Enver Hoca’nın UKH içinde ülkesinin ve partisinin küçüklüğüyle ters orantılı bir yeri var. Bu, yalnız devrim gerçekleştirmiş bir önder olmasından dolayı değil, geri bir ülkede devrimi Lenin ve Stalin’in temsil ettiği Sovyet modeline uyarlama karalılığından dolayı da böyledir. Bununla birlikte uluslararası önemde katkıları olan bir komünist lider olan Enver Hoca, taraftarlarınca “Mao Zedung düşüncesi” ibaresini kullanan ortodoks Maoistler gibi “5.usta” statüsünde değerlendirilmemiştir...
ENVER HOCA (VE ANTONİO GRAMSCİ)
İkisi de nisan ayında, Enver Hoca 11 Nisan 1985’te, Antonio Gramsci 27 Nisan 1937’de hayata veda ettiler. Diğer bir ortak yanları da Arnavut olmalarıydı. Sardunya’da doğan İtalyan vatandaşı Gramsci aslen Arnavuttu, soyadı Arnavut kasabası Grameç’ten geliyordu.
İkisi de ülkelerinin ötesine ulaşan bir üne sahipler ve hala çok tartışılan önder kişilikler. Ortak yanları kadar zıtlıkları da var. İlki sertliği ve uzlaşmazlığı, İkincisi esnekliği ve uzlaşmalara kapı aralamasıyla eleştiriliyorlar.
Bu yazımızda Enver Hoca, gelecek yazımızda ise Antonio Gramsci üzerinde duracağız.
Küçük ülkenin büyük önderi Enver Hoca
16 Ekim 1908 tarihinde Cirokastra’da doğan Arnavutluk Sosyalist Halk Cumhuriyeti (ASHC) Başkanı ve Arnavutluk Emek Partisi (AEP) Genel Sekreteri Enver Hoca, 11 Nisan 1985 tarihinde hayata veda etti.
1980 öncesinde Türkiye sosyalistlerinin önemli bir kesimi, Uluslararası Komünist Hareket (UKH) içindeki bölünmelerde, Marksist-Leninist çizgiyi ve sosyalizmi temsil eden parti olarak Enver Hoca’nın başında bulunduğu AEP kampında saf tuttu. AEP, Avrupa’dan Asya’ya, Latin Amerika’dan Afrika’ya kadar çok sayıda komünist parti ve grup tarafından benimsenen ve görüşlerine önem verilen bir partiydi. “Reel sosyalist” denilen ülkelerdeki ve Arnavutluk’taki sistemsel çöküş sonrasında, 1980 öncesi takım tutma anlayışı kısmen değişti ve daha temkinli, görece daha nesnel ve olgun bir yaklaşım benimsendi. Buna rağmen bir uçta eski tutumunu sürdürerek tarafı oldukları parti ve liderlere toz kondurmayanlar, öteki uçta düne kadar hamasi övgülerle yücelttiklerini 180 derecelik bir dönüşle inkâr edenler var olmaya devam ediyorlar.
Bunu dikkate alarak bu yazımızda ölüm yıldönümü vesilesiyle andığımız AEP önderi Enver Hoca hakkında kabaca da olsa bir değerlendirme yapmaya çalışacağız.
Ulusal kurtuluş savaşının ve halk devriminin önderi
Osmanlı boyunduruğu altındaki Arnavutluk, bağımsızlığını 1912 yılında kazandı. 1925’te cumhurbaşkanı seçilen gerici diktatör Ahmet Zogo üç yıl sonra bir darbeyle kendini kral ilan etti. Zogo, İtalya ile İngiltere arasında denge politikası izleyen, ülkeyi açık diktatörlük yöntemiyle yöneten zalim bir monarktı. Yarı feodal bir tarım ülkesi olan Arnavutluk, Avrupa’nın en geri ülkesiydi.
Enver Hoca daha lisedeyken bir mitinge katıldığı gerekçesiyle hapse atıldı. Yüksek öğrenim görmek için gittiği Fransa’da Komünist Parti yayın organı Hümanite’de yazılar yazdı. 1936 yılında yurda döndükten sonra mezun olduğu lisede Fransızca öğretmenliği yaptığı sıra Korça Komünist Grubu’na katıldı. Arnavutluk’ta komünist gruplar birkaç parçaya bölünmüşlerdi. Faşist İtalya’nın işgaline karşı direniş örgütleme ihtiyacı hepsini birleşmeye zorladı. 1941 yılında anlaştılar ve partinin başına Enver Hoca’yı getirdiler.
7 Nisan 1939 tarihinde Arnavutluk faşist İtalya tarafından işgal edilince Kral Zogo ailesiyle birlikte ülkeden kaçtı. İşgale karşı mücadelenin başını komünistler çektiler. 8 Eylül 1943’te İtalya bir anlaşmayla yerini Almanya’ya terk etti. İki işgalci faşist gücü kovan silahlı partizan savaşının başında Enver Hoca bulunuyordu. Arnavutluk Komünist Partisi (AKP) önderliğinde yürütülen Milli Kurtuluş Savaşı ve radikal bir halk devrimiyle emperyalist işgalciler ve yerli egemen güçler yenildiler ve AKP’nin önderliğinde devrimci bir hükümet kuruldu. 14 Mart 1946 tarihinde kabul edilen bir anayasayla Halk Cumhuriyeti ilan edildi, başkanlığına da Enver Hoca getirildi. Arnavutluk, Doğu ve Orta Avrupa ülkelerinden farklı olarak, işgalden dış yardım almadan Arnavutluk Halk Ordusu ve Milli Kurtuluş Cephesi’nin kendi gücüyle kurtuldu.
***
Enver Hoca’nın yolu
Enver Hoca’nın UKH içinde ülkesinin ve partisinin küçüklüğüyle ters orantılı bir yeri var. Bu, yalnız devrim gerçekleştirmiş bir önder olmasından dolayı değil, geri bir ülkede devrimi Lenin ve Stalin’in temsil ettiği Sovyet modeline uyarlama karalılığından dolayı da böyledir. Bununla birlikte uluslararası önemde katkıları olan bir komünist lider olan Enver Hoca, taraftarlarınca “Mao Zedung düşüncesi” ibaresini kullanan ortodoks Maoistler gibi “5.usta” statüsünde değerlendirilmemiştir.
Bununla birlikte hasbelkader böyle bir gelenekten geldiği halde, gerek sosyalizmin ve proletarya diktatörlüğünün inşasında, gerekse Marksizm-Leninizm’in savunulmasında yanlış bir yol izlediğini ortaya koymaksızın, sonuçlardan hareketle Enver Hoca’yı dolaylı-dolaysız suçlayanlara rastlanıyor. Eskiden (hala da) Lenin’i eleştirmeye yüreği yetmeyenler işe Stalin’le başlarlardı, şimdilerde Stalin’i eleştirme cesareti gösteremeyenler Enver Hoca’yı (veya eşini, Arnavutluk sosyalizmini) hedef alarak aynı şeyi yapıyorlar.
Enver Hoca hayatı boyunca kendini Stalin’in öğrencisi olarak gördü ve Arnavutluk’ta Stalin adıyla özdeşleşmiş sosyalist inşa teori ve pratiğinin en ileri örneği olan Sovyet modelini uygulamaya çalıştı. Soğuk Savaş döneminin son Stalinistiydi, Doğu Avrupa KP’leri içinde Stalin’e onun kadar bağlı olanı yoktu. Daha 1945’te Moskova’daki Zafer Geçit Töreni’nde Sovyet liderliğinin yanı başındaydı. Sevgisini ve güvenini kazandığı Stalin’i ziyaret için sık sık Moskova’ya gitti, yakından tanıdığı SBKP Merkez Komitesi Politbürosu’nun toplantılarına katıldı. Demiryollarının, enerji santrallerinin inşasında, fabrikalar kurulmasında ve tarımın kolektifleştirilmesinde Sovyetler Birliği’nden büyük yardım gördü. Enver Hoca’nın Stalin’e bağlılığı kuru bir Stalin hayranlığı veya pragmatizm sonucu değildi, zamanın Marksizm-Leninizm’ini onun temsil ettiğini düşünüyordu.
Revizyonizmin uzlaşmaz düşmanı
Enver Hoca’nın öne çıkan özelliklerinin başında Stalin’in ölümünü kalk borusu belleyerek sindikleri kovuklarından fırlayan çeşitli renklerde revizyonistlere zamanında tavır alması ve ölünceye kadar Marksizm-Leninizm’i savunmakta ısrar etmesi gelir.
Bunlardan ilki, Arnavutluk üzerinde hegemonyacı emeller besleyen ve AKP içinde kendi yanlısı bir lobi oluşturan Titoculuktur. J.B.Tito’nun milliyetçi ve emperyalizmle uzlaşıcı yanlarına ilk bayrak açanlardan biri Enver Hoca ve yoldaşlarıdır. Yugoslavya’nın 1949 gibi erken bir zamanda sosyalist kamptan ayrılarak emperyalizme yanaşması ve “özyönetimci” bir yola girmesi ne kadar haklı olduklarını göstermiştir.
Jozef Stalin’in ölümünü anti-Stalinistlerden bilen Enver Hoca, Nikita Kruşçev’in SBKP 20. Kongresi’nde “kişilik kültü”nün eleştirisi adı altında Stalin’i mahkûm ettiği konuşması esnasında Çin Başbakanı Çu En Lay ile birlikte resmi kapanışı beklemeden toplantıdan ayrılmıştır. Bu tutumu ve Kruşçev’in anti-Leninist tezlerini eleştirmesi, SSCB ile ilişkilerin giderek kopmasına ve Enver Hoca’nın kitap ve yazılarının Rusça’ya çevrilmesinin yasaklanmasına yol açmıştır. Sosyalizmin ana kalesini kapitalist bir yola sokmakla kalmayıp, kendisine getirilen eleştiriler üzerine Arnavutluk’a ekonomik yardımı kesen ve Tito ile uzlaşan Kruşçev ile bağlarını koparan ilk parti AEP olmuştur.[1] 1961’de Sovyetler Birliği ile diplomatik ilişkilerini kesen Arnavutluk, 1962’de COMECON’dan, 1968’de de kurucularından olduğu Varşova Paktı’ndan çıkmıştır.
AEP, Kruşçev revizyonizminin Marksizm-Leninizm ve sosyalizm karşıtı çizgisine karşı kendisiyle aynı doğrultuda eleştiriler getiren Çin Komünist Partisi ile birlikte hareket etmiştir. Kruşçevcilerin kestiği ilaç, makine ve ekipman yardımını, 1961’den 1970’lerin ortalarına kadar ittifak ettiği Çin Halk Cumhuriyeti karşılamıştır. Ne var ki, Marksizm dışı bazı görüşlere sahip, kapitalist, gerici-faşist ülkelerle ilkesiz ilişkilere giren ve Deng Siao Ping öncülüğünde dış politikasını “Üç Dünya Teorisi” ekseninde kurgulayan Çin Komünist Partisi ile ilişkileri giderek bozulacaktır.[2] Türkiye’de acentalığını Aydınlık grubunun yaptığı, 1975’te piyasaya sürülür sürülmez mensup olduğum grup içinde ilk reddedeni olduğum ve birçok grubun Mao Zedung’dan uzaklaşmasına sebep olan “Üç Dünya” Teorisi, sosyalizm ile kapitalizm, proletarya ile burjuvazi, emperyalistler ile ezilen halklar arasındaki antagonist çelişkileri silen, ikinci derecedeki emperyalist ülkeleri ve çoğu işbirlikçi burjuvazi ve toprak ağaları egemenliğindeki faşist, gerici rejimleri sosyalizmin doğal müttefiki varsayan karşıdevrimci bir “teori”ydi.
Enver Hoca, Dimitrov gibi erken kaybedilenler haricinde, hemen tamamı Kruşçevci revizyonizme biat eden ve arkasından kapağı Avro-komünizme atan partilere karşı da açık ve kararlı bir tutum takındı. D. İbarruri, M. Thorez, P. Togliatti gibi Komintern çizgisindeki eski KP liderleri 1950’lerden sonra Stalin’i reddederek sözümona “kendine özgü bir sosyalizm yolu geliştirdikleri” bahanesiyle düzen içi reformist partilere dönüştüler.
Kruşçevciler, Titocular, Avro-komünistler, Çin revizyonistleri Marksizm-Leninizmsiz, kapitalizmle iç içe bir sosyalizm inşa etmek istiyorlardı. Enver Hoca’nın bunlarla ilgili eleştirel tahlilleri hala yol gösterici ve ufuk açıcıdır.
Arnavutluk hep yerinde mi saydı?
Arnavutluk’un 1900’lerin başında donup kaldığını, neredeyse hiçbir ilerleme kaydetmediğini, sonra da pat diye çöktüğünü ileri sürenler var. Bu hem yalan hem de göz göre göre yapılmış bir haksızlık. Denilen dönemde Arnavutluk, Osmanlı devletinin boyunduruğu altında feodal ilişkilerin ağır bastığı geri bir ülkeydi. Bağımsızlığını kazandıktan sonra gerici, demokrasi düşmanı bir kral tarafından yönetilmeye başlandı ve devrilinceye kadar kayda değer bir gelişme göstermedi. AKP önderliğinde gerçekleşen mücadeleyledir ki, işgalci İtalyan ve Alman faşistleri ülkeden kovulabildi. Kesintisiz olarak sosyalizme doğru ilerleyen devrim, kapitalistleri ve toprak ağalarını tasfiye ederek bütün sömürü biçimlerini ortadan kaldırdı. Sosyalizme geçişle birlikte Arnavutluk kapitalist yoldan ulaşamayacağı noktalara taşındı.
1945’ten 1985’e kadar geçen 40 yıl gibi kısa bir sürede Arnavutluk’un yüzyıllardır sömürge halkların kanını emerek semizleyen Hollanda, Belçika, İspanya, İtalya gibi bilmem kaç yüzyıllık sömürgeciler seviyesine ulaşacağını beklemek ayakları yere basmayan bir hayalciliktir. 1945 öncesi Arnavutluk sanayisi olmayan, atadan kalma ilkel yöntemlerle tarım yapan fakir bir ülkeydi. Kaldı ki sosyalist gelişmeyi sadece ekonomik gelişme düzeylerine bakarak ölçmek, tek yanlı, ekonomist-kalkınmacı bir görüştür. Bu doğru olsaydı, ekonomik seviyesi ABD, Almanya gibi ülkelerin hayli gerisinde kalan SSCB’de Lenin ve Stalin zamanında atılan adımları küçümsememiz gerekirdi.
Sovyet Rusya, Bulgaristan, Arnavutluk ya da Küba iktisadi gelişme dışında başka şeyler de yaptılar; gerici diktatörlükleri yendiler, emperyalizme ve uluslararası gericiliğe karşı mücadele eden halklara hem maddi destek sağladılar hem de onlara kurtuluş mücadelelerinde ilham kaynağı oldular. 1917 Ekim Devrimi olmasaydı 1945 devrimleri olmazdı, 1945 devrimleri olmasaydı Çin, Kuzey Kore, Küba, Vietnam, Kamboçya ve diğer devrimler de olmazdı. Şöyle demek daha doğru: Olsalar bile daha geri bir noktadan başlamak, el yordamıyla ilerlemek zorunda kalır veya doğarken boğulurlardı.
Diğer yandan, öteki sosyalist ülkeler gibi AEP işçilere, köylülere ve kafa emekçilerine çok şeyler kazandırdı. Arnavutluk halkı feodal, kapitalist ve emperyalist sömürüden kurtuldu. Devrim yapıldığında nüfusu bir buçuk milyonu aşmayan küçük bir ülkenin başkalarını sömürmeden tek başına ve kısa sürede ileri bir ağır sanayi ülkesi haline gelmesi mümkün değildi. Buna rağmen kısmen Stalin’in ve Çin’in yardımıyla, esas olarak da kendi çabalarıyla hafif ve ağır sanayi kurmayı başardı. İleri düzeyde olmasa da sanayileşmiş bir ülkeydi. Kendi imkanlarıyla otomobil, traktör, televizyon vb. üretiyor, çıkardığı madenleri işleyebiliyordu. Kendi çeliğini ve petrolünü kendi üretiyor, kurduğu hidroelektrik santraller sayesinde ürettiği elektriğin fazlasını ihraç ediyordu. Kolektifleştirilmiş tarım mekanize edilmiş, sulama sistemi ve sera kültürü gelişmişti.
Devrimden önce Arnavutluk halkının ezici çoğunluğu okuma yazma bilmezdi, 1980 yılına doğru ülkedeki cehalet tamamen ortadan kaldırıldı. Ortaokul ve liseler ülke çapına yayıldı. 1957’de ilk üniversite, 1972’de Bilimler Akademisi kuruldu. Eğitim ve sağlık tamamen parasızdı. Çok yüksek olan çocuk ölüm oranı en alt düzeye indirildi. 1930’larda Arnavutluk’ta ortalama insan ömrü 40 yılı aşmazken, 1980’li yıllara gelindiğinde bu 70’in üzerine çıkmıştı. Aile içi baskı ve eşitsizlikler kaldırılmış, kadının özgürleşmesi sağlanmıştı. Sinema, kütüphane, müze, basılan kitap sayısı eskisiyle kıyaslanamayacak kadar ilerideydi.
Enver Hoca, Paris Komünü’nün ilkesine uyarak bürokratizmin gelişmesine karşı önlemler aldı. Komünist parti temsilcilerinin ve memurların işçi ve köylülerin üzerinde ayrıcalıklara sahip olmalarına izin verilmiyordu. Memurların maaşları azaltılırken işçilerin ve çalışanların gelirleri yükseltiliyordu. Gelir vergisi daha 1960’ta kaldırılmıştı ki, dünyada dolaylı ya da dolaysız tek vergi vermeyen halk Arnavut halkıydı. İç ve dış borçsuz, krizsiz, enflasyonsuz, işsizi olmayan bir ülkeydi.
Karşıdevrim süreci
Enver Hoca öldüğü 1985 yılına kadar sosyalist toplumun inşasında ve proletarya diktatörlüğünün korunmasında Marksizm-Leninizm’in öngördüğü ilke ve kurallara bağlı kaldı. Emperyalistlere ve gericilere karşı mücadele etti, dünyadaki devrimci mücadeleleri ve devrimleri destekledi, komünist parti ve ilerici hareketlerle ilişkilerini geliştirdi ve onlarla dayanıştı. Bu, Enver Hoca ölünceye, ölümünden dört yıl sonra açık karşıdevrimciler safına geçen Ramiz Alia ve diğer dönekler iktidarı ele geçirip ASHC’yi kapitalist yola sürükleyinceye kadar devam etti.
AEP’nin ve sosyalist iktidarın liberal-bürokrat kesim tarafından devrilme sürecinde dönüm noktası, son Kruşçevci Gorbaçov’un ve COMECON ülkeleri liderlerinin yoluna dümen kıran, Enver Hoca’nın sözde dava arkadaşı ve takipçisi Ramiz Alia ile başlar. Kapitalizmi yeşerten reformist adımlar parti içindeki ve dışındaki muhalefete rağmen “Büyük Sıçrama” gibi tantanalı kampanyalarla devreye sokulmuştur. Dönek Alia 1986 ve 1989’da sabotörlerin, karşıdevrimcilerin ve istihbarat servisi ajanlarının dışarı çıkmasını sağlayan iki genel af çıkarmış, Yunanistan, Yugoslavya, İtalya ve Türkiye gibi ülkelerle ilkesiz ilişkiler geliştirmiştir. Kariyeristlerin, görevlerinden alınmış bürokratların, sicili bozukların, imtiyaz peşinde koşan çıkarcıların kovuklarından çıkmalarına göz yumulmuştur. Sözde reformlar üretimin aksamasına ve temel tüketim maddelerinin kötüleşmesine yol açmış, konut, ulaşım ve sağlık alanında aksaklıklar ortaya çıkmıştır. “Demokratikleşme” adına atılan adımlar partiyi ve devleti çöküşe sürükleyerek, yabancı güçlerin de provokasyonları ve yönlendirmesiyle iş sosyalizmin tasfiyesine kadar varmıştır.
Şubat 1991’de Enver Hoca’nın Tiran Meydanı’ndaki heykelinin yıkılmasına halk kitlesel gösterilerle tepki göstermiş, Ramiz Alia’yı hainlikle suçlamıştır. 31 Mart 1991 seçimlerinde halkın çoğunluğu sosyalizme sahip çıkmıştır. Sovyetler Birliği’ndeki gelişmelerle birlikte işler çığırından çıkacak ve AEP’in yasaklanmasına, Enver Hoca’nın eşinin ve oğlunun tutuklanmasına, bütün komünistlerin işten çıkarılmasına kadar varacaktır. Birçok komünist uydurma suçlamalarla tutuklanmış, işkenceye uğratılmış ya da kapatıldıkları hücrelerde öldürülmüştür.
1992’de iktidara gelen anti-komünist Sali Berişa muhalifi komünist bozması sosyalistleri acımasızca bastırdı. 1997 yılında Arnavut halkı Berişa diktatörlüğüne karşı tekrar ayaklandı. Bölünmüş ve dağınık haldeki, Enver Hoca’nın öğütlerini uygulamaktan aciz komünistler, buna önderlik edemeyince bir sonuç alınamamıştır. Bunu iç savaşa çevirerek artık “sosyalist olmuş komünistler”i tamamen ezmek isteyen Berişa, halkına bağlı askerler nedeniyle bunu başaramayacaktır.
Geriye dönüşten sonra
Sosyalizmin Arnavutluk halkına ne kazandırdığına bakmak yetmez, kapitalizme geri dönüşle birlikte nelerin kaybedildiğine de bakmak gerekir.
AB kapısında süründürülen ve NATO’ya üye yapılan (daha doğrusu korumaya alınan) Arnavutluk bağımsızlığını tamamen kaybetmiş ve emperyalizmin kölesi bir ülke haline gelmiştir. Süper devletlere bile posta koyan bir ülke için bu utanç verici bir durumdur.
Arnavutluk emperyalizmin yoğun ekonomik, mali ve ticari sömürüsü altındadır. Türedi yeni burjuvazi kamu kuruluşlarını ve mallarını aç kurtlar gibi yağmalamakla kalmamış, stratejik önemdeki alanları emperyalist şirketlere pazarlamıştır. Vekilleri, bakanları, polis şeflerini, acentacıları, vurguncuları, mafyayı içine alan yeni egemen sınıf lüks bir yaşantı sürdürürken, sefalet içindeki halk eski günlerini aramakta, tıpkı Rusya’da Stalin’e olduğu gibi anketlerde Enver Hoca en çok sevilen tarihsel şahsiyetler arasında yer almaktadır.
Bırakalım emperyalist ülkeleri Türkiye gibi bir ülkenin Arnavutluk’ta 300 şirketi vardır ve bunların yatırımları 3 milyar doları aşmaktadır.
Kan davası ve suç çeteleri elli yıl sonra yeniden hortlamış, mafya cirit atar hale gelmiştir. Bizzat Berişa “en kârlı bitkileri ekme” çağrısı yaparak narkotik bitki yetiştirilmesini ve uyuşturucu kullanımını teşvik etmiştir. Yolsuzluk, kaçakçılık, işsizlik had safhadadır. On binlerce işsiz genç kadın mafya tarafından turizm sektöründe ve Batı Avrupa’da fuhuşa sürüklenmiştir. Sayıları yarım milyonu bulan Arnavut, ucuz işgücü olarak Avrupa’ya taşınmıştır. Sosyalizmin kökünü kazıdığı sıtma, tüberkülöz, çocuk felci gibi hastalıklar yeniden nüksetmiştir.
Dünyanın tek ateist ülkesi iken, 1990’larda sadece İslamcıların değil, Katolik, Protestan, Yehova Şahitleri gibi misyoner gruplarının cirit attığı bir av alanı haline gelmiştir.
Direnme meselesi
Arnavutluk’ta sosyalizmin hiçbir direniş gösterilmeksizin pat diye yıkıldığı doğru değildir. Kaldı ki, bunu demeden önce şu soruların cevabı verilmelidir: Öldükten sonra Stalin’e saldıran ve parti çizgisini alenen değiştiren Kruşçev’e karşı ayaklanıldı mıydı? Ya da Çin, Vietnam ve diğerleri bugünkü hallerine nasıl geldiler? Demek ki, bunlar kapitalizme geri dönüş sorununun açıklanması ve derinlemesine araştırılması gereken, birçok tarihsel, ekonomik, siyasi, ideolojik, kültürel, ahlaki (vb.) sebepleri olan derin ve karmaşık mevzulardır. Soğuk Savaş yıllarını boydan boya mercek altına almadan, kendi öz gücünden ziyade güçler dengesine dayanarak ayakta duran küçük bir ülkeyi mahkûm etmek haksızlıktır.
Sovyetler Birliği’nde kapitalizme geri dönüş sürecinin ve Gorbaçov döneminde ani çöküşün birçok dış ve iç sebebi vardır. Bunların iç savaştan emperyalist ablukaya, sıcak savaştan (Alman işgali) Soğuk Savaş’a, CIA ve öteki gizli servislerin yıkıcı çabalarından yeşil kuşak stratejisine kadar uzun bir geçmişi vardır. İngiliz, Alman ve ABD emperyalizmleri öncülüğünde Sovyetler Birliği’ne ve öteki sosyalist ülkelere karşı yürütülen doludizgin askeri, ideolojik, siyasi, kültürel imha savaşını görmeyip, ülkelerin kolayca ve kendiliğinden çöktüklerini sanmak Soğuk Savaş’ın sıcak savaşları da içeren amansız bir karşıdevrim süreci olduğunu anlayamamaktır. Ağır dış tazyik ve topyekûn abluka, sınıfsal köken ve diğer nedenlerden kaynaklanan parti ve devlet içindeki yozlaşma, liberalleşme ve bürokratizm eğilimlerini hızlandırmış ve sosyal bünye en zayıf düştüğü anda yıkıcı tesirini göstermiştir.
Enver Hoca, bazıları gibi kapitalizme geri dönüş artık mümkün değildir demedi, her zaman dıştan ve içten gelebilecek tehlikelere dikkati çekti. Bu yüzden içten de destek bulabilecek bir işgal durumunda sosyalizmi ve ülkeyi koruma üzerine ideolojik, siyasi, askeri önlemler almaya çalıştı. Korunaklar inşa etmesi böyle bir durumda partizan savaşına geçebilmek içindi. Karşıdevrim kampında NATO bile devrimlere karşı böyle hazırlıklar (Gladyo) yapmıştı. Fakat gelişmeler beklendiği gibi olmadı. Arnavutluk gibi küçük bir ülke dünya devrim güçlerinin ağırlığıyla sağlanan uluslararası güç dengesi olmadan tek başına ayakta kalamazdı. Kaldı ki dünya sosyalizminin yenilgisinin çoklu sebeplerini daha derinlerde aramak gerekir.
Enver Hoca hatasız ve eksiksiz değildir
Enver Hoca’nın son 30 yılı, UKH ve sosyalist sistem içinde ML’den adım adım uzaklaşma ve kapitalist restorasyona yöneliş ile karakterize olan uluslararası bir döneme tekabül eder. Bir yandan eski sosyalist ülkelerdeki geriye dönüş süreci, bir yandan dünya devrimci hareketindeki yükseliş, bir yandan başını ABD’nin çektiği emperyalist Soğuk Savaş stratejisi. Enver Hoca’nın başında bulunduğu AEP’nin gerek erdemlerinin gerekse hata ve eksiklerinin anlaşılabilmesi için, dünya devrim dalgasının yıldan yıla düşüşünden yenilgiye evrilen bu sürecin (bağlamın) özelliklerinin dikkate alınması elzemdir.
Sosyalizm ve proletarya iktidarı yalnız ASHC’de yıkılmadı. Ondan çok daha önce Sovyetler Birliği ve Çin gibi devasa büyüklükteki ülkeler kapitalizme geri döndüler. AEP, eğer 1989’a kadar sosyalizmi ayakta tutulabildiyse, bu “reel sosyalist” denilen ülkeleri o noktaya götüren ideolojik, siyasi, ekonomik, kültürel, ahlaki süreçleri yakından gözlemlemesi ve bunlara karşı önlemler alması sayesinde olmuştur. Enver Hoca, Stalinciydi ama gözü kapalı bir Stalinci de değildi, SBKP gibi dev bir partinin Kruşçev gibi cücelerin avucuna düşmesinde, Stalin ölmeden önce bir kuluçka devresi geçirmelerinin rolü olduğunun farkındaydı. Bundan ders çıkararak teori, parti, devlet ve ekonomi alanında sapmalara karşı mücadele etti, önlemler aldı. Ne yazık ki buna rağmen Ramiz Alia gibiler parti içinde kendilerini saklamayı başardılar.[3]
Şüphesiz ki, Arnavutluk gibi sanayii ve proletaryası yok denecek kadar az, Avrupa’nın geri kalmış tarafında, imkanları kıt, geçmişten devraldığı entelektüel-kültürel birikimi oldukça zayıf, etrafı düşmanlarla çevrili bir ülkede, sosyalizmi inşa etmek ve ayakta kalmak zordur. Sosyalist toplumsal düzenin kapitalizmin ekonomik ve teknolojik olarak en çok geliştiği, sayıca kalabalık, örgütlenme ve bilinç düzeyi yüksek bir proletaryaya sahip ülkelerde kurulacağı öngörüsü Marx’tan beri bilinen bir şeydir. Ekim Devrimi’nin gerçekleştiği Rusya bile bu yönüyle Almanya gibi ülkelerin gerisindeydi, o yüzden Lenin umudunu Almanya gibi en gelişmiş ülkelerde kopacak devrimlere bağlamıştı. Rusya’yla kıyaslanamayacak gerilikteki, nesnel tabanı zayıf mı zayıf Arnavutluk’taysa, süreklilik arz eden devrimci dönüşümler esnasında parti ve devlet şahsında cisimleşmiş irade, örgütlenme ve bilinç unsuru fazla öne çıktı, özcesi sübjektif faktörler haddinden fazla zorlandı. Bu da ile yığınlar, proletarya diktatörlüğü ile parti diktatörlüğü, devlet ile halk arasındaki ilişkilerde aksaklıklar ve sorunlar yarattı.
Eğer Arnavutluk ekonomik geriliğini gidermeyi öne çıkararak muhtaç olduğu Sovyetler Birliği ve Çin’in yardımlarına 60’lardan, 70’lerden sonra da devam etse ilkelerinden ve doktrinden taviz vermiş olacak, tersini yapsa tek başına kalacak, kendi yağıyla kavrulmak zorunda kalacaktı. AEP ikinci yolu seçti. Böyle olunca da halkın refahı ve mutluluğu ne kadar ölçü alınırsa alınsın, ekonomik, sosyal, bilimsel, kültürel ihtiyaçlar yeterli ölçüde karşılanamadı. Bu, Afrika’nın veya Asya’nın ücra bir köşesinde değil, Avrupa’nın göbeğinde olunca kapitalist dünya ile arasındaki uçurum göze batar bir hal aldı. Sosyalizmin üretici güçlerin önündeki engelleri kaldırma, daha hızlı gelişme, Batı’dan daha ileri bir uygarlığı temsil etme iddiasıyla tezat oluşturuyordu.[4] SSCB ve Çin ile ilişkilerini kopardıktan sonra kendini kapitalist ülkeler kadar öteki revizyonist ülkelerden de izole eden Arnavutluk, geri dönüşe sürüklenen ülkelerin akıbetine düşmemek için kendi kendine yeterlilik politikası izlemek zorunda kaldı. Bu, onun zayıf karnıydı. Egemen bir ülke olarak kimseye boyun eğmek ve taviz vermek zorunda değildi ama öte yandan bu halktan sürekli fedakârlık istemeyi, parti ve devlet içinde ortaya çıkan uzlaşıcı unsurları acımasızca bastırmayı gerektiriyordu. Muhtemelen bu halk ve parti içinde alttan alta bir korku oluşturdu. Ayakta kalmasında kendi öz gücünün üstünde bir öneme sahip uluslararası güçler dengesi bozulup, dünya devrim güçleri gerilemeye başlayınca, dış destekli iç düşmanlar fırsatı ganimet bildiler.
Parti içi ayrılıklardaki katılık ve hoşgörüsüzlük öznel faktörün abartılmasından bağımsız değildir.[5] SBKP’de ta Lenin zamanında ortaya çıkan bu mesele kıldan ince kılıçtan keskin bir konudur. Partide, partizan savaşında ve devrimde ikinci adam durumundaki Mehmet Şehu gibi önemli görevler üslenmiş birinin intihar ettiğinin açıklanması ve ajan ilan edilmesi kuşku uyandırıcıdır. Bilgi sahibi olmadan sonuçlar üzerinden yargıda bulunmak çok doğru olmamakla birlikte, Mehmet Şehu’nun (Lin Biao’da olduğu gibi) ölümünün izahı zordur. Böylesine önemli şahsiyetler kısa ve inandırıcı olmayan açıklamalarla geçiştirilmemeliydi, ikna olabilmemiz açısından gerçek sebep, en azından savunduğu görüşler açıklanmalıydı. Partiye uzun yıllar hizmet etmiş insanlar hakkında bir suçlama yapılacaksa, somut belgelere dayanılarak ikna edici bir tarzda yapılmalıdır. Eğer öyle yapılmazsa parti içi çürükler taktik değiştirir, kraldan fazla kralcı görünme yöntemini uygular, fırsatını bulunca da Kruşçev, Ramiz Alia gibi partiyi arkadan hançerlerler.
Bir başka konu Müslüman kökenlilerin çoğunlukta olduğu ASHC anayasasında devletin “ateist” olarak tanımlanmasıdır. İslam dini, toplumun tüm yaşam alanlarına “çözüm” sunan sosyalizm karşıtı bir ideolojidir. Özellikle sosyalizmin ileri aşamalarında dini ideolojinin, kültür ve geleneklerin, tören ve alışkanlıkların kalıntılarına karşı topyekûn bir mücadele yürütmek önemli ve zorunludur. Ancak orta çağ ilişkilerinden kopalı yarım asır bile geçmemiş Arnavutluk toplumunda dindarlığın tezahürlerine karşı mücadelede katı ve acele bir tutum takınıldığına dair belirtiler vardır. Başta Sovyetler Birliği olmak üzere bütün eski sosyalist ülkelerde kapitalizme geri dönüldükten sonra dinin sanki sosyalist aydınlanma sürecinden geçilmemiş gibi tahminlerin kat kat üstünde bir hortlamayla sonuçlanması, bu konunun tıpkı kadın ve ulus sorunlarında olduğu gibi, uzun vadeli bir sorun olarak düşünülmesi ve daha sabırlı bir mücadele yürütülmesi gerektiğini gösteriyor.
Arnavutluk ve Enver Hoca hakkında söylenebilecek şeyler bunlarla sınırlı değildir, daha genişletilebilir. Şahsen daha ileri ve geniş eleştiri için yeterli kaynağa sahip olmadığımı da itiraf etmeliyim. Buna dışarı yansıtılmayıp arşivlerde saklı tutulanları da katıyorum.
Ama, sadece Arnavutluk için değil bütün devrim yapmış ülkeler hakkında hüküm verirken, hakkaniyetli davranmak, kimseyi bir kaşık suda boğmaya kalkmamak, eleştirirken ölçüp biçerek ve düşmanın cephaneliğine mermi taşımadan, ekmeğine yağ sürmeden yapmak sorumluluğumuz vardır. Hem sosyalizmin uluslararası mirasını korumak hem de 1970’lerin takım tutma ve kolay “ötekileştirme” zihniyetinden uzaklaşmak için buna gereklilik vardır. (YAŞAR AYAŞLI - SENDİKA.ORG)
Dipnotlar:
[1] Daha önce AKP iken, Arnavutluk halkının işçi sınıfı ayağı zayıf bileşenini dikkate alan Stalin’in tavsiyesi üzerine adını AEP olarak değiştirmiştir.
[2] Etraflı bir konu olup zincirleme tasfiyelerle Çin’de revizyonizme atak yaptıran faktörlerin perde arkasını fazla bilmiyoruz. Örneğin Çin Genel Kurmay Başkanı Lin Biao’nun kaçarken uçağının düş(ürül)mesi sonucu öldüğünün açıklanması, “Dörtlü Çete” diye adlandırılan fraksiyonun tasfiyesi, kapitalizme yönelik reformları ve sınıflar üstü söylemleriyle dikkati çeken Deng Hsiao Ping’in yükselmesi vs.
[3]Bundan dolayı, sosyalizmin büyük yenilgisiyle yüzleşmeyi sadece tek tek ülkeler, partiler, önderlerle sınırlamayıp, meseleyi evrensel düzeyde ele almak gerekiyor.
[4] Kapitalist Batı’da kural halkın genel refah düzeyi değil reklamlarla uyarılan haz, tüketim ve marka çılgınlığıdır. Ayaklarını yorganına göre uzatan Arnavutluk’taysa durum tersidir. Örneğin lüks tüketim sayılabilecek araba, piyano gibi mallara sahip olmak yasaktı. Böylesi alanlarda kapitalist sistem ile sosyalist sistem arasında bir uçurum oluştu. Gerçekte hiçbir ilginç ve kayda değer özelliği olmayan Coca-Cola, McDonald’s ve kot pantolon “reel sosyalist” ülkelerde nimetten sayılıp, refah ve özgürlük simgesi olarak algılanabildi.
[5] Bu partiler arası ayrılıklarda da görülebilir. Mao Zedung’un ve Çin devriminin eleştirilecek birçok yanı olmasına rağmen, Enver Hoca bunu fazla ileri götürmüş ve devrimin büyüklüğünü küçültücü nitelemelerde bulunmuştur.
ENVER HOCA (VE ANTONİO GRAMSCİ)
İkisi de nisan ayında, Enver Hoca 11 Nisan 1985’te, Antonio Gramsci 27 Nisan 1937’de hayata veda ettiler. Diğer bir ortak yanları da Arnavut olmalarıydı. Sardunya’da doğan İtalyan vatandaşı Gramsci aslen Arnavuttu, soyadı Arnavut kasabası Grameç’ten geliyordu.
İkisi de ülkelerinin ötesine ulaşan bir üne sahipler ve hala çok tartışılan önder kişilikler. Ortak yanları kadar zıtlıkları da var. İlki sertliği ve uzlaşmazlığı, İkincisi esnekliği ve uzlaşmalara kapı aralamasıyla eleştiriliyorlar.
Bu yazımızda Enver Hoca, gelecek yazımızda ise Antonio Gramsci üzerinde duracağız.
Küçük ülkenin büyük önderi Enver Hoca
16 Ekim 1908 tarihinde Cirokastra’da doğan Arnavutluk Sosyalist Halk Cumhuriyeti (ASHC) Başkanı ve Arnavutluk Emek Partisi (AEP) Genel Sekreteri Enver Hoca, 11 Nisan 1985 tarihinde hayata veda etti.
1980 öncesinde Türkiye sosyalistlerinin önemli bir kesimi, Uluslararası Komünist Hareket (UKH) içindeki bölünmelerde, Marksist-Leninist çizgiyi ve sosyalizmi temsil eden parti olarak Enver Hoca’nın başında bulunduğu AEP kampında saf tuttu. AEP, Avrupa’dan Asya’ya, Latin Amerika’dan Afrika’ya kadar çok sayıda komünist parti ve grup tarafından benimsenen ve görüşlerine önem verilen bir partiydi. “Reel sosyalist” denilen ülkelerdeki ve Arnavutluk’taki sistemsel çöküş sonrasında, 1980 öncesi takım tutma anlayışı kısmen değişti ve daha temkinli, görece daha nesnel ve olgun bir yaklaşım benimsendi. Buna rağmen bir uçta eski tutumunu sürdürerek tarafı oldukları parti ve liderlere toz kondurmayanlar, öteki uçta düne kadar hamasi övgülerle yücelttiklerini 180 derecelik bir dönüşle inkâr edenler var olmaya devam ediyorlar.
Bunu dikkate alarak bu yazımızda ölüm yıldönümü vesilesiyle andığımız AEP önderi Enver Hoca hakkında kabaca da olsa bir değerlendirme yapmaya çalışacağız.
Ulusal kurtuluş savaşının ve halk devriminin önderi
Osmanlı boyunduruğu altındaki Arnavutluk, bağımsızlığını 1912 yılında kazandı. 1925’te cumhurbaşkanı seçilen gerici diktatör Ahmet Zogo üç yıl sonra bir darbeyle kendini kral ilan etti. Zogo, İtalya ile İngiltere arasında denge politikası izleyen, ülkeyi açık diktatörlük yöntemiyle yöneten zalim bir monarktı. Yarı feodal bir tarım ülkesi olan Arnavutluk, Avrupa’nın en geri ülkesiydi.
Enver Hoca daha lisedeyken bir mitinge katıldığı gerekçesiyle hapse atıldı. Yüksek öğrenim görmek için gittiği Fransa’da Komünist Parti yayın organı Hümanite’de yazılar yazdı. 1936 yılında yurda döndükten sonra mezun olduğu lisede Fransızca öğretmenliği yaptığı sıra Korça Komünist Grubu’na katıldı. Arnavutluk’ta komünist gruplar birkaç parçaya bölünmüşlerdi. Faşist İtalya’nın işgaline karşı direniş örgütleme ihtiyacı hepsini birleşmeye zorladı. 1941 yılında anlaştılar ve partinin başına Enver Hoca’yı getirdiler.
7 Nisan 1939 tarihinde Arnavutluk faşist İtalya tarafından işgal edilince Kral Zogo ailesiyle birlikte ülkeden kaçtı. İşgale karşı mücadelenin başını komünistler çektiler. 8 Eylül 1943’te İtalya bir anlaşmayla yerini Almanya’ya terk etti. İki işgalci faşist gücü kovan silahlı partizan savaşının başında Enver Hoca bulunuyordu. Arnavutluk Komünist Partisi (AKP) önderliğinde yürütülen Milli Kurtuluş Savaşı ve radikal bir halk devrimiyle emperyalist işgalciler ve yerli egemen güçler yenildiler ve AKP’nin önderliğinde devrimci bir hükümet kuruldu. 14 Mart 1946 tarihinde kabul edilen bir anayasayla Halk Cumhuriyeti ilan edildi, başkanlığına da Enver Hoca getirildi. Arnavutluk, Doğu ve Orta Avrupa ülkelerinden farklı olarak, işgalden dış yardım almadan Arnavutluk Halk Ordusu ve Milli Kurtuluş Cephesi’nin kendi gücüyle kurtuldu.
***
Enver Hoca’nın yolu
Enver Hoca’nın UKH içinde ülkesinin ve partisinin küçüklüğüyle ters orantılı bir yeri var. Bu, yalnız devrim gerçekleştirmiş bir önder olmasından dolayı değil, geri bir ülkede devrimi Lenin ve Stalin’in temsil ettiği Sovyet modeline uyarlama karalılığından dolayı da böyledir. Bununla birlikte uluslararası önemde katkıları olan bir komünist lider olan Enver Hoca, taraftarlarınca “Mao Zedung düşüncesi” ibaresini kullanan ortodoks Maoistler gibi “5.usta” statüsünde değerlendirilmemiştir.
Bununla birlikte hasbelkader böyle bir gelenekten geldiği halde, gerek sosyalizmin ve proletarya diktatörlüğünün inşasında, gerekse Marksizm-Leninizm’in savunulmasında yanlış bir yol izlediğini ortaya koymaksızın, sonuçlardan hareketle Enver Hoca’yı dolaylı-dolaysız suçlayanlara rastlanıyor. Eskiden (hala da) Lenin’i eleştirmeye yüreği yetmeyenler işe Stalin’le başlarlardı, şimdilerde Stalin’i eleştirme cesareti gösteremeyenler Enver Hoca’yı (veya eşini, Arnavutluk sosyalizmini) hedef alarak aynı şeyi yapıyorlar.
Enver Hoca hayatı boyunca kendini Stalin’in öğrencisi olarak gördü ve Arnavutluk’ta Stalin adıyla özdeşleşmiş sosyalist inşa teori ve pratiğinin en ileri örneği olan Sovyet modelini uygulamaya çalıştı. Soğuk Savaş döneminin son Stalinistiydi, Doğu Avrupa KP’leri içinde Stalin’e onun kadar bağlı olanı yoktu. Daha 1945’te Moskova’daki Zafer Geçit Töreni’nde Sovyet liderliğinin yanı başındaydı. Sevgisini ve güvenini kazandığı Stalin’i ziyaret için sık sık Moskova’ya gitti, yakından tanıdığı SBKP Merkez Komitesi Politbürosu’nun toplantılarına katıldı. Demiryollarının, enerji santrallerinin inşasında, fabrikalar kurulmasında ve tarımın kolektifleştirilmesinde Sovyetler Birliği’nden büyük yardım gördü. Enver Hoca’nın Stalin’e bağlılığı kuru bir Stalin hayranlığı veya pragmatizm sonucu değildi, zamanın Marksizm-Leninizm’ini onun temsil ettiğini düşünüyordu.
Revizyonizmin uzlaşmaz düşmanı
Enver Hoca’nın öne çıkan özelliklerinin başında Stalin’in ölümünü kalk borusu belleyerek sindikleri kovuklarından fırlayan çeşitli renklerde revizyonistlere zamanında tavır alması ve ölünceye kadar Marksizm-Leninizm’i savunmakta ısrar etmesi gelir.
Bunlardan ilki, Arnavutluk üzerinde hegemonyacı emeller besleyen ve AKP içinde kendi yanlısı bir lobi oluşturan Titoculuktur. J.B.Tito’nun milliyetçi ve emperyalizmle uzlaşıcı yanlarına ilk bayrak açanlardan biri Enver Hoca ve yoldaşlarıdır. Yugoslavya’nın 1949 gibi erken bir zamanda sosyalist kamptan ayrılarak emperyalizme yanaşması ve “özyönetimci” bir yola girmesi ne kadar haklı olduklarını göstermiştir.
Jozef Stalin’in ölümünü anti-Stalinistlerden bilen Enver Hoca, Nikita Kruşçev’in SBKP 20. Kongresi’nde “kişilik kültü”nün eleştirisi adı altında Stalin’i mahkûm ettiği konuşması esnasında Çin Başbakanı Çu En Lay ile birlikte resmi kapanışı beklemeden toplantıdan ayrılmıştır. Bu tutumu ve Kruşçev’in anti-Leninist tezlerini eleştirmesi, SSCB ile ilişkilerin giderek kopmasına ve Enver Hoca’nın kitap ve yazılarının Rusça’ya çevrilmesinin yasaklanmasına yol açmıştır. Sosyalizmin ana kalesini kapitalist bir yola sokmakla kalmayıp, kendisine getirilen eleştiriler üzerine Arnavutluk’a ekonomik yardımı kesen ve Tito ile uzlaşan Kruşçev ile bağlarını koparan ilk parti AEP olmuştur.[1] 1961’de Sovyetler Birliği ile diplomatik ilişkilerini kesen Arnavutluk, 1962’de COMECON’dan, 1968’de de kurucularından olduğu Varşova Paktı’ndan çıkmıştır.
AEP, Kruşçev revizyonizminin Marksizm-Leninizm ve sosyalizm karşıtı çizgisine karşı kendisiyle aynı doğrultuda eleştiriler getiren Çin Komünist Partisi ile birlikte hareket etmiştir. Kruşçevcilerin kestiği ilaç, makine ve ekipman yardımını, 1961’den 1970’lerin ortalarına kadar ittifak ettiği Çin Halk Cumhuriyeti karşılamıştır. Ne var ki, Marksizm dışı bazı görüşlere sahip, kapitalist, gerici-faşist ülkelerle ilkesiz ilişkilere giren ve Deng Siao Ping öncülüğünde dış politikasını “Üç Dünya Teorisi” ekseninde kurgulayan Çin Komünist Partisi ile ilişkileri giderek bozulacaktır.[2] Türkiye’de acentalığını Aydınlık grubunun yaptığı, 1975’te piyasaya sürülür sürülmez mensup olduğum grup içinde ilk reddedeni olduğum ve birçok grubun Mao Zedung’dan uzaklaşmasına sebep olan “Üç Dünya” Teorisi, sosyalizm ile kapitalizm, proletarya ile burjuvazi, emperyalistler ile ezilen halklar arasındaki antagonist çelişkileri silen, ikinci derecedeki emperyalist ülkeleri ve çoğu işbirlikçi burjuvazi ve toprak ağaları egemenliğindeki faşist, gerici rejimleri sosyalizmin doğal müttefiki varsayan karşıdevrimci bir “teori”ydi.
Enver Hoca, Dimitrov gibi erken kaybedilenler haricinde, hemen tamamı Kruşçevci revizyonizme biat eden ve arkasından kapağı Avro-komünizme atan partilere karşı da açık ve kararlı bir tutum takındı. D. İbarruri, M. Thorez, P. Togliatti gibi Komintern çizgisindeki eski KP liderleri 1950’lerden sonra Stalin’i reddederek sözümona “kendine özgü bir sosyalizm yolu geliştirdikleri” bahanesiyle düzen içi reformist partilere dönüştüler.
Kruşçevciler, Titocular, Avro-komünistler, Çin revizyonistleri Marksizm-Leninizmsiz, kapitalizmle iç içe bir sosyalizm inşa etmek istiyorlardı. Enver Hoca’nın bunlarla ilgili eleştirel tahlilleri hala yol gösterici ve ufuk açıcıdır.
Arnavutluk hep yerinde mi saydı?
Arnavutluk’un 1900’lerin başında donup kaldığını, neredeyse hiçbir ilerleme kaydetmediğini, sonra da pat diye çöktüğünü ileri sürenler var. Bu hem yalan hem de göz göre göre yapılmış bir haksızlık. Denilen dönemde Arnavutluk, Osmanlı devletinin boyunduruğu altında feodal ilişkilerin ağır bastığı geri bir ülkeydi. Bağımsızlığını kazandıktan sonra gerici, demokrasi düşmanı bir kral tarafından yönetilmeye başlandı ve devrilinceye kadar kayda değer bir gelişme göstermedi. AKP önderliğinde gerçekleşen mücadeleyledir ki, işgalci İtalyan ve Alman faşistleri ülkeden kovulabildi. Kesintisiz olarak sosyalizme doğru ilerleyen devrim, kapitalistleri ve toprak ağalarını tasfiye ederek bütün sömürü biçimlerini ortadan kaldırdı. Sosyalizme geçişle birlikte Arnavutluk kapitalist yoldan ulaşamayacağı noktalara taşındı.
1945’ten 1985’e kadar geçen 40 yıl gibi kısa bir sürede Arnavutluk’un yüzyıllardır sömürge halkların kanını emerek semizleyen Hollanda, Belçika, İspanya, İtalya gibi bilmem kaç yüzyıllık sömürgeciler seviyesine ulaşacağını beklemek ayakları yere basmayan bir hayalciliktir. 1945 öncesi Arnavutluk sanayisi olmayan, atadan kalma ilkel yöntemlerle tarım yapan fakir bir ülkeydi. Kaldı ki sosyalist gelişmeyi sadece ekonomik gelişme düzeylerine bakarak ölçmek, tek yanlı, ekonomist-kalkınmacı bir görüştür. Bu doğru olsaydı, ekonomik seviyesi ABD, Almanya gibi ülkelerin hayli gerisinde kalan SSCB’de Lenin ve Stalin zamanında atılan adımları küçümsememiz gerekirdi.
Sovyet Rusya, Bulgaristan, Arnavutluk ya da Küba iktisadi gelişme dışında başka şeyler de yaptılar; gerici diktatörlükleri yendiler, emperyalizme ve uluslararası gericiliğe karşı mücadele eden halklara hem maddi destek sağladılar hem de onlara kurtuluş mücadelelerinde ilham kaynağı oldular. 1917 Ekim Devrimi olmasaydı 1945 devrimleri olmazdı, 1945 devrimleri olmasaydı Çin, Kuzey Kore, Küba, Vietnam, Kamboçya ve diğer devrimler de olmazdı. Şöyle demek daha doğru: Olsalar bile daha geri bir noktadan başlamak, el yordamıyla ilerlemek zorunda kalır veya doğarken boğulurlardı.
Diğer yandan, öteki sosyalist ülkeler gibi AEP işçilere, köylülere ve kafa emekçilerine çok şeyler kazandırdı. Arnavutluk halkı feodal, kapitalist ve emperyalist sömürüden kurtuldu. Devrim yapıldığında nüfusu bir buçuk milyonu aşmayan küçük bir ülkenin başkalarını sömürmeden tek başına ve kısa sürede ileri bir ağır sanayi ülkesi haline gelmesi mümkün değildi. Buna rağmen kısmen Stalin’in ve Çin’in yardımıyla, esas olarak da kendi çabalarıyla hafif ve ağır sanayi kurmayı başardı. İleri düzeyde olmasa da sanayileşmiş bir ülkeydi. Kendi imkanlarıyla otomobil, traktör, televizyon vb. üretiyor, çıkardığı madenleri işleyebiliyordu. Kendi çeliğini ve petrolünü kendi üretiyor, kurduğu hidroelektrik santraller sayesinde ürettiği elektriğin fazlasını ihraç ediyordu. Kolektifleştirilmiş tarım mekanize edilmiş, sulama sistemi ve sera kültürü gelişmişti.
Devrimden önce Arnavutluk halkının ezici çoğunluğu okuma yazma bilmezdi, 1980 yılına doğru ülkedeki cehalet tamamen ortadan kaldırıldı. Ortaokul ve liseler ülke çapına yayıldı. 1957’de ilk üniversite, 1972’de Bilimler Akademisi kuruldu. Eğitim ve sağlık tamamen parasızdı. Çok yüksek olan çocuk ölüm oranı en alt düzeye indirildi. 1930’larda Arnavutluk’ta ortalama insan ömrü 40 yılı aşmazken, 1980’li yıllara gelindiğinde bu 70’in üzerine çıkmıştı. Aile içi baskı ve eşitsizlikler kaldırılmış, kadının özgürleşmesi sağlanmıştı. Sinema, kütüphane, müze, basılan kitap sayısı eskisiyle kıyaslanamayacak kadar ilerideydi.
Enver Hoca, Paris Komünü’nün ilkesine uyarak bürokratizmin gelişmesine karşı önlemler aldı. Komünist parti temsilcilerinin ve memurların işçi ve köylülerin üzerinde ayrıcalıklara sahip olmalarına izin verilmiyordu. Memurların maaşları azaltılırken işçilerin ve çalışanların gelirleri yükseltiliyordu. Gelir vergisi daha 1960’ta kaldırılmıştı ki, dünyada dolaylı ya da dolaysız tek vergi vermeyen halk Arnavut halkıydı. İç ve dış borçsuz, krizsiz, enflasyonsuz, işsizi olmayan bir ülkeydi.
Karşıdevrim süreci
Enver Hoca öldüğü 1985 yılına kadar sosyalist toplumun inşasında ve proletarya diktatörlüğünün korunmasında Marksizm-Leninizm’in öngördüğü ilke ve kurallara bağlı kaldı. Emperyalistlere ve gericilere karşı mücadele etti, dünyadaki devrimci mücadeleleri ve devrimleri destekledi, komünist parti ve ilerici hareketlerle ilişkilerini geliştirdi ve onlarla dayanıştı. Bu, Enver Hoca ölünceye, ölümünden dört yıl sonra açık karşıdevrimciler safına geçen Ramiz Alia ve diğer dönekler iktidarı ele geçirip ASHC’yi kapitalist yola sürükleyinceye kadar devam etti.
AEP’nin ve sosyalist iktidarın liberal-bürokrat kesim tarafından devrilme sürecinde dönüm noktası, son Kruşçevci Gorbaçov’un ve COMECON ülkeleri liderlerinin yoluna dümen kıran, Enver Hoca’nın sözde dava arkadaşı ve takipçisi Ramiz Alia ile başlar. Kapitalizmi yeşerten reformist adımlar parti içindeki ve dışındaki muhalefete rağmen “Büyük Sıçrama” gibi tantanalı kampanyalarla devreye sokulmuştur. Dönek Alia 1986 ve 1989’da sabotörlerin, karşıdevrimcilerin ve istihbarat servisi ajanlarının dışarı çıkmasını sağlayan iki genel af çıkarmış, Yunanistan, Yugoslavya, İtalya ve Türkiye gibi ülkelerle ilkesiz ilişkiler geliştirmiştir. Kariyeristlerin, görevlerinden alınmış bürokratların, sicili bozukların, imtiyaz peşinde koşan çıkarcıların kovuklarından çıkmalarına göz yumulmuştur. Sözde reformlar üretimin aksamasına ve temel tüketim maddelerinin kötüleşmesine yol açmış, konut, ulaşım ve sağlık alanında aksaklıklar ortaya çıkmıştır. “Demokratikleşme” adına atılan adımlar partiyi ve devleti çöküşe sürükleyerek, yabancı güçlerin de provokasyonları ve yönlendirmesiyle iş sosyalizmin tasfiyesine kadar varmıştır.
Şubat 1991’de Enver Hoca’nın Tiran Meydanı’ndaki heykelinin yıkılmasına halk kitlesel gösterilerle tepki göstermiş, Ramiz Alia’yı hainlikle suçlamıştır. 31 Mart 1991 seçimlerinde halkın çoğunluğu sosyalizme sahip çıkmıştır. Sovyetler Birliği’ndeki gelişmelerle birlikte işler çığırından çıkacak ve AEP’in yasaklanmasına, Enver Hoca’nın eşinin ve oğlunun tutuklanmasına, bütün komünistlerin işten çıkarılmasına kadar varacaktır. Birçok komünist uydurma suçlamalarla tutuklanmış, işkenceye uğratılmış ya da kapatıldıkları hücrelerde öldürülmüştür.
1992’de iktidara gelen anti-komünist Sali Berişa muhalifi komünist bozması sosyalistleri acımasızca bastırdı. 1997 yılında Arnavut halkı Berişa diktatörlüğüne karşı tekrar ayaklandı. Bölünmüş ve dağınık haldeki, Enver Hoca’nın öğütlerini uygulamaktan aciz komünistler, buna önderlik edemeyince bir sonuç alınamamıştır. Bunu iç savaşa çevirerek artık “sosyalist olmuş komünistler”i tamamen ezmek isteyen Berişa, halkına bağlı askerler nedeniyle bunu başaramayacaktır.
Geriye dönüşten sonra
Sosyalizmin Arnavutluk halkına ne kazandırdığına bakmak yetmez, kapitalizme geri dönüşle birlikte nelerin kaybedildiğine de bakmak gerekir.
AB kapısında süründürülen ve NATO’ya üye yapılan (daha doğrusu korumaya alınan) Arnavutluk bağımsızlığını tamamen kaybetmiş ve emperyalizmin kölesi bir ülke haline gelmiştir. Süper devletlere bile posta koyan bir ülke için bu utanç verici bir durumdur.
Arnavutluk emperyalizmin yoğun ekonomik, mali ve ticari sömürüsü altındadır. Türedi yeni burjuvazi kamu kuruluşlarını ve mallarını aç kurtlar gibi yağmalamakla kalmamış, stratejik önemdeki alanları emperyalist şirketlere pazarlamıştır. Vekilleri, bakanları, polis şeflerini, acentacıları, vurguncuları, mafyayı içine alan yeni egemen sınıf lüks bir yaşantı sürdürürken, sefalet içindeki halk eski günlerini aramakta, tıpkı Rusya’da Stalin’e olduğu gibi anketlerde Enver Hoca en çok sevilen tarihsel şahsiyetler arasında yer almaktadır.
Bırakalım emperyalist ülkeleri Türkiye gibi bir ülkenin Arnavutluk’ta 300 şirketi vardır ve bunların yatırımları 3 milyar doları aşmaktadır.
Kan davası ve suç çeteleri elli yıl sonra yeniden hortlamış, mafya cirit atar hale gelmiştir. Bizzat Berişa “en kârlı bitkileri ekme” çağrısı yaparak narkotik bitki yetiştirilmesini ve uyuşturucu kullanımını teşvik etmiştir. Yolsuzluk, kaçakçılık, işsizlik had safhadadır. On binlerce işsiz genç kadın mafya tarafından turizm sektöründe ve Batı Avrupa’da fuhuşa sürüklenmiştir. Sayıları yarım milyonu bulan Arnavut, ucuz işgücü olarak Avrupa’ya taşınmıştır. Sosyalizmin kökünü kazıdığı sıtma, tüberkülöz, çocuk felci gibi hastalıklar yeniden nüksetmiştir.
Dünyanın tek ateist ülkesi iken, 1990’larda sadece İslamcıların değil, Katolik, Protestan, Yehova Şahitleri gibi misyoner gruplarının cirit attığı bir av alanı haline gelmiştir.
Direnme meselesi
Arnavutluk’ta sosyalizmin hiçbir direniş gösterilmeksizin pat diye yıkıldığı doğru değildir. Kaldı ki, bunu demeden önce şu soruların cevabı verilmelidir: Öldükten sonra Stalin’e saldıran ve parti çizgisini alenen değiştiren Kruşçev’e karşı ayaklanıldı mıydı? Ya da Çin, Vietnam ve diğerleri bugünkü hallerine nasıl geldiler? Demek ki, bunlar kapitalizme geri dönüş sorununun açıklanması ve derinlemesine araştırılması gereken, birçok tarihsel, ekonomik, siyasi, ideolojik, kültürel, ahlaki (vb.) sebepleri olan derin ve karmaşık mevzulardır. Soğuk Savaş yıllarını boydan boya mercek altına almadan, kendi öz gücünden ziyade güçler dengesine dayanarak ayakta duran küçük bir ülkeyi mahkûm etmek haksızlıktır.
Sovyetler Birliği’nde kapitalizme geri dönüş sürecinin ve Gorbaçov döneminde ani çöküşün birçok dış ve iç sebebi vardır. Bunların iç savaştan emperyalist ablukaya, sıcak savaştan (Alman işgali) Soğuk Savaş’a, CIA ve öteki gizli servislerin yıkıcı çabalarından yeşil kuşak stratejisine kadar uzun bir geçmişi vardır. İngiliz, Alman ve ABD emperyalizmleri öncülüğünde Sovyetler Birliği’ne ve öteki sosyalist ülkelere karşı yürütülen doludizgin askeri, ideolojik, siyasi, kültürel imha savaşını görmeyip, ülkelerin kolayca ve kendiliğinden çöktüklerini sanmak Soğuk Savaş’ın sıcak savaşları da içeren amansız bir karşıdevrim süreci olduğunu anlayamamaktır. Ağır dış tazyik ve topyekûn abluka, sınıfsal köken ve diğer nedenlerden kaynaklanan parti ve devlet içindeki yozlaşma, liberalleşme ve bürokratizm eğilimlerini hızlandırmış ve sosyal bünye en zayıf düştüğü anda yıkıcı tesirini göstermiştir.
Enver Hoca, bazıları gibi kapitalizme geri dönüş artık mümkün değildir demedi, her zaman dıştan ve içten gelebilecek tehlikelere dikkati çekti. Bu yüzden içten de destek bulabilecek bir işgal durumunda sosyalizmi ve ülkeyi koruma üzerine ideolojik, siyasi, askeri önlemler almaya çalıştı. Korunaklar inşa etmesi böyle bir durumda partizan savaşına geçebilmek içindi. Karşıdevrim kampında NATO bile devrimlere karşı böyle hazırlıklar (Gladyo) yapmıştı. Fakat gelişmeler beklendiği gibi olmadı. Arnavutluk gibi küçük bir ülke dünya devrim güçlerinin ağırlığıyla sağlanan uluslararası güç dengesi olmadan tek başına ayakta kalamazdı. Kaldı ki dünya sosyalizminin yenilgisinin çoklu sebeplerini daha derinlerde aramak gerekir.
Enver Hoca hatasız ve eksiksiz değildir
Enver Hoca’nın son 30 yılı, UKH ve sosyalist sistem içinde ML’den adım adım uzaklaşma ve kapitalist restorasyona yöneliş ile karakterize olan uluslararası bir döneme tekabül eder. Bir yandan eski sosyalist ülkelerdeki geriye dönüş süreci, bir yandan dünya devrimci hareketindeki yükseliş, bir yandan başını ABD’nin çektiği emperyalist Soğuk Savaş stratejisi. Enver Hoca’nın başında bulunduğu AEP’nin gerek erdemlerinin gerekse hata ve eksiklerinin anlaşılabilmesi için, dünya devrim dalgasının yıldan yıla düşüşünden yenilgiye evrilen bu sürecin (bağlamın) özelliklerinin dikkate alınması elzemdir.
Sosyalizm ve proletarya iktidarı yalnız ASHC’de yıkılmadı. Ondan çok daha önce Sovyetler Birliği ve Çin gibi devasa büyüklükteki ülkeler kapitalizme geri döndüler. AEP, eğer 1989’a kadar sosyalizmi ayakta tutulabildiyse, bu “reel sosyalist” denilen ülkeleri o noktaya götüren ideolojik, siyasi, ekonomik, kültürel, ahlaki süreçleri yakından gözlemlemesi ve bunlara karşı önlemler alması sayesinde olmuştur. Enver Hoca, Stalinciydi ama gözü kapalı bir Stalinci de değildi, SBKP gibi dev bir partinin Kruşçev gibi cücelerin avucuna düşmesinde, Stalin ölmeden önce bir kuluçka devresi geçirmelerinin rolü olduğunun farkındaydı. Bundan ders çıkararak teori, parti, devlet ve ekonomi alanında sapmalara karşı mücadele etti, önlemler aldı. Ne yazık ki buna rağmen Ramiz Alia gibiler parti içinde kendilerini saklamayı başardılar.[3]
Şüphesiz ki, Arnavutluk gibi sanayii ve proletaryası yok denecek kadar az, Avrupa’nın geri kalmış tarafında, imkanları kıt, geçmişten devraldığı entelektüel-kültürel birikimi oldukça zayıf, etrafı düşmanlarla çevrili bir ülkede, sosyalizmi inşa etmek ve ayakta kalmak zordur. Sosyalist toplumsal düzenin kapitalizmin ekonomik ve teknolojik olarak en çok geliştiği, sayıca kalabalık, örgütlenme ve bilinç düzeyi yüksek bir proletaryaya sahip ülkelerde kurulacağı öngörüsü Marx’tan beri bilinen bir şeydir. Ekim Devrimi’nin gerçekleştiği Rusya bile bu yönüyle Almanya gibi ülkelerin gerisindeydi, o yüzden Lenin umudunu Almanya gibi en gelişmiş ülkelerde kopacak devrimlere bağlamıştı. Rusya’yla kıyaslanamayacak gerilikteki, nesnel tabanı zayıf mı zayıf Arnavutluk’taysa, süreklilik arz eden devrimci dönüşümler esnasında parti ve devlet şahsında cisimleşmiş irade, örgütlenme ve bilinç unsuru fazla öne çıktı, özcesi sübjektif faktörler haddinden fazla zorlandı. Bu da ile yığınlar, proletarya diktatörlüğü ile parti diktatörlüğü, devlet ile halk arasındaki ilişkilerde aksaklıklar ve sorunlar yarattı.
Eğer Arnavutluk ekonomik geriliğini gidermeyi öne çıkararak muhtaç olduğu Sovyetler Birliği ve Çin’in yardımlarına 60’lardan, 70’lerden sonra da devam etse ilkelerinden ve doktrinden taviz vermiş olacak, tersini yapsa tek başına kalacak, kendi yağıyla kavrulmak zorunda kalacaktı. AEP ikinci yolu seçti. Böyle olunca da halkın refahı ve mutluluğu ne kadar ölçü alınırsa alınsın, ekonomik, sosyal, bilimsel, kültürel ihtiyaçlar yeterli ölçüde karşılanamadı. Bu, Afrika’nın veya Asya’nın ücra bir köşesinde değil, Avrupa’nın göbeğinde olunca kapitalist dünya ile arasındaki uçurum göze batar bir hal aldı. Sosyalizmin üretici güçlerin önündeki engelleri kaldırma, daha hızlı gelişme, Batı’dan daha ileri bir uygarlığı temsil etme iddiasıyla tezat oluşturuyordu.[4] SSCB ve Çin ile ilişkilerini kopardıktan sonra kendini kapitalist ülkeler kadar öteki revizyonist ülkelerden de izole eden Arnavutluk, geri dönüşe sürüklenen ülkelerin akıbetine düşmemek için kendi kendine yeterlilik politikası izlemek zorunda kaldı. Bu, onun zayıf karnıydı. Egemen bir ülke olarak kimseye boyun eğmek ve taviz vermek zorunda değildi ama öte yandan bu halktan sürekli fedakârlık istemeyi, parti ve devlet içinde ortaya çıkan uzlaşıcı unsurları acımasızca bastırmayı gerektiriyordu. Muhtemelen bu halk ve parti içinde alttan alta bir korku oluşturdu. Ayakta kalmasında kendi öz gücünün üstünde bir öneme sahip uluslararası güçler dengesi bozulup, dünya devrim güçleri gerilemeye başlayınca, dış destekli iç düşmanlar fırsatı ganimet bildiler.
Parti içi ayrılıklardaki katılık ve hoşgörüsüzlük öznel faktörün abartılmasından bağımsız değildir.[5] SBKP’de ta Lenin zamanında ortaya çıkan bu mesele kıldan ince kılıçtan keskin bir konudur. Partide, partizan savaşında ve devrimde ikinci adam durumundaki Mehmet Şehu gibi önemli görevler üslenmiş birinin intihar ettiğinin açıklanması ve ajan ilan edilmesi kuşku uyandırıcıdır. Bilgi sahibi olmadan sonuçlar üzerinden yargıda bulunmak çok doğru olmamakla birlikte, Mehmet Şehu’nun (Lin Biao’da olduğu gibi) ölümünün izahı zordur. Böylesine önemli şahsiyetler kısa ve inandırıcı olmayan açıklamalarla geçiştirilmemeliydi, ikna olabilmemiz açısından gerçek sebep, en azından savunduğu görüşler açıklanmalıydı. Partiye uzun yıllar hizmet etmiş insanlar hakkında bir suçlama yapılacaksa, somut belgelere dayanılarak ikna edici bir tarzda yapılmalıdır. Eğer öyle yapılmazsa parti içi çürükler taktik değiştirir, kraldan fazla kralcı görünme yöntemini uygular, fırsatını bulunca da Kruşçev, Ramiz Alia gibi partiyi arkadan hançerlerler.
Bir başka konu Müslüman kökenlilerin çoğunlukta olduğu ASHC anayasasında devletin “ateist” olarak tanımlanmasıdır. İslam dini, toplumun tüm yaşam alanlarına “çözüm” sunan sosyalizm karşıtı bir ideolojidir. Özellikle sosyalizmin ileri aşamalarında dini ideolojinin, kültür ve geleneklerin, tören ve alışkanlıkların kalıntılarına karşı topyekûn bir mücadele yürütmek önemli ve zorunludur. Ancak orta çağ ilişkilerinden kopalı yarım asır bile geçmemiş Arnavutluk toplumunda dindarlığın tezahürlerine karşı mücadelede katı ve acele bir tutum takınıldığına dair belirtiler vardır. Başta Sovyetler Birliği olmak üzere bütün eski sosyalist ülkelerde kapitalizme geri dönüldükten sonra dinin sanki sosyalist aydınlanma sürecinden geçilmemiş gibi tahminlerin kat kat üstünde bir hortlamayla sonuçlanması, bu konunun tıpkı kadın ve ulus sorunlarında olduğu gibi, uzun vadeli bir sorun olarak düşünülmesi ve daha sabırlı bir mücadele yürütülmesi gerektiğini gösteriyor.
Arnavutluk ve Enver Hoca hakkında söylenebilecek şeyler bunlarla sınırlı değildir, daha genişletilebilir. Şahsen daha ileri ve geniş eleştiri için yeterli kaynağa sahip olmadığımı da itiraf etmeliyim. Buna dışarı yansıtılmayıp arşivlerde saklı tutulanları da katıyorum.
Ama, sadece Arnavutluk için değil bütün devrim yapmış ülkeler hakkında hüküm verirken, hakkaniyetli davranmak, kimseyi bir kaşık suda boğmaya kalkmamak, eleştirirken ölçüp biçerek ve düşmanın cephaneliğine mermi taşımadan, ekmeğine yağ sürmeden yapmak sorumluluğumuz vardır. Hem sosyalizmin uluslararası mirasını korumak hem de 1970’lerin takım tutma ve kolay “ötekileştirme” zihniyetinden uzaklaşmak için buna gereklilik vardır. (YAŞAR AYAŞLI - SENDİKA.ORG)
Dipnotlar:
[1] Daha önce AKP iken, Arnavutluk halkının işçi sınıfı ayağı zayıf bileşenini dikkate alan Stalin’in tavsiyesi üzerine adını AEP olarak değiştirmiştir.
[2] Etraflı bir konu olup zincirleme tasfiyelerle Çin’de revizyonizme atak yaptıran faktörlerin perde arkasını fazla bilmiyoruz. Örneğin Çin Genel Kurmay Başkanı Lin Biao’nun kaçarken uçağının düş(ürül)mesi sonucu öldüğünün açıklanması, “Dörtlü Çete” diye adlandırılan fraksiyonun tasfiyesi, kapitalizme yönelik reformları ve sınıflar üstü söylemleriyle dikkati çeken Deng Hsiao Ping’in yükselmesi vs.
[3]Bundan dolayı, sosyalizmin büyük yenilgisiyle yüzleşmeyi sadece tek tek ülkeler, partiler, önderlerle sınırlamayıp, meseleyi evrensel düzeyde ele almak gerekiyor.
[4] Kapitalist Batı’da kural halkın genel refah düzeyi değil reklamlarla uyarılan haz, tüketim ve marka çılgınlığıdır. Ayaklarını yorganına göre uzatan Arnavutluk’taysa durum tersidir. Örneğin lüks tüketim sayılabilecek araba, piyano gibi mallara sahip olmak yasaktı. Böylesi alanlarda kapitalist sistem ile sosyalist sistem arasında bir uçurum oluştu. Gerçekte hiçbir ilginç ve kayda değer özelliği olmayan Coca-Cola, McDonald’s ve kot pantolon “reel sosyalist” ülkelerde nimetten sayılıp, refah ve özgürlük simgesi olarak algılanabildi.
[5] Bu partiler arası ayrılıklarda da görülebilir. Mao Zedung’un ve Çin devriminin eleştirilecek birçok yanı olmasına rağmen, Enver Hoca bunu fazla ileri götürmüş ve devrimin büyüklüğünü küçültücü nitelemelerde bulunmuştur.