlerin yükselen potansiyel gelgitine karşı Kral Knud[1] taklidi yaptı. Müdahalelerin bazıları garip geçti. ABD Merkez Bankası’nın virüs tehlikesi karşısında daha faiz oranlarını düşürmesi, hareketin virüsün ilerlemesini engellemek yerine piyasa etkilerini hafifletmek anlamına geldiği anlaşılsa bile tuhaf görünüyordu.
Devlet makamları ve sağlık sistemleri yetersiz personelle yakalandı. Kuzey ve Güney Amerika ve Avrupa’daki kırk yıllık neoliberalizm, önceki SARS ve Ebola paniklerinde yapılması gerekenler hakkında bol miktarda uyarı ve ders ortaya çıkmasına rağmen toplumun bu sağlık kriziyle karşı savunmasız ve yetersiz hazırlanmış şekilde yüzleşmesine neden oldu. Sözde “uygar” dünyanın birçok yerinde, bu tür halk sağlığı ve güvenliği acil durumlarında her zaman savunma hattını oluşturan yerel yönetimler ve bölge/eyalet yönetimlerinin, finansal kaynakları şirketlere ve zenginlere vergi indirimleri sübvansiyonlar sağlanması için tasarlanan kemer sıkma politikaları yüzünden fonları tükenmişti.
Büyük İlaç Şirketleri’nin (Big Pharma[2]) bulaşıcı hastalıklar hakkında bol kazançlı olmayan (1960’lardan beri bilinen tüm koronavirüs sınıfı gibi) araştırmalara ilgisi yoktur veya çok azdır. Büyük İlaç Şirketleri nadiren korunmaya yatırım yapar. Bir halk sağlığı krizine hazırlıklı olmaya dair ilgisi çok azdır. Tedavi üretmeyi sever. Biz ne kadar hastaysak o kadar çok kazanırlar. Önleme, hisse değerine katkıda bulunmaz. Halk sağlığı hizmetine uygulanan iş modeli, acil bir durumda gerekli olacak başa çıkma kapasitelerini sınırlandırdı. Önleme, kamu-özel sektör ortaklıklarını gerektirecek kadar cazip bir çalışma alanı bile değildi. Başkan Trump, Hastalık Kontrol Merkezi’nin bütçesini kesmiş ve Ulusal Güvenlik Konseyi’ndeki pandemi çalışma grubunu iklim değişikliği de dahil olmak üzere tüm araştırma fonlarını kestiği gibi dağıtmıştı. Bu konuda antropomorfik ve eğretileyici olmak isteseydim, COVID-19’un doğanın kırk yılı aşkın süredir şiddetli ve düzensiz neoliberal talanın (istihracın) ellerinde iğrenç ve istismarcı şekilde kıyımının bir intikamı olduğu sonucuna varırdım.
Çin, Güney Kore, Singapur ve Tayvan (İran her ne kadar bu ilkeye ters düşmekteyse de) gibi en az neoliberal ülkelerin pandemiyi İtalya’dan daha iyi şekilde geçirmeleri bunun belirtisi olabilir. Çin’in SARS’ı ilk başta gizleme ve reddetme ile oldukça kötü ele aldığına dair çok sayıda kanıt olsa da Başkan Şi bu kez Güney Kore gibi raporlama ve testte şeffaflığı zorunlu kılmak için hızla harekete geçti. Buna rağmen, Çin’de değerli vaktin kaybı yaşandı. (Sadece birkaç gün bile fark yaratır.) Bununla birlikte, Çin’de dikkat çeken şey, salgının, merkezindeki Wuhan ile Hubei eyaletine hapsedilmesiydi. Salgın Pekin’e, Batı’ya ya da daha da güneyine yayılmadı. Virüsü coğrafi olarak sınırlamak için alınan önlemler acımasızdı. Siyasi, ekonomik ve kültürel nedenlerle başka yerlerde taklitlerini uygulamak neredeyse imkânsız olurdu. Çin’den gelen haberlere göre tedaviler ve politikalar şefkatli olmaktan çok uzaktı. Dahası, Çin ve Singapur kişisel gözetim güçlerini istilacı ve otoriter seviyelere getirdi. Karşı hamleler yalnızca birkaç gün erken uygulanmışsa da topluluklar içinde oldukça etkili görünüyor ve modeller birçok ölümün önlenebilir olduğunu gösteriyor. Bu önemli bir bilgidir: herhangi bir katlamalı büyüme sürecinde, artan kitlenin tamamen kontrolden çıktığı bir kırılma noktası vardır. (Burada bir kez daha, kitlenin orana göre önemini not edin.) Trump’ın haftalarca aylaklık etmesinin insan hayatı olarak bedeli ağır olabilir.
Ekonomik etkiler şimdi hem Çin’de hem de başka yerlerde kontrolden çıkıyor. Şirketlerin ve bazı sektörlerin değer zincirleri üzerindeki aksaklıklar, aslında düşünüldüğünden daha sistematik ve önemli hale geldi. Uzun dönemli etki daha az emek-yoğun üretim biçimlerine (istihdam için muazzam etkileri olan) ve yapay zekâ üretim sistemlerine doğru ilerlerken tedarik zincirlerini kısaltmak veya çeşitlendirmek olabilir. Talep tarafındaki bu etkiler kendi başlarına en azından hafif bir durgunluk yaratacaktır.
Ancak en büyük zafiyet başka yerlerde vardı. 2007–8 sonrasında patlayan tüketim biçimleri yıkıcı sonuçlar doğurdu. Bu tüketim biçimleri, tüketim devir süresini mümkün olduğunca sıfıra indirmeye dayanıyordu. Bu tür tüketim biçimlerine yapılan yatırımlar, mümkün olan en kısa devir süresine sahip tüketim biçimlerine katlanarak artan sermaye hacminin maksimum emilimi ile ilgiliydi. Uluslararası turizm sembolikti. 2010-2018 yılları arasında uluslararası ziyaret 800 milyondan 1,4 milyara çıktı. Bu türden anlık tüketim, havaalanları ve havayolları, oteller ve restoranlar, tema parkları ve kültürel etkinliklere büyük altyapı yatırımlarını gerektiriyordu. Bu sermaye birikimi alanı artık hareketsiz vaziyette: havayolları iflasa yakın, oteller boş ve konaklama endüstrilerinde toplu işsizliğin eli kulağında. Dışarıda yemek iyi bir fikir değildir ve birçok yerde restoranlar ve barlar kapatılmıştır. Paket servisi olan restoranlar bile riskli görünüyor. Esnek çalışma ekonomisinde veya diğer güvencesiz çalışma biçimlerindeki geniş işçi ordusu, görünür bir destek olmaksızın işten çıkarılıyor. Kültürel festivaller, futbol ve basketbol turnuvaları, konserler, iş toplantıları ve mesleki toplantılar ve hatta seçimlerle ilgili siyasi toplantılar gibi etkinlikler iptal edilmekte. Bu “etkinliğe dayalı” deneyimsel tüketim formu kapanmış durumda. Yerel yönetimlerin gelirleri azaldı. Üniversiteler ve okullar kapanıyor.
Çağdaş kapitalist tüketimciliğin son modelinin büyük bir bölümü mevcut koşullar altında kullanılamaz durumda. Andre Gorz’un bahsettiği “dengeleyici tüketimcilik”’e (yabancılaşmış işçilerin ruhlarını tropik bir plajda paket tatil yoluyla kurtarmaları gerekiyordu) yönelim körelmiş durumda. Ancak çağdaş kapitalist ekonomiler %70 hatta %80 oranda tüketimle sürdürülmekte. Tüketici güveni ve duyarlılığı son kırk yılda etkili talebin seferber edilmesinin anahtarı haline geldi ve sermaye artan bir şekilde talep ve ihtiyaç odaklı hale geldi. Bu ekonomik enerji kaynağı (Atlantik uçuşlarını birkaç hafta boyunca engelleyen İzlanda volkanik patlaması gibi birkaç istisna dışında) sert dalgalanmalara maruz kalmamıştı. Ancak COVID-19, sert bir dalgalanmayı değil, en varlıklı ülkelerde egemen olan tüketim biçiminin kalbinde büyük bir çöküşün temelini oluşturuyor. Sonsuz sermaye birikiminin sarmal formu, dünyanın bir bölümünden diğerine içe doğru çöküyor. Onu kurtarabilecek tek şey, hükümet tarafından finanse edilen ve canlandırılan kitlesel tüketimdir. Bu, örneğin ABD’deki ekonominin tamamının sosyalizm olarak adlandırılmadan sosyalleştirilmesini (toplumsallaştırılmasını) gerektirecektir.
Cepheler
Bulaşıcı hastalıkların sınıfı veya diğer sosyal engelleri ve sınırları tanımadığı yönünde kabul gören bir efsane vardır. On dokuzuncu yüzyılın kolera salgınlarında, sınıf engellerinin aşılması, bugüne kadar süren bir halk sağlığı ve sağlık hareketinin doğmasına yol açacak kadar etkileyiciydi. Bu hareketin herkesi mi yoksa sadece üst sınıfları mı korumak için tasarlandığı her zaman net değildi. Fakat bugün farklı sınıfsal ve toplumsal etkiler başka bir hikaye anlatıyor. Ekonomik ve toplumsal etkiler, her yerde görülen “alışılmış” ayrımcılardan geçerek yaşanıyor. Başlangıç olarak, giderek artan sayıda hastayla ilgilenmesi beklenen işgücü, dünyanın çoğu yerinde tipik olarak yüksek oranda cinsiyetlendirilir, ırksallaştırılır ve etnikleştirilir. Bu durum örneğin, havaalanları ve diğer lojistik sektörlerinde bulunacak sınıf temelli işgücünü yansıtır.
Bu “yeni işçi sınıfı” ön plandadır ve işleri yoluyla virüs bulaşmasından en fazla risk altında olan işgücü olmakta ya da virüs nedeniyle uygulanan ekonomik tasarruf programları nedeniyle işsiz bırakılmakla yüz yüzedir. Örneğin, kimin evde çalışabileceği ve kimin çalışamayacağı sorusu var. Bu, bir mikrop bulaşması veya teması durumunda kimin kendini izole edebileceği ya da karantinaya alabileceği sorununun yaptığı gibi toplumsal ayrışmayı keskinleştirmektedir. Nikaragua (1973) ve Mexico City (1995) depremlerine “sınıf depremleri” demeyi öğrendiğim gibi COVID-19’un ilerlemesi, sınıfsal, cinsiyetçi ve ırkçı bir salgının tüm özelliklerini sergiliyor. Hafifletme çabaları “hepimiz hep beraberiz” diyen söylemlerde rahatça gizlenirken, uygulamalar, özellikle ulusal hükümetler adına, daha kötü niyetli şekilde teşvik ediliyor. Bugünkü ABD işçi sınıfı (ağırlıklı olarak Afro-Amerikalılar, Latin kökenliler ve ücretli kadınlardan oluşuyor) temel hizmetleri sağlama adına (market zincirleri gibi) mikrop kapmaya açık şekilde olmak ya da yeterli bir sağlık hizmetinden faydalanamamak gibi bir yoksunluk durumu yaratacak bir işsizlik arasında seçim yapmakla karşı karşıya. CEO’lar özel jetlerde ve helikopterlerde uçarken benim gibi ücretli personeller de evden çalışır ve daha önceki gibi maaşını alır.
Dünyanın pek çok yerinde işgücü, iyi bir neoliberal özne olarak davranabilecek şekilde toplumsallaştırıldı. (Yani, işler ters gittiğinde asla kapitalizme karşı çıkmadan kendilerini veya Tanrı’yı suçlayacakları bir hale getirildiler.) Ancak iyi neoliberal özneler bile bu pandemiye yanıt üretme biçiminde yanlış bir şey olduğunu görebilir.
Asıl soru şu: bu ne kadar sürecek? Bir yıldan fazla olabilir ve ne kadar uzun sürerse, işgücü dahil değer düşürümü o kadar fazla olur. İşsizlik seviyeleri neredeyse büyük devlet müdahalelerinin yokluğundaki 1930’larla karşılaştırılabilir seviyelere yükselecek ki bu da neoliberal çizgiye karşı gelinmesini gerektirecek. Toplumsal yaşam için olduğu kadar ekonomi için de ilk sonuçları çok yönlü olacak. Ancak hepsi kötü değil. Marx’ın da “Aşırı tüketim ve çılgın tüketim, canavarca ve tuhaf hale gelince, tüm sistemin çöküşünü gösterir” sözünde anlattığı gibi çağdaş tüketim, aşırılaştığı ölçüde buna meyleder. Bu aşırı tüketimin pervasızlığı çevresel bozulmada önemli bir rol oynamıştır. Havayolu uçuşlarının iptali, ulaşım ve hareketin radikal bir şekilde engellenmesi sera gazı emisyonları açısından olumlu sonuçlar doğurmuştur. Wuhan’daki hava kalitesi, birçok ABD şehrinde olduğu gibi çok daha iyi hale gelmiştir. Ekoturizm mekanları, ayaklar atında çiğnenmeyi telafi etmek için yeterli zamanı bulacak. Kuğular Venedik kanallarına geri döndü. Pervasız ve anlamsız aşırı tüketim düşkünlüğüne hâkim olunduğu ölçüde uzun vadede faydaları olabilir. Everest Dağı’nda daha az ölüm iyi bir şey olabilir. Kimse bunu yüksek sesle söylemese de virüsün demografik eğilimi, sosyal güvenlik yükleri ve “bakım endüstrisinin” geleceği üzerinde uzun vadeli etkilerle yaş piramitlerini etkileyebilir. Sosyal mesafenin önerilen kuralları, eğer acil durum yeterince uzun sürerse kültürel değişimlere yol açabilir. Tek kazanç sağlayacak tüketimcilik biçimi ise benim “Netflix ekonomisi” olarak adlandırdığım, halihazırda “izleyici alemine” hizmet sunan kesim olacak.
Ekonomik cephedeki yansımalar, 2007-8 kırılmasında meydana gelen çıkıştan kaynaklanmıştır. Bu, Çin’deki altyapı yatırımlarının büyük ölçüde genişlemesi ile üretken tüketimdeki dramatik bir artışla desteklenen, bankaların kurtarılmasına dayanan aşırı gevşek bir para politikası gerektirdi. Çin’in o gün oynadığı rol bugün gerekli ölçekte tekrarlanamaz. 2008 yılında çıkarılan kurtarma paketleri bankalara odaklanmış, ancak General Motors’un fiilen kamulaştırılmasını gerektirmişti. İşçi memnuniyetsizlikleri ve çökmekte olan pazar talebi karşısında, üç büyük Detroit otomobil şirketinin en azından geçici olarak kapanması dikkate değer görülebilir.
Çin 2007–8 rolünü tekrarlayamazsa, mevcut ekonomik krizden çıkma yükü şimdi Amerika Birleşik Devletleri’ne kayıyor ve işte en büyük ironi: Hem ekonomik hem de politik olarak işe yarayacak tek politika Bernie Sanders’in önerebileceği her şeyden çok daha sosyalisttir ve bu kurtarma programlarının, muhtemelen Amerika’yı Yeniden Büyük Yapmak maskesi altında Donald Trump himayesinde başlatılması gerekecektir.
2008 kurtarma operasyonuna bu kadar içtenlikle karşı çıkan tüm Cumhuriyetçiler tükürdüğünü yalamalı ya da Donald Trump’a meydan okumalı. Trump ise, eğer aklı varsa, seçimleri acil olarak iptal edecek ve sermayeyi ve dünyayı “isyan ve devrimden” kurtarmak için emperyal bir başkanlığın doğuşunu ilan edecek.
Dipnotlar:
[1] Kral Knud ve gelgit hikayesi, 12. yüzyılda Huntingdon Henry tarafından kaydedilen Büyük Kral Knud’un dindarlığını veya alçakgönüllülüğünü gösteren kıyamet bir anekdottur.
Hikâyede Knud, dalkavukluk yapan tebasına doğa olayları (gelen gelgit) üzerinde hiçbir kontrolü olmadığını gösterir, bu da dünyevi gücün Tanrı’nın yüce gücüne kıyasla boş olduğunu açıklar. Hikâye sık sık, istenmeyen bir olayın “gelgitini durdurmaya çalışmanın” boşluğunun işaret edildiği bağlamlarda belirtilir.
[2] Büyük İlaç Şirketleri (Big Pharma) Komplo Teorisi, ilaç şirketlerinin, özellikle büyük şirketlerin, halk sağlığını hiçe sayarak kendi ürettikleri ilaçlarını satma odaklı olduklarını, hatta ilaç satabilmek için laboratuvarlarda hastalık üretildiğini savunan bir teoridir. Bu teoriye dayandırılarak da bu şirketler Big Pharma şirketleri diye anılabilmektedir.
[Jacobin’deki İngilizce orijinalinden Tankut Serttaş tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]